İktidar yalnızca Öcalan ile PKK sorununu çözebilir mi? | Ruşen Çakır yorumladı

Türkiye’de yeni çözüm süreci tartışmaları Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkmasıyla başladı. Ruşen Çakır “İktidar yalnızca Öcalan ile PKK sorununu çözebilir mi?” başlıklı yayında son gelişmeleri yorumladı.

Siyasette “çözüm süreci yeniden mi başlıyor?” tartışmaları sıcaklığını koruyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’deki. Meclis açılışında DEM Partili vekillerle tokalaşması iki parti tarafından olumlu göründü. Ardından Bahçeli’nin İmralı Cezaevi’nde tutulan Abdullah. Öcalan’a PKK militanlarının tek taraflı silah bırakması yönündeki çağrısı gündem oldu.

İktidar yalnızca Öcalan ile PKK sorununu çözebilir mi? | Ruşen Çakır yorumladı

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Dün Kemal Can’la yaptığımız “Haftaya Bakış”ta –Kadri Gürsel rahatsızlığı nedeniyle katılamamıştı biliyorsunuz– bir şeyler söylemeye çalıştım. 1 Ekim’den îtibâren Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkmasıyla başlayan ve üst üste grup toplantılarında söyledikleriyle devam eden bir şeyler yaşanıyor Türkiye’de. Muhâlefetin içerisindeki büyük bir çoğunluk, hattâ iktidar kanadının içerisinde de büyük bir çoğunluk, bunun aslında bir iç politika manevrası olduğunu; zaman kazanmak için, Erdoğan’ın tekrar aday olabilmesini sağlamak için yapılmış bir manevra olduğu kanısında. İşin içerisinde Bahçeli’nin dile getirdiği, “iç cepheyi kuvvetlendirmek” ya da Erdoğan’ın “İsrail tehlikesi” vurgularının çok da önemli olmadığını düşünen çok kişi var ve dolayısıyla ortada bir sorun çözme girişimi olmadığını düşünen çok kişi var. Ben bunlardan değilim. Bir şeyi çözmek istiyorlar, bir şeyi halletmek istiyorlar ve bunu aslında en son Erdoğan’ın grup toplantısında Bahçeli’ye yönelik övgülerinde de gösterdiği gibi, bir “devlet aklı” –Kemal onu hatırlatmıştı biliyorsunuz, dün yayında– bir “devlet aklı” var ve bu “devlet aklı” artık PKK sorununu çözmek istiyor. Dikkat edin, yani Kürt sorunu demiyorum. Bu, PKK sorununu çözme arayışı iktidar tarafından; çünkü olay artık daha fazla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kaldırabileceği bir olay olmaktan çıkıyor. Bir diğer husus da, açıkçası, PKK ortaya çıktığı andan îtibâren ülkeyi yönetenler sürekli bunu askerî operasyonlarla çözmeye çalıştılar. Bir tek istisnâsı geçen dönemdeki Çözüm Süreci’ydi. Onun dışında, askerî operasyonlarla çözmeye çalıştılar, ama olmadı. Şimdi de son dönemde, gerek Türkiye’de gerek Suriye’de gerek Irak’ta, PKK’ya yönelik olarak önemli hedeflere çok ciddî operasyonlar yapıyor Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Kimi zaman Türk Silâhlı Kuvvetleri, kimi zaman Jandarma, ama kimi zaman da Millî İstihbârat Teşkîlâtı çok ciddî operasyonlar düzenliyor. Hava saldırıları oluyor, karadan Irak’ta çok ciddî operasyonlar oluyor, üsler kuruluyor. Zâten Suriye’nin belli bir bölgesinde uzun bir süredir Türk ordusu var vs.. Ama anladığım kadarıyla, bunun böyle yapılamayacağı noktasına gelmiş bir “devlet aklı” var. Ve PKK’nın bu varlığını şu ya da bu şekilde, saldırıları azalsa bile, özellikle Türkiye içerisindeki saldırıları azalsa bile –bu anlamda TUSAŞ saldırısı çok farklı bir yerde duruyor, çok önemli bir yerde duruyor tabiî– PKK meselesini artık halletmek isteyen bir devlet var. Çünkü PKK, uluslararası bir sorun hâline dönüşen Kürt sorununda önemli bir aktör olarak sâdece Türkiye’nin değil, birçok yerel ve küresel gücün dikkat ettiği bir yapı. Hep böyleydi, ama son dönemde çok daha fazla dikkat ettiği bir aktör. Bunun çok ciddî bir İran ayağı var. Bunu geçen Cengiz Çandar’la yaptığımız yayında uzun uzun konuştuk. Çok önemli şeyler söyledi Cengiz Çandar. İzlemediyseniz muhakkak izleyin. İran’da PKK’nın örgütü var, PKK’nın örgütlü silâhlı bir gücü var. Uzun zamandır saldırı yapmasa bile PJAK adında bir örgütlenmesi var. İsrail-İran gerginliğinin gelişimine bağlı olarak, PKK’nın İran’daki varlığı –sâdece İran’daki varlığı değil tabiî ama– İran’daki varlığı daha fazla önem kazanabilir. Ama Türkiye’yi en çok ilgilendiren boyutu tabiî ki Suriye. Suriye’de YPG ya da yeni verdikleri adla Suriye Demokratik Güçleri (SDG) açık bir şekilde koalisyon ve özellikle de Amerika Birleşik Devletleri tarafından korunuyor, kollanıyor. Çok ciddî bir şekilde silâhlandırılıyor. Ne zamana kadar süreceği belli değil. Erdoğan, ABD’nin onları bir gün satacağını söyledi; ama satmadığı müddetçe –satar satmaz ayrı bir husus, ama satmadığı müddetçe– Ankara’yı çok tedirgin eden bir güç orada, Suriye’de. Ve işin Ankara için zor tarafı, Esad Ankara ile görüşmeye hâlâ yanaşmıyor ve burada Beşar Esad’la görüşerek, oradaki YPG’yi etkisizleştirme hayâli var. Esad’la görüşülse buna ulaşılır mı o ayrı bir soru; ama Esad’la işbirliği yaparak, Esad’la görüşerek Suriye’deki Kürtleri etkisizleştirme ya da güçsüzleştirme senaryosu da ortada yok. Dolayısıyla ortada çok ciddî bir şekilde, bir an önce halledilmesi gereken bir PKK meselesi var. Ve burada Devlet Bahçeli’nin çıkışından îtibâren şöyle bir şey gördük, Devlet Bahçeli şunu söyledi: Bir yanda İmralı ve DEM Parti, diğer yanda Edirne yani Selahattin Demirtaş ve Kandil. Yani devletin Öcalan’ı yanına aldığını varsayıyor, DEM Parti’yi yanına almak istiyor ve PKK ile Selahattin Demirtaş’a rağmen bu olayı çözmek istiyor. Zâten başlı başına bu tür bir kategorizasyon sorunluydu. Yani siz bir yere Öcalan’ı ve DEM Parti’yi koyarak, PKK’yı karşınıza alarak PKK’yı silâhsızlandıramazsınız. PKK’nın buna bir şekilde râzı olması gerekiyor. Öcalan’ın vereceği tâlîmat tek başına bu sorunu çözemez. Tabiî ki Öcalan’ı ciddîye alacaklar, dinleyecekler; ama daha önceki Çözüm Süreci’nde bunu gördük: Öyle, Öcalan her ne derse onu yapmaya hazır bir Kandil yok. Diğer yandan çok daha önemli, bunu birkaç kere söyledim, aslında yıllardır söylemeye çalışıyorum ve sâdece ben değil, başkaları da: Öcalan da Kandil’e kabul etmeyecekleri bir şeyleri dayatmaz, dayatamaz. Onların arasında, İmralı ile Kandil arasında ilginç bir ilişki var ve ilginç bir dil var. Dolayısıyla, “Biz Öcalan’ı iknâ ederiz, ondan sonra o da Kandil’i iknâ eder1 gibi bir basitlik kesinlikle yürüyebilecek bir şey değil.Tabiî burada sonra ne oldu? DEM Parti de özellikle son yaptığı açıklamada, parti meclisi bildirgesinde Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın beklentilerini açığa düşürecek netlikte ve Kandil’in diline daha yakın bir çıkış yaptı. Ve Erdoğan da bunu çarşamba günü, biliyorsunuz, net bir şekilde söyledi ve rahatsızlığını dile getirdi. Şimdi, “Öcalan + DEM Parti” derken, DEM Parti de devredışı kalmış gibi gözüküyor ya da istedikleri noktaya gelebilmiş bir DEM Parti yok. Peki, o zaman ne yapacaklar? Burada şöyle bir formül ilk akla gelen olabilir: Selahattin Demirtaş’ı –ki Selahattin Demirtaş son dönemde yaptığı açıklamalarla Öcalan’la aynı çizgide olacağını açık bir şekilde beyan etti, yani Öcalan’a tâbi olacağını beyan etti– Selahattin Demirtaş’ı devreye sokmayı belki düşünebilirler. Ama orada çok ciddî birtakım sorunlar var. Öncelikle, özellikle Erdoğan ve tabiî ki Bahçeli de Selahattin Demirtaş’tan hiçbir şekilde hoşlanmıyorlar. Çünkü Selahattin Demirtaş, gerçekten siyâseten şu anda Türkiye’deki en etkili isimlerden birisi. Her ne kadar cezâevinde olsa da, her ne kadar son dönemde güncel politikaya girmeme kararı alsa da… Selahattin Demirtaş’ın önünü açmak istemeyecekler. Bunu da özellikle not düşmek lâzım. Ve şimdi, Çarşamba günü Esenyurt’ta yaşananlarla berâber işin içerisine bir de CHP’yi karşısına alma çıktı. Ne oldu? Ahmet Özer görevden alındı, tutuklandı, kayyum atandı ve çok sudan, uyduruk gerekçelerle, yok terör örgütü üyeliği vs. falan gibi, bunca yıldır herkesin ortasında olan, çok önemli üniversitelerde görev yapmış, başka yerlerde sivil toplumda çok aktif olmuş bir ismi ve seçimlere katılmasında hiçbir yasal engel saptanmamış birisini birdenbire terörist îlân ettiler. Tam bir siyâsî hamle. Burada başka bir hedef, Ekrem İmamoğlu hedefi de olabilir; ama burada doğrudan Ahmet Özer’i PKK ilişkisi üzerinden, Kürt olduğu için –açık söyleyelim– Vanlı bir Kürt olduğu için görevden alarak CHP’yi de karşılarına aldılar. Şimdi şu hâliyle baktığımız zaman, iktidar PKK sorununu çözmek istiyor; ama yanında ne DEM Parti var ne Selahattin Demirtaş var ne Kandil var ne CHP var. Yani CHP başından îtibâren Bahçeli’nin bu çıkışlarına karşı eleştirilerini dile getirmekle berâber, açıkçası destek verdi. Yani sorunun çözülmesini arzuladıklarını söyledi; ama adresin de Meclis olduğunu belirtti — ki bence de haklıydılar. Şimdi kala kala Öcalan kaldı. Öcalan da ne kadar kaldı açıkçası bunu bilmiyoruz. Yani şöyle: En son Öcalan’ın yeğeni, DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan’a söylediği aktarılan şu: “Ben hazırım, PKK’nın silâhsızlandırılması konusunda elimden geleni yaparım ve yapabilirim” dedi. Tamam, ama böyle bir yerde, herkesin iktidar tarafından kriminalize edildiği ve karşısına alındığı bir yerde, Öcalan burada tek başına ne yapabilir? Bu birinci soru. İkincisi, açıkçası yapmak ister mi? Şu haliyle baktığımız zaman, gelinen noktada gerçekten iktidardakiler, dünkü yayında da söylediğim gibi böyle hesap kitap yaparak ilerlemiyorlar. Çok, akıllarına geleni yapıyorlar. Küçük, hızlı hesaplarla hareket ediyorlar vs.. Ve insanların kendilerine tâbi olacağına ya da yaptıklarına tepki gösterirken hatâî yapacaklarına inanıyorlar ve bu yaptıkları hatâların iktidârın işine yarayacağı gibi basit hesaplarla yol almaya çalışıyorlar. Şu hâliyle Öcalan’dan başka ellerinde hiçbir şey kalmadı. Öcalan ellerinde mi? Açıkçası ona da emin değilim. Hiç sanmıyorum ki Öcalan, bütün bu yaşananlara bakıp, “Ya, bunların hiçbir önemi yok, ben bu işi hallederim” desin. Bunların ötesinde, “devlet aklı” denen o yapının yaptığı en temel hatâ, PKK sorununu Kürt sorunundan ayırmaya çalışması, ayrı görmesi. Kürt sorunu diye bir sorun yokmuş gibi yapması — ki Bahçeli zaten bunu açık açık söyledi. “Kürt sorunu yoktur. Kürt kardeşlerimiz bizim yanımızdadır, yanımızda olacaklardır” deyip ondan sonra PKK sorununu çözmeye kalkıyorsunuz. Kürt sorunu yoksa PKK nasıl ayakta kalır? Niye insanlar hâlâ –sayıları azalmış olabilir, onları bilmiyorum, herhangi bir rakama falan sâhip değilim–, ama hâlâ insanlar PKK’ya katılıyorsa, PKK’ya destek veriyorlarsa bunun nedeni ne olabilir? Tabiî ki bunun en temel nedeni, Türkiye’de çok ciddî bir şekilde bir Kürt sorununun olmasıdır. Siz, “Kürt sorunu yoktur” diyerek ya da var olduğunu kabul etseniz bile o konuda herhangi bir adım atma sinyali vermeyerek PKK sorununu sâdece bir pazarlık üzerinden çözmeye kalkarsanız, baştan kaybetmiş olursunuz.Ve Öcalan’ın da, aynı zamanda Kandil’in de –ki bu arada şunu söyleyeyim; her ne kadar Erdoğan, “Kesinlikle böyle bir şey olmaz, yapmayız” dediyse de, devletin hangi düzeyde olursa olsun, belki istihbârat yetkilileri üzerinden, Kandil’le ilişki içerisinde olduğunu düşünüyorum. Başka türlüsü zâten olamaz. İki tarafın savaşıyor olması, aralarında hiç temas olmadığı anlamına bence gelmez. Dolayısıyla burada, siz Kürt sorununu hiçbir şekilde gündeme getirmeden, birtakım pazarlıklarla bu işi halletmeye çalışırsanız, bu, başladığı andan îtibâren bir yerde tökezler. Geçmiş Çözüm Süreci’ndeki yaşananları hatırlayalım, orada Kürt sorunu konusunda da çok şey yapılmış olmasına rağmen olay belli bir yerde tıkandı. Orada tıkanmasının her iki kanat açısından da farklı farklı nedenleri vardı. Şimdi, devletin artık çözme konusunda bir irâde gösterdiği, göstermek istediği anlaşılıyor. Ama olayın sâdece bir iki kişiyi iknâ ederek, bir iki kişinin birtakım beklentilerini karşılayarak, Öcalan’a ev hapsi vs. gibi düzenlemelerle çözüleceğini düşünüyorlarsa –ki anladığım kadarıyla öyle gözüküyo – CHP’yi karşısına alarak, DEM Parti’yi en ufak bir şeyde hemen tehdit ederek vs. gidilecek çok fazla bir yol yok. Bütün bunları herhalde Öcalan da yakından tâkip ediyordur, devletin kendisiyle düzenli bir şekilde görüştüğü anlaşılıyor ve ona göre herhalde bunun pazarlığını, bunun tartışmalarını devletten kişilerle de yapıyordur. Şöyle bağlamak istiyorum: Devlet, PKK sorununu çözmek istiyor, ama bu kullandıkları yöntemlerle, bu yaptıklarıyla bu sorunu çözmeleri bana mümkün gelmiyor. Bu sorunun çözülmesi lâzım kesinlikle; bu herkesin iyiliğine. Ama bu sorunu çözerken, çözmeye çalışırken Kürt sorununun varlığını kabul etmek ve bunu da çözmeye çalışmak ve toplumun tüm kesimlerini, olabildiğince geniş kesimlerini, özellikle de son seçimde birinci parti çıkmış olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve tabiî ki DEM Parti’yi bunun içerisine gönüllü ve üretici bir şekilde katmanız lâzım. Aksi takdirde yine sıfıra sıfır, elde var sıfır olur. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.