Kenan Çamurcu yazdı | Reel Müslümanlığın inşa serüveni: Katılımcı Medine Sözleşmesi’nden hâkimiyetçi hilafete

Kenan Çamurcu, Hafta Sonu Yazıları köşemizde çok ilginç bir makale yazdı. “Reel Müslümanlığın inşa serüveni: Katılımcı Medine Sözleşmesi’nden hâkimiyetçi hilafete” yazısını okurken, aşağıdaki dipnotları dikkate almanızı tavsiye ederiz. Çünkü izahlar metne dahil ve ihmal edilmemeli.

Okura not: Sevgili okuyucu, aşağıdaki metin bilimsel yöntemle yazılmış bir incelemedir ve aktüel heyecanlar, tribün taraftarlığı, holiganizm ruhuyla okuyana hiçbir fayda sağlamaz. Düşünce sahasına ecnebi ve hakikati aramayan fast food tüketicinin yazıdan ve yazarından uzak durması önemle rica olunur. Dipnotlardaki izahlar metne dahildir ve ihmal edilmemelidir.

Seküler radikalizmin İslam’ı kamusal hayattan çıkarma teşebbüsü, din düşmanlığından ziyade ülkeyi tarihsizleştirmek, geleneksizleştirmek ve kültürel kodlarından arındırmak içindi. Ancak böyle yapılırsa yeni ve doğru bir başlangıca imkân bulunabileceğine inanmış olmalılar. Reformcu Kur’an fundamentalizmi ve onun “zıtların birliği”nden kardeşi gelenekçi selefi radikalizmin varsayımı da öyle. “Arı duru din” tasarımı, mesela Türkçe’yi yabancı (Arapça ve Farsça) kelimelerden tasfiye edip yalınlaştırma tezinin simetrik kopyası.

Selefiliğin, Emevî hanedanının resmî politikası olan kavmiyetçiliğin ideolojik varisi olduğuna kuşku yok. Hicaz’dan çıkan İslam’ın yeni dünyası -önce Sünnî, ardından Şiî- İran’da kurduğu medeniyet vesilesiyle Müslüman olmuş milletlerin kendine özgü dindarlığına “bidat ve hurafelerle mücadele” adı altında savaş açmasının amacı, şoven muarrib (Araplaştırmacı) dindarlığı diriltmekten başkası değildir. 

İhmal edilen şey şu ki, ağır ağır ve üst üste birikerek oluşan tarih, dinin de taşıyıcı kolonu. Tarihsiz din, toplum, kültür, entelektüel faaliyet olmaz. Süregelen tarihsel yürüyüşün dışına çıkarak başarılabilecek yenilenme, değişim, canlanıp dirilme (ihya) ve yeniden oluşum da (tedvin) mümkün değil. İster İslam’ın yeniden tedvini ve ihya için olsun, ister toplumsal değişim için olsun başvuracağımız ana kaynak, kültürel kimliğin bedenlendiği tarih. Teknik tanımıyla siyer.

Genel tarih içinden Müslümanların yaşadıklarını dekupe eden tarihçilik tanımıyla “siyer”in tarihsel bütünlüğü bozan yönteminde tabii ki metodolojik hata var. Bu metodolojik kusura bir de tarih romantizmi eklendiğinde elde sadece gerçeklikle bağı koparılmış kusursuz hayalî öyküler kalabiliyor. 

Kur’an’da tarih anlatımında ibret öğeleri üzerinde durulduğundan sürekli ihanete ve başarısızlığı uğramış peygamber örnekleri anlatıldığı halde, müesses Müslümanlık bize İslam’ın mutlu mesut tarihinden bahsediyor. Hiçbir olumsuzluk görülmeyen dikensiz gül bahçeli mutlu son romanı. 

Varsayıma göre diğer bütün peygamberlerin inananları şahsiyet zaaflarıyla malul insanlardı ve dinlerini koruyamadılar, ama Peygamber Muhammed’in arkadaşları (ashab) tarihte ilk ve tek örnek olarak mükemmeller topluluğuydu. Üstelik Peygamber’i bir kez olsun görmüş olmakla kutsallık kazanmışlardır ve o andan itibaren doğru-yanlış, iyi-kötü değerlendirmesine konu bile edilemezler. Bu tuhaflığı dinen hükme de bağlamış garip bir inançtır reel Müslümanlık. Fıtrat, doğa, haniflik dininin fazlasıyla yozlaşmış, başkalaşmış, tahrif edilmiş halidir.

En erken siyer kaynakları ve hadis külliyatı, heyecanlı vaazlarla var edilen dinî kültürün elindeki hayalî fotoğrafın gerçek dışı olduğunu kanıtlıyor. Tıpkı dizi film senaryolarıyla yeniden yazılmış eski, orta ve yakın dönemin muharref tarihi gibi. Bu nedenle erken Müslümanlığın tarihinin yeni bir yöntemle yazılması gerek.

Müesses Müslümanlığın elitleri İslam’ın tarihindeki dehşet verici vakalardan haberdar ama müminlerin inancı sarsılır kaygısıyla o malumatı sansürlüyor. O bilgiler oryantalistler tarafından gündeme getirildiğinde de ilim dışı mahfillerde onların yalan olduğuna ilişkin propaganda yürütülüyor. Bu tarihsel hakikatler Müslüman araştırmacılar tarafından yazılıp çizildiğinde ise onları ihanetle suçlayıp linç ediyorlar. Bu işleri yaparken Allah’ın rızasını gözettiklerine kuşku yok. Yani hakikati dile getireni linç etmeyi, yalanı, kara ve kirli propagandayı Allah’ın memnuniyetle karşıladığına ve ödüllendireceğine dair acaip bir itikat var.

Siyerin kurucu babaları, tedvin/derleme asrında şifahî olan her şeyi kayda geçme yönteminde mazurdur. Sorun, halef ulemanın kaydedilen malzemeyi tahkikte eleştirel ve analitik değerlendirme geleneğini başlatmamasında. Peygamber’in inananları arasındaki siyasî kutuplaşmada tarafını tuttukları grubu doğrulamak için argüman üretmeye mesai ayırdılar. Siyer denilen ilim sahası, Ebu Bekir-Ömer grubuna yandaş olanlar ile Ali b. Ebi Talib grubuna taraf olanların sonu gelmez polemiğinden ibaret. Ama bu kusur telafi edilebilir. Mukayeseli tarih yöntemiyle ve genel tarihin bakışaçısı içinde olayları aktarmanın başarı ve doğruluk oranını yükselteceği kesindir.

Müslümanlığın ilk dönemi konu olduğunda tarih disiplini içinde yapılan çalışmaları baştan “sahabeye karşı saygısızlık”la suçlamanın kötü niyetli ajanda taşıdığından şüphe duyanlar haklıdır. İlmî çalışmaların önünü kesme çabasının tek amacı politik olabilir. İlmî faaliyet “sahabeyi itibarsızlaştırma” türünden niyet okumalarla kriminalize edilirse ilim yapılamaz ve hiçbir bilim dalı varlık gösteremez. Bu disiplinler kullanılamaz hale getirildiğinde de geriye sadece masal ve hikayelerle bezeli menkıbecilik kalır. Nitekim yaşayan/müesses Müslümanlık bundan başka bir şey değil. 

Bu yöntem sapmasının bir örneği, Mehmet Azimli’nin Siyeri Farklı Okumak adlı eserini tenkit amacıyla yazıldığı belirtilen makalede “sahabeyi itibarsızlaştırma” şeklindeki siyasî suçlamanın doğrulanmaya çalışılmış olmasıdır. (1) Gerçi Azimli, yersiz ve gerçek dışı bu suçlamaya “İtibara Dair” başlıklı makalesiyle cevap verdi. (2) Fakat ortaya hangi çapta dayanak konursa konsun linç kültürü ve şuursuzluk hali yüzünden “sahabeyi itibarsızlaştırma” propagandası hakikati merak etmeyen çoğunluk üzerinde iş gördü. Kapkaranlık cehalet, muteber kaynaklardan alternatif bilgileri aktaran Azimli’ye hayatı zindan etti. Başka bir yazıda, “İslamofobi” kamuflajının, bu dinî istibdat dünyasının kötülüklerini perdelemeye verilen ad olduğunu iddia edeceğim.

Ana akım din kültürünün belirleyici vasfı, müesses nizama bağlılığın hakikate sadakatin önüne geçmesidir. Yerleşik hale geldiği gerekçesiyle en bariz yanlışa bile müdahale edilmiyor. Bu durumda da o yanlış ana eksene dönüşüyor ve tüm doğrular bu yanlış eksene göre tanzim ediliyor. İşte buna muhafazakârlık diyoruz. Bu kültürel kod değişmediği sürece politik zuhuratın kaç kez becayiş yaptığının önemi yoktur. Çünkü sonuç hiç değişmeyecektir.

Bu kültürel kodda muhalife göz açtırmama ya da ne pahasına olursa olsun boyun eğdirme var ve muhafazakârın çıkarmaya asla niyetli olmadığı bu siyasî gömleğin yanlış iliklenen ilk düğmesi de Abdullah b. Ebi Kuhafe’nin (Ebu Bekir), Saideoğulları çardağında (sakife) alelacele halife seçilmesidir. Sahte Peygamber Müseylime’yle dahi savaşmamış Peygamber’in tarzına karşın Ebu Bekir, Müslüman olmayanlar bir yana, Müslüman siyasi muhalifleriyle de savaş açacak kadar ileriye gidebildi. Müslüman-politik evrende köklü yeri olan “siyaseten katil” geleneği onun bidatidir.

Medine’deki “Çardak (sakife)”, Mekke’de pagan liderlerin istişare ve karar meclisi olan Daru’n-Nedve’nin Yesrib’teki (Medine) muadiliydi. Abdullah b. Ebi Kuhafe, İslam’ın merkezi Mescid-i Nebevî’ye yaklaşık 1 km. mesafedeki eski cahiliye meclisinde küçük bir grup tarafından halife seçildikten sonra toplu biatın gerçekleştiği Medine’ye duyurularak Mescid-i Nebevî’de biat töreni yapıldı. Seküler alanda kapalı devre seçim ve sonra dinî alanda kararın umuma onaylatılmasının İslam siyaset düşüncesine teorik etkileri üzerine çok şey söylenebilir.

Abdullah b. Ebi Kuhafe’ye zorla biat toplamak için kılıcını kınına sokmayan Ömer b. Hattab, yıllar sonra âhir ömründe bir adamın Sakife günlerini kastederek “Vallahi Ebu Bekir’e biat bir anlık ayak kaymasından başka bir şey değildi.” dediği nakledildiğinde çok öfkelendi, ama sözün doğru olduğunu da itiraf etti: “Ebu Bekir’e yapılan biat istişaresiz, birdenbire olmuş ve tamamlanmıştır denmesine kimse aldanmasın. Evet doğru, o iş öyle oldu. Fakat böylece Allah şerden korudu. (…) Ensar bize muhalefet etti ve Saideoğulları sakifesinde toplandılar. Ali ile Zübeyr ve beraberinde olanlar da bize muhalefet etti. (…) O sırada Ebu Bekir’e biat edilmesini sağlamaktan daha önemli bir işimiz yoktu. Ensar topluluğunun bizden ayrılıp topluca biat edilmemesinden ve kendilerinden birine biat etmesinden korktuk. Bu durumda ya razı olmamamıza rağmen onlara biat edecektik ya da karşı çıkacaktık. Bu yüzden fesat çıkacaktı. Artık bundan böyle Müslümanların istişaresi ve rızası olmaksızın birine biat edilirse biat eden ve biat edilenin ikisi de öldürüleceklerinden korkacağından biat olmayacaktır.” (3) 

Manası şu: Ebu Bekir’in biatı normal şekilde gerçekleşmemekle birlikte artık olan oldu, ama bundan sonra kimse Ebu Bekir’e yapıldığı gibi alelacele ve icma gerçekleşmeden biatleşmeye kalkışmamalı. Bunu yaparsa da öldürülmeli.

Siyasi muhalefeti ve seçim talebini ölümle cezalandıran “yeni Medine”, mevcut Müslümanlığın kaynağıdır.

Ömer, Ebu Bekir’in biatında istişare olmadığını itiraf edip bir daha istişaresiz seçim yapılmamasını ikaz ederken kendisinin Ebu Bekir tarafından vasiyetle tayin edildiği konusuna hiçbir zaman girmedi.

Yesrib, Medine olduktan sonra şehrin merkezine dönüşen Peygamber Mescidi’nde değil de cahiliye döneminin toplanma yeri Saideoğulları çardağında (sakife) gerçekleşen tartışmalı toplantıda küçük bir grup Ebu Bekir’e biat ettiği sırada Ali b. Ebi Talib, Abbas b. Abdulmuttalib, Zübeyir b. Avvam ve Sa’d b. Ubade Fatıma’nın evinde toplantı halindeydi. (4) Halife seçilen Abdullah b. Ebi Kuhafe, Ömer b. Hattab’ı toplantıyı basmaya gönderdi. Ömer, Muhammed b. Mesleme ve diğerleriyle birlikte Fatıma’nın evinin önünde içeridekileri tehdit etti: “Ya dışarı çıkarsınız ya da evi ateşe vereceğim.” (5) Fatıma dışarı çıktı ve Ömer’e, “Hattab’ın oğlu evimizi yakmaya mı geldin?” dedi. Ömer cevap verdi: “Evet. Ya da çıkıp ümmete katılırsınız.” (6)

İbn Teymiye hiçbir kaynak göstermeksizin Ebu Bekir ve taraftarlarının Fatıma’nın evini basmasının gerekçesini, “içeride Allah’ın malından (beytülmal) bir şey bulunup bulunmadığını tespit etmek, eğer bir şey varsa alıp hak sahiplerine paylaştırmak” için olduğunu iddia eder. (7) Bu senaryoda Ebu Bekir’in niyetine ilişkin varsayımda bulunurken asıl amacının, Fatıma ve Ali’yi beytülmalden bir şeyleri gizlice alıkoyan hırsız gibi göstermek olduğu aşikardır.

Bir keresinde Urve b. Zübeyir’e, kardeşi Abdullah b. Zübeyir’in Mekke’de Muhammed b. Hanefiyye’yi (Ali’nin oğlu), Abdullah b. Abbas’ı ve Haşimoğullarından bir grubu Arim mahallesinde hapsettiği ve odun getirtip “Ya bana biat edersiniz ya da hepinizi yakarım” dediği hatırlatıldı ve böyle çirkin bir işi Allah’ın Evinin hareminde nasıl yapabildiği soruldu. Urve kardeşi adına özür dileyerek şöyle dedi: “Daha önce biatı reddedenlere yapıldığı gibi onları korkutmak istedi.” (8) Urve’nin “daha önce” derken kastettiği, Ömer’in Fatıma’nın evini yakma tehdidiydi.

Ebu Bekir, Haşimoğulları ve kıdemli sahabeler katılmadıkça Sakife’de aldığı biatın anlam taşımayacağını bildiğinden Ömer’i Ali’ye gönderip biat için onu ikna etmesini istedi. Ali biat etmeyi reddetti. Ya’kubî, Ali ile birlikte biatı reddeden sahabenin önde gelen büyüklerinin isimlerini veriyor: Abbas b. Abdulmuttalib, Ammar b. Yasir, Ebu Zer el-Gıfarî, Selman el-Farisî, Fadl b. Abbas, Zübeyir b. Avvam, Halid b. Said, Mikdad b. Amr, Bera b. Azib, Ubeyy b. Ka’b ve diğerleri. (9) Bu manzarayı gören Ebu Süfyan bile Ebu Bekir’e biat etmekten vazgeçti. (10) Ebu Süfyan’ın gerilimi tarifi de sarsıcı: “Kan dökülmeden yatışmayacak toz duman.” (11) Ömer tedirgin oldu ve Ebu Bekir’e Ebu Süfyan’ın şerrinden emin olamayacaklarını ikaz etti. (12) 

Siyasî kriz büyüyünce Ebu Bekir’in, ona biat etmeyi reddeden Ali ve taraftarlarını Fatıma’nın evinden çıkarması için gönderdiği Ömer’e verdiği talimat, kızı Aişe’nin kanlı kalkışmasından (Basra/Cemel) önce ilk iç savaşı göze aldığını gösteriyor: “Eğer sana sırt çevirirlerse onlarla savaş.” (13) 

Fatıma’nın evine saldırıda Ömer b. el-Hattab’ın, eğer dışarı çıkıp biat etmeye gelmezlerse içindekilerle birlikte yakmakla tehdit ettiği evde o sırada Fatıma ve Ali’nin yanısıra küçük yaştaki çocukları Hasan ve Hüseyin de vardı. (14)

Kaynaklarda adı verilen saldırganlardan meşhur isimler şunlar:

1) Abdullah b. Ebi Kuhafe (15)

2) Ömer b. el-Hattab (16)

3) Abdurrahman b. Avf (17)

4) Halid b. Velid (18)

5) Muhammed b. Mesleme (19)

6) Seleme b. Selame (20)

7) Ebu Ubeyde b. Cerrah (21)

8) Muaz b. Cebel (22)

9) Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim

10) Muaviye b. Ebi Süfyan (23)

11) Amr b. Âs (24)

12) Beşir b. Sa’d (25)

13) Useyd b. Hudayr (26)

15) Sâbit b. Kays (27)

16) Kunfez b. Umeyr (28)

17) Ziyad b. Lebid (29)

18) Muğire b. Şu’be (30)

Saldırının ihtilaf edilmeyen ana hatları ve isimlerinden emin olunan saldırganlar Sünnî ve Şiî klasik kaynaklarda yer alıyor. (31) El-Minkarî’nin, Amr b. Âs ile Muaviye’nin konuşmasını aktarırken geçen cümleden o gün saldırıda kırk kişi bulunduğunu anlıyoruz: “(Amr b. Âs) Muaviye’ye dedi ki: Irak ve Hicaz halkı onun (Ali) yanında ama buna rağmen ben de sen de işittik ki, o şöyle diyor: ‘Keşke kırk adamım olsaydı.’ O olayı hatırla. Yani diyor ki, keşke benimle birlikte eve, yani Fatıma’nın evine saldırıldığı günkü kırk kişi olsaydı.” (32)

Müesses Müslümanlığın politik tasavvurunu şekillendiren tarih budur. Bununla da kalınmadığını ve otoriteye boyun eğmeyen siyasî muhaliflerin suikastle ortadan kaldırıldığını yine muteber kaynaklar yazıyor. Bu siyasî cinayetler arasında en önemlisi, Ensar’ın büyüğü ve Peygamber hayattayken Medineli Müslümanların temsilcisi Sa’d b. Ubade’nin katledilmesidir.

Bedir’de Peygamber kendi sancağını Ali b. Ebi Talib’e verirken Ensar’ın sancağını taşımaya layık gördüğü (33) Sa’d b. Ubade, halife ilan edilen Ebu Bekir’e biatı reddedip Medine’yi terketti ve Şam’a gitti. Ebu Bekir gibi Ömer b. Hattab da Sa’d’ın peşini bırakmadı ve onu biata zorlaması için adam gönderdi. Dedi ki: “Onu biata davet et ve rahat bırakma. Sırt çevirirse ona karşı Allah’tan yardım iste (onu öldür).” Adam onu Havarin’de buldu. Biata davet etti. Sa’d b. Ubade, “Kureyşliye asla biat etmeyeceğim” cevabını verdi. Adam “Seni öldüreceğim” dedi. Sa’d “Benimle savaşabilirsen öldür hadi” dedi. Adam bunun üzerine dedi ki: “Ümmetin dahil olduğu şeyin dışına mı çıkıyorsun?” Sa’d, “Hayır biatın. İşte onun dışındayım.” dedi. Adam okunu attı ve onu öldürdü. (34)

Mutezile mezhebinden İbn Ebi’l-Hadid, rivayette bahsi geçen “adam”ın Halid b. Velid olduğunu söylüyor: “Halid b. Velid’e Şam’a gidip Sa’d b. Ubade’yi öldürmesi emri verildi. Yanındakiyle birlikte gece pusuya yattılar. Sa’d karşılarına çıktığı an onu öldürdüler. Sa’d’ı oradaki kuyuya attıktan sonra Halid’in arkadaşı gece karanlığında feryadı bastı: “Hazrec’in kıymetlisi Sa’d b. Ubade’yi öldürdük / İki okla vurduk onu, kalbi buna dayanamadı.” Sa’d’ı öldürdüklerinde Halid’in “feryat eden arkadaşı”nın Muhammed b. Mesleme olduğu belirtiliyor. (35) Sünnilerin “adam” diyerek geçiştirmesi, Halid b. Velid’in, Ebu Bekir’in iktidarını sağlamlaştırma sürecinde muhaliflere yönelik siyasi cinayetleri organize eden kişi olması nedeniyle.

Kuyudan işitildiği sanılan şiiri cinlerin haykırdığı farzedildi ve cinlerin onu öldürdüğü söylendi. Sad’ı üç gün sonra o kuyuda buldular. Bedeni morarmıştı. Onu o halde görünce “Bu cin çarpması.” denildi. (36) Sa’d’ın hamamda öldürüldüğü de söyleniyor. Ayrıca, oturmuş küçük tuvaletini yaparken cin çarptığı ve öldüğü de anlatılıyor. (37) Müslümanlığın resmî görüşünde geçen Sa’d’ı cinlerin öldürdüğü hikâyesi (38), cinayeti örtbas etmek için uydurulmuş rivayettir. 

Zehebî, Sa’d b. Ubade’nin biyografisinde onun Şam’da öldürüldüğünü ve cinlerin onu kuyuya attığını yazıyor. (39) Selefilerin, hurafelerle mücadele ettiği yalanıyla yücelttiği İbn Teymiyye de cinlerin öldürdüğü hurafesini köpürterek savunuyor. (40)

İbn Asakir’in anlatımında öykü biraz daha fantastikleşiyor: “Hicrî 15 yılında (637) Ömer’in halife olmasının üzerinden ikibuçuk sene geçmişti ki Sa’d b. Ubade, Şam bölgesinde Havran’da ölü bulundu. Ölüm haberi ulaştığında şiddetli sıcak nedeniyle kuyuya inen çocuklar kuyudan ses yükseldiğini işittiler: ‘Hazrec’in kıymetlisi Sa’d b. Ubade’yi biz öldürdük/İki okla çarptık onu, kalbi dayanamadı buna.’ Çocuklar öyle korkmuştu ki bunu hiç unutamadılar. (41)

İbn Abdilberr, -muhtemelen suikasti perdelemek için uydurulmuş- Sa’d’ın Ebu Bekir’in hilafeti sırasında Hicrî onbirinci yılda vefat ettiğine ilişkin rivayeti de aktarıyor ama hamamda ölü bulunduğu ve cesedinin morardığı konusunda ihtilaf bulunmadığını yazıyor. Kimsenin görmediği birileri tarafından söylenen beyitler işitilene kadar kimsenin öldüğünü farketmediğini ilave ederek. (42)

Cinlere atfedilen cürümler başlı başına bir çalışmanın konusu. “Kutsal aile” sloganının bayraktarı muhafazakârlar arasında revaçta olan, durduk yere hamile kalan kadınlara cinlerin tecavüz ettiği hikayesinin DNA testi yaygınlaşmadan önce hiç şaşmadığını hatırlayalım. Gerçi hâlâ bu yalana başvurulduğunu televizyonların reality show programlarında görüyoruz.

Sa’d b. Ubade’nin suikastle öldürülmesi, akla hemen Ömer b. Hattab’ın, Ebu Bekir’e biat krizindeki sert tartışma sırasında “Allah Sa’d’ı kahretsin (öldürsün)” sözünü getirdiğinden Buharî’nin ilk şârihi Ebu Süleyman el-Hattabî (ö. 388/998), Ömer’in kastettiği manayı speküle ederken epey gayret sarfediyor: “Yani öldürülmüş gibi olsun, ölmüş sayılsın, onun göründüğü yerden uzaklaşın demektir. Bunun sebebi, Sa’d’ın, cahiliye Araplarının tarzında kabilenin başına sadece kendilerinden birinin geçmesi gibi, kavmine emir olma makamını istemesidir. Oysa İslam’ın hükmü bunun aksinedir. Ömer işte bu sebeple onu en sert biçimde reddetti ve kötüledi. Yaptığı her şey bâtıl sayılıp kuvveti elinden alınınca onu öldürmüş gibi oldu. Bu, şaraba bir şey karıştırdığında bozulunca onu öldürmüş olmakla aynı şeydir.” (43)

Suikastler zinciriyle iktidarını sağlamlaştırma yönteminin uydurma rivayetlerle Peygamber’e de yakıştırıldığını belirtelim. Bu suikast iddialarını başka bir yazıda ele alacağız.

Peygamber’in gönüllülük esasına dayanan Medine Sözleşmesi’nin ruhen de öldüğü ve onun yerini güç kullanarak boyun eğdirmenin aldığı yeni bir tarih başladı.

Peygamber, Medine Sözleşmesi ile Medine’nin karmaşık ve çatışmalı toplumsal yapısından güçlü, yapısal ve kurumsal bir barış çıkarmayı başarmıştı. Sosyal barışı tehdit eden münafıkları listeleyip Ali’nin grubundan Huzeyfe b. el-Yeman’a emanet etmesi (44) gibi, sosyal barışı koruyacak Medine Sözleşmesi’ni de Ali’ye yazdırıp ona emanet etti. Ali de onu kılıcının kınında sakladı. (45) Bu simgesel tercihler, Medine’de barış içinde birarada yaşamanın güvence sistemini öğretiyordu. Güvence sistemi ayakta tutulmadığında Medine, imamesi kopan tespih taneleri gibi darmadağın oldu. 

Peygamber’in Mescid-i Nebevî’de Medine Sözleşmesi’yle kurduğu Medine, yerini, cahiliye döneminde Yesrib’in siyasî merkezi Saideoğulları sakifesinde vuku bulan halife seçimiyle “yeni Medine”ye bıraktı. Abdullah b. Ebi Kuhafe’nin (Ebu Bekir) halife seçilmesi sürecinde Medine’de yaşanan toplumsal çözülme, etnik yarılma ve dinî kutuplaşma geri döndürülmez biçimde yapısal ve kalıcı hale geldi. Bu hikâye aynı zamanda politik mütedeyyinliğin, yani reel Müslümanlık ve muhafazakârlığın inşa serüvenidir.


NOTLAR

1) Hikmet Zeyveli, “Dört Halifeyi Farklı Okumak mı, İtibarsızlaştırmak mı?”, Umran Dergisi, Kasım 2012, s. 53, http://www.umrandergisi.com.tr/u/umran/pdf/219-1363186830.pdf

2) İslami Düşünce Platformu, https://islamidusunce.net/forum/index.php?topic=11267.0

3) Muhammed b. İsmail el-Buharî, Sahihu’l-Buhari, s. 1689, hadis 6830, Kitabu’l-Hudud, Bâbu Recmi’l-Hubla mine’z-Zina iza Ahsenet, Dâru İbn Kesir, Beyrut 1423/2002; Ebu’l-Hasan Ahmed b. Yahya el-Belazurî (ö. 279/892), Kitabu Cümel min Ensabi’l-Eşraf, II, 264, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1417/1996.

4) Ebu Abdilllah Şemsuddin Muhammed el-Makdisî (ö. 390/1000), Kitabu’l-Bed’ ve’t-Tarih, Mektebetu’t-Sekafeti’d-Diniyye, Kahire 1434/2013, 5/151.

5) Ebu Muhammed Abdullah b. Kuteybe [ö. 276/889], el-İmame ve’s-Siyase, Dâru’l-Edva, Beyrut 1410/1991, s. 30.

6) Ahmed b. Muhammed b. Abdurabbih el-Endelüsî (ö. 328/940), el-Ikdu’l-Ferid, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1404/1983, 5/ 13, “Ellezine tahallafu an Biati Ebi Bekr”, Ebu’l-Fida’ İmaduddin İsmail b. Ali b. Mahmud el-Eyyubî (ö. 732/1331), el-Muhtasar fi Ahbari’l-Beşer, Matbaatu’l-Huseyniyye, Kahire 1324/1907, 1/156.

7) Ebu’l-Abbas Takiyyuddin İbn Teymiyye, Minhacu’s-Sünneti’n-Nebeviyye, Câmiatu’l-İmam Muhammed b. Suud el-İslamiyye, Riyad 1406/1986, 8/291.

8) Ebu’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin el-Mes’udî (ö. 345/956), Mürucu’z-Zeheb ve Meadinu’l-Cevher, el-Mektebetu’l-Asriyye, Beyrut 1425/2005, 3/69, “İbnu’z-Zübeyir ve Âlu Beyti Rasulillah”. Seyyid Ca’fer Murtaza Âmulî, Mes’udî’nin kitabında tahrifat yapıldığını, kitabın 1965 Dâru’l-Ma’rife baskısında (3/77) yer alan “Ömer b. Hattab’ın Haşimoğullarına yaptığı gibi…” cümlesinin sonraki baskılarda çıkarıldığını belirtiyor ve bu cümlenin İbnu’l-Hadid’in Nehcu’l-Belağa şerhinde (20/147) ve Kadı Nurullah Tüsterî’nin (Şuşterî, ö. 1018/1610) İhkaku’l-Hak ve İzhaku’l-Batıl‘ında Mürucu’z-Zeheb‘in tahrif edilmemiş nüshasından nakledildiğini hatırlatıyor. (Seyyid Ca’fer Murtaza Âmulî, Me’satu’z-Zehra, Merkezu’l-İslamî li’d-Dirase, Necef 1429/2009, 2/196).

9) El-Ya’kubî, Tarihu’l-Ya’kubî, Dâru Sâdır, Beyrut 1317/1900, 2/124.

10) Ebu’l-Fida İsmail b. Ali el-Eyyubî (ö. 732/1331), el-Muhtasar fi Ahbari’l-Beşer, s. 195.

11) Taberî, Tarihu’t-Taberî, Tarihu’r-Rüsul ve’l-Müluk, 3/209; Ebu’l-Hasan İzzuddin İbnu’l-Esir (ö. 630/1233), el-Kâmil fi’t-Tarih, 2/189.

12) Ebu Bekir Ahmed b. Abdulaziz el-Cevherî el-Basrî el-Bağdadî (ö. 323/935), el-Sakife ve Fedek, I, 37, Mektebetu Ninova el-Hadise, Basım yeri belli değil, tarihsiz.

13) Ebu’l-Fida İsmail b. Ali el-Eyyubî, el-Muhtasar fi Ahbari’l-Beşer, s. 195.

14) Ebu’l-Kasım Ali b. Musa es-Seyyid İbn Tavus (ö. 664/1266), et-Taraif fi Ma’rifeti Mezahibi’t-Tavaif, Matbaatu’l-Hayyam, Kum 1399/1978, s. 239.

15) “Leys b. İbad kendi ricaliyle Ebu Bekir es-Sıddık’tan rivayet etti: Keşke Fatıma’nın evini basmasaydım. Bana savaş açılsaydı bile.” (İbn Ebi’l-Hadid, Şerhu Nehci’l-Belağa, Dâru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, Beyrut 1385/1965, 6/51; Humeyd b. Zenceviyye, [ö. 251/865], Kitabu’l-Emval, Merkezu’l-Melik Faysal li’l-Buhus ve’d-Dirâsâti’l-İslamiyye, Riyad 1406/1986, 3/304, Rivayet 467, Babu’l-Hükm fi Rikabi Ehli’z-Zimme mine’l-Esarâ ve’s-Subi; Taberî, Tarihu’r-Rüsul ve’l-Müluk, E. J. Brill, Leiden 1890, s. 2140, sene 13).

16) “Eslem’den rivayet edildi: Allah Rasülü’nden sonra Ebu Bekir’e biat edildiği sırada Ali ve Zübeyir, Peygamber’in (s) kızı Fatıma’nın evine gitti. Aralarında istişareye koyulup kendi işlerine baktılar. Bunu haber alan Ömer b. el-Hattab, Fatıma’nın kapısına dayandı…” (Alauddin Ali el-Muttaki b. Husamiddin el-Hindî, Kenzu’l-Ummal, Müessesetu’r-Risale, Beyrut 1409/1989, 5/651, Hadis 14138); Ebu’l-Ferec Abdurrahman İbnu’l-Cevzî, el-Muntazam fi Tarihi’l-Müluk ve’l-Ümem, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1412/1992, 4/64.

17) Ebu’l-Abbas Muhibbuddin Ahmed et-Taberî (ö. 694/1295), el-Riyadu’n-Nadire fi Menakıbi’l-Aşere, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1405/1984, 1/241. Musa b. Ukbe’nin, Abdurrahman b. Avf’ın torunu Sa’d’dan nakli: Abdurrahman b. Avf’ın oğlu İbrahim’den rivayet edildi: (Saldırı sırasında) Abdurrahman b. Avf, Ömer b. el-Hattab’la birlikteydi. Muhammed b. Mesleme, Zübeyir’in kılıcını kıran kişiydi.” (Yusuf b. Muhammed b. Ömer b. Kâdı Şehbe [ö. 789/1385], Ehadisu Muntehebe min Meğazi Musa b. Ukbe, Dâru İbn Hazm, Beyrut 1312/1991, s. 94, Rivayet 19). Aynı rivayeti el-Hâkim en-Nisaburî el-Müstedrek‘te (Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1422/2002, 3/70, Rivayet 20/4422) ve İbn Kesir el-Bidaye ve’n-Nihaye‘de (Mektebetu’l-Mearif, Beyrut 1409/1988, 6/302) naklediyor.

18) Süleym b. Kays el-Hilalî el-Âmirî (ö. 76/695), Esraru Âli Muhammed, el-Hâdi, Kum 1420/1999, s. 387. Halid, Ebu Bekir’den sonra Ömer b. Hattab’a da biat etmeyen Hazrec’in lideri Sa’d b. Ubade’yi Muhammed b. Mesleme ile birlikte öldürdü. (Necah et-Tâî, Nazariyyatu’l-Halifeteyn, Dâru’l-Hüda li-İhyai’t-Turas, Beyrut-London 1422/2002, 1/127, Belazurî’nin Ensabu’l-Eşraf’ı ve Abdulfettah Abdulmaksud’un es-Sakife ve’l-Hilafe‘sinden nakille).

19) Ebu Muhammed Abdullah b. Kuteybe [ö. 276/889], el-İmame ve’s-Siyase, Dâru’l-Edva, Beyrut 1410/1991, s. 30; Ebu Abdurrahman Ahmed b. Hanbel (ö. 290/902), Kitabu’s-Sünne, Dâru Âlemi’l-Kütüb, Riyad 1416/1996, 1/554, madde 1291; İbn Ebi’l-Hadid, Şerhu Nehci’l-Belağa, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1430/2009, 3/31; Ebu’l-Abbas Muhibbuddin Ahmed et-Taberî (ö. 694/1295), el-Riyadu’n-Nadire fi Menakıbi’l-Aşere, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1405/1984, 1/241. Muhammed b. Mesleme, “Ka’b b. Eşref suikasti” öyküsünün baş kahramanıdır. Sa’d b. Ubade suikastinde de Halid b. Velid’in suç ortağıdır. Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın halifeliklerinde kritik görevler üstlendi. Ali’ye biat etmedi. Ali bunun sebebini şöyle izah etti: “Muhammed b. Mesleme konusunda benim günahım, Hayber günü onun kardeşi Yahudi Marhab’ı öldürmemdir.” (Muhammed Takî et-Tüsterî, Kâmusu’r-Rical, Müessestu’n-Neşri’l-İslamî, Kum 1419/1998, 9/586-587).

20) Ebu’l-Abbas Muhibbuddin Ahmed et-Taberî (ö. 694/1295), el-Riyadu’n-Nadire fi Menakıbi’l-Aşere, Mektebetu Muhammed Nekib el-Hancî, Kahire 1953, 1/218; Ahmed b. Hanbel, es-Sünne, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1424/2003, s. 225, Hadis 1220.  “Ka’b b. Eşref suikasti” öyküsünün önemli figürü -Ka’b’ın süt kardeşi- Ebu Naile Silkan b. Selame’nin kardeşi. Muhammed b. Mesleme’nin teyzesinin oğlu.

21) El-Ya’kubî, Tarihu’l-Ya’kubî, Dâru Sâdır, Beyrut 1317/1900, 2/124. Amr b. Ebi’l-Mikdam babasından, o da dedesinden (Hürmüz b. Mâhân el-Farisî) rivayet etti: (…) Sakife’de Ebu Bekir’in sağında oturuyordum. İnsanlar ona biat ediyordu. Birden Ömer ona dedi ki: “Ali’den biat almadıkça elinde bir şey yok demektir. Sana biatını getirmesi için birini ona gönder.” (…) Ömer “Kalkın ona gidelim” dedi. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Halid b. Velid, el-Muğire b. Şu’be, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Salim, Kunfez kalktılar ve Fatıma’nın kapısına dayandılar. (Muhammed b. Mes’ud el-Ayyaşî, Tefsiru’l-Ayyaşî, el-Mektebetu’l-İlmiyyeti’l-İslamiyye, Tehran 1380/1960, 2/66, Rivayet 76). Sakife’de Ebu Bekir’e biat isterken Ömer’le birlikte Ensar’a “Allah’ın Rasülü bizden biriydi, bu makama sizden daha çok hak sahibiyiz” (Ya’kubî, Tarihu’l-Yâkubî, E. J. Brill, Leiden 1883, 2/138) diye haykırıp hilafeti etnik kökene bağlayan kişi.

22) Süleym b. Kays el-Hilalî el-Âmirî (ö. 76/695), Esraru Âli Muhammed, el-Hâdi, Kum 1420/1999, s. 151.

23) (Amr b. Âs) Muaviye’ye dedi ki: Irak ve Hicaz halkı onun yanında ama buna rağmen ben de sen de işittik ki, o (Ali) şöyle diyor: “Keşke kırk adamım olsaydı.” O olayı hatırla. Yani diyor ki, keşke benimle birlikte eve, yani Fatıma’nın evine saldırıldığı günkü kırk kişi olsaydı.” (Nasr b. Müzahim el-Minkarî (ö. 212/827), Vak’atu Sıffin, el-Müessesetu’l-Arabiyyeti’l-Hadise, Kahire 1382, s. 163).

24) Nasr b. Müzahim el-Minkarî (ö. 212/827), Vak’atu Sıffin, el-Müessesetu’l-Arabiyyeti’l-Hadise, Kahire 1382, s. 163.

25) Ali dedi ki: “Peygamber’in ailesinin insanlar içindeki makamını ve hakkını yok saymayın. Vallahi ey Muhacir topluluğu, biz Ehl-i Beyt bu işte daha fazla hak sahibiyiz. Allah’ın kitabını okuyan, Allah’ın dinini anlayan, sünneti bilen, yönetim işinin ustası bizdendir. Hevanıza tâbi olmayın.” Bunun üzerine Beşir b. Sa’d şöyle dedi: “Keşke Ensar bu sözleri Ebu Bekir’e biat etmeden önce senden işitseydi ey Ali. İkiniz arasında ihtilafa düşülmezdi. Lakin artık biat ettiler.” (İbn Ebi’l-Hadid, Şerhu Nehci’l-Belağa, Dâru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, Kahire 1378/1959, 6/12).

26) Ebu’l-Abbas Muhibbuddin Ahmed et-Taberî (ö. 694/1295), el-Riyadu’n-Nadire fi Menakıbi’l-Aşere, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1405/1984, 1/241; İbn Kuteybe el-Dineverî, el-İmame ve’s-Siyase, Müessesetu’l-Halebî, Kahire 1386/1967, 1/18; Hüseyin b. Muhammed b. Hasan el-Diyarbekrî (ö. 990/1582), Tarihu’l-Hamis fi Ahvali Enfesi Nefis, Matbaatu Osman Abdurrezzak, Kahire 1885, 2/188. Useyd’in babası Evs kabilesinin lideriydi. Hazrec kabilesinin lideri Sa’d b. Ubade’ye tepkiyle Ensardan Ebu Bekir’e biat eden ilk kişi oldu.

27) Ebu Abdurrahman Abdullah b. Ahmed b. Hanbel (ö. 290/902), Kitabu’s-Sünne, Dâru Âlemi’l-Kütüb, Riyad 1416/1996, s. 554, madde 1291; Murtaza Askerî, Mealimu’l-Medreseteyn, Müessesetu’l-A’lamî, Tehran 1986, s. 73.; Ebu’l-Abbas Muhibbuddin Ahmed et-Taberî (ö. 694/1295), el-Riyadu’n-Nadire fi Menakıbi’l-Aşere, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1405/1984, 1/241. Sâbit, Ensarın meşhur şairidir.

28) Ebu Zeyd Ömer b. Şebbe’nin kendi ricaliyle rivayeti: Ömer b. el-Hattab, Fatıma’nın evinin önünde “Ya biat etmeye gelirsiniz ya da evi içindekilerle birlikte ateşe vereceğim” diye bağırdığı sırada orada Kunfez ve Ziyad b. Lebid de vardı. (İbn Ebi’l-Hadid, Şerhu Nehci’l-Belağa, Dâru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, Beyrut 1385/1965, 6/48).

29) İbn Ebi’l-Hadid, Şerhu Nehci’l-Belağa, Dâru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, Beyrut 1385/1965, 6/48.

30) El-Ya’kubî, Tarihu’l-Ya’kubî, Dâru Sâdır, Beyrut 1317/1900, 2/124.

31) İlk asırdan başlayarak kronolojik sıralamayla tüm kaynakların tam ve detaylı listesi için: Abduzzehra Mehdî, el-Hücum alâ Beyti Fatıma Aleyhasselam, Mektebetu’l-Akaidiyye, 1421/2001, s. 142 ve devamı.

32) Nasr b. Müzahim el-Minkarî (ö. 212/827), Vak’atu Sıffin, el-Müessesetu’l-Arabiyyeti’l-Hadise, Kahire 1382, s. 163)

33) Ebu’l-Ferec Ali b. el-Hüseyn el-İsbehanî (ö. 356/967), Kitabu’l-Eğanî, Dâru’l-Tiba el-Âmire, Kahire 1868, 4/19.

34) Belazurî, Kitabu Cümel min Ensabi’l-Eşraf, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1417/1996, 2/272 ; Necah et-Tâî, Nazariyyatu’l-Halifeteyn, Dâru’l-Hüda li-İhyai’t-Turas, Beyrut-London 1422/2002, 1/127, Abdulfettah Abdulmaksud’un es-Sakife ve’l-Hilafe‘sinden nakille.

35) İbn Ebi’l-Hadid, Şerhu Nehci’l-Belağa, Mektebetu Ayetillahi’l-Uzma el-Mer’eşî en-Necefî, Kum 1387/1965, 17/223.

36) İbn Ebi’l-Hadid, Şerhu Nehci’l-Belağa, Mektebetu Ayetillahi’l-Uzma el-Mer’eşî en-Necefî, Kum 1387/1965, 17/223. Şeytanu’t-Tak’a (Ebu Ca’fer el-Ahvel, ö. 160/777) “Ali’yi Ebu Bekir’in halifeliğine karşı çıkmaktan alıkoyan neydi?” diye sordular. Şöyle cevap verdi: “Cin tarafından öldürülmekten korktu.”

37) Belazurî, Ensabu’l-Eşraf, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1417/1996, 2/272; İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kübra, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1410/1990, 3/463.

38) Ebu’l-Berra Usame b. Yasin el-Meanî, Menhecu’ş-Şer’ fi İlaci’l-Mes ve’s-Sara’, Dâru’l-Mealî, Amman 1421/2000, s. 388-389.

39) Zehebî, Siyeru A’lami’n-Nubela, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1431/2010, 3/121.

40) Sa’d b. Ubade’nin cinler tarafından öldürüldüğü hikâyesini tekrarlayan İbn Teymiyye, Ebu Bekir’in en büyük destekçisi Amr, Ebu Ubeyde ve benzerlerinin Sa’d b. Ubade’den daha faziletli olduklarını, çünkü Sa’d’ın Ebu Bekir’e biat etmediğini ve ifk olayının fâillerine karşı çıkmadığını öne sürüyor. (İbn Teymiyye, Minhacu’s-Sünneti’n-Nebeviyye, Câmiatu’l-İmam Muhammed b. Suudi’l-İslamiyye, Riyad 1406/1986, 8/581). Burada sözü geçen “ifk” olayının (Aişe’ye zina iftirası atıldığı iddiası) uydurma olduğunu başka bir makalede göstereceğiz.

41) İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımeşk, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1431/2012, 11/193; İbn Sa’d, Tabatakatu’l-Kübra, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1410/1990, 3/463.

42) İbn Asakir, el-İstiab fi Ma’rifeti’l-Ashab, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1431/2010, 2/164.

43) Ebu’l-Hasan Ali b. Halef İbn Battal el-Kurtubî (ö. 449/1057), Şerhu İbn Battal alâ Sahihi’l-Buharî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1436/2015, 8/378.

44) Medine’deki münafıkların listesini taşıyan Abdullah Huzeyfe b. Hasan, “Peygamber’in (s) sırrının sahibi” lakabıyla anılırdı. (Ebu Muhammed Takiyuddin el-Makrizî (vefatı 845/1442), İmtau’l-Esma bi-ma li’r-Rasul mine’l-Enba ve’l-Emval ve’l-Hafede ve’l-Meta, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut 1420/1999, 9/322). Peygamber’in (s) vefatından sonra başlayan halife seçimi ve biat kaosunda Ali b. Ebi Talib’in yanında yer alan Şiî sahabelerdendi. Fatıma’nın, vasiyeti üzerine geceleyin sessiz sedasız defnedilmesi sırasında cenaze namazını kılanlardan biriydi. (Seyyid Muhsin el-Emin (ö. 1283/1867), A’yanu’ş-Şia, Dâru’t-Tearuf, Beyrut 1403/1983, 4/596).

45) Ali Bulaç, Medine Sözleşmesi, Çıra Yayınları, Haziran 2020, s. 19. Michael Lecker da Ebu Ubeyd’in Emval‘inden aynı bilgiyi aktarıyor ve sadece Medine Sözleşmesi değil, Peygamber’in (s) tüm önemli belgelerini Ali’nin muhafaza ettiğine ilişkin tarihsel referansları zikrediyor. Bunlardan biri de Kays b. Sa’d ve Malik Eşter’in, Ali b. Ebi Talib’e, “Allah Rasülü sana diğerlerince reddedilen bir şey emanet etti mi?” sorusuna Ali’nin “Hayır. Sahife hariç.” diyerek kılıcının kınından Sözleşme’yi çıkarıp göstermesidir. (Michael Lecker, The “Constituon of Medina”, Muhammad’s First Legal Document, The Darwin Press Inc. Princeton, New Jersey 2004, s. 194-195).

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.