Soli Özel 2. Trump döneminde ABD, dünya ve Türkiye’yi değerlendirdi

2. Trump döneminde bizi neler bekliyor? Ruşen Çakır konuğu Soli Özel ile 2. Trump dönemini ve olası Türkiye-ABD ilişkilerini yorumladı. Soli Özel Trump dönemi için neler diyor?

Ruşen Çakır konuğu Soli Özel ile Donald Trump’ın yeniden ABD Başkanı seçilmesi ve Kamala Harris’in yenilgini yorumladı. Trump’ın seçilmesinin ardından Türkiye ile ilişkileri nasıl olacak, durumun artıları ve eksileri neler?

Özel, ABD’de Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesinin, ABD’nin iç ve dış politikasında büyük değişimlere yol açabileceğine dikkat çekti. Özel, Trump’ın toplumda geniş bir kesimden destek gördüğünü belirterek, “Bu seçimlerde iki önemli unsur, insanların tercihlerinde rol oynadı: Eğitim düzeyi ve kadın-erkek farkı” dedi.

Demokratların Biden yönetimi altında güven kaybı yaşadığını ve halkın taleplerine yeterince yanıt veremediğini söyleyen Özel, “Demokratlar, insanların şahsi güvenlik kaygılarına eğilmedikleri için reddedildiler” diye konuştu. Özel ayrıca, Trump’ın göçmenler ve kadın hakları konularında daha sert bir çizgiye kayacağını ve bunun Avrupa’daki aşırı sağcı hareketleri cesaretlendirebileceğini belirtti.

Ortadoğu ve Türkiye’ye yönelik olası etkiler hakkında da yorum yapan Özel, “Amerika çok daha otoriter bir yapılanmaya gidecekse, demokratik güçler dünya genelinde sıkıntılı bir döneme girebilir” dedi. Özel, ABD’nin bu süreçte geleneksel müttefiklerinden uzaklaşabileceğine de işaret etti.

Özel, Trump’ın kazanmasıyla ABD’nin daha içe dönük ve milliyetçi bir politika izleyebileceğini, bu durumun hem NATO’yu hem de küresel ticaret dengelerini zorlayabileceğini sözlerine ekledi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Evet, Soli Özel’e bağlanıyoruz ve olayı yorumlatıyoruz Soli’ye. Daha yeni Senem’le yaptığınız yayında bu konuyu ele aldınız dün akşam. Benim bildiğim kadarıyla sen Trump’ın kazanacağını uzun zamandan beri biliyordun, tıpkı zamânında Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanmasının imkânsız olduğunu bilmen gibi diyelim. O dönemde başına gelenleri de hatırlıyoruz. Maalesef öyle şeyler de yaşadık. Şimdi şöyle sorayım: “Trump neden kazandı”dan çok, kaybeden taraf niye bu kadar “Başa başız, öndeyiz” vs. dediler? Çünkü Demokratların elinde çok ciddi imkânlar var, devlet var ve bu imkânlarla birtakım gazeteler var, açıkça Demokratları destekleyen medya kuruluşları var, büyük teknoloji devleri var, her şey var. Buna rağmen bunu görmemiş olmaları… Eğer görmedilerse bir sorun; görüp de gizledilerse başka bir sorun. Ne dersin?

Soli Özel: Bu sefer görüp gizlediklerini sanmıyorum. Yani bütün kamuoyu yoklamalarında bunlar başa baş gibi gözüküyorlardı. Şimdi programa girmeden önce baktım: İki yana da kayabilecek diye görülen o 7 eyâlette, Trump’ın kazandığı yerlerde, Pensilvanya’da %3 fark, Michigan’da %4 fark; 4 puan fark 52-48 demek. Fark 4’e geldiği zaman, istatistikî hatâ payının da dışına çıkmış oluyorsun. Bu, “Çekingen Trump seçmenleri vardır” tezini destekleyecek bir görüntü bence. Ama tabiî, özellikle Kamala Harris’e verilmiş olan ölçüsüz desteği, eleştirisiz desteği düşünecek olursan, belki Demokratları destekleyen ya da Trump’a karşı çıkılması gerektiğini düşünen medyada bir körlüğün de var olduğunu söyleyebiliriz. İmkânlar filan dediğin zaman, evet, çok büyük paralar toplandı. Harris, 2 hafta önce 1 milyar doları geçmişti. Bu seçimin toplam mâliyetinin, başkanlık seçiminin mâliyetinin, iki tarafın harcamalarının 3,5 milyar dolar olduğunu okudum az önce. Bunlar korkunç rakamlar yani doğrusunu istersen. Ancak, meselâ teknoloji şirketleri bölündüler, değil mi? Meselâ onların içindeki kriptocular Trump’a destek verdiler ve üstelik onların adayı olarak da JD Vance Başkan Yardımcısı oldu. Başka sermâye sâhipleri, 6 Ocak 2021’deki darbe teşebbüsünün ardından Trump hakkında ağızlarına geleni söyledikten sonra, bu seçimlerde kazanacağını da düşünerek ona yatırım yapmak amacıyla deli gibi para verdiler ve para da topladılar. Bunların başını da tabiî, dünyanın en zengin adamı ve teknoloji dünyasının belki en parlak isimlerinden biri olan Elon Musk çekti. Twitter’ın da ne rezil hâle geldiğini onun sâyesinde gördük. Medya işine gelince, şimdi Jeff Bezos –belki izleyicilerden de tâkip eden vardır– Washington Post gazetesinin, yani Amerika’nın en seçkin gazetelerinden, îtibarlı gazetelerinden birinin sâhibi. Ve son dakikada, son 40 yılda geleneksel hâle getirilmiş, Washington Post’un bu seçimlerde kimi destekleyeceğine dâir yayın kurulu yazısını iptal ettirdi. Bunun üzerine Washington Post, 250 binin üzerinde abonesini kaybetmiş anladığım kadarıyla. Bezos, kendisini savunmak için gazetesinde bir yazı yazdı ve orada, bence yanlış da olmayan bir şey söyledi. Dedi ki: “Ya birâder, iyi güzel de bu medya artık toplumun pek önemli bir bölümüne bir şey ifâde etmiyor, söylediği lâfların bir hükmü yok”. Yani Türkiye’den de tanıdık gelebilecek olan bir şey bu. Senin bu kanalı kurma sebeplerinden biri de o. Dolayısıyla, hani, “Yapsak ne olur yapmasak ne olur”a geldi. Ama sonradan ortaya da çıktı ki, o bu kararı verdikten 3-3,5 saat sonra, onun adamları da Trump’la gidip konuşmuşlar, bir uzay projesine devlet desteğinin devam ettirilebilmesi için filan. Ama şu doğru: Bu seçimlerde iki önemli konunun, iki önemli unsurun insanların tercihlerinde rol oynadığı söylendi. Birincisi, eğitim düzeyi. Eğitim düzeyi yüksek olanlar Demokratlara, daha düşük olanlar Cumhuriyetçilere oy verdiler. İkincisi de kadın-erkek farkıydı. Ve sanırım Demokratların en zayıf oldukları yer –ve bu, Kaliforniya’da bir referandum maddesine verilen büyük destekten de anlaşılıyor– Demokratlar insanların şahsî güvenliği konusunda güvenilmez bulundukları, bu konuları önemsemedikleri, sıradan insanların kaygılarına pek de eğilmedikleri iddiasıyla reddedildiler. Olan bu. Son olarak da belki şunu ekleyebiliriz: Kamala Harris, kürtaj ve kadın hakları dışında kendisinin ne olduğunu, bir siyâsetçi olarak niye siyâset yaptığını, neyi hedeflediğini, hırslarının ya da arzularının ne olduğunu büyük bir açıklıkla ortaya koyabilmiş değil. Ekonomi konularından kaçtı — ki ekonomi seçmenler açısından önemli de bir konuydu. Bir de sanıyorum, tepeden inme gelmiş olmasına da bir tepki oldu. Ne kadarı kendisine teveccüh gösterilmemesinden, ne kadarı kadın olmasından kaynaklanıyor? Onu ancak oy verenlerin analizi önümüzdeki birkaç ayda yapıldığında anlarız.

Ruşen Çakır: Senin bu söylediğinle ilgili olarak ben de şöyle bir soru sormayı düşünüyordum. Genellikle son dönemlerde şöyle şeyler oluyor, biliyorsun, yorumlar yapılıyor seçimlerden sonra: “O kazanmadı, yani seçimi A kazanmadı, B kaybetti” şeklinde. Yani kazanana değil, kaybedene bakma şeklinde. Burada evet, kaybeden Kamala Harris. Ve Biden kaybetti aslında, değil mi?

Soli Özel: Biden kaybettirdi, bence Demokrat Parti’nin oligarkları kaybettirdi. Bu yüzden Kemal Kılıçdaroğlu vakasına çok yakın bir durumla da karşı karşıya olduğumuzu ben şahsen düşünüyorum. Ama aslında Trump kazandı. Yani bugün Financial Times gazetesinin Amerika’daki editörü Edward Luce hemen sıcağı sıcağına bir yazı yazmış: “Bunun artık kuşku duyulacak bir tarafı yok, Amerikalılar Trump’ı istediler. Nokta” diye. Dolayısıyla, evet, bir kaybeden olduğuna şüphe yok. Demokratlar, Biden daha erken çekilse, Demokratlar ön seçim yapmış olsa, kıran kırana bir ön seçim kampanyası yaşansa, daha net olarak pozisyonlarını ortaya koysalar farklı olabilir miydi bilmiyorum. Bölünmüş bir toplumdan bahsediyoruz. Ama bunlar olmadı, sonunda da Trump kazandı. Tabiî şimdi benim biraz düşünmem gerekiyor, demlendirmem gerekiyor bu olup biteni. Ama bunu ben biraz 1936’daki Franklin Delano Roosevelt’in ikinci seçilişine, hattâ biraz da Reagan’ın ikinci seçilişine benzetiyorum. Çünkü aslında yeni bir koalisyon çıktı ortaya. Yani rakamlar netleşecek. Meselâ az önce The Economist dergisinden gelen haber, Latin kökenli erkeklerin büyük ölçüde Trump’a kaymış oldukları — ki normalde Latinler ve Siyahlar otomatik olarak Demokratlara oy vermesi beklenen gruplardır. Genç Siyah erkeklerin de Trump’a oy vermiş olduklarını görüyoruz. Yani bir taraftan Trump ırkçıları temsil ediyor, kendisi göçmenler hakkında ırkçı söylem kullanıyor, aşağılayıcı söylem kullanıyor filan falan. Fakat demek ki yerleşik göçmenler göç konusunda rahatsızlar. Trump’ın maço tavrı, erilliği onlara da hitap ediyor. O şekilde de, normalde Cumhuriyetçilerin çok düşük oranlarda etki edebildikleri cemaatlerden ya da toplumsal gruplardan da destek almayı becerebildi. Şimdi bunu gördüğümüz zaman, ortaya daha önce çok da akıllara gelmeyen bir yeni toplumsal koalisyonun çıktığını görüyoruz. 4 senede başkanlık yapacak, Kongre’nin tümü elinde, yargıya atamalar yapacak ve Yüksek Mahkeme zâten onun elindeydi. Eğer iki hâkim kendilerini emekliye ayırırlarsa iki atama daha yapacak demektir. Bütün Amerikan sistemi, hiçbir güçler ayrılığı kaygısı olduğunu düşündürmeyecek şekilde Trumpçılığın emrine girecek diyebiliriz.

Ruşen Çakır: Evet, tam da buraya, bundan sonraya neler olacağı konusunda Amerika ayağına girizgâh yaptın. Bu önemli. Yargıda iyice bir denetim önemli. Hatırlarsan, geçen seçimde Trump kazandığında birtakım liberaller falan Kanada’ya kaçmıştı, biliyorsun. Sayıları az olsa da. Şimdi zâten kutuplaşmış bir Amerika var. Trump da kutuplaşmayı tırmandırmayı çok seviyor, onu da biliyoruz. Önümüzdeki günlerde herhalde bir gerginlik yaratacaktır. İçeride gerginliğin artma ihtimâli vardır diye tahmin ediyorum. Bir de şöyle bir şey var tabiî: Trump 4 yılda çok intikam biriktirdi.

Soli Özel: Tabiî ki, evet.

Ruşen Çakır: Ne bekliyorsun? İçeriye baktığımızda, Amerika’nın içerisinde ne bekliyorsun? Kampüsler vs… Zâten İsrail meselesinden dolayı karışan, yaşanan gerginlikler falan var; bir de bunun üzerine Trump geldi.

Soli Özel: Şimdi, birincisi, eğer seçim sonuçları net olmasaydı, yani bu kadar net bir zafer söz konusu olmasaydı belki hır çıkabilirdi. En azından “Oylar yeniden sayılsın” filan denebilirdi — bu bir. İki: Trump kaybetmiş olsaydı mutlaka hır çıkaracaktı; çünkü kaybettiğini kabul etmeyecekti. Ama şu an îtibariyle 277 delegeyi almış gözüküyor ve dediğim gibi aradaki farklar da öyle 0,5’lik, 0,2’lik farklar değil. Demokratların da Trump gibi sokaklara çıkıp silâhlarla protesto edecek milis grupları yok doğrusunu istersen. Dolayısıyla onlar kaderlerine râzı olacaklar ve sanıyorum öncelikle kendi iç hesaplaşmalarını yapacaklar. “Kim Biden’ı bu kadar uzun süre aday olarak tuttu? Kim bizi bu konularda aldattı? Niye Kamala’ya destek verildi de, kısa süre de kalmış olsa bir önseçim kampanyası teşvik edilmedi? Neleri yanlış yaptık?” Vs… Bütün bunlar sorgulanacak ve ben özellikle de eyalet düzeyinde ve yerel düzeyde sorgulanacağını düşünüyorum. Çünkü baktım; “county” denilen –işte, mahalle mi oluyor, yâhut da ilçe mi oluyor Amerikan sistemi içinde?– oralarda bile hemen her yerde kaybetmiş. Asıl önemlisi, Demokratların oy depoları metropol merkezlerdi, oralarda bile Kamala Harris Biden’a göre oy kaybetmiş gözüküyor. Yani bütün bunlar, Demokrat Parti’nin ve onun adayının, toplumun çok yaygın bir kesimine, ülkeyi daha iyi yönetecekleri mesajını verememiş olduklarını, en azından şu anda baktığımda gösteriyor. Tabiî daha derinlemesine incelemek gerekecek.

Ruşen Çakır: Şimdi dünyaya gelelim; tabiî ağırlıklı olarak bizi ilgilendiren kısmı bu. Ben dün bizim Ali Deniz’le Murat’ın yayınına katıldığımda bu kıt bilgimle şöyle dedim: Trump kazanırsa Zelenski kaybetmiş sayılır. Doğru mu söyledim?

Soli Özel:  Evet, tabiî. Zelenski zâten kaybedecekti de… ama yani daha kötü bir şekilde kaybedebilir. İkincisi, ben bizi ilgilendiren kısmın sâdece dünya olduğu kanaatinde değilim. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri, pek çok insanın ve benim de tahmin ettiğim gibi, çok daha otoriter bir yapılanmaya siyâsî olarak gidecekse, kadın haklarının, özellikle kadınların vücûduyla ilgili, sağlık ve kürtajla ilgili sorunlarda büyük bir baskıcılık ülkenin üzerine çökecekse, o zaman bütün dünya da Amerika’ya örnek olarak baktığından, demokratik güçler bütün dünyada bence son derece sıkıntılı bir döneme gireceklerdir. Yani Trump’ın seçilmesinin Avrupa’daki, demokrasiyle araları pek de hoş olmayan aşırı sağcıları yüreklendirmediğini düşünmüyorum. Dolayısıyla bizi ilgilendiriyor içeride de ne olacağı. Dışarıya gelince, evet, şimdi Trump “İki savaşı da bitireceğim” dedi. Zâten bu kongreden artık Trump istemediği takdirde Zelenski’ye, Ukrayna’ya yardım çıkmaz. O yardım çıkmadığı takdirde Avrupalılar bunu ikame edebilirler mi? Bu, büyük bir soru işâreti olarak ortada durur. Dolayısıyla Ukrayna’yı masaya oturmaya zorlayacaktır. Mesele, Putin’in hangi şartlarda oturmayı kabul edeceği ya da Putin’in şartlarının Trump tarafından uygun bulunup bulunmayacağı. Çünkü Dışişleri Bakanı olması beklenen bir yardımcısı, O’Brien, “Biz Ukrayna’yı oturturuz masaya, Putin’i de dâvet ederiz. Putin öyle naz filan ederse, o zaman biz Ukrayna’ya destek verir, Putin’i kıvâmına getirmeye çalışırız” yazmıştı. Ama Trump’ın kendisi hangi tercihi yapacak, onu hakîkaten bilmiyorum; okuduğum hiç kimse de bildiğini iddia etmiyor doğrusu. Ortadoğu konusunda şimdi şunu merak ediyorum: Gelecek hafta, Amerika’nın İsrail’e, insânî yardımı engellememesi konusunda verdiği ültimatomun sonuna geliyoruz. Biden yönetimi, bana göre büyük bir beceriksizlik ve dirâyetsizlikle izlediği politikadan vazgeçip, bu sefer İsrail’e sert birtakım yaptırımlarda bulunacak mı? Silâh akışını durduracak mı? Onu göreceğiz. Yaparsa Trump’ın işini kolaylaştırmış olur diye de düşünüyorum. Bu bağlamda dün tam da seçim günü, Bibi Netanyahu’nun, kendisinin pek hazzetmediği ve Biden yönetiminin pek sevdiği savunma bakanını azledip yerine Türkiye ile arası pek iyi olmayan Dışişleri Bakanı’nı getirmiş olmasını, Dışişleri Bakanlığı’na da kendi koalisyonuna yeni dâhil ettiği Gideon Sa’ar’ı getirmiş olmasını da zikretmek gerekir. Trump’ın Suudlara da kulağının açık olduğunu düşünüyorum. Suudlar, İsrail’in Hamas’ı yok etmesinden, Hizbullah’ı yok etmeseler bile zayıflatmasından çok memnunlar, ona eminim. Ama bu işin daha uzaması hâlinde bütün bölgenin ateşe gireceğinden, hele İran’a yeniden bir saldırı olduğu takdirde kendilerinin de tehdit altına gireceğinden korkuyorlar sanıyorum. O bakımdan, belki Trump’ı Bibi’ye daha fazla baskı yapmaya da iknâ edebilirler. O da ihtimal dışı değil, her ne kadar Trump Bibi’ye, “Ne yapman gerekiyorsa yap, ama bu işi ben yemin edene kadar bitir” demişken.

Ruşen Çakır: Peki, NATO meselesi var. Şimdi Avrupa’dan gelen ilk tepkilere bakıyorum: “Kendi güvenliğimizi kendimiz halletmeliyiz” filan gibi cümleler hemen kurulmaya başlandı. Çünkü Trump geçen dönemde NATO konusunda çok eleştireldi. Bir de para istiyordu; “Ben bunun yükünü tek başıma sırtlanamam” diyordu, vs. diyordu; ama özellikle Rusya’nın ve muhtemelen Çin’in de hoşuna gidecek bir şekilde, NATO’yu tedirgin edecek birtakım çıkışları vardı. O zaman ömrü vefâ etmedi belki; ama şimdi sıfırdan… ve bir daha da aday olmayacak, onu da biliyoruz. 

Soli Özel: Bilmiyoruz da… yani göreceğiz.

Ruşen Çakır: Giderayak bayağı bir zarar verebilir gibi bir hissiyat var içimde.

Soli Özel: Tabiî. Şimdi Trump, aslında neredeyse Clinton döneminden beri, ama kesin olarak oğul Bush döneminden beri Amerikalıların Avrupalılara yaptığı bir uyarıyı çok daha sert bir dille ve onları uyandıracak şekilde tekrarladı. Çünkü Bush’un ve ardından Obama’nın savunma bakanlığını yapan Robert Gates, görevi bırakmadan önce dolaştığı Avrupa ülkelerinde, “Bizim yollarımız delik deşikken, santrallerimizden elektrik sızıntısı varken, köprülerimiz çökerken, altyapımız fecî durumdayken, size NATO’ya sürekli olarak para aktarmamızı ve bütün yükü taşımamızı bekleyemezsiniz” demişti. Dolayısıyla o mesele büyük ölçüde çözülme yolunda. Polonya gibi bir ülke %4,5 harcıyor. Ama Trump’ın pek Avrupa meraklısı olmadığı, özellikle Batı Avrupa meraklısı olmadığını biliyoruz. Önümüzdeki dönemde Amerika’nın Avrupa’daki adamı Viktor Orban olacaktır. Bu arada, Viktor Orban Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte, anladığım kadarıyla Türkî devletler zirvesi için Kırgızistan’a gideceklermiş birlikte. Yani bu da bence not edilmesi gereken bir şey. O nedenle, yani AB’yi böyle içinden bölme yolunda gidebilir. NATO’dan çıkmaz muhtemelen, çünkü her şeye rağmen Rusların biraz engellenmesi gerektiğine onu da iknâ edecekleri kanaatindeyim. Ama Avrupalıların bundan böyle kendi bacaklarından asılmaları, kendi göbeklerini kendilerinin kesmeleri gerekecek. O konuda bir baskı kuracağına eminim. Avrupalıların ayrıca sâdece NATO ve güvenlik konusunda değil; Trump dediğini yapar ve Amerika’ya girecek olan bütün mallara %10, hattâ %20’lere varan târifeler uygulamaya kalkarsa, Avrupalılar bir de bu ticâret savaşıyla uğraşmak zorunda da kalacaklar.

Ruşen Çakır: Peki, bize gelelim en son olarak.

Soli Özel: Son bir şey söyleyeyim: Yalnız, Trump’ın birinci döneminde Avrupalı siyâsetçiler, Batı Avrupalı siyâsetçiler içinde Trump’la en iyi ilişkiyi kurmayı beceren Hollanda Başbakanı’ydı. O günün Hollanda Başbakanı da bugün NATO’nun Genel Sekreteri.

Ruşen Çakır: Evet. Türkiye ile noktalayalım Soli; ama daha bu konuları çok konuşacağız. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan hemen “Dostum Trump” deyip tebrik etti, ilk edenlerden birisi oldu ve eminim memnun olmuştur Harris’in yerine Trump’ın seçildiğinden. Ama Trump öngörülebilecek biri değil. Rahip Brunson meselesinde meselâ, hatırlıyoruz, Erdoğan’a yönelik çok sert birtakım şeyler yaptı ve elde etti istediğini. Yani Brunson’ı çekti aldı. Ama hâlâ o mektubu kendi yerinde duvara asmış durumda yani, böyle de bir şey var. Benim ilk aklıma gelen, yani şu anda Ankara’nın en önemli sorunu Suriye’deki Kürt varlığı ve onların ABD tarafından açık bir şekilde destekleniyor olması. Burada galiba bir beklentisi olacak Erdoğan’ın. Meselâ Trump, oradaki Amerikan savunma sektörüne rağmen, özellikle Pentagon’a rağmen, Erdoğan’ın meselâ Suriye’deki beklentilerini karşılar mı? Onun dışında Erdoğan, Trump’la berâber, ona doğrudan ulaşabilme dışında ne elde edebilir?

Soli Özel: Şimdi birkaç şey var burada. Ben 2017-2021 koşullarında olduğumuzu sanmıyorum — bu bir. İki: Trump giderayak Türkiye’ye S-400’ler nedeniyle CAATSA adı verilen yaptırımların uygulanmasının altında da imzâsı olan kişi. Türkiye F-35’lerden onun döneminde atıldı, F-35’lerin satışı da yasaklandı. Dolayısıyla bir kere bu sicili hatırlamak lâzım. Doğrudur, 2017-2021 arasında Trump’a telefonla en kolay erişebilen liderlerden birisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. Hattâ golf oynarken bile telefonu kabul ettiği söyleniyor. Ancak ben 2025-2029 koşullarının farklı olacağını düşünüyorum. Türkiye’nin arada geçen 8 yılda ne kadar irtifâ kaybetmiş olduğunu, Amerika’nın bizim bölgede nasıl farklı işbirlikleri içine girmiş olduğunu hatırlamamız gerekiyor. En son örneği de işte Kıbrıs Rum Cumhuriyeti Başkanı’nın Beyaz Saray’da Biden tarafından kabul edilmesi. Bu sâdece Biden’a mal edilebilecek bir şey değil. Çünkü unutmayalım: Kıbrıs’ı ilk ziyâret eden, son zamanlarda Trump’ın son Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’ydu. Yani o zaman bu yakınlaşmalar filan başladı ve bir dizi de anlaşma imzâlandı. Şimdi, Amerikalılar Irak’tan çekilecekse, 2025-26’da Suriye’deki askerlerin arkalarını dayayacakları bir güç kalmayacağı için onların da çekilmesi beklenir. Trump’ın destekçisi Heritage Vakfı’nın hazırladığı Project 2025’te, “Türkiye’nin Rusya ve Çin’e yakınlaşmasının engellenmesi bir şarttır” deniyor. Dolayısıyla Türkiye’nin belki bu anti-Batı, anti-Amerikan söylemi birazcık kırması gerekecek. Ve orada açıkçası, evet, “Kürtlere karşı da Türkiye’ye destek vermek gerekir” deniyor. Trump bunu ne kadar dinleyecek ya da politikasını ne ölçüde bu tür bir tavsiye belirleyecek? Onu yaşayarak göreceğiz.

Ruşen Çakır: Soli, çok teşekkür ediyorum. Evet, senin dediğin oldu, Trump’la yeni bir dönem başlıyor. Tabiî devralması Ocak ayını bulacak; ama ondan sonra, 2025’ten îtibâren birçok ülke, birçok Batı Avrupa ülkesi, NATO üyeleri, herkes herhalde Trump’ın ağzından çıkacaklara çok daha yakından bakacak.

Soli Özel: Ondan öncesi de var. Bu son lâf olsun: Yani kimleri nereye atadığı da zâten bize bir sinyal vermiş olacak. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.