Ruşen Çakır konukları ile Türkiye’nin gündemini yorumladı. CHP ile DEM Parti yakınlaşmasının artıları ve eksileri nedir? İşte Vahap Coşkun’un önemli tespitleri.
- Vahap Coşkun, CHP ile DEM Parti yakınlaşmasının artıları ve eksilerini yorumladı.
- Ferit Aslan, Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyum atanmasının yankılarını aktardı.
- Özgecan Özgenç, Özgür Özel’in grup toplantısındaki açıklamalarını bildirdi.
- İmamoğlu, Bahçeli’nin “Erdoğan tek seçenektir” ifadesine ilişkin konuştu. Berfin Bayır aktardı. ,Esenyurt İlçe Başkanlığı’na yürüyen CHP heyeti ile polis arasında Cumhuriyet Meydanı’nda arbede yaşandı. Ayşegül Karagöz aktardı.
- Mahir Bağış, Devlet Bahçeli’nin açıklamalarını anlattı.
- İZLEYİN – Esas hedef İmamoğlu mu? | Ruşen Çakır & uzman konuklar yorumluyor
Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi ve Şanlıurfa-Halfeti Belediyesi’ne kayyum atandı. Ahmet Türk’ün yerine Mardin Valisi Tuncay Akkoyun, Gülistan Sönük’ün yerine Batman Valisi Ekrem Canalp ve Mehmet Karayılan’ın yerine de Halfeti Kaymakamı Hakan Başoğlu getirildi.
Siyaset bilimci Vahap Coşkun, CHP ile DEM Parti yakınlaşmasının artıları ve eksilerini değerlendirdi. Coşkun, “Bahçeli’nin 1 Ekim’den beri yürüttüğü siyaset, arkasında bir arka planı, bir hazırlığı gerektiren bir siyaset. Bu açıklamaları da bence bunu sürdürüyor. Bu gündemi değiştirmek için yapılabilecek bir iş değil. Türkiye’nin en önemli meselesi ve bu en önemli mesele de bugüne kadar tam karşılık pozisyonda yer almış bir aktör” dedi.
“HDP 2016’de yalnız kaldı”
Coşkun, Bahçeli’nin CHP ile DEM Parti’nin arasını açmak istediğini söyledi. Coşkun şöyle devam etti:
“Kimi zaman CHP’yi DEM Parti ile benzeştiği için eleştiriyor. Kimi zaman da örtülü bir şekilde DEM Partililere ‘CHP’den uzak durun’ diyor. Daha önceki kayyumlarda HDP, tek başınaydı. Şimdi Özgür Özel Mardin’e, Batman’a gitti. Mardin’de Ahmet Türk’le aynı otobüsün tepesine çıkıp konuşma yaptı.”
2016’da HDP’nin yalnız kaldığını söyleyen Coşkun, “CHP’nin siyasetinde yoğun bir değişiklik var. Bu değişiklik CHP ile DEM Parti’nin birbirine daha fazla yakınlaşmasına sebep oluyor. Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu, ilk günden itibaren kayyum siyasetine en yüksek perdeden karşı çıktılar. DEM Partili belediye başkanlarına da sahip çıktılar” diye konuştu.
“CHP ile DEM Parti’nin yakınlaşması sorunlara yol açabilir”
DEM Parti ile CHP arasındaki yakınlaşmanın bir probleme yol açtığını söyleyen Coşkun, “CHP’nin kendi içerisindeki ayrılma mekaniğini harekete geçiriyor. CHP içerisinde bundan rahatsız olan bir kesim var. Bu kesim rahatsızlıklarını da öyle perde arkasında, sahne gerisinde dile getirmiyor. Tam aksine bilinmesini istiyorlar. Mansur Yavaş, Tanju Özcan vb. Dolayısıyla CHP bir yandan DEM ile yaklaşırken, bir yandan kendi içerisinde milliyetçi hassasiyetleri yüksek aktörlerinin bir karşı çıkışıyla karşı karşıya kalıyor. Bu da CHP içerisinde ciddi bir problemi oluşturabilir” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Evet, yine Diyarbakır’ı Prof. Dr. Vahap Coşkun’la konuşacağız. Vahap, merhaba.
Vahap Coşkun: Merhabalar. İyi yayınlar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Geçen hafta İstanbul’da yakalamıştık seni, stüdyoda konuşmuştuk. Ardından bütün bunlar yaşandı. O zaman ne konuşmuştuk? Ahmet Özer’i konuşmuştuk, yeni olmuştu kayyum meselesi. Tabiî Ahmet Özer’in başına gelenler, DEM Partililerin başına geleceklerin bir habercisiydi aslında. Şimdi bu olay oldu. Sen Serbestiyet’te yazdığın yazının başlığında, “Kayyım pilâvı çok su kaldırır” diye söylüyorsun. Hemen oradan girelim — diyorsun ki: “Birileri 1 Ekim’de başlayanları tiyatro olarak tanımladı. Kayyım da atanınca haklı çıktığını söyledi, ama ben aynı kanıda değilim”. Neden?
Vahap Coşkun: Nedeni açık. Yani Bahçeli’nin 1 Ekim’den beri yürüttüğü siyâset, mutlaka arkasında bir arka planı, bir hazırlığı gerektiren bir siyâset. Bugünkü açıklamalarına da geleceğiz, bu açıklamaları da bence bunu sürdürüyor. Bu tamâmıyla seçmeni yanıltmak, bir gündemi değiştirmek için yapılabilecek bir iş değil. Türkiye’nin en önemli meselesi ve bu en önemli meselede bugüne kadar tam karşıt pozisyonda yer almış bir aktör, çok ciddî, siyâsî hayâtının en büyük değişikliğini yapıyor ve dolayısıyla bu değişiklik, kendisi için de siyâsî iktidar için de fırsat yarattığı gibi risk de içeriyor. Bunun salt bir gündem değiştirmekle veya salt bir tiyatrovâri oyun ortaya koymakla açıklanamayacağını düşünüyorum siyâsetin içerisinde. O nedenle ben bunun, bir sürecin olmadığına dâir şekilde yorumlanmasının yanlış olduğu kanaatindeyim. Bence bu süreç içerisinde işlerin, iktidârın ya da devletin istediği gibi gitmemesinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Böyle yorumlamak daha doğru olur.
Ruşen Çakır: Burada “işlerin yolunda gitmemesi” derken, birkaç aktör söz konusu. Birisi tabiî ki Kandil ve Kandil’den gelen bir saldırı, Ankara’da TUSAŞ’a yönelik saldırı. Bir diğeri ise Öcalan. Öcalan, yeğeni üzerinden verdiği mesajla hazır olduğunu söyledi, ama sonra bir ses çıkmadı. Bir diğer olay ise DEM Parti. DEM Parti’den çıkan bir bildirge –ki onu geçen hafta da konuşmuştuk– var; rahatsız oldukları belli, ama o çok bağlayıcı mı açıkçası çok emin değilim. Ahmet Türk de zâten dün şöyle dedi, biliyorsun: “Belli ki birileriyle yapılan pazarlıklarda sonuç alamadılar, faturayı bize kestiler” dedi. Onun söylediğiyle senin söylediğin sanki benzeşiyor. Sence ne olmuş olabilir?
Vahap Coşkun: Bence iki ihtimal var. Bunlardan bir tânesi, Öcalan’ın açıklamasındaki “Şartlar olgunlaşırsa…” kavramı. Yani Öcalan, örgüte yönelik bir çağrı yapabilmesi için şartların temin edilmesi, şartların yerine getirilmesi gibi bir ifâde kullanıyor. Eğer devlet ile Öcalan arasında yapılan görüşmelerde bu şartlarda bir mutâbakat sağlanmamışsa, bunun üzerinden bu operasyon gelmiş olabilir. İkincisi, diğer aktör, yani Kandil ile olan müzâkerelerde, eğer Kandil ile bir ihtilâfa düşülmüşse veya şu aşamada birlikte bir yol yürünemeyeceğine dâir bir kanaat gelişmişse, o zaman bu kayyımların atanması işine girişilmiş olabilir. Yoksa bir an içerisinde bu kadar radikal bir değişiklik, yani 3 tâne sembolik bir önemi olan yere kayyım atamak açıklanabilir bir durum değil. Bir hafta önce DEM Parti’yi çözümün muhâtabı olarak îlân edeceksiniz, bir hafta önce DEM Parti ile bu işin olabileceğini söyleyeceksiniz; bir hafta sonra ise DEM’in belediye başkanlarını görevden alacaksınız. Bu ancak bence bir kırılmayla açıklanabilir. Yani bu süreç içerisindeki görüşmelerde bir kırılmayla açıklanabilir. Bence seçilen belediye başkanları, özellikle iki tânesi düşünüldüğünde, bunlar da çok bilinçli olarak seçilmiş belediye başkanları. Bir kere bir büyükşehir, bir il, bir de ilçe belediyesi seçiliyor. Büyükşehir’de Ahmet Türk özellikle seçiliyor. Birçok kişi buna değindi. Bir hafta önce barış elçisi olarak takdir edilen, Cumhurbaşkanı Yardımcısı’yla aynı kare içerisinde yer alan Ahmet Türk, bir hafta sonra birden sabah saat 5:00’te görevinden alınıyor. Ahmet Türk’ün hukukî durumunda herhangi bir değişiklik meydana gelmiş değil. Ahmet Türk’ün siyâsî duruşunda herhangi bir değişiklik meydana gelmiş değil. Dolayısıyla bu işin Ahmet Türk’ten bağımsız bir şekilde geliştiği çok açık ve net ortada. Diğeri de Halfeti Belediyesi. Orada da muhtemelen Öcalan’a verilmek istenen bir mesajın olduğunu düşünüyorum. Yoksa, demin haberde de vardı, hakkında muhtemelen dosyası hazır bulunan 27 belediye var; o belediyelerden bâzılarına da atanabilirdi. Ama bu belediyeler özel olarak seçildi. Bence taraflar birbirlerinin dilini de gayet iyi anlıyorlar; hangi adımın neye dokunduğunu, neyi îmâ ettiğini gayet iyi biliyorlar. O nedenle bunu da süreç içerisindeki bir anlaşmazlığın dışavurumu gibi okunması daha doğru olur.
Ruşen Çakır: Sen dün yazdın değil mi yazıyı, yanlış mı biliyorum?
Vahap Coşkun: Evet evet, dün yazdım.
Ruşen Çakır: Diyorsun ki, “Mevzû sâdece kayyımlarla sınırlı da kalmaz. PKK’ye dönük Suriye ve Irak’ta operasyonlar hız kazanabilir”. Bugün Abdülkadir Selvi’yi okumuşsundur, özellikle Suriye’ye yönelik çok kapsamlı bir operasyondan bahsediyor. Sen diyorsun ki: “Çözüm süreçlerinin değişmez yazgısıdır. Eğer başarı elde edilemez ve görüşmeler kesilirse, yumuşama dönemlerinin ardından yoğun sertlik dönemleri gelir”. Operasyon da bekliyorsun, yeni kayyumlar da bekliyorsun.
Vahap Coşkun: Evet, yani eğer tarafların bu görüşmelerinde herhangi bir anlaşma olmazsa, bunu kaçınılmaz bir şekilde daha sert bir dönem izleyecektir. Gerek dünya tecrübeleri bize bunu gösteriyor, gerekse Türkiye tecrübeleri. Yani, meselâ 1993’te PKK’nin ilk îlân ettiği ateşkesten sonraki süreçte çok ciddî bir çatışma dönemi yaşamıştı Türkiye. 2011’de Oslo Süreci’nin bitmesinden sonra, Silvan saldırısından sonra yine çok yoğun bir çatışma dönemi yaşanmıştı. 2015’te Çözüm Süreci’nin bitmesinden sonra Türkiye, 8 yıldır neredeyse demokrasiyi konuşamadığı bir çatışma dönemine girdi. Dolayısıyla, taraflar eğer bu süreç içerisinde sonuca ulaşamazlarsa, bu süreci başarıyla tamamlayamazlarsa, ondan sonraki dönemde daha da sert olurlar ve ellerindeki bütün kozları sâhaya sürerler. Devlet açısından baktığımızda, iki önemli koz var. Bunlardan bir tânesi, DEM Parti’nin siyâset yapma kanallarını ortadan kaldırmak, siyâset mekanizmalarını kesmek. Bunun en önemli yeri hiç kuşkusuz belediyeler. 2016’dan beri bunu tecrübe ediyoruz. Eğer bu anlaşmazlık büyürse, belediyelere daha yoğun bir şekilde yönelebilir. Nitekim, iktidâra yakın kalemler zâten bunun işâretlerini vermeye başlıyorlar; “Her sabah yeni bir kayyım uygulamasına uyanabiliriz” diyorlar. Bir tânesi bu belediyeler, diğeri ise PKK’ye yönelik operasyonlar. Zâten Irak’ta operasyonlarını devlet yoğun bir şekilde sürdürüyor. Suriye’de yapılacak operasyonlar ise, onların kapsamı, mâhiyeti ve büyüklüğü Türkiye ile Amerika’nın buradaki görüşmelerine bağlı olarak şekillenebilir. Ama oraya da muhtemelen bir operasyon yapmayı devlet düşünebilir, bunun hazırlığını yapabilir.
Ruşen Çakır: Ama anladığım kadarıyla şöyle: Sertlikler yerini tekrar yumuşamaya bırakabilir gibi bir yaklaşım.
Vahap Coşkun: Bugün Bahçeli’nin yaptığı açıklamaları da yine bu bağlamda değerlendirebiliriz diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Tam ona gelecektim.
Vahap Coşkun: Evet, evet. Yani, bu dünkü operasyondan sonra, bugün hem Bahçeli’nin yapmış olduğu açıklama hem Tuncer Bakırhan’ın yapmış olduğu açıklama, bu diğer yumuşama ihtimâlinin de hâlen masada olduğunu bize göstermesi açısından önemli. Bahçeli, “Ben tavrımda ısrarlıyım. Eğer Öcalan, PKK’nin silâh bırakmasını sağlayacaksa, gelsin Meclis’te konuşsun” diyor. Hattâ bence bir el daha yükseltiyor: “Bu silâhlar bırakıldıktan sonra, bir mutâbakattan diğer mutâbakata geçilebilir. Bütün sorunlar bu aşamada konuşulabilir” gibi bir ifâde kullanıyor. Bu Bahçeli’nin ilk defa kullandığı bir açıklama. Yani, daha önce sâdece silâh bırakma üzerinden bir dil kurarken, şimdi ise silâh bırakıldıktan sonra bütün meselelerin konuşulabileceğini söylüyor. Diğer taraftan Tuncer Bakırhan da, “Biz senin uzattığın eli tuttuk, o ele gereken önemi atfettik; ama bu kayyım uygulamalarıyla senin diğer ortağın süreci boşa çıkarttı” diyor. Dolayısıyla, “Eğer sürecin bir rayına oturması isteniyorsa, bu kayyım uygulamalarından vazgeçin” diyor. Dolayısıyla Ruşen abi, hani taraflar zâten bir masaya oturduğunda, bu masa bir taraftan görüşme müzâkere masası, diğer taraftan da her iki tarafın mümkün mertebe diğerinin bileğini bükmeye çalıştığı bir masa. Yani, kendi taleplerini daha yoğun bir şekilde diğerine kabul ettirmeye çalıştığı bir masa. Önemli olan burada bir orta noktayı bulabilmek. Bulabilirler mi bilemiyoruz. Eğer bulabilirlerse bu kayyım siyâseti durur, ama eğer taraflar anlaşmazlığı daha da derinleştirirlerse, o zaman kaçınılmaz olarak kayyımların artmasıyla da operasyonların yoğunlaşmasıyla da karşı karşıya kalabiliriz.
Ruşen Çakır: Şimdi burada şunu söylememe izin ver — biraz espriyle karışık olacak ama: Yani düne kadar Kürtler, senin de dâhil olduğun birçok kişi, Türkiye’de Kürt sorununun çözümü meselesinde Erdoğan’ın ve AK Parti’nin bir şeyler yapabileceğini, ama ortağı MHP ve Bahçeli olduğu için yapamayacağını söylüyordunuz; her seçim öncesi böyle konuşuluyordu, değil mi?
Vahap Coşkun: Evet, evet.
Ruşen Çakır: Bugün meselâ Roj Girasun’un paylaşımını görmüşsündür — Bahçeli’nin konuşmasından hareketle. Birden çözümü Bahçeli ister ve Erdoğan taş koyar oldu. Yani, bunu bir şey olarak söylemiyorum, ama böyle de bir realite var.
Vahap Coşkun: Bu kadar keskin bir şekilde ortaya konulabilir mi emin değilim. Yani, “Bahçeli kesin istiyor, Erdoğan taş koyuyor” şeklinde, bu kadar keskin bir hüküm ortaya konulabilir mi emin değilim. Ama haklısın abi, 2024’e kadar olan denklem, hattâ 1 Ekim 2024’e kadar olan denklem çok ciddî bir ölçüde değişti. Yani “AK Parti herhangi bir şey yapmak istese bile ortağının milliyetçi duruşundan dolayı bunu gerçekleştiremez” şeklindeki okuma şu an îtibâriyle eski gücünde değil. Bu biraz da AK Partililer için aynı zamanda bir mâzereti de ifâde ediyordu. “Biz yapmak istiyoruz, ama ortağımız buna engel oluyor” diyordu, şimdi bu engelin olmadığını görüyoruz. Bugün Bahçeli’nin, “Eğer Erdoğan Kürt meselesini çözecekse, eğer Erdoğan Türkiye’de enflasyonu çözecekse, bir kere daha seçilmesinde herhangi bir mahzur yok. Elbette bir kere daha seçilsin” diyen yaklaşımı da, herhalde rdoğan’ın bu sürece biraz daha yoğun müdâhil olmasına veya daha süreci teşvik eder bir pozisyon almasına yönelik bir dâvet olarak da okunabilir diye düşünüyorum. O nedenle, ben iktidârın birbirinden haberdar olmadıklarını veya Bahçeli’nin bu adımları kendi başına attığını düşünmüyorum; ama atılacak adımların zamanlaması ve metodu konusunda aralarında bir ihtilâf olabilir. Problem bu. Yoksa bu kadar, Kürt meselesi gibi Türkiye’nin en ciddî sorunlarından bir tânesinde iktidârın birbirinden habersiz veya birbirlerini engelleyecek şekilde hareket etmesi düşünülemez. Muhtemelen belirli bir irtibat içerisinde hareket ediyorlardır, ama zamanlama ve metot konusunda aralarında birtakım ihtilâflar olabilir.
Ruşen Çakır: Bugün Bahçeli’yi dinlediğimizde, Bahçeli DEM Parti ile CHP’nin arasını açmaya çalışıyor. Yani garip bir durum. Kimi zaman CHP’yi DEM Parti ile benzeştiği için eleştiriyor; ama kimi zaman da aslında örtülü bir şekilde DEM Partililere, “CHP’den uzak durun” diyor. Senin yazında da yaptığın tespit çok önemli. Daha önce kayyumlarda, meselâ HDP döneminde tek başınaydı. Şimdi DEM Parti –ki geçen de konuştuk bunu biliyorsun–, DEM Parti’nin başına gelen Van-Hakkâri olaylarında, Esenyurt zâten Kent Uzlaşısı adayıydı, şimdi de Özgür Özel meselâ gitti Mardin’e, Batman’a ve Mardin’de Ahmet Türk’le aynı otobüsün tepesine çıkıp konuşma yaptı ve yan yana duruş var. Ve bunun gerçekten çok önemli bir yenilik olduğunu söylüyorsun. Bunu biraz daha açalım mı?
Vahap Coşkun: Elbette. Yani 2016’dan beri yoğun bir kayyım uygulamasıyla karşı karşıyayız ve o dönemde DEM Parti muhâlefette tek başına kaldı. Hiç kimse DEM ile aynı karede görünmemek, aynı sepete konmamak için bu kayyım uygulamasına sert bir tepki göstermedi. Belki bir iki sembolik ifâde oldu; ama DEM orada yalnız başına bırakıldı, bir nevi kaderiyle baş başa bırakıldı. Ama şimdi özellikle 2024 seçimlerinden sonra, CHP’nin gerek DEM’li seçmenlerden almış olduğu destek, gerekse Türkiye’de birinci parti olmanın vermiş olduğu özgüvenle siyâsetinde yoğun bir değişiklik var ve bu değişiklik CHP ile DEM Parti’nin birbirine daha fazla yakınlaşmasına sebebiyet veriyor. Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu ilk günden îtibâren bu kayyım siyâsetine en yüksek perdeden karşı çıktılar ve herhangi bir tereddüde yer bırakmayacak bir biçimde hem Esenyurt’ta hem de diğer üç belediyede uygulamayı eleştirdiler ve DEM’li belediye başkanlarına da sâhip çıktılar, Ahmet Türk’e özel bir önem atfederek. Bu, kaçınılmaz olarak, yani Bahçeli’nin istem ve arzusundan tamâmıyla bağımsız bir şekilde, DEM ile CHP’yi birbirine yaklaştıran bir unsur oldu. Öyle bir noktada tavır koydu ki CHP, artık bundan geri dönmesi de zor. Senin de bahsettiğin gibi, aynı otobüsün tepesine çıkmanın, orada birlikte insanlara seslenmenin çok sembolik bir anlamı var. Dolayısıyla kayyım siyâseti eğer devam ederse, DEM ile CHP birbirine daha fazla yakınlaşabilir. Ama bunun bir başka dinamiği de var tabiî ki CHP açısından. Bu da CHP içerisinde probleme yol açıyor. Yani bir taraftan CHP ile DEM Parti’yi yakınlaştırırken, diğer taraftan CHP’nin kendi içerisindeki ayrılma mekaniğini harekete geçiriyor veya ayrışma mekaniğini harekete geçiriyor. Gayet iyi biliyoruz ki, hem CHP’nin yerel seçimler sürecinde DEM ile yapmış olduğu ittifâka veya DEM ile vermiş olduğu fotoğrafa muhâlefet eden, hem de özellikle bugün kayyım siyâsetine bu kadar açıktan karşı çıkmaktan rahatsız olan bir kesim var CHP içerisinde. Ve bu kesim, rahatsızlıklarını da öyle perde arkasında, sahne gerisinde dile getirmiyorlar. Tam aksine bilinmesini istiyorlar — Mansur Yavaş gibi, Tanju Özcan gibi veya Afyon Belediye Başkanı gibi. Ve bunlar, herhangi bir şekilde DEM ile birlikte hareket etmenin CHP’ye fayda sağlamayacağını, kendilerinin bunu kabul etmeyeceklerini ifâde ediyorlar. Dolayısıyla CHP bir yandan DEM ile yakınlaşırken, bir yandan kendi içerisinde milliyetçi hassâsiyetleri yüksek aktörlerinin bir karşı çıkışıyla karşı karşıya kalıyor. Bu da CHP içerisinde ciddî bir problemi oluşturabilir.
Ruşen Çakır: Burada tabiî bir de iktidârın bu konuda çok yoğun bir çabası var. Demin bahsettiğimiz Abdülkadir Selvi’nin yazısının yine önemli bir bölümü, CHP’deki fraksiyonlar üzerine falan — ki bu ilk yazı değil. İktidar yanlısı medya, sürekli olarak CHP’de birtakım isimleri, Kılıçdaroğlu’nu, Mansur Yavaş’ı falan öne çıkartarak karıştırmak istiyor.
Vahap Coşkun: Evet, iktidârın bence Esenyurt belediye başkanlığına kayyım atanmasındaki en önemli amaçlarından bir tânesi de oydu, CHP içerisindeki bu ayrışmaların görünür kılınmasıydı ve bunda belli bir ölçüde başarılı oldu. Fakat bir siyâsî hamle yaptığınızda bâzen beklemediğiniz sonuçlarla da karşı karşıya kalırsınız. Burada asıl amaç, İmamoğlu’nu zayıflatmak üzerinden bir oyun kurgulamaktı; ama bence İmamoğlu hem Esenyurt’ta hem Mardin, Batman ve Halfeti krizlerinde gösterdiği tavırla CHP içerisindeki gücünü tahkim etti. Yani bir nevi fiilî lider hâline geldi ve onun bu fiilî liderliği aslında Genel Başkan Özgür Özel tarafından da kabul edildi. Öyle bir resim verildi.
Ruşen Çakır: Tam bunu soracaktım. Biz bu yayının başlığını, “Esas hedef İmamoğlu mu?” diye verdik — ki ben böyle düşünüyorum, ama başlığı yine sorulu bir şekilde koyduk. Anladığım kadarıyla sen de benzer düşünüyorsun. Bütün bu olaylarda, bir anlamda İmamoğlu’nun Erdoğan’ın karşısına çıkması ve kazanmasının önünü alma çabası var sanki.
Vahap Coşkun: Yani arkadaki temel amaçlardan bir tânesi bu. Esenyurt’ta temel amaç buydu bence. Çünkü Esenyurt, Kent Uzlaşısı’yla seçilen bir belediyeydi. Kent Uzlaşısı’nı İmamoğlu da ciddî bir biçimde destekledi. Ahmet Özer’e de yakın bir destek verdi. Şimdi, Ahmet Özer’e, Esenyurt’a bu operasyonu yaptığınızda karşınıza İmamoğlu’nu alacağınız belli; hattâ ona birtakım mesajların verildiği de belli. İşin ucunun ona dokunacağına dâir bir îmâ da var bunun içerisinde. İmamoğlu bunu gördü ve bence bu anlamda çok sert bir tepki gösterdi. Ama bu kritik noktada perde gerisine çekilmedi. Meselâ ben İmamoğlu’nun çözüm süreci konusundaki tavrının son derece yanlış olduğunu düşünüyorum. Yani bu çözüm süreci bahsi açıldığında, İmamoğlu perde gerisinde kalmayı, sahnenin önüne pek çıkmamayı, renk vermemeyi tercih etti. Oysa eğer liderlik iddianız varsa, böylesine önemli bir meselede, Kürt meselesi gibi Türkiye’nin hem geçmişini hem bugününü hem de geleceğini belirleyecek olan bir meselede ne düşündüğünüzü, nasıl bir siyâset izleyeceğinizi kamuoyuna bildirmeniz gerekiyor. Kamuoyunun sizin nerede duracağınızı bilmesi lâzım. Ama İmamoğlu, birtakım tereddütlerinden dolayı burada böyle bir siyâset izlemedi ve bence puan kaybetti. Bu kaybettiği puanı Esenyurt’ta ve diğer belediyelere atanan kayyımlara sert bir tepki göstererek telâfî etti kanımca ve CHP içerisindeki konumunu güçlendirdi. Dolayısıyla iktidar, İmamoğlu’nu zaafa uğratmak, İmamoğlu’nu zayıflatmak üzerinden bir siyâset örerken bence tam tersi bir sonuç üretti. İmamoğlu’nun önünü tam anlamıyla açtı. Diğer taraftan özellikle Mansur Yavaş’ın bu kayyım sürecinde vermiş olduğu tepkiler, Mansur Yavaş’ın bir CHP adayı olmasının zor olduğunu, çok ciddî güçlükler içerdiğini de gösteriyor. Bu kayyımlar, özellikle DEM Partili başkanların yerine atanan kayyımlar, her ne kadar DEM’e yönelik bir operasyon olsa da, her ne kadar çözüm sürecine yönelik bir operasyon olsa da, diğer taraftan CHP içerisindeki parti içi iktidar mücâdelelerini de tetikleyen bir sonuç üretti. CHP’nin de bu konuda bir karar vermesi gerekiyor gibi.
Ruşen Çakır: Son olarak şunu sorayım. Yani şimdi bir yere geldik, tıkandık. Adımlar atıldı, eller uzatıldı, sonra terör saldırısı vs., en son kayyumlar, peş peşe gelen kayyumlar, şu anda sertlik önde; belki Suriye’ye harekât, belki yeni kayyumlar vs.. Buradan tekrar bir şeylere geçebilme, tekrar yumuşamaya geçebilme nasıl olabilir? Benim aklıma şu geliyor açıkçası: Öcalan’la yeni bir görüşme ve oradan çok somut birtakım açıklamalar. Katılır mısın?
Vahap Coşkun: Valla, benim görebildiğim kadarıyla, yani Öcalan’a geçen hafta izin verildi. Kendi yeğeni ve aynı zamanda DEM Parti’nin Urfa milletvekili olan Ömer Öcalan’la görüştü. Ve ondan sonra basına bir haber daha yansıdı; Öcalan’a tekrar bir yasak konduğuna dâir bir haber, âilesiyle görüşmesinin yasaklandığına dâir bir haber çıktı. Şimdi o görüşmenin üzerinden iki hafta geçmesine rağmen Öcalan’dan herhangi bir ses çıkmaması, bence devlet ile Öcalan arasındaki görüşmelerde bir mutâbakata varılamamasının bir işâreti. Eğer devlet ve Öcalan kamuoyuna söylenecek söz konusunda ortak bir noktaya gelmiş olsalardı, muhtemelen Öcalan’ın mesajını kamuoyuna iletecek bir mekanizmayı devreye sokarlardı. Elbette, o önemli bir yumuşama olur. Yani bu konuda Öcalan’ın vereceği bir mesaj, önemli bir yumuşama olur. Ama bu mesajın verilebilmesi için de bence burada tarafların anlaşması lâzım. Bu anlaşmayı örüp örmeyeceklerine bakacağız önümüzdeki günlerde.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Vahap. Daha çok konuşacağız. Çok sağ ol yorumların için, çok teşekkürler.
Vahap Coşkun: Ricâ ederim, iyi yayınlar.