Ruşen Çakır yorumluyor: Sırada İran mı var?

Beşar Esad hükümetinin devrilmesi ve yerine geçici hükümetin kurulmasının ardından gözler Suriye’ye çevrildi. Şimdi Suriye’de ne olacak, sırada İran mı var? Ruşen Çakır son gelişmeleri değerlendirdi.

Suriye’de HTŞ liderliğindeki cihatçı grupların Şam’a girmesi ve Devlet Başkanı Beşar Esad’ın 2000’den beri sürdürdüğü yönetimi bırakarak Rusya’ya gitmesinin ardından hükümet el değiştirdi. Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) lideri Ebu Muhammed Golani’nin Emevi Camii’nde namaz kılıp halka seslenmesinin ardından Batı dünyası da duruma sırayla memnuniyetini dile getirdi.

İsrail’in Suriye’nin Golan Tepeleri’ndeki hakimiyet alanını büyütmesi, Hizbullah’ın askeri gücünü Suriye’den çekmesi gibi gelişmelerin ardından gözler İran’a çevrildi. Medyascope Yayın Yönetmeni Ruşen Çakır bölgedeki gelişmeleri yorumladı. Sırada İran mı var?

Ruşen Çakır yorumluyor: Sırada İran mı var?

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Suriye’de rejim değişti, yerine neyin geleceği tam belli değil ama göreceğiz. Burada kazanan ve kaybeden ülkeler sıralaması yapıldığı zaman kazanan tarafa öncelikle İsrail ve Türkiye konuyor; kaybedenlere de öncelikle İran ve Rusya konuyor. Şimdi bu yeni dengede neler değişti, daha bundan sonra neler değişebilir ve en önemli soru da sırada İran mı var? Çünkü 7 Ekim 2023 Hamas saldırısının ardından adım adım İsrail, Batı’dan aldığı kayıtsız şartsız destekle İran’ın ‘‘Direniş Ekseni’’ diye adlandırdığı zinciri teker teker kopardı. Bir kere Hamas’a çok büyük zarar verdi ama Hamas’ın ötesinde Gazze’de bir anlamda da Batı Şeria’da çok ciddi bir soykırım yaptı. Ve bu Direniş Ekseni’nin, ki Direniş Ekseni’nin en büyük iddiası İsrail’e karşı olmaktı, en önemli noktalarından birisi olan Hamas ve diğer radikal Filistin örgütleri çok büyük bir darbe yedi. Tabii bunun en çarpıcı anlarından birisi, Haniye’nin Tahran’da kaldığı Devrim Muhafızları’nın misafirhanesinde İsrail tarafından öldürülmesiydi, daha sonra da Yahya Sinvar’ın Gazze’de öldürülmesiydi. Bunun ardından Direniş Ekseni’nin en önemli ayaklarından birisi olan Lübnan Hizbullahına çok büyük darbeler geldi. Üst düzey, orta düzey yöneticileri İsrail operasyonlarıyla öldürüldü. Hasan Nasrallah, örgütün kalbi olan Hasan Nasrallah öldürüldü ve gerçekten Lübnan’da Hizbullah’ın bir daha İsrail’i uzun bir süre tehdit etmesinin mümkün olmayacağı bir yere geldik. Ve nihayet Direniş Ekseni’nin en önemli yerlerinden birisi olan Suriye. Ama Suriye’de şöyle bir durum var: Suriye iç savaş öncesinde İsrail karşıtı cephenin çok önemli bir ayağıydı ve Lübnan’ı da besliyordu, Hamas’ı da besliyordu İran’la beraber; ama iç savaşla birlikte kendi derdine düştü ve bu sefer İran’dan ve Hizbullah’tan ve diğer Şii topluluklardan, Şii örgütlerden destek aramak zorunda kaldı ve belli bir aşamada İran’ın ve Rusya’nın desteğiyle beraber rejim kendini kurtarmış gözüktü. Fakat en son gördük ki İran’ın ve Rusya’nın ayrı ayrı nedenlerle zayıflamasını fırsat bilen HTŞ ve tabii ki onun destekçileri 12 gün içerisinde rejimi kolay bir şekilde devirdiler. Suriye’nin Direniş Ekseni’nden ayrılması, İsrail’e bir tehdit olmaktan çıkması… Ki biliyorsunuz İsrail fırsattan istifade Suriye’nin özellikle askeri altyapısına yönelik çok ciddi saldırılar gerçekleştirdi ve %70-80’ini tasfiye ettiğini ileri sürdü. Ama bir diğer önemli nokta da İran’ın Suriye üzerinden Lübnan’a ve Hizbullah’a ulaşmasını, karayoluyla ulaşmasını da artık imkansız hale getirdi.

Şu haliyle baktığımız zaman İran’a yakın olabilecek tek güç Irak olarak gözüküyor. Yemen’deki Husiler çok anlamlı değil. Tabii ki birtakım anlarda önemli olabiliyorlar ama hiçbir zaman bir Suriye gibi ya da Hizbullah gibi bir rolleri yok, Hamas gibi rolleri yok. Geride bir Irak kaldı ve Irak da büyük ölçüde Suriye’deki değişimden çok ciddi bir şekilde etkileneceğe benziyor. Özellikle Irak’ta Sünni Araplar yeniden daha güçlü bir hale gelebilirler. Ve diğer bir husus da radikal İslamcı yapıların, IŞİD başta olmak üzere, Irak’ta tekrardan ortaya çıkma ihtimali. Ve tabii ki başlığa da çıkarttığım en önemli soru şu: Sırada İran mı var? Belki bir Irak parantezi olsa da esas olarak İsrail ve onu destekleyen güçlerin İran’ın bölgedeki etkisini tam anlamıyla ortadan kaldırmak isteyeceklerini rahatlıkla düşünebiliriz. Yani İran artık iyice azalan bölgesel güç olma özelliğini kaybedebilir ama onun ötesinde İran’da bir rejim değişikliği bile söz konusu olabilir. Önümüzdeki dönemde özellikle Trump’ın Amerikan başkanlığını 20 Ocak’ta devralmasıyla beraber gözlerin büyük ölçüde İran’da olacağını ve İran’ın iyice yalnızlaşmış bir şekilde — belki Rusya, Çin gibi güçlerden belli destekler alabilir ama — kaldığını göreceğiz. Burada İran’ın en önemli sorunlarından birisi ise içeride rejimin halkıyla, toplumuyla barışık olamaması. Bunu özellikle vurgulamak lazım. Seçimlere katılma oranları çok düşük ve en son seçimde olduğu gibi, birazcık rejimden farklı gibi gözüken bir aday sürpriz bir şekilde o az sayıda seçmenin desteğini alıp cumhurbaşkanı seçilebiliyor. Ama bu, İran rejimi için, dışarıda iyice cendereye alınmış olan İran rejimi için çok büyük bir sorun. Yani dış düşmana karşı içeride birlik ve beraberlik çağrısı yapabilecek bir İran rejimi pek söz konusu değil. Değişik dönemlerde biliyorsunuz İran’da halk ayaklanmaları, isyanları, gençlerin, kadınların oldu ve bunlar çok sert şekilde bastırıldılar. Fakat devrimi yapan, İslam Devrimi’ni yapan ve o zamandan beri toplumu tam anlamıyla kuşatmış olan rejim, insanların beynini kazanabilmek, rızasını kazanabilmek noktasının çok çok ötesinde. Şu haliyle baktığımız zaman, Ayetullah Hamaney dini lider, ki yıllardır kendisinin sağlık koşulları hakkında hep negatif raporlar verilir ama uzun bir süredir ayakta ve ülkeyi yönetiyor. Hamaney sonrasında hele, değişik adaylar olmakla birlikte yerine kimin geçeceğinin çok belirsiz olduğu bir ortamda İran rejiminin ömrünün çok uzun olmama ihtimali var.

Burada işte en kritik hususlardan birisi tabii ki İsrail’in ne yapacağı, ki İsrail bu 7 Ekim’den sonraki süreçte İran’ı rahatsız edecek çok şeyler yaptı. Özellikle Haniye suikasti çok açık bir şekilde İran’ın o ‘‘güçlü devlet’’, ‘‘istihbarat devleti’’ — yani biz istihbarat devleti deyince akla ilk olarak İsrail geliyor ama İran da tarihsel olarak hep böyledir, devrim öncesinde de böyleydi, devrim sonrasında da böyledir — imajları çok ciddi bir şekilde yara aldı. Tabii ki önümüzdeki süreçte İsrail’in ve onun destekçilerinin, ABD başta olmak üzere, İran’a karşı neler yaptığına bakacağız. Ama bir diğer bakmamız gereken yer kesinlikle Türkiye ve Ankara. Şimdi dün Hamaney bir açıklama yaptı nihayet ve Suriye’de ABD-Siyonist iş birliğinin projesinin hayata geçtiğini söyledi. Adını vermeden bir komşu ülkenin de bu olaya dahil olduğunu söyledi. Bu komşu ülke tabii ki Türkiye. Adını vermiyor olması önemli, ama adını vermeden de olsa Türkiye’yi hedef alması ayrıca önemli. Türkiye ile İran arasında çok tarihi bir rekabet var, ta Osmanlı’dan beri gelen. Belli bir tarihten itibaren savaşmayan ama sürekli olarak birbirini kollayan iki devlet geleneği var. Cumhuriyet döneminde de böyle oldu, devrimden önce de böyleydi, devrimden sonra da böyle oldu. Türkiye ile İran’ın birçok açıdan çıkarları çelişir ama birçok açıdan da çıkarlarının ortak noktaları vardır. Ve bu ülkeyi yönetenler, yönetimde kim olursa olsun, diyelim ki devrim öncesi Şah, devrim sonrası Humeyni ve diğerleri ve Türkiye’de de değişik partiler, askeri yönetimler, hepsinde Türkiye ile İran ilişkileri her ne kadar kimi zaman yüksek sesli bağrış çağrış olsa da, özellikle Türkiye’de İslami hareketin yükseliş döneminde İran’a yönelik olarak laikliğe sahip çıkan kesimlerde İran’ı düşmanlaştırma politikaları vardı, biliyorsunuz. Laik aydınların öldürülmesinin ardından hedef olarak İran’ın gösterildiği de olmuştu. Ama Türkiye ile İran ilişkileri genellikle pozitif ilerledi, rekabet hep var oldu. Devrimden sonra mesela rejim muhalifleri Türkiye üzerinden ülkeyi terk ettiler, bir kısmı Türkiye’de kaldı, büyük bir kısmı Batı’ya gitti. Ama Türkiye hiçbir zaman kendi topraklarında İran rejimine yönelik örgütsel faaliyetlere izin vermedi. Bu nokta çok önemli. Zira biliyoruz Türkiye, Mısır, Suriye, Filistin gibi ülkelerdeki birtakım yapılara Türkiye’de ofis açmalarına, faaliyet yürütmelerine, birtakım medya faaliyetleri yapmalarına izin verdi. Ama İran rejim muhaliflerine hiçbir zaman bu açık izni vermedi. Yani İran rejimini yıkmaya yönelik faaliyetlerin doğrudan sponsoru olmadı; ama rejim muhaliflerinin Türkiye üzerinden gitmelerine izin verdi, böyle ilginç bir pozisyonu oldu. Benzer bir şekilde İran da özellikle PKK ile kurduğu ilişkide genellikle Türkiye’yi çok karşısına almamaya dikkat etti. Fakat şunu biliyoruz ki, eğer İran PKK’ya karşı acımasız bir çizgi izlemiş olsaydı PKK’nın tarihi bambaşka yazılabilirdi.

Şu haliyle bakıldığı zaman özellikle Kandil’deki PKK varlığı büyük ölçüde İran’la ilgili bir olay. Çünkü Irak topraklarında olmasına rağmen orası İran’a daha yakın ve İran’ın müdahale edebilme imkanının daha yüksek olduğu bir yer. Bu, Türkiye ile İran arasındaki ilişkiyi ben “bitmeyecek rekabet” olarak tanımlamıştım daha 2006’da Vatan Gazetesi‘nde yazdığım bir yazıda. 2012’de Suriye üzerinden bu rekabetin kızıştığını yazmıştım. Sonra 2016’dan itibaren bu rekabet Suriye üzerinden duruldu ve Rusya’nın da araya girmesiyle Türkiye, İran’la Astana süreci ile beraber Suriye’de belli noktalarda anlaştı. Fakat şimdi tam anlamıyla karşı karşıya gelmiş durumdalar. Türkiye bunu çok fazla İran’ı rahatsız edecek şekilde dile getirmiyor. Ama baktığımız zaman bugün AKP destekçilerinin içerisinde özellikle İslami kanattan gelenler, bunun İran’a ve Türkiye’deki İrancılara karşı bir zafer olduğunu da söylüyorlar. Türkiye’de ilginçtir, İslami hareket uzun bir süre, özellikle bunun gençler içerisinde yaygın olan radikal ayağı, uzun bir süre İran Devrimi’nin etkisinde kaldı ve mezhep meselesini çok fazla öne çıkarmadı. Hatta yer yer, özellikle Güneydoğu’da Hizbullah içerisinde bazı kişilerin İran yakınlığı nedeniyle Şiiliğe doğru kaydığı bile gözlendi. Ama belli bir aşamadan sonra, özellikle Arap Baharı’yla beraber ve Suriye ile beraber, mezhep meselesi çok ciddi bir şekilde İslami hareketin de gündemine geldi. Ve nihayet İran’ın Şii, Türkiye’nin Sünni olduğu gerçeğini — bu bir gerçek, ama bir düşmanlık nedeni değil — bu gerçeği görüp bunu bir düşmanlığa, rekabetin ötesinde bir düşmanlığa çevirenler oldu. Burada iktidar yanlısı medyada da bayağı güç bulabilen insanlar var, yayınlar var ve bu yayınları da İran’ın çok yakından takip ettiğini biliyoruz.

Erdoğan bunu böyle götürmek istemiyor, İran’la bir karşılıklı atışma yoluna gitmek istemiyor ama bu kaçınılmaz bir şekilde Türkiye ile İran’ı, dünkü Hamaney açıklamasında örtülü bir şekilde görüldüğü gibi, karşı karşıya getirmiş durumda. Özellikle Suriye’de yeni rejimin inşasıyla beraber, yeniden devletin inşasıyla beraber olaylar daha da netleşecek. Tabii ki bir diğer çok önemli husus da şu: İran’ı eğer birileri istikrarsızlaştırmak istiyorsa, rejimi yıkmak istiyorsa, değiştirmek istiyorsa herhalde buradaki etnik meseleleri de gündeme getirmek isteyeceklerdir. Şimdi ilk akla gelen İran’daki Azerbaycan Türkleri tabii ki ama Azerbaycan Türklerinin büyük ölçüde rejimle iç içe geçmiş olduğunu ta başından itibaren biliyoruz. Çok güçlü bir Azerbaycan Türk milliyetçiliği İran’da yok. Olur mu, olmaz mı bilemiyorum ama Azerbaycan bir ülke olarak İran’da böyle bir milliyetçiliği körükleyebilecek ne güce ne de cesarete sahip. Dolayısıyla Azerbaycan Türklerinden ziyade İran’da diğer gruplara bakmak gerekiyor ve tabii ki özellikle Kürtlere bakmak gerekiyor. Kürtlerde PKK’nın PJAK diye bir yan örgütü var. Nasıl PYD/YPG Suriye’de ise, İran’da da PJAK var ve PJAK uzun bir süredir İran rejimini rahatsız edecek çıkışlar yapmıyor, yapmamaya dikkat ediyor ve aralarında bir anlaşma var gibi. Ama yeni dönemde bu olay, Kürtler ve hatta PJAK, Tahran rejimini zorlayacak bir şekilde öne çıkabilir, çıkartılabilir ve bu anlamda Suriye’de Kürtlerin geleceği, Ankara ile Suriye Kürtlerinin ilişkisi, İran’ın Kürtleri ile ilişkisi bağlamında da önemli olacak.

Dolayısıyla önümüzdeki süreçte tabii ki Irak’ta ne olacağını bekleyeceğiz. Ama Irak zaten doğru dürüst durmuş, oturmuş bir devlet olamadığı için… Hep sorunlu bir devlet. Ama bir sonraki aşamada bakacağımız yer İran olacak, hatta daha şimdiden bakmaya başladığımız yer. Ve burada İsrail’e ve ABD’ye baktığımız ölçüde Türkiye’ye ve Kürtlere de bakmamız gerekiyor. Ve tabii burada şunu sormamız gerekiyor: Bu iyice zayıflamış İran, özellikle gücünü o Direniş Ekseni’nden alan… Yani şöyle bir şey yapıyordu İran; kaynaklarını buraya aktarıyordu ve bunlar sayesinde kendisi bir bölgesel güç oluyordu. Şimdi zaten kaynakları büyük ölçüde kriz halinde ve Direniş Ekseni’nden de mahrum bir İran var. Bu İran’la Türkiye’nin ilişkisi nasıl olacak? Görünüşte karşılıklı birbirlerine saygılı bir pozisyon alıyorlar ama yarın öbür gün nasıl gelişecek? Düşünün mesela, Şam’ın düşmesinden iki gün ya da bir gün önce Doha’da Rusya, İran ve Türkiye Dışişleri Bakanları bir araya gelip Suriye’yi tartıştılar. Şimdi Suriye’yi tartışmak söz konusu olsa, İran’ın o masada olmasının hiçbir anlamı kalmadı çünkü İran yok. Coğrafi olarak da yok, varlık olarak da yok. Ama Türkiye var. Rusya bir şekilde deniz üssünü boşaltmış olabilir. Ama artık Suriye ile ilgili İran’ın oturamayacağı bir masaya Türkiye’nin oturacağını ve masada önemli bir yerde olacağını görüyoruz. Evet, İran’a bakacağız. İran’a bakarken de Ankara-Tahran ilişkilerinin gelişmesine bakacağız. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.