Medyascope Suriye’de. Beşar Esad rejiminin devrilmesinin ardından temkinli bir iyimserliğin hakim olduğu ülkede savaş bitmiş gözükse de gelecek belirsiz. Göksel Göksu ve Kaya Heyse Halep’ten bildiriyor.
Kamera & kurgu: Kaya Heyse
Suriye’ye Zeytin Dalı sınır kapısından giriş yaptığımız andan itibaren yol boyu karşımıza çıkanlar ülkedeki mevcut yönetiminin özeti gibiydi. Arabanın ön ve arka camlarına “Press” yazan kartları yerleştirip Abir Naeseh, Kaya Heyse ve ben yola koyulduk. Ancak nasıl bir Suriye ile karşılaşacağımızdan emin değildik.
Suriye Milli Ordusu’nun egemenlik alanındaki bölgeye girdiğimizi zaten biliyorduk ama giderek bozulan yolda ilerledikçe bir kez daha anladık ki hiçbir şey uzaktan göründüğü gibi değil. Yolda sık aralıklarla aniden karşımıza çıkan tümseklerin yüksekliğini birkaç sarsıntı sonrası idrak ettik. Çukurlara sertçe girip çıktıktan sonra karar verdik ki olabildiğince yavaş ilerlememiz gerek.
Birer ikişer geçtiğimiz güvenlik kontrol noktaları da pekiştirdi bu kararı. Başlangıçta tedirgindik. Kendi vatanına yıllar sonra yeniden ayak basan Abir, bir yandan bize mihmandarlık yaparken bir yandan Suriyeli olmasının getirdiği bir tedirginlik yaşıyordu. Biz de tedirgindik şüphesiz ama onun tedirginliği farklı. Lazkiyeli olmaktı tedirginliğinin nedeni.
Abir, o günleri hatırladı ister istemez. Lazkiye’de yaşarken rejime muhalif olduğu için istihbaratçılardan nasıl korktuklarını anlatırken şimdi de Lazkiyeli olmaktan korkuyordu. Öyle ya içinden geçtiğimiz köylerdeki kadınların tamamı tesettürlüydü, ya fark ederler de “Sen Suriyeli olduğun halde başın neden kapalı değil?” derlerse!
Ancak çok sürmedi bu tedirginlik. İlk güvenlik noktasını geçtikten sonra giderek azalmaya başladı. Meraklı bakışlarla etraftaydı gözümüz. Afrin’e doğru ilerliyorduk. İçinden geçtiğimiz köylerde ilk göze çarpan sivil halk ile Suriye Milli Ordusu (SMO) askerlerinin iç içe geçen görüntüsü oldu. Bir de yolun iki yanını çevreleyen ve yaşamdan iz barındırmayan yıkık dökük boş binalar…
Öyle ki Suriye’ye geldiğinizi bilmeseniz de bu köylere bakıp da aklınıza sadece “savaş”ın gelmemesi mümkün değil. Etraf, savaş az önce bitmiş gibi.
Suriye, kadınlar ve yeni yönetim modeli
Dikkat çeken bir başka konu da kadınlar. Kadınlar bir ülkenin turnusol kağıdı gibi. Onlara bakıp içinde bulunduğunuz ülkenin hangi rejimle yönetildiğini bir çırpıda söylemek mümkün. Kamusal alandaki varlıkları da yoklukları da bir mesaj barındırıyor. Ancak Suriye mevcut haliyle öyle bir ülke ki her yönetim bölgesinde farklı bir ülkeye gelmiş gibi hissettiriyor.
Örneğin içinden geçtiğimiz bölge Afrin’i geçene kadar SMO’nun denetiminde. Buradaki kadınlar bakıldığında Suriye hakkında değil sadece SMO’nun yönetim modeli hakkında fikir sahibi olmak mümkün. O modelde sırtındaki çantalarla ikişer üçerli gruplar halinde okul ya da buralardaki adıyla medreseye gittiği anlaşılan tamamı tesettürlü kız çocuklarına bakıldığında bile anlaşılıyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Çoğunun sadece gözleri görünse de kadınların sokaktaki varlığı ve vücutlarının bir parçası gibi duran askeri üniformalarıyla sokaklarda dolaşan erkekler, insansız gibi görünen yerleşim birimlerinde sürdürülen hayata ayna tutar gibi.
Gözümüz Suriye’nin Esad rejimi devrildikten sonra Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) tarafından göndere çekilen bayrağı arıyor ama nafile. Bu bölgede o bayrağı göremiyoruz. Görebildiğimiz derin bir uykudan uyanıp yeni bir güne başlama hazırlığındaymış gibi görünen kalabalıklar. Sokaklar kalabalık, tezgahlarda muz başta olmak üzere bolca meyve dizili. Temel ihtiyaçların yeni yeni satılmaya başladığı yerleşim yerlerinden geçiyoruz. Yabancı olduğumuz belli. Biz geçerken tüm gözler üzerimizde.
Özellikle başı açık halde seyahat eden iki kadın, yani Abir ve ben, erkeklerin bakışlarını bulunduğumuz araca sabitliyor. Güzergah boyunca internet çekmediği için navigasyon kullanamıyoruz ve sık sık doğru yolda olup olmadığımızdan emin olmak için yol soruyoruz.
Abir bir ara “Ben sorarsam Arapçamdan dolayı Suriyeli olduğumu anlarlar. Siz sorsanız!” diyor. O andan itibaren Kaya devralıyor görevi. Anlaşmak kolay. Kaya “Halep?” diyor, onlar yolu işaret ediyor. Böylelikle harabeye dönen çoğu tek katlı insansız binaları, yol boyu karşımıza çıkan tek tük ağaçların serpiştirildiği kayalık, taşlık geniş arazileri geride bırakıyoruz.
Simge kent Halep
Halep’e yaklaştıkça iklim değişmeye başlıyor. Halep Suriye’nin kalbi, ticaretin nabzının attığı kent. Ama dev cüssesi şu günlerde savaş yorgunu. Uzaktan bakıldığında haşmetli görünse de yaklaştıkça gerçekle yüzleşiyor insan. Kent girişindeki HTŞ kontrol noktasından geçerken yedi – sekiz katlı boş ve hasarlı binalardan gözümüzü alamıyoruz. Kente gelenleri savaşın izlerini barındıran terk edilmiş binalar karşılıyor.
Dile kolay, Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) verilerine göre Beşar Esad rejimi, son dokuz yılda muhaliflerin kontrolündeki sivil yerleşimlere düzenlediği saldırılarda tam 81 bin 916 kez varil bombası kullanmış. En çok hedef alınan şehirler Şam, Halep, Dera ve İdlib. Ancak Halep hem en çok can kaybının yaşandığı şehir hem de HTŞ’nin ilk ele geçirdiği kent. Bu gözle bakarak ilerlemeye başlıyoruz Halep’te.
Karşımıza ilk çıkan meydanının ortasındaki bir at heykeli oluyor. Atın sırtında HTŞ gelene dek Beşar Esad’ın kardeşi Basel Esad’ın heykeli varmış. Artık yok, o heykel de rejimle birlikte devrilmiş. Devrilmeden önce de ordu HTŞ geldiğinde son kez birkaç yeri daha bombalamış.
İlerlemeye devam ederken bu kez iklim yeniden değişiyor. Lüks sayılabilecek apartmanların arasında uzayıp giden otobanın sağında solunda yeniden kadınları görmeye başlıyoruz. Karşıdan karşıya geçenler, elinde alışveriş torbasıyla yürüyenler derken Halep Kalesi beliriyor karşımızda. Kaleyi çevreleyen yol boyunca irili ufaklı dükkanlar, dükkanların önündeki tezgahlarda envai çeşit meyvelere takılıyor gözümüz. Halep’in içinde başka bir Halep’te gibiyiz. Her yer kalabalık, her yer alabildiğine cıvıl cıvıl.
Tam o anda gözümüz, Suriye Geçici Hükümeti’nin bayraklarıyla süslenmiş bir tezgaha takılıyor. Üzerinde üç kırmızı yıldız bulunan yeşil, beyaz ve siyah renklerden oluşan bayrakları görünce, şehrin girişindekiler hariç hiç HTŞ askeriyle karşılaşmadığımızı fark ediyoruz.
Trafik de yoğun. Sokaklarına hayatın yeni yeni geldiği aşikâr olan kentte arabayla yavaş yavaş ilerliyoruz Önceliğimiz yerel bir sim kart edinmek ve kalacak bir otel bulmak olduğu için kentin meydanına doğru ilerlemeye devam ediyoruz.
Bu sırada yeniden bir başka Halep çıkıyor karşımıza. İki yanı harabeye dönmüş bir caddede buluyoruz kendimizi. Tarihi binaların bulunduğu caddeyi çevreleyen binalar, yaşananları kayıt altına almış bir abide gibi dikiliyor karşımıza. İs kaplı binaların yüzeyi, savaş kokuyor hissi uyandırıyor, bombalar atılmış, yangınlar çıkmış ve artık içinde kimsenin yaşamadığı taş yapıların yüzeyini is kaplamış. “Ne olmuş burada?” diye sormadan geçemeyeceğiniz bir sokak burası. Belki de kentin en suskun sokağı. “Meyselun Mahallesi” diyorlar buraya. SMO ile Esad Ordusu’nu birbirinden ayıran yolmuş burası vaktiyle. “O kadar belli ki” demeden geçemiyorsunuz caddeden.
En nihayetinde o caddeyi de geride bırakıp aradığımız meydana ulaşıyoruz. Daha arabadan inerken yakıldığı belli olan dev bir pankart dikkatimizi çekiyor. “Esad’ın fotoğrafı mı vardı orada?” diye soruyoruz ve yanılmadığımızı öğrenerek yürümeye başlıyoruz.
Aklımız önceden tavsiye edilen otelde. Kolayca bulduğumuz otele girer girmez karşılaştığımız misafirperverlik karşısında şaşırmamak mümkün değil. Gazeteci olduğumuzu öğrenen yanımıza gelip kendisinin bile hâlâ anlamakta zorlandığı ruh halini paylaşıyor. Abir sayesinde yol boyu hasret kaldığımız sıcak çay eşliğinde başlıyoruz sohbete. Çay bitiyor, kahve geliyor ama sohbetin ardı arkası kesilmiyor.
“Ilımlı demokrasi”
Dile kolay, 60 yıl boyunca tanıdıkları tek şey Baas Partisi’ydi. Nasıl bir hayat yaşamak istediklerini biliyorlar. Ancak bu hayatı mümkün kılacak yönetim biçiminin adını bilmiyorlar. Özetle herkes kendi dini, inancı, kültürüyle bir araya yaşasın ve kimse kimsenin yaşam biçimine müdahale etmesin istiyorlar. “Ilımlı demokrasi” diyorlar bunun adına.
HTŞ’nin gelişinin coşkuyla karşılanması karmaşık duygular yaşatmış kent halkına. Sevinç ve tedirginlik aynı anda kaplamış kenti. Bir yandan coşkulu kutlamalar yapılırken diğer yandan HTŞ’nin şiddet uygulayacağından çekinmişler. “En büyük kaygımız Esad’dı geldiklerinde” diyor yine kafalarına varil bombalarının yağacağından endişe ettiklerini anlatıyorlar.
Otele kayıt yaptırırken “13 gün önce gelseydiniz böyle kayıt yaptıramazdınız” diyerek 13 günde yaşadıkları değişime dikkat çekiyor bir otel yöneticisi. Özellikle yabancı uyruklu biri geldiğinde geçici hükümet kurulmadan önce kimlik bilgilerinin üç ayrı istihbarat biriminin onayından geçmesi gerekiyormuş. Askeri, siyasi ve devlet istihbarat birimlerine gelen herkes ile ilgili bilgi vermek zorundalarmış. Bu üç istihbarat biriminin her birinin her otelde temsilcileri varmış ve otelde konaklıyorlarmış günün 24 saati.
HTŞ, Halep’e geldiğinde de bir başka korku sarmış hepsini… Çok korkmuşlar. Ama HTŞ’lilerin beklemedikleri bir şekilde kendilerine çok kibar davrandıklarını anlatıyorlar. Şaşkınlıkla HTŞ’lilerin içtikleri bir fincan kahvenin bile parasını ödediklerini söylüyorlar. Cami hoparlöründen seslenip teskin edilmiş Halep halkı. Kimseye zarar vermeyeceklerini, istedikleri tek şeyin herkesin işini gücünü aksatmadan hayatına devam etmesi olduğunu duyurmuş. Söyledikleri gibi kimseye en ufak bir zarar vermemişler. Bu tutum çok rahatlatmış Haleplileri.
Birkaç gün içinde de HTŞ askerleri sokaklardan çekilmiş zaten. HTŞ askerleri kentte yaşayan azınlıkların tedirginliğini de gidermeyi başarmış. Örneğin herkes ilk günlerde Hristiyanların yaşadığı Süleymaniye ve Aziziye mahallelerinde sokağa bile çıkmaktan korkmuş. Ancak Halep’in meşhur içkili lokantası Vanes’e gidip, “İstediğiniz gibi devam edin. Sadece cam kenarına yaklaşmadan, yoldan geçenlere göstermeden alkol satabilirsiniz” demişler. Aziziye’ye de gittik, ilk günlerde yaşanan korku yerini temkinli bir rehavete bırakmış gibiydi. Burası da Halep’in içindeki başka bir Halep! Sokaklarda neredeyse tesettürlü kadına rastlamak zor. Tayt giymiş genç kızlar, işinde gücünde kadınların sokaklarda gönül rahatlığıyla gezip dolaştığı bir mahalleydi gördüğümüz.
Bu konuşmaları dinledikten sonra doğrusu biz de birkaç saat öncesine kıyasla daha rahatlamıştık. İletişim problemini gidermek üzere otelden çıktığımızda ellerinde tomar tomar dolar, Suriye Lirası satmak isteyen ayaklı bir borsa bulduk karşımızda.
Oysa çok değil 8 Aralık’a kadar dolar kelimesini kullanmanın bile yasak olduğu bir ülkede yaşıyorlardı. İstihbarat birimlerine yakalanmamak için yeşil rengi nedeniyle aralarında dolardan “Maydanoz” diye söz ediyorlardı.
Sokaklarda Esad’ın eşi Esma Esad’a bağlı “El Hatip” isimli bir istihbarat biriminin tüccarlara dolar tuzağı kurduğu anlatılıyor. Rivayet o ki bu birimin mensupları müşteri kisvesiyle tüccarları dolarla alışveriş yapmaya teşvik ediyor, yapanlardan da “yakalandın” diyerek ihbar etmeme karşılığında 150-200 bin dolar istiyordu.
Tarif bile edemiyorlar şu an içinde bulundukları durumu. 8 Aralık’a kadar dolarla alışveriş yapanlar hakkında soruşturma açılıyor, en az yedi yıl hapis cezası veriliyordu.
Şimdi ise sokaklarda karaborsa var. Oynak bir piyasanın içinde bulmuşlar kendilerini. Belirsizlik iklimi para piyasasını doğrudan etkilemiş. Özellikle HTŞ’nin kente geldiği ilk günlerde bir dolar 13 bin Suriye Lirası’ndan 40 bin Suriye Lirası’na fırlamış. Yavaş yavaş gerilemeye başlasa da 14-15 binin altına düşmemiş.
Trafiğin yoğunluğu bile HTŞ’nin gelişi ile açıklanıyor kentte. Rejim devrildikten sonra herkes alışveriş yapmak üzere İdlib’e akın etmiş. Özellikle de KİA marka araba almak için tutmuşlar İdlib’in yolunu. Halep’te 22 bin dolar olan arabayı, İdlib’ten 3 – 4 bin dolara satın alıp gerisin geri dönmüşler. Şimdilerde Halep sokaklarında iki hafta öncesiyle kıyaslanmayacak bir araç yoğunluğu var. Sözünü ettiğimiz trafik sıkıştıracak kadar ciddi bir yoğunluk .
Herkesin anlatacak bir sözü var. Bu sırada biz hâlâ sim kart almak için uğraşıyoruz. Sim kart satılan tezgahın önünde kuyruk var. Sim kart küçük olsa da Suriye Lirası ile ödemek zorunda kalınca işlem bitmek bilmiyor. Her alışveriş sonrası tomar tomar para sayılıyor. Değer kaybettikçe çoğalan para saymakla bitmiyor, işlem uzadıkça uzuyor.
Tam o sırada üniformasıyla bir HTŞ askeri beliriyor karşımızda. Ama yüzünde asker sertliğinden çok çocuksu bir gülümseme var, “Silahın nerede?” diyecek oluyoruz, “Silahları evde bıraktım artık silaha gerek yok” cevabını veriyor daha da büyük gülümseyerek. “Peki sen ne iş yapacaksın bundan böyle” diye soruyoruz, “Ben mücahidim, mücahitlik yapacağım” diyor yine gülerek.
Sokaklardaki hareketliliğe, Esad sonrası sevince bakarak Halepliler’in ruh halini tarif etmenin yanıltıcı olduğunun farkında olarak Halep sokaklarında dolaşmaya devam ediyoruz. Dolaştıkça görüyoruz ki, karşımıza çıkanlar konuşabilenler. Bir de konuşmayanlar, konuşursa hedef olmaktan çekinenler, “Hele bir önümüzü görelim” diyenler var.
Halep’te Esad’ın gidişine sevinmeyen yok demek ne kadar kolaysa, kaygılarını tümüyle geride bıraktıklarını söylemek de bir o kadar zor.
Kaygılılar çünkü kendilerini nasıl bir rejimin beklediğini henüz bilmiyorlar, bu kez de İsrail tarafından bombalanmaktan korkuyorlar, ülkelerinde bir de Kürt gerçeği var, SMO ile SDG arasındaki gerilimin kendilerini nasıl etkileyeceğini, geçici hükümetin bu konudaki tutumunun ne olacağını bilmiyorlar.
Kaygılılar çünkü Halep azınlıkların da kenti, Halep farklı renkleri bünyesinde bir arada yaşatan bir şehir.
Özetle Halep’te uzun yıllar sonra rahat bir nefes alanlar, bir yandan da “Acaba bu durum kalıcı bir birlikteliğe evirilecek mi yoksa geçici mi olacak?” kaygısı taşıyor.