Ruşen Çakır yorumladı: Artıları ve eksileriyle Yeni Çözüm Süreci

Ruşen Çakır Artıları ve eksileriyle Yeni Çözüm Süreci yayınında çözüm sürecinde yaşanan son gelişmeleri yorumladı.

DEM Parti heyetinin 28 Aralık’taki İmralı ziyaretinin ardından bugün Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Ahmet Türk TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş ile görüştü. Heyet MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile görüştü. Bahçeli ile görüşme yaklaşık 40 dakika sürdü. Görüşmenin ardından açıklama yapılmadı.

Ruşen Çakır yorumladı: Artıları ve eksileriyle Yeni Çözüm Süreci
Ruşen Çakır yorumladı: Artıları ve eksileriyle Yeni Çözüm Süreci

DEM Parti’den yapılan açıklamada, İmralı ziyareti sonrası ilk olarak DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan’ın bilgilendirildiği kaydedildi. Ayrıca aynı heyetin Meclis’teki siyasi parti ziyaretlerini tamamladıktan sonra sivil toplum kuruluşları, sendikalar, emek ve meslek örgütleri dahil olmak üzere çeşitli toplumsal çevrelerini de ziyaret edeceği belirtildi.

İmralı’daki görüşmeler konusunda bilgilendirme yapılıp, görüş ve önerilerin alınacağı ziyaretler tamamladıktan sonra ise heyetin kamuoyuna açıklama yapacağı ifade edildi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi yıllar. 2025’in ilk yayınıyla karşınızdayım ve bu yayında yeni çözüm sürecini konuşacağız. Bundan sonra da daha çok konuşacağa benziyoruz. 2024’ün sonuna damgasına vuran ve tıpkı Suriye olayı gibi 2025’te de çok konuşacağımız bir olay bu. Her ne kadar olayı başlatan Devlet Bahçeli bunun bir çözüm süreci olduğunu kabul etmese de, bunun adı çözüm süreci, yeni çözüm süreci, öyle diyelim. Şu anda Meclis’te DEM Parti’li üç kişi Devlet Bahçeli ile görüşüyor olacak. Daha önce Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’la görüştüler, biliyorsunuz. Heyette kim var? İmralı’ya giden, cumartesi günü İmralı’ya giden Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, yanlarına bir de Ahmet Türk eklendi. Üçü bir anlamda, DEM’in akil isimleri olarak diyelim, bu sürecin bir ayağını bunlar taşıyacak, bu üç kişi taşıyacak, öyle gözüküyor. Ahmet Türk’le Devlet Bahçeli’nin çok eskiye dayanan bir hukukları var ama uzun süredir görüşmüyorlardı. Bugün 8 yıl sonra ilk kez el de sıkışmış olacaklar. Ama biliyoruz ki Devlet Bahçeli sık sık Ahmet Türk’e referans verdi, olumlu anlamda. Ama şunu da biliyoruz ki aynı Ahmet Türk’ü İçişleri Bakanlığı görevden alıp yerine kayyum atadı. Böyle garip bir olayla karşı karşıyayız. Zaten bu yeni sürecin en önemli özelliği artılarla eksilerin birbirine girmiş olması. Ama daha da önemlisi şu bence; kimilerine artı gözüken, kimilerine tam tersine eksi gözüküyor. İlk başta başlayalım; şu anda ziyaret ettikleri Devlet Bahçeli. Devlet Bahçeli ile görüşüyor olmaları bir artı mıdır, eksi midir? Evet, görüyorsunuz, kapıda karşılıyor Devlet Bahçeli üç kişiyi, DEM Partilileri karşılıyor. Çok tarihi bir olay bu açıkçası. Onu özellikle vurgulamak lazım. Şimdi birçok kişinin gözünde bu süreci başlatan kişinin Devlet Bahçeli olması, bu sürecin en önemli artısı. Neden? Çünkü Devlet Bahçeli, Türkiye’de Kürt sorununun varlığını reddeden, PKK’ya karşı en sert ve onun lideri Abdullah Öcalan’a karşı en sert olan hareketin merkezi Milliyetçi Hareket Partisi ve Devlet Bahçeli de onun lideri. Bir önceki çözüm sürecini de onlar esas olarak engellemediler tek başlarına ama en çok MHP’nin ve Bahçeli’nin karşı çıktığını biliyoruz. Dolayısıyla, Devlet Bahçeli’nin böyle bir dönemde bu şeyin startını vermiş olması, birçoklarına göre bu olayın en önemli artısı. Bu neden artı olarak görülüyor o kişilere göre? Bir, yeni bir şeylerin olması yolunda en önemli toplumsal engel olarak görülen Türk milliyetçiliğinin tepkisinin, Devlet Bahçeli ve MHP varlığı nedeniyle azalacağı varsayımı, ki bu çok önemli. Bir diğeri de Devlet Bahçeli’nin, adıyla müsemma, Türkiye’deki devlet geleneğini simgeleyen, bir tabirle, bir başka tabirle ‘‘derin devlet’’ anlamına geliyor, kimileri buna ‘‘devlet aklı’’ diyor. Bu anlamda da Devlet Bahçeli’nin varlığı, devletin varlığı anlamına geliyor. Bu anlamda da pozitif bakılıyor. Ama buna bir de negatif bakanlar var. Neden negatif bakıyorlar? Çünkü Devlet Bahçeli, MHP, bu konuda şu ana kadarki gösterdiği performansla Kürt sorununun çözümü anlamında hiç de umut vadetmiyor. Aynı şekilde demokratikleşme anlamında da umut vadetmiyor bu kişilere göre. Devlet Bahçeli’nin varlığı, baştan bu olayın bir çözüme yol açmayacağı şeklinde bir yaklaşım var. Burada artılar ve eksiler, bir tarafının artısı, bir diğer tarafın eksisi. Şimdi bir diğer önemli aktöre bakalım: Abdullah Öcalan. Devlet Bahçeli dedi ki, “Gelsin Abdullah Öcalan, DEM Parti grubunda konuşsun, PKK’ya silah bıraktırsın” dedi, ortalık karıştı. Gerçekten çok sürpriz bir çıkıştı ve baktık ki Abdullah Öcalan, bir öncekinde olduğu gibi, hatta bu sefer daha fazla, yeni sürecin baş aktörü oldu. Geçen sefer çok konuşulmamıştı, şimdi daha ilk günden Abdullah Öcalan’ın ev hapsine çıkma ihtimali zikrediliyor. Hatta kimileri kulis bilgileri diyerek, evin bile hazır olduğunu söyleyenler var, vesaire. Abdullah Öcalan’ın olması, birçoklarına göre bu sürecin en eksisi, en büyük eksisi. Çünkü Türkiye’de çok büyük bir Abdullah Öcalan nefreti var. ‘‘Bebek katili’’ diye kodlanmış bir isim ve onun olduğu bir yerden çıkacak çözümü istemeyeceğini söyleyen çok kesim var, özellikle Türk milliyetçileri içerisinde. Ama aynı zamanda daha merkezde olan kesimlerde de Abdullah Öcalan tam böyle bir olumsuz çağrışım yapıyor. Tabii ki burada şöyle bir sorun var: Devlet Bahçeli’nin muhatap kabul ettiği, meşruiyet tanıdığı Abdullah Öcalan’a birileri karşı çıkarken bayağı zorlanmaya başladılar. Şöyle ilginç şeyler oluyor: Devlet Bahçeli’ye laf etmeyenler başkalarına laf ediyor. Mesela bugün, Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu bir canlı yayında, yanılmıyorsam Halk TV‘de canlı yayında, Abdullah Öcalan’a ev hapsinin pekâlâ düşünülebileceğini söylemiş. Sosyal medyada gördüm, Ahmet Davutoğlu linç ediliyordu. Ama burada, Ahmet Davutoğlu’na bunu söyleten esas şey, Devlet Bahçeli’nin çıkışı. Böyle ilginç bir durum var. Şimdi bir yanda Abdullah Öcalan kimilerine göre en büyük eksisi olarak görülürken, kimilerine göre de en büyük artı. Çünkü burada öncelikle bu aşamada en azından PKK’nın silah bırakması hedeflendiği için, bunu yapabilecek kişinin Abdullah Öcalan olduğunu düşünen çok kişi var. Tabii burada şöyle bir soru var, birazdan ona da geleceğiz: PKK, Öcalan’ın söylediklerini tam olarak yerine getirir mi? Bu ayrı bir tartışma konusu ama ‘‘Öcalan’ın varlığı, birtakım beklentilerin daha hızlı bir şekilde gerçekleşmesini mümkün kılar’’ görüşü de belli kesimlerde hâkim. Bir de şunu unutmayalım: Türkiye’nin bir bölümü Öcalan’dan nefret ederken, bir bölümü de Öcalan’ı seviyor. Bunu hiç kimse reddedemez. Yani Abdullah Öcalan’ı bir lider olarak gören insanlar da var. Onu da bir yere yazalım. Ama en önemlisi burada Abdullah Öcalan’ın Kürt siyasi hareketini, yasal ve yasa dışı tüm boyutlarıyla yönlendirebilecek bir kişi olduğu ve dolayısıyla onun vereceği perspektiflerin hayata geçme ihtimalinin çok yüksek olduğu. Burada işte PKK meselesi devreye giriyor. Kimilerine göre, özellikle böyle bir süreçten memnun olmayan kesime baktığımız zaman, PKK karşıtı kesimlerde şöyle bir yaklaşım var, ki büyük ölçüde doğruluk payı da var: ‘‘PKK artık Türkiye’de çok ciddi bir varlık gösteremiyor.’’ İstisnalar var tabii, en son TUSAŞ saldırısında olduğu gibi. Ülke içerisinde, özellikle kırsal bölgede eskisi kadar varlık gösteremiyor, saldırı düzenleyemiyor. Hatta onun ötesinde, Suriye’de ve Irak’ın kuzeyinde PKK varlığına karşı gerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerek Milli İstihbarat Teşkilatı’nın çok etkili saldırıları var. Çok ciddi sayıda önemli PKK kadrosu bu süre boyunca öldürüldü. Bazı yerleri, cephaneleri vesaire imha edildi. Yani Irak’ın kuzeyinde de bayağı bir PKK’nın hareket özelliği kısıtlandı. Türkiye’ye sızma konusunda eskisi kadar başarılı değil. Aynı şekilde yeni kadro devşirme konusunda da eskiye kıyasla çok daha kötü durumda. Bir de tabii ki Kandil’in büyük ölçüde, tam anlamıyla fiziki olarak olmasa bile, bayağı bir kuşatılmış olduğunu söyleyebiliriz. PKK zor bir dönemden geçiyor askeri olarak ama Suriye’de de çok güçlü bir dönemi var. Tabii, o güçlü dönem bu son gelişmelerin ışığında biraz azalıyor olabilir. Dolayısıyla, kimileri diyor ki, ‘‘PKK zaten kaybediyor. Ona niye el uzatıyor devlet? Niye onunla doğrudan ya da dolaylı pazarlık ediyor? Buna gerek yok’’ diyen kişiler var, kesimler var, siyasi partiler var. Yani bunun, zaten tükenmekte olan, ki sık sık yapılan resmi açıklamalar da bu yönde, biliyorsunuz. Cumhurbaşkanı Erdoğan da benzer şeyler söyledi ama bunun kamuoyunda çok yaygın olduğunu biliyoruz. Ama diğer yandan PKK’ya yakın bazı kesimler, tam tersine, askeri anlamda zor durumda olsa bile, yer yer zor durumda olsa bile, siyasi olarak, jeopolitik olarak, PKK’nın elinin çok güçlendiğini düşünüyorlar. Özellikle 7 Ekim 2023’ten bu yana yaşanan Ortadoğu’daki büyük altüst oluşlar ve İran’ın Direniş Ekseni’nin büyük ölçüde dağılması, İsrail’in bayağı bir bölgeyi yeniden şekillendirmesi, Suriye’de rejimin devrilmesi, Trump’ın daha İsrail yanlısı bir yönetim olarak ABD’nin başına geçecek olması gibi hususlarla birlikte ve fiilen Suriye’de yaşanan ABD himayesini de göz önüne alarak ve yine İsrail’den değişik kerelerde yapılan Suriye bağlamında ama daha genel olarak bölgesel bağlamda Kürtleri bir stratejik müttefik gibi tarif etmesinden hareketle, PKK’nın elinin çok güçlendiğini düşünenler de var ve onlar da aslında güçlü olanın, daha da güçlü olanın PKK olduğunu ve dolayısıyla burada oyuna getirilmek istendiğini düşünenler de var. Bunu da bir not olarak gündemimize koyalım. Tabii, bu bağlamda Suriye meselesi çok önemli. Suriye’de Ankara’nın istediği bir yönetim geldi. Daha ilk günden önce İbrahim Kalın, ardından Hakan Fidan gittiler, çok sayıda Türkiye’den heyetler gidiyor, geliyor, çok sıkı bir temas var. Herhalde yakın bir zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan da gidecektir. Suriye’de Ankara yanlısı bir yönetim şekilleniyor gibi. Böyle bir durumda Suriye’deki PKK varlığının, yani YPG, PYD, SDG adıyla — artık adlarının ne olduğu bir yerden sonra çok önemli değil — PKK varlığının eskisi gibi bir tehdit olmadığını, zaten Trump’ın Erdoğan’a yakın olduğunu, Erdoğan’la Trump’ın arasında bir yakınlık olduğunu ve Kürtlerin Suriye’de Amerikan kalkanını da kaybedeceğini, dolayısıyla onlarla bir pazarlığa girmenin çok da akıl kârı olmadığını, gereksiz olduğunu savunanlar var. ‘‘Ne gerek var şimdi? Suriye’yi zaten bir şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri halleder, Suriye Milli Ordusu devreye girer. Hatta Şam’da yeni şekillenen yeni yönetim de burada Türkiye ile beraber pekala hareket eder. Dolayısıyla onlara böyle kozlar vermememiz lazım’’ diyenler var, sayıları her geçen gün artıyor. Ama öte yandan Suriye’deki gelişmeleri başka türlü okuyanlar da var. Şu anda PKK çizgisindeki yapıların orada eskisi kadar rahat etmediğini kabul etmekle birlikte, ABD ve İsrail kalkanının hep süreceğini düşünenler de var, böyle bir husus da var. Ama burada Suriye meselesi önemli, çok önemli bir faktör olarak gündemimizde. Tabii, Suriye’nin ötesinde bölgesel dengeler, demin bahsettiğimiz bölgesel dengeler çok önemli. Bölgesel dengeler derken, Trump yönetimi ile birlikte İsrail, İran’ı iyice etkisizleştirmeyi düşünür mü, bunu hayata geçirmeye çalışır mı? İran’da rejim değişikliğine kadar gidecek olan birtakım projeler hayata geçirilir mi? Şu aşamada biliyoruz, ‘‘nükleer silahlarını engellemek’’ deniyor. Ama bunun da ötesinde İran’da artık kaç yıl olmuş bir rejim, bu zamana kadar ayakta kalmış, ama meşruiyetini her geçen gün kaybeden İran’daki İslamcı rejim, İslami rejim devrilmek istenebilir ve bu anlamda da İran’da Kürtler de rejim aleyhtarı bir unsur olarak, rejimi sarsacak, destabilize edecek bir unsur olarak kullanılmak istenebilir. Bunu da bir yerde aklımızda tutmamız lazım. Ve Türkiye’de varsa eğer öyle bir devlet aklı, Bahçeli eliyle bir açılım başlatılırken herhalde bu konuyu ciddi bir şekilde gündemine getirmiştir. Nitekim 2024 Ekim ayından itibaren Bahçeli’nin ilk yaptığı açıklamalarda, hep iç cepheyi kuvvetlendirmek olarak tanımlandı ve Abdullah Öcalan’ın en son görüşmeden aktarılan notlarda gördük, o da birtakım dış güçlerin hesaplarının önüne geçmekten bahsediyor. Çok ciddi bir şekilde Ankara’nın gündeminde yeniden şekillenen Ortadoğu’da Kürtlerin rolü meselesi var ve bu anlamda da Kürtleri ve onun silahlı örgütlenmesi gibi gözüken PKK’yı başkalarının kontrolüne geçmeden etkisizleştirmek ve hatta mümkünse yanına çekmek arayışı var. Kimilerine göre bu mümkün olabilecek bir şey değil, kimilerine göre de pekala mümkün ve dolayısıyla burada da çok ciddi bir tartışma var. Ama en önemli husus, biliyorsunuz özellikle muhalefet çevrelerinde, CHP çevrelerinde de çok yaygın; bunların hepsinin bir oyun olduğunu, iktidarın böyle bir Kürt meselesi gibi, PKK meselesi gibi bir meselesinin olmadığını, iktidarın tek amacının anayasayı değiştirmek ve Erdoğan’ı neredeyse ömür boyu başkan kılmak ve bu anlamda da DEM Parti’yi ve onun seçmen tabanını iktidarın yanına çekmek hesabı olduğunu savunanlar var. Ve bu nedenle başından itibaren bu kesim, bu açılıma, çözüm sürecine, artık adı her neyse, buna karşı çok ihtiyatlı, dengeli, hatta bir anlamda dengeli de denemez, sert bir şekilde eleştirel bakıyor. Böyle bir olay da var. Bunu hiçbir şekilde yabana atmamak lazım. Ve hatta şöyle bir şey de var; ‘‘Kürtler demokrasi talep etmeden bazı pazarlıklarla pekala Erdoğan’a ve otoriter rejimin varlığını sürdürmesine yardımcı olabilirler’’ şeklinde bir eleştiri dile getiriliyor. Yani burada şöyle bir şey diyelim: Bir taraf barışsa, bir tarafta demokrasi var. Birileri diyor ki, ‘‘Barış adı altında demokrasiden feragat edilmez’’ ama ülkede zaten demokrasi yok, biliyorsunuz. Öcalan’ın son açıklamasında da barış ve demokrasi birlikte telaffuz ediliyor. Bu olay önümüzdeki günlerde çok ciddi bir şekilde karşımıza çıkacak. Bunun bir aldatmaca olduğu, buradan bir şey çıkmayacağı, çıkmasının mümkün olmadığı, eşyanın tabiatına aykırı olduğu yolunda muhalefet cephesinden çok ses duyacağız. Bu, zorlayacak. Her ne kadar bu sefer Öcalan’ın açıklamasında Meclis’e vurgu yapıldıysa da, muhalefetin işin içerisine katılmasına vurgu yapıldıysa da… Özgür Özel bugün Sabah gazetesinde Yavuz Donat’a söylemiş, ‘‘Açık, şeffaf, samimi bir sürece biz de destek oluruz’’ demiş. Yani CHP tam olarak karşı durmuyor gibi ama tam olarak da yanında durmuyor gibi. CHP’nin bu tereddütü, bu sürecin gidişatında çok önemli olacak. Bir diğer husus da unutmayalım, PKK dışındaki daha milliyetçi perspektifte birtakım Kürt örgütlenmeleri, etkileri çok fazla olmasa da böyle yapılar var ve bu yapılar da bölgesel dengelerin Kürtlerle yine çok geliştiğini ve dolayısıyla Öcalan üzerinden yapılacak olan pazarlıkların Kürtlerin aleyhine olduğunu söylüyorlar. Bunu da bir not olarak düşelim. Zaten o kesimler Öcalan’ı, bağımsız devlet fikrine karşı çıktığı için pek de sevmiyorlar. Evet, böyle her şey birbirine girmiş durumda. Fakat burada ilginç bir şey var, Bahçeli’nin ilk çıkışından bu yana “oldu olacak” derken, sonunda İmralı’ya gidişe izin verildi. Sonra İmralı’dan bir açıklama geldi. Açıklamayı yapanlar, bu sefer çok umutlu olduklarını söylediler, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan. Ve cumartesi günü İmralı’daydılar, pazar günü açıklamayı yaptılar, perşembe günü Meclis Başkanı ve MHP lideriyle görüştüler. Belli ki bundan sonra başka partiler sırada. Anlaşılan, Meclis’te grubu bulunan partilerle görüşmeye çalışacaklar, hepsi kabul eder mi, ne olur bilemiyoruz, göreceğiz. Onun dışında birtakım sivil toplum kuruluşlarını ziyaret edecekler anlaşılan ve tekrar İmralı’ya gidecekler. Bir trafik başlıyor. Burada tabii ki Kandil bu şekilde bu süreçlerden bir şekilde haberdar edilecek. Nasıl yapılacak, bunun yöntemi nedir, şu anda bilmiyoruz ama Kandil’e rağmen bir sürecin yürümesi bana gerçekçi gelmiyor. Ve tahminen Suriye’deki SDG yapılanması da bir şekilde Abdullah Öcalan’ın görüşlerinden haberdar edilecektir diye düşünüyorum. Bütün bunlar da Ankara’nın, devletin bilgisi dahilinde olacaktır. Dolayısıyla bu İmralı’da başlayan görüşmelerin bir anlamda Ankara’yla Suriye’deki Kürt yapılanması arasında dolaylı görüşmeler olduğu sonucunu da pekala çıkarabiliriz. Evet, zor bir süreç, bambaşka bir süreç, bu seferki bambaşka bir süreç. Toplumsal anlamda çok sorunlar yaşamaya aday bir süreç. Çünkü kamuoyunun çok fazla bir ilgisi yok açıkçası. Onu özellikle vurgulamak lazım. Bunun nedeni ne olabilir? Eskisi gibi PKK’nın sürekli bir şekilde saldırılar yapmıyor olması olabilir. Bir diğer nedeni, terörün Türkiye’nin gündeminden büyük ölçüde çıkmış olması olabilir. Bir diğer nedeni, insanların en büyük derdi tabii ki ekonomi, onlardan başka şeylere çok fazla ilgi duymuyor olabilirler. Bir başka nedeni, Bahçeli ile bu işin başlatılmasının yarattığı şaşkınlık olabilir. Ve son olarak da Erdoğan’ın bu süreçte var ama yok gibi bir tutum takınıyor olması. Erdoğan olayı büyük ölçüde Bahçeli’ye bırakmış gibi, o çok ciddi bir şekilde sahiplenmediği için de kendi tabanında çok büyük bir hareketlilik görmüyoruz. Böyle de bir husus var. Tabii şunu da söylemek lazım, Erdoğan çok fazla sahiplenirse bu sefer de muhalefetteki insanların şüphesi artacaktır. Benim şu ana kadarki gözlemlerim, olayın bir tarafı olan Kürtlerde hep bir ihtiyatlı bir iyimserlik olduğu yönünde. Eğer birtakım somut gelişmeler olursa, ihtiyat payı azalır. Mesela Selahattin Demirtaş ve arkadaşları tahliye edilirse… Bunlar çok önemli eşikler olacak. Herhalde önümüzdeki dönemde, önümüzdeki günlerde en çok bunları gözleyeceğiz, tartışacağız. Bunlar bizim için yeni sürecin kilometre taşları olacak. Bugün saat 17.00’de Ankara’daki görüşmelerden hareketle bir canlı yayında karşınızda olacağım tekrar. Ankara’da arkadaşımız Özgecan Özgenç yerinde izliyor görüşmeleri, o anlatacak. Ferit Aslan Diyarbakır’dan, ‘‘Bölgede kanaat önderleri bu yeni süreci nasıl değerlendiriyor?’’ sorusunu cevaplayacak ve nihayet Mümtaz’er Türköne ile bu süreci konuşacağız. Çünkü biliyorsunuz, Mümtaz’er başından itibaren bu konuda çok açık ve net bir şekilde Bahçeli’den yana yazılar yazdı, yayınlar yaptı, biz de birlikte yaptık. Onunla ne durumda olduğumuzu konuşacağız. Saat 17.00’de tekrar karşınızda olmak üzere, hepinize tekrar iyi yıllar diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.