Bir mozaik olarak Türkiye‘nin 38. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Hanri Leylek ile Türkiye’de Katolikleri konuştu.
Türkiye’de Katolikler kimler? Katolikler nerede yaşıyor? Türkiye’nin nerelerinde yaşıyorlar? Katolik kültürü günümüze nasıl geldi? Katoliklerin tarihi ne? Türkiye’deki Katoliklerin etnik kökeni nedir? Türkiye’de kaç tane Katolik kilisesi var?
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizin 38. bölümüne geldik. Evet, bayağı yol kat ettik ve bugün çok önemli bir topluluğu, Katolikleri konuşuyoruz. Hanri Leylek Bey stüdyoda, bize Katolikleri anlatacak. Hoş geldiniz Hanri Bey.
Hanri Leylek: Hoş bulduk, teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: Siz Hataylısınız.
Hanri Leylek: Evet, aslen Antakyalıyım.
Ruşen Çakır: Hatay, Antakya, onlar da hep hata yapıyorum. Antakyalısınız, evet. Katoliksiniz.
Hanri Leylek: Evet, doğrudur.
Ruşen Çakır: Ve Katolikliği de, Türkiye’deki Katolikliği de iyi biliyorsunuz. Çünkü rehberlik de yapıyorsunuz.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Hanri Leylek: Doğru, doğru, o da var, evet.
Ruşen Çakır: Ve anladığım kadarıyla dünyanın dört bir tarafından gelen Katolikleri de gezdiriyorsunuz Türkiye’de, yanlış mı?
Hanri Leylek: Özellikle İtalyanlar. Çünkü her dilin ayrı ayrı rehberleri var. Ben İtalyanca rehber olduğum için İtalya’dan gelenleri gezdiriyorum.
Ruşen Çakır: O zaman Anadolu’da Katoliklik denince ne geliyor akla, Türkiye’de Katoliklik denince? Biraz geriye gidelim. Tarih boyunca biliyoruz ki Anadolu hep Hristiyanlığa ve dolayısıyla da Katolikliğe mekân olmuş bir yer. Bunu iniş çıkışlarıyla hızlıca bir özetler misiniz?
Hanri Leylek: Tabii ki. Şimdi Katolik dediğimiz zaman hemen insanların aklına yabancı, Avrupalı geliyor. Fakat Hristiyanlığın ilk dönemlerinde Hristiyanlar hem Katoliktir hem Ortodokstur. Yani bunlar teknik terim olmadan önce evrensel terimlerdir. Nedir Ortodoks? Doğru öğreti. Katolik nedir? Evrenseldir. Yani kilise hem doğru öğretiyor hem de evrenseldir, herkese açıktır. Ondan sonra, 1000’li yıllardan sonra bunlar teknik terimler haline dönüşüyor. Ortodoksluk Doğu kiliseleri olarak tanımlanıyor, Katoliklik de Batı kiliseleri olarak tanımlanıyor. Yani teknik terim olmadan önce bunlar evrensel terimlerdi. Yani bütün Hristiyanlar için geçerli terimlerdi.
Ruşen Çakır: Anadolu’da hepsi vardı.
Hanri Leylek: Hepsi vardı. Hepsi vardı tabii ki, tüm Hristiyanlık bölünene kadar. Yani resmi ayrılık 1054 olarak tanımlanıyor şimdi. Katoliklikle Ortodoksluğun tamamen kopması olarak tanımlanıyor. Aslında bundan önce de yavaş yavaş ayrışmalar başlamıştı. Sebep, Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesi. 4. yüzyılda I. Theodosius imparatorluğu iki oğlu arasında paylaştırıyor. Biri Arcadius, biri ise Honorius. Arcadius, doğunun imparatoru oluyor, Honorius da batının imparatoru oluyor ve Hristiyanlık iki farklı kültürde gelişiyor. Burada bir Helen kültüründe gelişiyor Hristiyanlık. Hristiyanlar Rumca konuşmuyorlar. Burada Roma İmparatorluğu da Rumlaşıyor, Helenleşiyor. Batıda ise Latin dili öne çıkıyor ve Avrupa’yı istila eden barbarlar dahi Latinleşiyor. Bazı yapılan konsüllerde, konsüle katılan kilise büyükleri birbirlerinin dilini dahi anlayamaz hale geliyorlar. Bunun için Hristiyanlık doğu tarzında bir gelişme gösteriyor burada; orada ise batı tarzında, yani Latin kültürde bir gelişme oluyor. Yoksa öğreti açısından, diyelim kutsal kitaptaki Katolik öğretisi ile Ortodoks öğretisi arasında pek bir fark yoktur.
Ruşen Çakır: Ama sonra kurumsallaşmalar çok farklı olmuş.
Hanri Leylek: Kurumsallaşmalar çok farklı, çünkü aslında siyaset ortaya giriyor. Ne zaman başlıyor bu siyaset? Konstantin, başkentini Roma’dan İstanbul’a taşıyor. Konstantinopolis oluyor. Konstantinopolis’te henüz bir episkoposluk merkezi yoktu. O zamanki episkoposluk merkezi Karadeniz’deydi. Karadeniz Ereğlisi’ydi episkoposluk merkezi. Fakat Konstantin’in burayı, Bizans’ı başkent yapmasıyla buranın kilisesi yavaş yavaş ön plana çıkıyor ve “İmparator neredeyse yönetim oradadır” fikri öne çıkıyor. Burada da bir patrikhane, bir episkoposluk, daha sonra patrikhane kuruluyor.
Ruşen Çakır: Peki, şu anda baktığımız zaman Türkiye’de… Ben şu ana kadar çok sayıda Ortodoksla konuştum. Yani Ortodoks Ermenilerle konuştum, Rumlarla konuştum, Arap Ortodokslarla konuştum. Onların bir de büyük kısmının belli bir etnisite ile karışık olduğunu görüyoruz. Hepsi olmasa bile büyük bir kısmı. Sizin durumunuz biraz farklı. Siz Katolikler etnik olarak… Yani Türkiye’deki Katolikler etnik olarak nedir?
Hanri Leylek: Evet, şimdi şu şekilde, bir Latin Katoliklerden bahsedebiliriz. Latin Katolikler, genelde Levanten dediğimiz, Fransa’dan kalmış, Cenova’dan kalmış, Pisa’dan kalmış, yani deniz cumhuriyetlerinden kalmış, 1000’li yıllarda buraya gelmiş insanların devamıdır, genelde Latin Katolik dediğimiz. Bir de Doğu Katolikleri var. Doğu Katolikleri kimler olabilir? Mesela Maruniler, Keldaniler, Süryani Ortodokslar, Süryani Katolikler, Ermeni Katolikler ve daha başkaları. Türkiye’de bunların hemen hemen tümünden temsilciler bulunuyor.
Ruşen Çakır: Ben şimdiye kadar Keldanileri, Süryanileri ayrı ayrı yaptım ve Levantenleri de Rinaldo Marmara ile sözleştik. İnşallah bir aksilik olmazsa onunla da yapacağız. O zaman size daha genel olarak baktığınız zaman şu anda Türkiye Cumhuriyeti topraklarında ne kadar Katolik kilisesi var? Nerelerde var?
Hanri Leylek: Latin Katolik olarak belki de 10-15 tane falan vardır. Özellikle İstanbul en yoğun şekilde temsil edildiği yer. Ondan sonra Ankara’da ve güneyde; Antakya, Mersin, İskenderun bölgelerinde. İzmir’de de mevcut tabii. Ve Türkiye üç tane episkoposluk bölgesine ayrılmış Latin episkoposluğu olarak. Bir İstanbul episkoposluğu, İstanbul ve çevresi; İzmir episkoposluğu, İzmir ve çevresi; bir de Anadolu episkoposluğu, Ankara’nın doğusu ve bütün o tarafları kapsıyor. Bunlar Latin Katolik episkoposlukları olarak. Bunların dışında da tabii Süryani episkoposluğu var, Ermeni episkoposluğu var, Keldani episkoposluğu var Katolik olarak.
Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum Hanri Bey. Çok acı bir olay yaşanmıştı Trabzon’da, Rahip Santoro. İlk adını hatırlamıyorum ama.
Hanri Leylek: Andrea.
Ruşen Çakır: Andrea Santoro. Katledilmişti.
Hanri Leylek: Doğrudur.
Ruşen Çakır: Şimdi ben de Karadenizli birisiyim. Eşim Trabzonlu, ama kendim de Hopalı olduğum için az buçuk biliyorum. Trabzon’da Katolik kilisesi… Yani orada bir Katolik cemaat mi var?
Hanri Leylek: Evet, vardı bir Katolik cemaati. Özellikle çünkü orada Ceneviz kolonileri vardı ve bu ailelerden kalanlar orada hâlâ yaşıyorlardı bu kolonilerde, bu bölgede. Ve bizim bazı rahipler bir ara Gürcistan’dan 1800’lü yıllarda kovuldular, sınır dışı edildiler ve sınır dışı edilen bazı rahipler, Kapusen rahipler diyelim, Trabzon bölgesine geliyorlar, Samsun bölgesine geliyorlar, Ordu’ya, Giresun’a ve oradaki kalan Latinlerle ilgilenmeye başlıyorlar. Bunun için o yıllarda kilise de açılıyor, bu Latinlerin ibadet ihtiyaçları için.
Ruşen Çakır: Peki, halihazırda cemaat var mı?
Hanri Leylek: Çok olmasa da vardır mutlaka. Tabii çok olmasa da vardır Latin Katolik olarak, sayıları az da olsa var.
Ruşen Çakır: Rakam söylemeniz mümkün mü? Özellikle çünkü Katolikliğin durumunda bir de Türkiye’de yaşayan, şu ya da bu şekilde, evlilik yoluyla ya da iş nedeniyle gelip de Katolik kiliselerine devam eden kişiler var. Ama özellikle şunu merak ediyorum; Türkiye Cumhuriyeti uyruklu Katolik vatandaş sayısı hakkında bir tahmin yapabiliyor musunuz?
Hanri Leylek: Yani hepsini içine katsak, yani Latinler, Süryaniler, Ermeni Katolikler, hepsini katsak herhalde 30.000 civarında bir şey olmalı diye düşünüyorum. Ama birçok Latin Katolik de şimdi T.C. vatandaşı. Belki bir İtalyan vatandaşlığı da vardır, çifte vatandaşlığı da vardır ama hepsi artık Türkiye’de yaşayan T.C. vatandaşları.
Ruşen Çakır: Peki, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup ruhban olan var mı?
Hanri Leylek: Vardır tabii tabii ama Türkiye’de ruhban okulu olmadığı için yurt dışında bir yerde okuması gerekiyor. Okulu bitirdikten sonra gelip burada görev alabiliyor.
Ruşen Çakır: Ben Galatasaray Lisesi’nde okudum ve hemen bizim yanımızda Saint Antuan Kilisesi var ve özellikle hafta sonları, pazar günleri çok büyük bir hareket olur. Buraya tabii ki turistler geliyor, Katolik olan turistler ibadet için gidiyor, ama bir de çok meraklılar gidiyor. Yani Hristiyanlıkla hiç ilişkisi olmayan insanlar da gidiyor. Saint Antuan şu anda Türkiye’de Katoliklerin en öne çıkan kilisesi mi?
Hanri Leylek: Yani diyelim, en yoğun ziyaret edilen kilisesi. Bir de İstanbul büyük bir kent olduğu için İstanbul’a iş için, turistik amaçla gelen çok insan var ve burası onların bir ibadet yeri olarak da görünüyor. Mesela Filipinler’den gelen Hristiyanlar olabilir, Afrika’dan gelen Hristiyanlar olabilir. Bunların kendilerine ait kiliseleri olmadığı için merkezi bir kilise olarak Saint Antuan’ı görüyorlar. Orada toplanıp ibadetlerini yerine getiriyorlar.
Ruşen Çakır: Peki, Katoliklerin Türkiye’deki durumu nedir? Siz de Lozan’la alakalı bir durumda mısınız?
Hanri Leylek: Evet, arada bir hep Lozan karşımıza çıkıyordu. Lozan’da şöyle, Lozan’da öyle, Lozan’da böyle… Yani bu Lozan’ın tam olarak ne olduğu konusunda birçok yorum da yapılabiliyor. Lozan’dan herhalde kalan en büyük sorunlarımızdan biri, kilisenin tüzel kişiliğinin tanınmaması. Katolik kilisesinin tüzel kişiliği yoktur. Ne oluyor? Yani resmi olarak biz yokuz. Resmi olarak biz tanınmıyoruz.
Ruşen Çakır: Gerçekten mi?
Hanri Leylek: Mesela Katolik kilisesi gidip bir bankada bir hesap açtıramaz.
Ruşen Çakır: Peki nasıl var oluyor? Hangi statüde var oluyor? Yani arka yolu nasıl buldunuz?
Hanri Leylek: Var olduğu için var olarak kabul ediliyor. Mesela diyelim ki Mersin’i ele alalım. Mersin Katolik Kilisesi… Yıllardır, 2000’li yıllara kadar kilisenin bir tapusu yoktu, hiçbir şeyi yoktu. Tapu hanesi boş, kilisenin arazi hanesi boş. Hazine diyor ki; “Burası bizim.” Belediye diyor ki; “Burası bizim.” Öteki diyor ki; “Burası bizim.” 10 yıl süren mahkemeden sonra dediler ki; “Evet, doğru, burası Katolik Kilisesi.” O zaman Katolik Kilisesi’nin bir şey olarak yazılması gerekti, ‘‘Vakıf olarak tapuyu dolduralım’’ dediler ve ‘‘Katolik Kilisesi Vakfı’’ şeklinde geçti.
Ruşen Çakır: Mesela Saint Antuan’ın statüsü ne?
Hanri Leylek: Onların da aynı sorunları var diye düşünüyorum. Hem kilisenin sorunu hem de mülkiyet sorunu, çevresinde bulunan binaların sorunu vardır mutlaka.
Ruşen Çakır: Şimdi tabii ki siz Türkiye topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuralları içerisinde yaşıyorsunuz ama biliyoruz ki Katoliklik bir anlamda Vatikan’a bağlı ve Vatikan’la da Türkiye’nin resmi ilişkileri var, büyükelçileri var vesaire. Sonuçta bu tür sorunlar oralarda gündeme getirilmiyor mu, yoksa Vatikan “Biz bunu gündeme getirirsek iç işlerine karışmak gibi algılanır” diye mi düşünüyorlar?
Hanri Leylek: Mutlaka, mutlaka Vatikan Büyükelçiliği’nin bunlardan haberi var, bu sorunlardan haberi var; çünkü her Katolik kilisesinin böyle bir sorunu var. Mülkiyet sorunu var, tüzel kişilik sorunu var. Mutlaka dillendiriliyor. Belki henüz zaman daha uygun değildir. Ama yavaş yavaş olabilir belki.
Ruşen Çakır: Peki, toplum içerisindeki konumunuz nasıl? Tarih boyunca ya da en azından yakın dönemde, mesela Ermenilerin çok yaşadığı sorunlar oldu biliyorsunuz, dışarıda yaşanan olaylar nedeniyle vesaire… Yahudilerin İsrail söz konusu olduğunda oluyor. Katoliklik toplumun diğer kesimleri tarafından nasıl algılanıyor? Her ne kadar siz Antakyalı olsanız da… Antakya’da çok kültürlü bir yapı olduğu için daha kolaydır diye varsayıyorum ama emin değilim.
Hanri Leylek: Mutlaka, mutlaka işte bazı sorunlar olunca… Bilmiyorum. Diyelim Papa ya da bir başka dini lider bir konuşma yaptığı zaman ya da başka dini rahatsız edici bir konuşma olduğu zaman, bizde de gösteriler oluyordu. Kilise önünde protestolar yapılabiliyordu. Yani böyle şeylerden sorumlu tutulmamalı tabii yerel kiliseler. Bu bir kurumdur, yani papanın söylediği sözlerdir ya da konuşmasında geçen şeylerdir. Ama ne yazık ki bazen bu şeylerle karşılaşıyoruz. Ama ufak tefek şeyler oluyor. Yani bu gösteriler çok fazla rahatsızlık verici şeyler değil.
Ruşen Çakır: Bir de tabii şimdi bunu söyleyince birden aklıma geldi, Mehmet Ali Ağca, Papa’yı vuran kişi. Şimdi sizler için çok tarihi bir an olsa gerek. Siz o sırada kaç yaşındaydınız?
Hanri Leylek: Hangi yılda vurmuştu?
Ruşen Çakır: Mehmet Ali Ağca’nın Papa’yı vurduğu tarih; 13 Mayıs 1981.
Hanri Leylek: Ha, 1981, evet.
Ruşen Çakır: Tabii, 12 Eylül’ün hemen sonrasında.
Hanri Leylek: O zaman ben, 63, 73, 83, 18 yaşında falandım. Tabii güzel bir şey olmadı özellikle Türkiye açısından. Yani bir Türk’ün bir din adamını vurması, Roma’da vurması güzel bir reklam olmadı, güzel bir propaganda olmadı. Ama yani… Olmasaydı daha iyi olacaktı.
Ruşen Çakır: Şunu sorayım, siz sayıca azsınız. Konuştuğum birçok grupta aynı şey söz konusu. Sayıca azsınız. Bir tarafta kimliklerinizin de var kalmasını istiyorsunuz ama bir tarafta dünya globalleşiyor, küreselleşiyor vesaire. Mesela çocuklarınız, gençler, yeni kuşaklar bu Katolik kimliğine sahip çıkıyorlar mı, yoksa bir çözülme, bir ilgisizlik vesaire söz konusu mu?
Hanri Leylek: Yani yeni nesillerde biraz ilgisizlik görülüyor, bütün dünyada olduğu gibi az çok. Yani ilgileri farklı, farklı yönlere çevrilmiş. Belirli bir yaşa kadar kiliseye devam ediyorlar, sonra belirli bir yaştan sonra artık dikkatler farklı farklı yerlere dönüyor, çevriliyor. Yani her zaman sahip çıkılmıyor.
Ruşen Çakır: Siz ama herhalde çocuklarınızı ayinlere götürüyorsunuz.
Hanri Leylek: Mutlaka aileler bunu yapıyor. Fakat çocuk daha sonra kendi yolunu da seçebiliyor, arkadaşlarının etkisiyle, çevrenin etkisiyle. Bir sekülerizm var. Dinden bir soğuma, dinden uzaklaşma mutlaka vardır, oluyor.
Ruşen Çakır: Peki, karma evlilik yapıyor mu Türkiye’deki Katolikler? Çünkü genellikle yine bu topluluklar… Mesela Süryanilere sorduğumda demişti ki; ‘‘Tercih etmiyoruz, ama oluyor.’’
Hanri Leylek: Katolik kilisesinde karma evlilik olabiliyor. Yani bir Katolik, bir Müslümanla evlenebiliyor. Bu da olabiliyor. Kilise evliliği de yapabiliyorlar. Kilisede bazı kuralların kabul edilmesi lazım. Mesela Katolik evliliğin kabul edilmesi; Katolik evliliğinde ayrılık yoktur, bunlar kabul edilmeli. Başka Katolik öğretilerin kabul edilmesi aracılığıyla bu evlilikler gerçekleşiyor ve var, ve var.
Ruşen Çakır: Peki, şu anda Türkiye’de Katoliklerin en büyük şikayeti ya da beklentisi nedir? Kiliselerin konumunu, statüsü meselesini söylediniz. Onun dışında Katoliklerin devletten özellikle bir beklentisi var mı, varsa nedir?
Hanri Leylek: Yani Katolik kilisesi dediğimiz zaman, artık yabancı bir unsur olarak görülmemeli. Yani buranın bir varlığıdır, burada var ve Katolikler de Türktür, Türk Katolik’tir. Onun için onlara yabancı bir kurum gibi ya da Türkiye’ye gelip yerleşmiş yabancı bir cisim olarak bakılmamalı.
Ruşen Çakır: Biraz da kötücül anlamlar yükleme de olabiliyor herhalde.
Hanri Leylek: Mutlaka, mutlaka oluyor. İşte, ‘‘Bilmem Katolik kilisesi, bilmem Vatikan’ın ajanıymış, bilmem şunun ajanıymış, bunun ajanıymış’’ gibi şeyler olabiliyor. Yani biz burada yaşıyoruz, ben de Katoliğim, ben de yaşıyorum. Türkiye’nin iyiliği benim iyiliğimdir, Türkiye’nin kötü gitmesi benim kötü gitmemdir. Aynı gemide ilerliyoruz. Onun için farklı farklı düşüncelere sahip olmak çok yanlış bir şey diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Hanri Bey, Protestanlıkta çok yaygın olduğunu biliyorum; mesela Yehova Şahitleri de var, Mormonlar da var, bayağı bir misyonerlik faaliyetleri var ve Türkiye’de de mesela Müslüman orijinli olup sonradan bunları tercih edenler de oluyor. Katoliklikte böyle bir şey söz konusu mu? Yani isteyen birisi Katolik olabiliyor mu ya da nasıl oluyor ya da onların olması için kiliseler çalışıyor mu?
Hanri Leylek: Şimdi şu şekilde; kendini evrensel kabul eden her dinde misyonerlik vardır. Yani o din, belirli bir ırka, belirli bir dile ait değildir, evrenseldir, bütün dünyayı kapsar. Bu, Müslümanlık’ta da öyledir, Hristiyanlık’ta da öyledir. Müslümanlıkta buna tebliğ diyorlar, değil mi?
Ruşen Çakır: Evet.
Hanri Leylek: ‘‘Ben inancımı diğerine tebliğ etmekle yükümlüyüm çünkü ben bu dine inanıyorum, bunun doğru olduğunu biliyorum ve karşımdakinin de benim gibi olmasını, benim gibi düşünmesini isterim’’ gibi. Hristiyanlık da aynı şekilde evrensel bir dindir ve kendi doğrularına sahiptir ve bu doğrularını başkalarına vermekle de yükümlüdür, öğretmekle de yükümlüdür. Ha, kilise gidip caddelerde, sokaklarda ‘‘Hristiyanlık şöyledir, böyledir’’ gibi propagandalar yapmaz ama gelip biri kapıyı çalıp ‘‘Ben Hristiyan olmak istiyorum’’ derse, ‘‘Katolik olmak istiyorum’’ derse, her şeyden önce ‘‘Neden?’’ diye sorulur. Ve 2 yıl, 3 yıl, 4 yıl süren bir gözleme süreci vardır; ‘‘Acaba neden Katolik olmak istiyor?’’ diye.
Ruşen Çakır: Öyle bir süreç oluyor.
Hanri Leylek: Tabii ki, tabii ki. Yani hop diye kabul etme gibi bir şey söz konusu olamaz. Onun için belirli bir süre öğrenmesi gerekiyor Eski Ahit’i, Yeni Ahit’i, kilise kurallarını, her şeyi ve bunun ötesinde yaşam şekli Hristiyanca olmalı, Hristiyan şeklini almalı. Ondan sonra tekrar bakılıp karar verilir, olur mu, olmaz mı diye.
Ruşen Çakır: Bir kabul mekanizması var yani.
Hanri Leylek: Tabii, tabii, tabii.
Ruşen Çakır: Yani herhangi birisi kendini Katolik ilan etse bile kiliseye bağlı olabilmesi için…
Hanri Leylek: Tabii ki.
Ruşen Çakır: Ama tek başına isterse hiçbir kiliseye bağlı olmadan da olabilir.
Hanri Leylek: Olabilir tabii, o kendisinin bileceği bir iş, kendisinin seçimi.
Ruşen Çakır: Bundan dolayı herhalde birtakım sorunları Protestanların yaşadığını biliyoruz. Mesela Malatya’daydı yanılmıyorsam, bir katliam oldu vesaire.
Hanri Leylek: Evet, evet.
Ruşen Çakır: Sizlerin başına böyle şeyler geldi mi?
Hanri Leylek: Yok, o kadar bir… Yani Protestanlar kadar bir kilisenin, Katolik kilisesinin misyonerlik faaliyetleri falan yok. Özellikle o yerel cemaatlerle ilgileniyor, yani dışa dönük bir şey değil pek. Fakat gelip kapıyı çalıp “Bu nedir?” diye sorduklarında tabii kiliseler buna cevap veriyor, bilgilendiriyorlar. Onun için böyle bir şeyimiz pek oldu diyemem. Hayır, hatırladığım kadarıyla yok.
Ruşen Çakır: Peki, son olarak şunu sorayım. Siz mesleğiniz gereği çok kişiyi, İtalyanları biliyorsunuz.
Hanri Leylek: Evet.
Ruşen Çakır: Anadolu, dünya Katolikleri için bir cazibe merkezi mi?
Hanri Leylek: Tabii ki, tabii ki. Biz diyoruz ki: Hristiyanlık İsrail’de başladı; ama geliştiği, büyüdüğü, öğretilerini oluşturduğu yer Anadolu toprakları. Onun için Hristiyanlığın kutsal toprakları olarak da kabul edilebilir Anadolu. Yani bütün şeyler burada gerçekleşti, konsüller burada gerçekleşti, kilise büyükleri, kilise babaları, ilk kilise yaşantıları, manastır yaşantıları Anadolu’da başladı.
Ruşen Çakır: Peki buradaki birtakım yerler, kurumlar ya da eskiden kalma yerler, devlet tarafından iyi gözetiliyor mu, korunuyor mu? Bu anlamda sorunlar yaşıyor musunuz?
Hanri Leylek: Yani bazı yerler tabii korunmuş; ama bazı yerler de ne yazık ki terk edilmiş.
Ruşen Çakır: Onları sizler üstlenmiyor musunuz mesela, Katolikler olarak?
Hanri Leylek: Bunu üstlenemezler, çünkü bunun için ne bir maddi imkanları var, bu bir; ikincisi, ne de böyle bir yetkileri var.
Ruşen Çakır: Anlıyorum. İlk aklıma gelen tabii ki Meryem Ana, değil mi? En cazip yer Meryem Ana mı?
Hanri Leylek: Efes mi?
Ruşen Çakır: Evet.
Hanri Leylek: Birçok yer var. Meryem Ana, işte sonradan bulunmuş bir yer. Anne Catherine Emmerich’in rüyasında gördükleriyle ortaya çıkmış. Ama ondan daha eski, yani çok daha önemli yerler de var tabii.
Ruşen Çakır: Peki, Türkiye’de Katolikler… Siz mesleğiniz gereği biliyorsunuz ama kendi halinde bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Katolik buraları bilir, gezer mi?
Hanri Leylek: Yani her Katolik de dinini biliyor diye bir şey yok. Bazen adı Katolik’tir ama…
Ruşen Çakır: Kendisi değildir.
Hanri Leylek: Kendisi değildir. Farklı dinlerde de var bu, olabiliyor. Tabii bilinçli Katolikler de okuyup öğrendiği zaman neyin ne olduğunu, tabii ki biliyordur buraları ve gezme isteği vardır, görme isteği vardır.
Ruşen Çakır: Evet, nasıl toparlayalım Hanri Bey? Türkiye, Katoliklik, ne demek istersiniz?
Hanri Leylek: Yani Katoliklik, Türkiye’nin bir gerçeğidir, bir parçasıdır ve bunlar vardır. Her zaman oldular, Hristiyanlığın doğuşundan beri oldular.
Ruşen Çakır: Bundan sonra da olacaklar.
Hanri Leylek: Bundan sonra da umarım olmaya devam ederler, en rahat bir şekilde, en güzel bir şekilde.
Ruşen Çakır: Evet, çok sağ olun.
Hanri Leylek: Ben teşekkür ederim, sağ olun.
Ruşen Çakır: Evet, ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 38. bölümünde Türkiye’deki Katolik Hristiyanları konuştuk. Antakyalı Hanri Leylek bize anlattı. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.