Selahattin Demirtaş 7 Eylül 2020’de Ruşen Çakır’a verdiği röportajda “Dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve ‘Kahvaltıya geldik’ derdim” dedi. Peki Meral Akşener, Demirtaş’ın elini sıkmış olsaydı Türkiye’de neler değişirdi? Türkiye’de sağın en büyük sorunu neydi? Ruşen Çakır, geçmişte Demirtaş ile yaptığı röportajı ele alarak, yeni çözüm sürecini bu videoda anlattı.
Çakır, bu videoda “Zamanında Selahattin Demirtaş, Meral Akşener’i muhatap olarak görmüştü ve ama eli açıkta kaldı. Ahmet Türk muhatap olarak Devlet Bahçeli’yi görüyor ve elinin sıkıldığını görüyor. Olay bu kadar basit” dedi.
Çakır, Kürt sorunu çözülürse ve PKK silah bırakırsa, sürece olumlu anlamda dahil olanların tarihe geçeceklerini söyledi. Çakır “Umarım bu fırsat değerlendirilir” diye sözlerine devam etti.
7 Eylül 2020’de Demirtaş’ın Çakır ile yaptığı röportajın bir kısmı:
Çakır: İzleme imkanınız olmadığını biliyorum ama belki mealen size iletmişlerdir: Medyascope’ta iki metninizi değerlendirdiğim bir yayında sizin “ne?” sorusunu cevaplarken “nasıl?” sorusunu aynı netlikle cevaplamadığınızı ileri sürdüm. Örneğin demokrasi cephesinin muhtemel bileşenleri arasındaki geçmişten gelen sorunların nasıl aşılır?
Demirtaş: Ben, hapishanedeki siyasetçi bir rehine olarak dışarıya bir tartışma metni sundum sadece. Bunu eksiğiyle, gediğiyle tartışıp geliştirmek, hayata geçirmek dışarıdakilerin işidir. Ben buradan kimse adına karar da veremem pratik siyasete müdahale de edemem. Bunun için pozisyonum da imkanım da yok. Dolayısıyla “nasıl” sorusunun pratikteki cevabını dışarıdaki siyasetçiler bulacak. Ben elimden gelen desteği sunarak kolaylaştırıcı olabilirim ancak.
Ben dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve “Kahvaltıya geldik” derdim
Örneğin, siyasi amaçla bir araya gelmeden önce tüm liderler, sırf aile ziyareti kapsamında ve insani ilişki çerçevesinde, bir kahvaltı için herhangi bir liderin evinde buluşarak birbirlerini daha yakından tanımaya, daha iyi anlamaya gayret edebilirler. Mesela ben dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve “Kahvaltıya geldik” derdim.
Röportajın tamamı için tıklayın
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Merhaba, iyi günler. Salı günü yine böyle bir mekanda Türkiye’deki ülkücü hareketin içinden geçtiği ilginç süreci ele almıştım ve MHP’nin, bir anlamda Bahçeli’nin Öcalan açılımıyla birlikte Türkiye’de siyasetin merkezine doğru geldiğini söylemiştim. Farklı tepkiler geldi. Çok anlaşılır bir şey. İYİ Parti’de siyaset yapan bir dostumdan bana, “Çok erken paye veriyorsun” diye bir mesaj geldi. Ben de ona dedim ki, “Yemeyenin malını yerler.” Neden bunu dedim? 5 yıl öncesine gidelim, 4,5 yıl öncesine gidelim. 2020 Eylül’ü, Selahattin Demirtaş cezaevinde her zaman olduğu gibi maalesef ve o tarihlerde Selahattin Demirtaş yazıyor, konuşuyor, röportajlar veriyor. Ben de çok eskiden tanıdığım, bayağı da bir yakınlığımız olan Selahattin Demirtaş’a sorular yolladım avukatları üzerinden ve Millet İttifakı’nın ilk zamanları. İYİ Parti çok ciddi bir çıkış yakalamış 2018 seçimlerinde, bayağı bir %10’a yakın oy almış, CHP ile yakınlaşmış, muhalefetin içerisinde yer alıyor ve Selahattin Demirtaş’a yolladığım soruların bir yerinde de tabii ki İYİ Parti ve Meral Akşener vardı. Demirtaş orada — başlığa çıkarttığımız, çünkü başlığa çıkartmamak gibi seçeneğimiz yoktu, çok çarpıcıydı — çok ilginç bir şey söylemişti, aynen okuyayım: ‘‘Dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile — Başak, eşi — birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve ‘Kahvaltıya geldik’ derdim.’’ Çok çarpıcıydı, uzatılmış bir eldi. Sonuçta Meral Akşener ve partisi, ülkücü hareket içerisinden, MHP’den kopmuş, kendini merkezde tanımlamaya çalışan ve Türkiye’nin sorunlarını çözme iddiasındaki bir partiydi. Ve Türkiye’nin sorunlarının en başlarında, bence birinci sırada Kürt sorunu yer alıyor ve Selahattin Demirtaş da bu anlamda Kürt hareketinin en öne çıkan sivil figürü, cezaevinde olsa bile fiilen, o tarihte HDP’ydi, HDP’nin Eş Genel Başkanı gibi görülüyordu. Tabii bu çok konuşuldu, çok alıntı yapıldı. Meral Akşener’e, bu çıkışın ardından FOX TV‘de canlı yayına çıktığında soruluyor tabii ki: “Ne diyorsunuz, Selahattin Demirtaş böyle böyle demiş?” Aynen şöyle diyor, okuyorum: “Güneydoğu’da bir gelenek var, kan davalınız bile olsa kapınızı çaldığı zaman içeri alırsınız. Evin en yaşlısı tarafından karşılanır, sonra kapıdan çıkıp gittikten sonra davanız devam eder.” Bu cevap ilk başta hani olumlu gibi geliyor ama hiç de olumlu bir cevap değil; “Kan davalımdır, kan davam sürer, tamam, kahvaltıda buyur ederiz, ondan sonra gider kaldığımız yerden devam ederiz.” Bu eli sıkmadı Meral Akşener. “Yemeyenin malını yerler” derken bunu kastettim o arkadaşıma, İYİ Parti’de siyaset yapan arkadaşıma. İYİ Parti, Türkiye’de ülkücü hareket içerisinden gelip Kürt sorununu çözme konusunda aktif rol oynayabilecek bir partiydi. Kurulduğu andan itibaren hep böyle bir beklenti oluştu, daha sonra CHP ile birlikte, CHP’ye yakınlaşması ile birlikte bu iyice kendini gösterdi. Akşener sürekli olarak kutuplaşma karşıtı bir dil de kullandı ama iş Kürt sorununa gelince hep ayağı frendeydi. Ve şu anda İYİ Parti’nin merkezde bir parti olma iddiası sözlü olarak sürüyor ama fiilen böyle bir yerde değil. Özellikle Devlet Bahçeli’nin açılımının ardından İYİ Parti konumunu eski ret ve inkar çizgisine taşıdı. Olay tabii ki Öcalan üzerinden tartışılıyor. Öcalan’ın DEM Parti’nin Meclis grubunda konuşması ya da işte Öcalan’a umma hakkı ya da umut hakkı tanınması, ev hapsi ihtimali üzerinden konuşuluyor; ama esas meselenin burada bir PKK sorununun ama bununla da iç içe geçmiş olan Kürt sorununun çözümünde kilitlendiği gözüküyor. İYİ Parti çok ciddi bir fırsat kaçırdı o tarihte. Eğer biraz daha yumuşak olsaydı, bir şekilde HDP, daha sonra Yeşil Sol Parti ve en son DEM Parti’yle belli anlamlarda ilişki içerisinde olsaydı, Kürt meselesi konusunda daha açık bir pozisyon alsaydı, bence işlerin rengi değişirdi. Şu anda Devlet Bahçeli bir fırsat yakalamış olduğunu düşünüyor bence — bunun büyük ölçüde bölgesel gelişmelerle ilgili olduğunu düşünüyorum — ve bir hamle yaptı. Bu hamle Erdoğan tarafından çok büyük bir coşkuyla karşılanmadı. Erdoğan daha ayağı frende gitti, Bahçeli’nin ayağı gazda. Öyle görüyoruz, ki normalde tersi olması gerekir. Bahçeli büyük bir risk aldı ama her risk aslında aynı zamanda fırsatlar da barındırır. Türkiye’de sağın en önemli sıkıntılarından birisi, özellikle Soğuk Savaş’ın ortadan kalkmasından sonra, komünist bloğun dağılmasından sonra, antikomünizm meselesi devre dışı kaldıktan sonra net bir şekilde Kürt sorunu oldu. Ne zaman ki birtakım sağda siyasetçiler Kürt sorunu konusunda birtakım çıkışlar yaptılarsa önleri açıldı. Mesela Süleyman Demirel’in Doğru Yol Partisi genel başkanıyken 1991 seçimleri öncesinde ‘‘Kürt realitesini tanımak’’ çıkışı böyledir. Daha sonra yerini devrettiği Tansu Çiller’in kalkıp ‘‘Bask Modeli’’nden bahsetmesi böyledir. Daha sonra Mehmet Ağar’ın kalkıp ‘‘düz ovada siyaset’’ demesi, ki 2004-2005 yılıydı yanılmıyorsam, böyledir. Hep bir kapıları zorlamak, açmaya çalışmak olarak görüldü ve genellikle tepki de aldı tabii kendi tabanından, kadrolarından. Ama bu partilerin, bu hareketlerin, bu siyasetçilerin önünü açar gibi oldu. Ne zaman ki fabrika ayarlarına döndüler, hepsi yavaş yavaş tasfiye oldu. Sırasıyla; Demirel, Doğru Yol Partisi, yok böyle bir parti artık. Şimdi burada ilginç bir olay yaşıyoruz. Sağın en ucunda olduğunu gördüğümüz ülkücü hareketin ve MHP’nin içinde ya da onun çevresinde, o hinterlandda Abdullah Öcalan, PKK ve DEM Parti üzerinden giden çok ciddi bir saflaşma var ve bu saflaşmada kimin nerede olduğu, hangi pozisyonu aldığı çok şaşırtıcı bir şekilde seyrediyor. Ve Devlet Bahçeli ve MHP en beklenmedik yerde pozisyon alırken, normalde bu konuda daha ılımlı olması beklenen isimler, özellikle İYİ Parti çok radikal pozisyonları tercih ediyorlar. Ve burada yaptıkları genellikle, Bahçeli’nin bu girişiminin sonuçsuz kalması beklentisi üzerine inşa ediyorlar. Bu aslında bekle-gör politikası. Bekle-gör politikasıyla İYİ Parti’nin ve diğerlerinin çok kazanacağı bir şey olduğunu açıkçası düşünmüyorum. Tabii ki Bahçeli’nin bu çıkışı sonuçsuz kalabilir, hüsranla sonuçlanabilir; ama sonuçsuz kalması, hüsranla sonuçlanması ihtimalinde bile MHP’nin büyük kayıplar yaşayıp bunun yerine bir İYİ Parti’nin ve Zafer Partisi’nin güçleneceğini düşünmek de bana çok abartılı geliyor. Evet, Türkiye’de sağın Kürt sorunuyla bir meselesi var, bu meselede çok fırsatlar çıktı önüne değişik sağcı siyasetçilerin ve sağcı partilerin. Kimileri bunları değerlendirdi, kimileri değerlendirir gibi yaptı, kimileri elinin tersiyle itti. Ve gördük ki MHP, Devlet Bahçeli beklenmedik bir çıkış yapabiliyormuş. Yani açık söyleyeyim 40 yıl düşünsem inanmazdım, ama şu anda böyle bir süreç içerisinden geçiyoruz. Gerçekten çok şaşırtıcı bir süreç, anlaşılması zor bir şey ama yaşıyoruz. Ve ‘‘40 yıl düşünsem’’ dedim, 40 yılı aşkın süredir devam eden Türkiye’nin çok ciddi bir sorunu var. Bu sorunun bitme ihtimali var. Ezkaza bu sorun bir şekilde biterse, yani PKK silah bırakırsa, o zaman burada olumlu anlamda parmağı olan, dahli olanlar tarihe iyi olarak geçecekler. Bu çatışmayı sonlandıranlar iyi olarak geçecekler. Böyle bir fırsat var. Umarım bu fırsat değerlendirilir ama çok zor bir süreç olduğu muhakkak. Şu haliyle baktığımız zaman kimilerinin eski ezberlerle gittiğini ve bu eski ezberlerin onları belli bir yere yapıştırdığını görüyoruz. Merkez derken, tabii ki MHP bir milliyetçi, aşırı milliyetçi — yabancı basın öyle söyler — bir parti olma özelliğini koruyacak ama Devlet Bahçeli’nin ağzından son birkaç aydır sürekli ‘‘barış, kardeşlik’’ gibi şeyleri duyuyor olmak da açıkçası hiç de fena bir şey değil. İster samimi olsun, ister samimi olmasın, sonuçta barışı, kardeşliği telaffuz etmek kötü bir şey değil. Selahattin Demirtaş burada Meral Akşener’i bir muhatap olarak görmüştü, eli açıkta kaldı. Ahmet Türk şu gün ve Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan, ama özellikle Ahmet Türk muhatap olarak Devlet Bahçeli’yi görüyor ve elinin sıkıldığını görüyor. Olay bu kadar basit. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.