Ruşen Çakır, Bahçeli’nin DEM Partililerin 1 Ekim’de elini sıkmasıyla başlayan yeni çözüm sürecini PKK silah bırakırsa yenildiğini kabul etmiş mi olacak? başlıklı videoda değerlendirdi. Ruşen Çakır, uzun süredir büyük ölçüde gizli yürütülen bir sürecin olduğunu belirterek, “Bu süreç Bahçeli’nin çıkışıyla başlamadı, ancak onun çıkışıyla kamusal alana taşındı” dedi.
Çakır, “Silahların susması şart. PKK’nın silah bırakması şart. İkinci olarak, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi için daha elverişli bir zemin oluşacak. Ancak bunun ötesinde, her ne kadar bir pazarlık olmadığı ısrarla vurgulansa da, bazı siyasi ve hukuki vaatlerin verilmiş olabileceğini tahmin ediyorum. Bu konuda elimde somut bir bilgi yok” dedi.
Ruşen Çakır, uzun süredir büyük ölçüde gizli yürütülen bir sürecin olduğunu belirterek, “Bu süreç Bahçeli’nin çıkışıyla başlamadı, ancak onun çıkışıyla kamusal alana taşındı” dedi.
Çakır sözlerine şöyle devam etti: “Burada bazı vaatlerin belli aşamalara dağıtılarak verildiğini düşünüyorum. Ancak verilmemiş olsa bile PKK’nın silah bırakması, bir savaşın bir tarafın kazanıp diğerinin kaybettiği, birinin her şeyi alıp diğerinin her şeyi verdiği bir sonuç doğurmayacak. Aksine, tüm tarafların az ya da çok kazanımlar elde ettiği bir süreç olacak diye düşünüyorum” dedi.
DEM Parti heyeti İmralı’dan döndü
DEM Parti heyeti bugün (22 Ocak) ikinci kez Abdullah Öcalan ile görüştü.
Görüşme dört saat sürdü. 28 Aralık’taki ilk görüşme 3,5 saat sürmüştü.
Bugün için şimdilik bir açıklama olması planlanmıyor,
Heyet, 20 Ocak Pazartesi günü ikinci kez Abdullah Öcalan ile görüşmek için Adalet Bakanlığı’na başvurmuştu.
Heyette Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan yer aldı. Yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Ahmet Türk, sağlık sorunlarından dolayı bu görüşmeye gitmediği açıklandı.
Öcalan ne zaman açıklama yapacak?
Medyascope’un edindiği bilgilere göre Abdullah Öcalan, “PKK’nın silah bırakma” çağrısını 15 Şubat’ta İmralı’da direkt kendisi yapacak.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Medyascope‘un edindiği bilgilere göre DEM Parti heyeti, Öcalan’a başta AKP, MHP ve CHP ile yaptıkları görüşmeleri aktaracak. Ayrıca heyet, bazı partilerin kaygılarını iletecek.
Heyetin İmralı’dan döndükten sonra açıklama yapıp yapmayacağı şu aşamada netlik kazanmazken, gözler 15 Şubat’a çevrildi. İmralı’dan döndükten sonra yeniden iktidar muhatapları ile görüşecek heyetin, bir olumsuzluk yaşanmaması durumunda üçüncü kez Öcalan’la görüşmesi bekleniyor.
Videonun tamamına buradan ulaşabilirsiniz
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Evet, demin Roj’la yaptığımız sohbetin bir yerinde de aynı husus geldi. Şu anda iktidar diyor ki, ‘‘Biz hiçbir şeyin pazarlığını yapmıyoruz, sadece örgütün kayıtsız şartsız silah bırakmasını istiyoruz. Eğer kendileri silahları gömmezse biz kendilerini gömeriz, bir gece ansızın gelebiliriz.’’ Ve sonuçta şöyle bir tablo çıkıyor ortaya: ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiçbir şey vermiyor, buna karşılık örgüt, PKK, Kandil silah bırakıyor, Suriye’deki güçlerini çekiyor.’’ Bunun detaylarının nasıl olacağı konusu hiç konuşulmuyor şu aşamada ama öncelikle böyle bir nokta, böyle bir tablo çiziliyor. Birincisi, bu ne kadar gerçekçi? Şu ana kadar siyasi iktidar adına yapılan açıklamalarda çok net bu pozisyon tanımlanıyor. Ama İmralı’dan gelen iki açıklamada da, önce Ömer Öcalan üzerinden ve sonra da İmralı heyeti üzerinden gelen iki açıklamada da çok ciddi bir demokrasi vurgusu var. Fakat biliyoruz ki demokrasiden kastedilen esas olarak Kürt sorununun çözümü. İktidarın böyle bir şeyi yok. Erdoğan zaten Kürt sorununu çözdüğünü söylüyor, Bahçeli de Kürt sorununun olmadığını söylüyor. Ama sürekli olarak da özellikle Bahçeli kardeşliğin tesisinden bahsediyor. Kardeşliğin tesisinin tek yolunun PKK’nın silah bırakması olmadığı muhakkak. Demin Roj da söyledi, anlattı. Burada önemli olan husus şu, hep dönüp dolaşıp aynı hususa geliyoruz aslında: Barış ve demokrasi ilişkisi. Türkiye’de Kürt sorununun – ki bence bütün sorunların anası – yıllardır süren, Cumhuriyet tarihine damga basan ve özellikle son 40 yılı aşkın sürede de çatışma ortamı üzerinde giden bu sorunun çözümünde nasıl bir yol izlenir? Kimileri diyor ki, ‘‘Türkiye demokratikleşir, Kürt sorunu çözülür ve dolayısıyla da PKK da zaten aradan kaybolur gider, varlık nedeni ortadan kalkar.’’ Kimileri de diyor ki, ‘‘Öncelikle silahlar susar, silahların sustuğu ortamda da demokrasinin zemini oluşur.’’ Bu tavuk-yumurta ilişkisi olarak söyleniyor ama ben tam öyle olduğunu düşünmüyorum. Ben ikinci görüşe daha yatkınım, öncelikle silahların susması gerektiğini düşünenlerdenim. Ki bunu uzun bir süredir, çözüm sürecinden önce de yazdım, sonra da yazdım, çözüm süreci sırasında da yazdım. O zamanlar Vatan gazetesinde yazdım ve savundum. Yani bence öncelikle PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakması gerekir. ‘‘Kayıtsız şartsız silah bırakması gerekir’’ dediğimde, PKK’ya yakın gibi olan kesimler “Biz kurbanlık koyun muyuz?” vesaire diye buna itiraz ettiler. Benimle dalga geçtiler ya da beni devlet ağzıyla konuşmakla falan suçladılar. Ama şöyle bir olay var: Türkiye’de çok güçlü bir Kürt hareketi var. Bu hareketin merkezi artık Kandil değil, bu hareketin merkezi artık Türkiye’nin kendisi. Bir ölçüde Diyarbakır, bir ölçüde İstanbul, bir ölçüde Ankara. Türkiye’de Kürtler bugün siyasete damgasını basıyor; sadece kendi sorunlarına sahip çıkma anlamında değil, aynı zamanda Türkiye’nin siyasi şekillenmesinde de. Demin Roj’un bahsettiği Haziran 2015 seçimi, AK Parti iktidarının, AK Parti’nin yaşadığı ilk büyük seçim yenilgisiydi ve bunun da en büyük nedeni HDP’nin o seçimde acayip bir oy patlaması yapmasıydı. Türkiye partisi olma iddiasıyla girdi o seçime. Yani çözüm sürecinden HDP güçlenerek çıktı, AK Parti zayıflayarak çıktı. Çok ilginç bir olaydı ve sonra malum Kasım seçimlerinde işin rengi değişti. Şunu söylemeye çalışıyorum: Kürt hareketi bugün yasal alanda, yasal siyasi alanda gördüğü bütün baskılara rağmen, kapatılan partilere, tutuklanan milletvekillerine, başkanlara, belediye başkanlarına rağmen hep bir şekilde yoluna devam ediyor ve belli bir oy potansiyelini çok güçlü bir şekilde koruyor ve bunu — son seçimde biraz seçime katılma oranı düşmüş olsa da — büyük ölçüde koruyor. İşte burada silahların sustuğu bir ortamda, bir de Selahattin Demirtaş gibi isimlerin iyice öne çıkması halinde bu hareketin önü çok ciddi bir şekilde açılır ve en önemlisi de siyasi iktidarların elinden terör bahanesini almış olur. Düşünün, şimdi Güneydoğu’daki birçok belediyeyi DEM Parti kazandı ve hemen ardından birtakım kayyumlar atandı. Geçen seferkinden farklı olarak daha az atandı ama atandı. Batman’a atandı mesela, Mardin’e atandı, daha sonra en son Mersin’de Akdeniz’e atandı, başkaları da var. Ve burada bütün olay ‘‘terörle irtibat’’ olarak tanımlandı. Şimdi terörün kendisinin ortadan kalktığı bir zeminde bu seçimler yine yapılacak ve büyük bir ihtimalle yine bu seçimleri Kürt hareketinin partileri kazanacak, hepsinde olmasa bile büyük bir kısmında ve artık devletin elinden o terör bahanesi, belediyelere el koymak için kalkacak, birçok şey kalkacak ve zaten cezaevlerindeki birçok insanın orada bulunmasının zemini ortadan kalkacak vesaire. Dolayısıyla şunu söylemek istiyorum: Öncelikle ve öncelikle silahların susması şart, PKK’nın silah bırakması şart. İkinci olarak, böyle bir zeminde Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi için daha elverişli ortamlar ortaya çıkacak. Ama onun ötesinde de her ne kadar bir pazarlık olmadığı konusunda ısrar ediliyor olsa da bir pazarlığın, bir şekilde birtakım vaatlerin, siyasi birtakım vaatlerin de hukuki birtakım vaatlerin de verilmiş olduğunu açıkçası tahmin ediyorum. Bu konuda elimde herhangi bir şey yok. Çünkü uzun zamandır süren ve büyük ölçüde gizli bir şekilde süren bir süreçten bahsediyoruz. Bahçeli’nin çıkışıyla başlayan değil, Bahçeli’nin çıkışıyla kamusal alana taşınan bir süreçten bahsediyoruz ve burada birtakım vaatlerin belli aşamalara dağıtılarak verilmiş olduğunu düşünüyorum. Ama verilmemiş olsa bile PKK’nın silahları bırakıyor olması, bir savaşın bir tarafın kazanıp bir tarafın kaybettiği ve birinin her şeyi alıp diğerinin her şeyi verdiği bir şekilde sonuçlandığı anlamına gelmeyecek. Bir anlamda bütün tarafların az ya da çok bir şeyler kazandığı bir süreç olacak diye düşünüyorum. Yani bazılarının ifade etmeye çalıştığı gibi, örgütün mecbur kalıp artık gidecek, kaçacak bir yer bulamayıp bunu mecburen kabul ettiği bir yenilgi olarak tarif etme girişimleri açıkçası beni gülümsetiyor. Evet, yayına katkıda bulunan Ferit Aslan’a, Roj Girasun’a tekrar çok teşekkürler. Burada katkıda bulunan arkadaşlarıma da çok teşekkür ediyorum. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.