Bir mozaik olarak Türkiye‘nin 44. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Yusuf Tunçbilek ile Türkiye’de Karaçay-Malkarlıları videoda konuştu.
Türkiye’de Karaçay-Malkarlılar kimler? Karaçay-Malkarlılar hangi tarihi olaylar sonucunda bugünkü kimliklerini kazandı? Bugün Karaçay-Malkarlılar hangi ülkelerde yoğun olarak yaşıyor? Kültürel kimliklerini nasıl koruyorlar? Tarih boyunca bereye göç ettiler? Türkiye’de köyleri var mı?
Tunçbilek, Karaçay-Malkarlıların kültürünü, yaşamlarını ve geçmiş tarihlerini anlattı. Tunçbilek, “Karaçay ve Malkarlar zor şartlarla ortaya çıkmış bir halk gibi görüyorum. Dağlık bölgelerdeki yaşamları, onların kendilerini koruma ve saklama içgüdüsünü nesilden nesile aktarmalarına neden oldu. Günümüzde Karaçay-Malkarlar, kendi kimlikleriyle, dernekleriyle ve örgütleriyle daha aktif hale geldi. Ana nüfusları Kafkasya’da olmakla birlikte Türkiye’de de yaşıyorlar ve her iki bölgedeki topluluklar arasında güçlü bağlar bulunuyor. Eskiden Çerkes ve Kafkas kimliği altında hareket eden Karaçay-Malkarlar, artık kendi kimliklerini keşfetme ve tanıtma sürecinde” dedi.
Tunçbilek, Karaçay-Malkarların Türkiye’de 12 köyü olduğunu söyledi: “Tokat, Sivas, Kayseri, Ankara, Afyonkarahisar, Eskişehir, Konya, Yalova, buralarda köyler bulunuyor” dedi. Düğün, cenaze gibi toplumsal olaylarda yine Karaçay kültürünün ögelerinin paylaşıldığını söyleyen Tunçbilek, köylerde daha canlı bir yaşam olduğunu söyledi.
Videonun tamamına buradan ulaşabilirsiniz
Karaçaylıların örgütlenme hikâyesinin uzun olduğunu söyleyen Tunçbilek, “Türkiye’de
Karaçaylılar Kafkas derneklerinden de ayrılarak kendi derneklerini kuruyorlar. Özellikle Eskişehir, Konya, Ankara bölgelerinde. 2024 yılında Karaçaylıların örgütlenmelerinde yenilikler oldu. İstanbul’da iki dernek kuruldu. An itibariyle Karaçaylıların dernekleşme macerası devam ediyor. Derneklerde hem kadınlara yönelik hem çocuklara yönelik etkinlikler ve faaliyetler oluyor” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Öncelikle sesimden dolayı özür dilerim. Biraz hastalandım ama çok da kötü değilim. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizin 44. bölümündeyiz ve bugün Karaçay-Malkarlıları konuşacağız Yusuf Tunçbilek’le. Yusuf, hoş geldin.
Yusuf Tunçbilek: Hoş bulduk, teşekkür ediyorum.
Ruşen Çakır: Şimdi, benim ikinci yaptığım yayın Çerkesler üzerineydi ve orada Ümit Bey’le yaptık ve herkesi kapsadık diye düşündük. Ama sonra güvendiğim farklı isimler, ‘‘Çerkesler dedin ama şunların bir anlamı var; Dağıstanlıların, Nogayların’’ gibi şeyler söylediler ve Karaçay-Malkarlıların da ayrıca ele alınmasının böyle bir yayın dizisinde iyi olacağını söylediler ve hakikaten baktım, gerçekten iyi olacak. Önce, bu konunun uzmanı olarak, özelliği nedir Karaçay-Malkarlıların? Genellikle Türkiye’de yaşayan topluluklar ama Çerkes topluluğunun içerisinde de bakıyorum, sayıca çok azlar, değil mi yani diğer topluluklara kıyasla? Buradaki fark ne?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yusuf Tunçbilek: Evet, şimdi aslında Kuzey Kafkasya’dan Türkiye’ye sürgün ya da göç edilen bütün topluluklara, bütün halklara üst kimlik olarak Çerkes deniyor Türkiye’de. Ümit Dinçer anlatmıştı burada ikinci programda, bunların sayısı yaklaşık 5-6 milyon civarında. Bu Çerkes grubunun içerisinde aslında Abhazlar, Adigeler, Kabardeyler, Osetler, İnguşlar, Çeçenler, Dağıstan halkları ve diğer, belki sayamadığımız şimdi, birçok halk bulunuyor. Bu, tabii Türk insanı için, Osmanlı Devleti için bir isimlendirme, adlandırma kolaylığıydı. Yani belli bir aşamaya kadar özellikle Batı Kafkas halkları Çerkes, doğudakiler de biraz daha Dağıstan şemsiyesi altında ele alınıyordu. Fakat, Sovyetler sonrasında duvarlar kalktı ve görüldü ki küçük halkların kendi isimleri var, kendi gündemleri var. Kafkasya’da onlar arasında rekabetler var. Abhaz Savaşı çıktı, Çeçenya Savaşı çıktı. Bütün bunlar tabii Türkiye’de bir kimlik ithalatına yol açtı diyelim ve buradaki halklar da zaman içerisinde kendi kimliklerini yeniden keşfedip kendi isimlerini kullanmaya başladılar. Karaçay-Malkarların özelliği nedir? Çerkesler içerisinde nasıl bir farkları var? Bir kere Çerkeslerin en yakın komşusu, hatta akraba diyebileceğimiz en yakın komşusu Kafkasya’da da, Türkiye’de de Karaçay-Malkarlar. Türk, Türki bir dil konuşuyorlar, çoğu Müslüman, Sünni, Hanefi. Aslında Anadolu Türküne çok yakın ama kültürel olarak tamamen Kafkas.
Ruşen Çakır: Arada kalmış, öyle mi?
Yusuf Tunçbilek: Evet, ya da kesişen küme diyebiliriz. Dolayısıyla belki ilerleyen dakikalarda Karaçay-Malkarların kimlik şeyine daha da gireriz.
Ruşen Çakır: Şimdi, niye iki tane ad var? Karaçay-Malkar; yani Karaçay ayrı bir yer, Malkar ayrı bir yer mi? Nedir bu, bunun kerameti nedir? Yani ben şu ana kadar, tamam, Arap Ortodoks, Azerbaycan Türkü falan diyorum ama o şey değil. Burada tire var, bu tirenin kerameti nedir?
Yusuf Tunçbilek: Evet, Karaçay-Malkarların yaşadığı cumhuriyetlerin ismi de tireli. Günümüzde Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti ve Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde yaşıyor Karaçay-Malkar halkı. Aslında bu, Sovyet politikasının getirdiği karmaşa ile ilgili bir şey. Stalin döneminde, hatta daha öncesinde, Kafkasya’da aslında oradaki bölgedeki halkları daha iyi kontrol etmek açısından biraz da yapay sınırlarla birlikte yapay cumhuriyetler oluşturuldu. Hazar’dan Karadeniz’e Kafkas Sıradağları’nın zirvesi Elbruz Dağı. Karaçay-Malkarlar da aslında bu Elbruz Dağı’nın, Kafkasya’nın en yüksek noktasının yamaçlarında yaşayan iki halk. Sovyet politikası bu halkı her zaman bir tehlike olarak, tehdit olarak kodlamıştı. “Türkiye ajanı”, “Türk milliyetçisi” gibi bir kodu vardı Karaçay-Malkarların. Dolayısıyla onları iki cumhuriyete bölmek ve aslında isimlerini de bölme amaçlı bunu yaptı. Bugün, günümüzde Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde kalan bölgedeki aslında Karaçaylılar yeni bir isimlendirme ile, Malkar ismiyle tanımlandılar ve böyle bir ikilik ortaya çıkmış oldu. Fakat orada Malkarlar ya da Karaçaylar artık kendilerine Malkar diyor ve dolayısıyla da entelektüeller, aydınlar, sivil toplum kuruluşu dedi ki, ‘‘Bizim ismimiz Karaçay-Malkarlılar olarak geçsin’’, yani daha kapsayıcı bir isimlendirme olarak geçsin istediler. Fakat bu, Kafkasya’da biraz daha değişik. Orada Karaçay ve Malkar isimlendirmeleri iki ayrı isimlendirme olarak daha baskın görünüyor. Türkiye’de ise biraz daha Karaçay-Malkar, ikisini birleştirip kullanma yöntemi uygulanıyor diyebiliriz.
Ruşen Çakır: Şimdi, değişik dönemlerde değişik nedenlerle göç ettiklerini öğreniyoruz. Sadece Türkiye’ye göçmemişler değil mi? Başka yerlere de gitmişler. Bu göçler bir anlamda, şöyle söyleyeceğim, hakaretamiz değil ama, kaçmak gibi olmuş galiba. Yani Türklerin Almanya’ya çalışmaya gitmesi gibi değil, anladığım kadarıyla mecbur kalmışlar.
Yusuf Tunçbilek: Tabii, yani genel olarak hepimizin bildiği Rusya’nın sıcak denizlere ya da güneye inme politikası neticesinde Kafkasya’da genel bir Rus hâkimiyeti ortaya çıkıyor. Karaçaylılar ve Çarlık Rusya arasında da 1828’de bir savaş oluyor, Hasavka Savaşı isimli. Karaçaylılar bunu haliyle kaybediyorlar. Fakat bulundukları bölge çok dağlık, ‘‘Abreklik’’ dediğimiz hareketler var. Bu Abrekler bir kişi, iki kişi, beş kişilik gruplar halinde isyan hareketlerini devam ettiriyorlar. Bunun neticesinde aslında 1828 yılından itibaren Kafkasya’dan Anadolu’ya göçler başlıyor. Çok çeşitli zamanlarda hem isyanlar hem çatışmalar hem de göçler devam ediyor. 1885’te bir göç dalgası var, 5500 kişilik, 5-6 köy kuruluyor. 1905’te bir göç dalgası var. Bu göçler tabii sadece Karaçay-Malkarların isteğiyle olmuyor, hepsinin Rusya’daki genel siyasi durumla da bağlantısı var. Mesela 1885’te direkt 21 Mayıs 1864 Büyük Çerkes-Kafkas Sürgünü’nün etkisini görüyoruz ya da 1905’te Rus İhtilali ya da Japonya-Rusya Savaşı’nın etkisi var. I. Dünya Savaşı sırasında yine Beyaz Ruslar içerisindeki birtakım prens takımının İstanbul’a geldiğini biliyoruz. II. Dünya Savaşı’ndaki ekip yine çok enteresan. Almanlarla iş birliği yapıp daha sonra Avrupa’ya göç eden, Avusturya’dan Türkiye’ye gelen, İstanbul’a, sonra Karaçay köylerine dağılan bir grup var.
Ruşen Çakır: Bu olay Tatarlarda da çok, onlarda daha yaygın galiba değil mi? Özellikle esir kamplarında Alman ordusunun devşirdiği, Alman ordusu için savaşan insanlar. Karaçaylılarda da oldu mu bu?
Yusuf Tunçbilek: Tabii, aslında şöyle, Karaçaylılarda dağlarda her zaman Sovyet ordularıyla çatışan, savaşan gruplar vardı. Bu gruplar, Alman orduları Kafkasya’ya girdiği an iş birliği yapabilecekleri bir grup olarak Almanları gördüler. Sayıca azdılar, çoğu erkek Sovyet ordularında savaşıyordu. Fakat bu grup orada bir yapılanma kurdu. Fakat tabii Sovyet orduları sonra tekrar geldi ve dediğiniz gibi esirlerle birlikte, Sovyet ordularındaki Almanların esir aldığı kişilerle bu kişiler bir kampta toplandılar. Hatta 3-4 sene de Paris’te, Berlin’de böyle bir dans grupları vesaire kurdular. ‘‘Boğaziçi Yıldızları’’ ismiyle biliniyor Türkiye’de, orada ‘‘Kafkas Yıldızları’’ ismiyle. Amerikan ordularına ya da müttefik gruplara vesaire dans seremonileri gösterdiler. Daha sonra Türkiye’ye yerleşmeyi uygun buldular. Fakat çok ilginç, 1950’de geldiler, Türkiye’de KGB’nin onları takip ettiğini anladılar. Birkaç suikast vakasının da olduğu rivayet ediliyor ve bu durumdan dolayı yaklaşık 10 sene sonra Amerika’daki Tolstoy Vakfı’nın bağlantılarıyla birlikte çoğu New Jersey, Clifton ve Paterson bölgelerine göç etti. Çok küçük bir gruptu, yani 200 kişi.
Ruşen Çakır: Peki, şu anda bir de ilginç bir olay var, o da çok çarpıcı. Suriye’den gelen Karaçaylılar var. Şimdi vakti zamanında Türkiye’ye kaçtıkları gibi Suriye’ye de yerleşmiş olanlar var. İç savaş çıktıktan sonra, o büyük akınla beraber Türkiye’ye gelenlerin sayıları ne kadar?
Yusuf Tunçbilek: Suriye’deki Karaçay-Malkarların, savaştan önce, 2011’den önce 2000 kişi olduğu söyleniyor. Tabii bunlar bir köy kuruyorlar Şam’a yakın, fakat zamanla bu köy dağılıyor ve Şam bölgesinde daha çok Karaçay-Malkarlar yaşıyor. 1000 kişi kadarının Türkiye’ye geldiğini biliyoruz. Buradaki köylere yerleştirildiler, buradaki dernekler tarafından. Fakat sonra yaklaşık 500 kadarı ya Avrupa’ya gitmeyi tercih etti ya da Suriye’ye geri dönmeyi tercih ettiler. 500 kadarı yine burada, birçoğu vatandaşlık vesaire işlemlerini hallettiler. Bazılarının hâlâ bu tarz problemleri olduğunu biliyoruz. Suriye’deki Karaçay-Malkarlar 1880’li yıllarda Şam’a doğru gittiler. Şam o dönem Müslümanlar için kutsal bir şehir anlamına geliyor. Aslında Anadolu’ya gelenlerle birlikte yola çıkmış bir grup olduğunu biliyoruz. Suriyeli Karaçaylılar’ın hikayesi böyle. Benim de görüştüğüm, çok samimi olduğum, Türkçesi de çok iyi arkadaşlarım var. Çerkeslerle de onlar aslında aynı gruptan diyebiliriz. Evlilikler de var. Orada Araplarla veyahut oradaki yerli kabilelerle de tabii illaki ilişkileri var ama daha çok Kafkas halkları kendi aralarında orada bir komünite oluşturmuş, burada da o devam ediyor diyebiliriz.
Ruşen Çakır: Peki, Karaçay-Malkar olayının kültürel kodlarına baktığımız zaman Çerkeslik, demin bahsettin, dans dedin, belli ki folklor anlamında çok gelişmiş. Başka neler var?
Yusuf Tunçbilek: Aslında burada folklor anlamında müzik ya da dans diye özetlenebilecek şeyde çok bir farklılık yok. Yani bütün Kafkas halklarıyla aynı giyim kuşam, kültür, müzik; işte akordeon ya da Kafkas halk dansları dediğimiz bütün o geleneksel unsurlar, geleneksel yemekler, hepsi Karaçay-Malkarlar’da da var. Zaten buradaki derneklerin de temel yöneldiği faaliyet alanı görünürde bu. Onlar hep, siyasetle de aralarına bir mesafe koymak için, bu tarz kültürel ögeleri öne çıkartırlar. El işi ya da dediğim gibi müzik, bunlar aynı zamanda onların bir çeşit insan kaynağı faaliyetleri anlamına da geliyor. Yani insanları bir şekilde toplamak, buluşturmak, kültürel bağları devam ettirmek için aslında araçsal bir şeye de dönüşmüş durumda. Hatta çok daha enteresan bir şey de var. Sovyetler Birliği dağılmadan evvel, yani II. Dünya Savaşı’ndan sonra gelen mülteciler, sadece Karaçay-Malkarlara değil, bütün Kafkas halklarına Türkiye’de bir tür dernekçilik öğrettiler. Dediğim gibi, Avrupa’da sahne alıyorlardı. Sovyet tarzı, sahneye uyarlanabilen bir folklorik tarz geliştirmişlerdi. Bunu aslında askerlerine motivasyon için organize etmişti Sovyetler Birliği. Bunu daha sonra Almanlar kullandı. Bu grup içerisindeki öne çıkan isimler daha sonra Türkiye’ye geldiler. Ankara’da mesela Elbruz Gaytaoğlu, yine İstanbul’da Musa Ramazan gibi figürler — birisi Oset, diğeri Dağıstanlı — var. Yine Karaçaylılar içerisinde de böyle figürler var. Bunlar geldiler, bu tarz folklorik bir hem kimliği hem de bir dernekçiliği Türkiye’de başlattılar. Buna biraz da mecburlardı. Çünkü dediğim gibi, 1950’lerde daha yeni yeni sivil toplum gelişiyordu Türkiye’de ve direkt bir siyasi faaliyet yapamazlardı. Bu tarz kültürel ögelerden gitmeyi tercih ettiler ama öyle bir vizyon bence ortaya koydular ki, bence kapasiteli insanlardı, öyle bir vizyonu ortaya koydular ki, bu şey aslında hala devam ediyor. Yani bu tarz diyelim, yani bu folklorik ve kültürel dernekçilik devam ediyor.
Ruşen Çakır: Topluluk arasında dayanışmayı bunun üzerinden kuruyorlar diyorsun. Bayağı sayıları az olsa bile, örgütlenme anlamında bayağı güçlüler anladığım kadarıyla.
Yusuf Tunçbilek: Tabii şöyle, şimdi Karaçaylıların örgütlenme hikayesi de uzun bir hikaye ama genel olarak dediğim gibi Sovyetler Birliği dağılma arefesinde yani 85’lerde vesaire, Türkiye’de aslında Karaçaylılar, Kafkas derneklerinden de ayrılarak, yani onlar için de zaten aktiflerdi, oralardan ayrılarak kendi derneklerini kuruyorlar, özellikle Eskişehir, Konya, Ankara bölgelerinde. 2024 yılında yine Karaçaylıların örgütlenmelerinde yenilikler oldu. İstanbul’da iki dernek kuruldu; bir Rusya’dan 10-15 senede gelenler, bir de Türkiyeli olanlar iki ayrı dernek kurdular. Bir de Ankara’da bütün dernekleri birleştirme amacıyla bir federasyon kurulmuş oldu. An itibarıyla aslında Karaçaylıların dernekleşme macerası devam ediyor. Tabii ki bu derneklerde hem kadınlara yönelik hem çocuklara yönelik etkinlikler, faaliyetler oluyor ve evet, bunlar üzerinden örgütleniyorlar diyebiliriz. Hatta siyasete bile zıplayan isimler de olabiliyor bu tarz yapılanmalarda. Yani herkes için farklı bir anlamı var. Sosyalleşmek amacıyla gelen de oluyor, başka amaçlarla gelenler de oluyor.
Ruşen Çakır: Şimdi bu kimlik meselesinde sen de bahsettin, ana yurtta ilişkiyi kurabilme imkanı işin rengini bayağı değiştirmiş. Gidiş gelişler var anladığım kadarıyla, oradan buraya gelenler, buradan oraya gidenler. Yerleşen oluyor mu?
Yusuf Tunçbilek: Tabii şöyle ki, aslında yine bilinen bir yanlış var, o da şu: 1800’lerde bir göç oldu ve dondu gibi bir şey var. En başta ifade etmiştim, böyle küçük de olsa göçler oluyor ve ben bunları kimliğe bir taze kan gibi görüyorum, yani bir enerji veriyor bunlar. Çünkü bir muteber insan pozisyonunda oluyorlar. Kafkasya’yı gören insan ya da orada yaşamış insan buradaki diaspora için kanlı canlı bir Kafkasya, yani bir örnek şahsiyet gibi algılanıyor ve bunların hakikaten sözü dinleniyor, itibarlı insanlar oluyor vesaire. Sovyetler Birliği çökmeden önce, 1989 yılında böyle Karaçay-Malkarlar grup halinde gidip geliyorlar. Dediğim gibi, burada aslında Kafkas dernekleri içerisinde aktifler. Ama bu gelgitlerle birlikte oradaki Sovyet tipi milliyetçiliklerden aslında etkilenmeler başlıyor; yani Sovyet tipi etnisite, Sovyet tipi kimlikler… Sovyetler bence çok profesyonel bir şekilde oradaki halklara enteresan bir kimlik algısı vermiş. Evet, bütün hepsi dillerini koruyor, renklerini koruyor, hiçbiri yok olmamış gibi görünüyor ama bu aslında biraz Sovyet tipi olarak geliştirilmiş bir şey. Çünkü 1920’lerde, 1930’larda neredeyse bütün halkların bütün aydınları ya da dini önderleri, öne çıkanları, hatta bazı komünist ve sosyalist olanları, kendi halkıyla ilgili özgün bir şey yapabilme iradesini gösterecek bütün insanlar aslında yok edildi. Dolayısıyla bu öne çıkan takım yok edildikten sonra Sovyetler Birliği aslında her halka yeni bir kimlik aşıladı ve bu kimlikler aslında bölgedeki komşu halklarla, hatta akraba topluluklarla kavgacı ve çatışmacı bir tarzı bünyesinde barındırıyordu. Ve bunun günümüzde kaynak paylaşımı ile ilgili de bağlantıları var. Moskova’dan gelen bir para var. Bu yönetimde dağılıyor. Orada cumhuriyetler var, meclisler var, belediyeler var vesaire, fakat orada tabii oligark tarzı tipler var. Bu oligark tarzı tipler kendilerince asker devşirmek için etnisitelerini kullanıyor vesaire derken bütün oradaki o kavga, Kafkasya’daki o kimliklenme, etnisitelerin birbirleriyle o dalaşmaları vesaire sohbet ortamlarında olsun, akademik çalışmalarla olsun, kesinlikle Türkiye’ye taşındı. Elbette buradaki diasporanın hala bir hukuku var halklar arasında. Zaten çok akrabalık var. Orada da çok akrabalık var. Ama yine de dediğim gibi bu tarz çatışmacı durumlarla birlikte sohbet ortamlarında olsun, başka durumlarda olsun, bu kimlikler hep birbirleriyle çatışma potansiyeli taşıyor. Zaman zaman da hakikaten siyasi krizler ya da böyle toplumsal olaylar da oluyor. Yani Türkiye’ye çok yansımasa da Türkiye’de bazen internet medyasında vesaire, yazı çizi alanında tartışmalar oluyor ama Kafkasya’da gerçekten çok böyle patlamaya hazır bir tarz var ve o durum tabii buraya da kesinlikle yansıyor.
Ruşen Çakır: Peki, şeyi sormak istiyorum. Bu dernekler vesaire üzerinden kültürün yeniden üretimi var ama genellikle benim konuştuğum topluluklarda yeni kuşaklar kimliğe çok sahip çıkmıyorlar ya da çok umursamıyorlar. Daha bir dünya vatandaşı ya da Türk kimliği daha öne çıkıyor. Burada da aynı şey söz konusu mu?
Yusuf Tunçbilek: Aslında genel olarak Kafkasyalılar için, Çerkesler için Türkiye’de bunu bir ölçüde yumuşatabiliriz, daha farklı bir hikaye bence söz konusu. Bugün sivil toplum kuruluşlarına baktığımız zaman ben gençlerin yoğun olarak, aktif olarak bulunduklarını görüyorum. Eğer onlara da inisiyatif verilirse, yönetim kurullarında vesairede yer alıyorlar. Fakat tabii ki de 100-150 sene önce gelinmiş, dilde, kültürde kaybolmalar var. Bunun tek sebebi insanların kararları ya da insanların inisiyatifleri değil. Köyden şehre göç sonrası… Şimdi Kafkas kimlikleri şehirli bir kimlikten ziyade daha kırsal bir kimliği temsil ediyor, dolayısıyla da hakikaten bunu şehirlere uyarlamak zor bir şey olsa gerek. Çünkü binlerce yılda oluşmuş bir dil, kültür, araçlar, müzik aletleri… Şimdi bütün bu şeyi, her şeyi, düğün, köy, cenaze, o toplumsal yaşamı göz önünde bulundurursak, şehre göç ettiği zaman bu insanların bütün bunları çok kapasiteli bir şekilde yenilemesi lazım, ki bu sadece Karaçaylılar için değil, hiçbir halk için herhalde mümkün değil. Dolayısıyla şehirlerde eğer kayıp varsa, evet şehirlerde kayıp var. Tabii bunda politikanın da etkisi var. Şunu bile biliyoruz, yani bir örnek vereyim, çok siyasete girmek lazım mı bilmiyorum ama; Karaçay dili bile bir Türk dili olmasına rağmen, benim babam anlatıyor, Tokat’ta Arpacıkaraçay Köyü, her eve öğretmen ajan koyuyor. Öğrenciler annesiyle babasıyla kendi dillerinde konuşamıyorlar. 1960’lardan bahsediyoruz. Şimdi bunlar da yaşandı. Bakın, yani bu Çerkes dili gibi, Türk diline tamamen benzeyen, yani başka bir dilden bahsetmiyoruz, öz Türkçe ya da bir Türk’ün anlayabileceği bir dilden bahsediyoruz. Bu dille ilgili bile böyle bir politika izlendi. Evet, bunlar da etkiledi. Ama sanırım ağırlıklı yok oluş ya da kaybolma köyden şehre göç etmekle ilgili, çünkü en nihayetinde köylerde bu kültür yaşatılıyordu bir şekilde. Ama Internet’le ve televizyonla artık köylerde de bu işin yavaş yavaş bittiğini görüyoruz. Rusya’da da, yani Kafkasya’da da bu işin yavaş yavaş sönümlendiğini biliyoruz. Orada da ana dilde eğitimin vesairenin politikalarla kısıtlandığı biliniyor. Dolayısıyla belki de küçük halkların bir tür kaderi, yani global bir problem.
Ruşen Çakır: Peki, hala Karaçay-Malkarların Türkiye’de köyleri var mı? Mesela Dağıstanlıların Yalova’da köyleri var ve orada birtakım şeyleri köyde daha kolay sahipleniyorlar.
Yusuf Tunçbilek: Tabii, köyleri var, 12 köyü var. Hatta şöyle bir özetleyecek olursak, Tokat, Sivas, Kayseri, Ankara, Afyonkarahisar, Eskişehir, Konya, Yalova, buralarda köyler bulunuyor, 12 tane köy. Buralarda sadece Karaçaylılar var, Karaçay-Malkarlar var. Burada tabii ki de hem dil hem kültür daha haliyle baskın bir durumda. Karaçaylılar yine festivaller yapıyorlar bu köylerde. Her köy, aşağı yukarı her yaz ayında buluşuyor bir şekilde. Burada tabii, dans olsun, müzik olsun, bunlar etkin bir şekilde ortaya konuluyor. Düğün, cenaze gibi toplumsal olaylarda yine Karaçay kültürünün ögelerinin paylaşıldığını görüyoruz. Dolayısıyla, evet, köylerde daha canlı bir yaşam var. Ama ben özellikle 2019’da sahaya indiğimde, o yüksek lisans tezinde, köylere gidip tabiri caizse bozulmamış bir Karaçay-Malkarlık arıyorken, yine o bozulmuşluk neyse artık ya da bozulmamışlık, çok da öyle olmadığını gördüm. Yani bu insanlar servislerle kasabalarla bağlantılı, şehirle bağlantılı, akıllı telefonları vardı 5 sene öncesinde bile, Internet’le bağlantıları vardı. Dolayısıyla ben öyle bir köylü tipiyle de karşılaşmadım. Yani bir öz, hakiki bir köyde yaşanılan bir…
Ruşen Çakır: Artık onlar geçmişte kaldı.
Yusuf Tunçbilek: Öyle görünüyor ama yine de herkes her şeyin bilincinde, yani kendisinin Karaçay olduğunun, Malkar olduğunun bilincinde. Dil önemli, kültür çok önemli. Dolayısıyla hala bir kimlik var, yani bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ruşen Çakır: Peki, demin babanın örneğini anlattın da, daha genel olarak baktığımızda Karaçay-Malkar halkı Türkiye’de diğer topluluklardan ve devletten herhangi bir ayrımcılığa — önemli anlamda tabii, çok sıradan olayları kastetmiyorum — maruz kaldı mı?
Yusuf Tunçbilek: Ben İstanbul’da doğmuş biriyim, ancak anlatılan hikayeleri ya da bilimsel çalışmaları burada göz önüne getirebiliriz. Direkt bu soruyu ben köylerde sordum ya da görüştüğüm insanlara sordum. Bu konu genelde anlatılmak istenmeyen bir konu ve yine bu konu genelde direkt sorulduğu zaman cevaplanmayan, geçiştirilen bir soru oluyor çünkü bir misafirlik psikolojisi var hala, bu psikoloji aşılamıyor. Dolayısıyla da birçok anlatılan hikayelerden çok farklı şeyler duyuyoruz. Yine ben kendi babamın ya da akrabalarımın anlattığı bir örneği vereyim. Henüz 1960’larda komşu bir köyle silahlı çatışma yaşandığını ben biliyorum. Bu tabii etnik bir çatışma mıydı, yoksa bir toprak kavgası mıydı, ikisinin birleşimi miydi? Bunu tabii belki daha detaylı araştırmak lazım. Ama en nihayetinde Karaçay-Malkar köyleri Türkiye’de bir şekilde, mesela yine Arpacıkaraçay örneğini verelim; bir Türk köyünün yaylası, yani dağdaki bir yaylaya kurulmuş bir köyden bahsediyoruz. Yine Anadolu’daki birçok köy böyle çok sapa, dağlık, yani sanki Kafkasya’daki bir köy gibi yerlere yerleşmişler bilinçli olarak Karaçaylılar. II. Abdülhamid’in emriyle yerleştirilen daha düzenli yerleşimler de var. Ama dolayısıyla bu hikayeleri biliyoruz; ölümlü vakalar, ölümlü çatışmalar, toprak kavgaları merkezli de olabilir. O kavgalarda ‘‘Rus tohumu’’ gibi ifadeler olduğunu yine biliyoruz. Devlet cephesinde o eğitim örneğini verdik. Devlet bence farklı bir politika izliyor, pozitif yaklaşıyor Karaçaylılara. Çünkü bence devlet dış Türklere bir çeşit araçsallaştırma, işlevselleştirme penceresi ile bakıyor. Hatta bence Türkiye’ye de çok göç etmelerini de istemiyor. Onları, ön cephedeki bir şeyi gibi algılıyor. Çok Karaçaylılarla ilgili bir politikası yok Türkiye Cumhuriyeti’nin Kafkasya’da benim gördüğüm ama en nihayetinde böyle bir şey var, böyle bir algı var. Yani ileri karakol, ileri cephe gibi bir şey, onları bazen koruyor, bazen şey yapıyor, vesaire.
Ruşen Çakır: Toparlayacak olursak, Türkiye’de nasıl bir gelecek öngörüyorsun? Şu haliyle bakıldığı zaman, sorunlarıyla beraber ama ayakları üzerinde duran bir topluluk görüyorum. Yanılıyor muyum?
Yusuf Tunçbilek: Evet, bu insanları, Karaçay- Malkarları zor şartlarla ortaya çıkmış bir halk gibi görüyorum ben. Yani o dağlık bölgelerde hem savaşçılıkları hem zor iklim ve coğrafik şartlardaki o yaşantıları, bence bu halkların böyle kendilerini koruma, kendilerini saklama psikolojilerini nesillerden nesillere aktarmalarına yol açmış. Bu süreç devam edecek. Göründüğü kadarıyla Karaçay-Malkarlar daha kendi isimleriyle, kendi dernekleriyle, kendi örgütleriyle hareket etme hızlarını arttırmış durumdalar. Kafkasya’da zaten varlar, ağırlıklı nüfusları orada. Burada da varlar, bu iki bölgeyle de yine birbirleriyle bağlantıları var. Dolayısıyla benim gördüğüm kadarıyla pozitif bir süreç gidiyor ve isimlerini gittikçe daha fazla duyuruyorlar. Çünkü daha öncesinde dediğim gibi Çerkes ve Kafkas başlıklarında hareket ediyordu Karaçay-Malkarlar, şimdi böyle hem kendilerini keşfediyorlar hem de diğer insanlara da kendilerini keşfettirme çabası var. Daha sık duyacağız gibi bir pozitif mesaj vermiş olayım.
Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler Yusuf. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 44. bölümünde Karaçay-Malkarları Yusuf Tunçbilek anlattı, kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.