Reha Çamuroğlu ile Suriye ve Türkiye’de Aleviler endişelenmekte haklı mı?

Suriye’nin Lazkiye şehrinde Alevilere yönelik katliam sonucu en az bin 383 sivil öldürüldü. Suriye ve Türkiye’de Aleviler endişelenmekte haklı mı? sorusunu Reha Çamuroğlu, Ruşen Çakır’a cevapladı.

Suriye’de Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) yönetimine bağlı gruplar 6 Mart’ta Tartus’ta aranan bir kişiyi gözaltına almak için bölgeye girdi. Bu esnada Şam’a bağlı güçler tamamı Alevilerden oluşan Cable mahallesine girerek katliam çağrısı yaptı. Şam güçlerinin gözaltı operasyonunda 15 yaşında bir çocuk öldürüldü.

Lazkiye ve Tartus'taki saldırılarda 300'den fazla Alevi sivil öldürüldü
Lazkiye ve Tartus’taki saldırılarda 1000’den fazla Alevi sivil öldürüldü.

Bunun üzerine Lazkiye ve Tartus’taki silahlı yerel gruplar HTŞ güçlerine pusu kurarak 20’den fazla Şam gücünü öldürdü. Şam hükümeti, binlerce silahlı gücünü sahildeki Lazkiye ve Tartus’a yönlendirdi. Operasyon kapsamında HTŞ’liler bazı köylere baskın düzenledi. Bu baskınlarda yüzlerce sivil öldürüldü. 6 Mart’ta başlayan köy baskınları, Beşar Esad’ın devrilmesinden bu yana yaşanan en şiddetli olaylar oldu.

Suriye’nin Lazkiye şehrinde Alevilere yönelik katliam sonucu en az bin 383 sivil öldürüldü.

Çamuroğlu, 2011 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü bu konuda uyardığını belirtti. Çamuroğlu, videoda “Aslında şaşırtıcı olmayan bir şey yaşandı. 2011 yılında ben Sayın Abdullah Gül’e bu savaşın çok tehlikeli bir savaş olduğunu ve burada taraf olmamamız gerektiğini iletmiştim. Sayın Gül o zaman Cumhurbaşkanıydı, ben de milletvekiliydim. Özel bir randevu istedim, kendisiyle görüştüm. Bu savaş çok uzun sürer, bu çatışmalar çok uzun sürer. Çünkü bu çatışmalarda kazanan taraf İslamcılar olursa, Aleviler büyük katliamlara uğrarlar. Yani bunu görmek için kahin olmaya gerek yoktu. Ve sonra İç Savaşı sırasında bunun çok örneğini gördük” dedi.

Çamuroğlu, “2 milyon civarında Arap Alevi’nin yaşadığı Türkiye’de akrabaları katledilen Alevilerle ilgili, bu katliamla ilgili hükümetimizin bir kınamasını bile görmedik. Aksine Aleviler’e hakaret edenlerin soruşturulmadığı, nefret suçu işleyenlerin soruşturulmadığı bir ülkede yaşıyoruz” dedi.

Reha Çamuroğlu ile Suriye ve Türkiye'de Aleviler endişelenmekte haklı mı?
Reha Çamuroğlu ile Suriye ve Türkiye’de Aleviler endişelenmekte haklı mı?

Videonun tamamı için tıklayın.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler, iyi akşamlar. Suriye’de Alevilere yönelik bir katliam yaşandı. Bini aşkın kişinin, sivilin hayatını kaybettiği söylendi ve tabii Türkiye’de de bunun çok ciddi yansımaları oldu. Özellikle Alevi vatandaşlar, duydukları üzüntüyü, kaygıyı ve öfkeyi dile getirmeye çalıştılar. Bu ne kadar böyle sürer? Aleviler, Türkiye’de ve Suriye’de kaygılanmakta haklılar mı? Bu konuları Reha Çamuroğlu’yla konuşacağız. Reha, merhaba.

Reha Çamuroğlu:  Merhaba, Ruşen. 

Sen Suriye’de olanları çok yakından takip ettin. Şu anda yatışmışa benziyor diye umuyorum, sen biliyorsundur herhalde. Onları da anlatmanı isteyeceğim. Girizgâh olarak, Suriye’de ne yaşandığını bir özetler misin? 

Çamuroğlu: Aslında şaşırtıcı olmayan bir şey yaşandı. Ben 2011 yılında, Sayın Abdullah Gül’e bu savaşın çok tehlikeli bir savaş olduğunu ve burada taraf olmamamız gerektiğini iletmiştim. Sayın Gül o zaman Cumhurbaşkanıydı, ben de milletvekiliydim. Özel bir randevu istedim, kendisiyle görüştüm ve dedim ki: ‘’Bu savaş, bu çatışmalar çok uzun sürer. Çünkü bu çatışmalarda kazanan taraf İslamcılar olursa, Aleviler büyük katliamlara uğrarlar.’’ Bunu görmek için kâhin olmaya gerek yoktu. İç savaş sırasında bunun çok örneğini gördük. Alevi köyleri yok edildi, bulunan Aleviler yok edildi, ele geçirilen Alevi esirler kafaları kesilerek öldürüldü ve Aralık’tan itibaren de bu ortaya çıktı. Esad’ın rejimine ‘’Alevi rejimi’’ demek kadar komik bir şey olamaz. Esad’ın rejimi Alevi rejimi olsaydı, bugün Suriye’deki 3 milyon Alevi ağır silahlarla donanmış olurlardı ve gelişmeler böyle olmazdı. Aleviler Suriye’nin en fakir, en kenarda kalmış, itilmiş kesimidir ve bu tarih boyunca böyle sürmüştür. Evet, orduda bazı Alevi komutanlar vardır, olması da çok normaldir. Nüfusun %10’u kadar bir nüfustan söz ediyoruz. Yani 3 milyon civarında Alevi yaşıyor Suriye’de. 

Bir de şunu söyleyeyim: İsmaililer de Suriye’de Alevilerle birlikte yaşıyor büyük ölçüde. İsmaililer de Bâtınî bir Müslüman tarikatıdır. Müslüman’dırlar Aleviler gibi. Bu, beklenmedik bir şey değildi. Sonuçta büyük nefret tohumları ekildi. Mesela Hollanda’da yaşayan bir genç kadın, ‘’Öldürün. Ölülerini de köpeklere atın, köpekler aç kalmasın’’ diyebiliyor. Bu nefreti kim yarattı, nasıl yaratıldı ve bu nasıl Müslümanlık sanılıyor? Yani bir din, böyle bir şeyi tavsiye edebilir mi? Türkiye’de de bunun çok örneğini gördük. Nusayri denilen grupla, yani Arap Alevileriyle… Ben Arap Alevilerini de tırnak içine alıyorum, çünkü Alevi Alevidir. Alevilik, İslam’ın, müteşerri olmayan, yani kalıplaşmış şeriata bağlı olmayan, her devrin ayrı bir şeriatı olduğunu kabul eden Bâtınî bir Müslümanlık yoludur, İslam yoludur. Şimdi böyle baktığımızda Pakistan’da da mesela Nusret Fatih Ali Han bir Alevidir, onun temsil ettiği ekol bir Alevi ekolüdür. Hindistan’da, Pakistan’da milyonlarca Alevi yaşar. Irak’ta, İran’da, Suriye’de, Afrika’nın çeşitli yerlerinde ve şu anda göçlerle, büyük ekonomik göçlerle, dünyanın her yerinde Aleviler yaşıyor. Şimdi böyle baktığımızda, bu nefret tohumunu kim neden ekiyor? Bu olayların başlamasıyla birlikte ne gördük? Yavuz Sulan Selim portreleri gördük sosyal medyada. Öldürülmelerini, katledilmelerini, çocukların dahi öldürülmelerini alkışlayan yorumlar gördük. Peki, ne görmedik? Mesela 2 milyon civarında Arap Alevinin yaşadığı Türkiye’de, 2 milyon civarında vatandaşa sahip Türkiye’de, akrabaları katledilen Alevilerle ilgili olarak hükümetimizin bir kınamasını bile görmedik. Türk Silahlı Kuvvetleri’yle Alevilerin katledildiği bölge arasında 50 kilometre var. Bırakın desteği, korumayı, Heyet Tahrir eş-Şam’a (HTŞ) ihtarı, HTŞ’nin kulağının bükülmesini bırakalım, bir kınama, bir üzüntü belirtisi yaşamadık. Aksine, Alevilere ‘’köpek’’ diyenlerin, nefret suçu işleyenlerin soruşturulmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bir vatandaşın şunu sormaya hakkı vardır: “Bu devlet benim devletim değil mi? Ben haymatlos muyum, vatansız mıyım? Peki, öyleysem niye vergi alınıyor, niye askere çağrılıyorum?” Bütün bu sorular meşru sorulardır artık.

Reha, şu an itibariyle durum sakinleşmiş diyebilir miyiz?

Çamuroğlu: Öyle gibi görünüyor, ama şunu bilmiyoruz: Golani’nin talimatında ‘’kayda almayın’’ denildi. Bu ne demek? ‘’Yapın ama kayda almayın.’’ Ayrıca, kontrolsüz gruplar var. Golani ülkeyi kontrol edemiyor, edemeyecek de, öyle görünüyor. Ülkenin %30’u İsrail kontrolüne girmiş. Suriye Milli Ordusu kendi başına hareket ediyorlar. Bu ne yaratır? Şöyle söyleyelim; Özbekler, Çeçenler, kısmen Arnavutlar, Uygurlar, bunlar Suriye vatandaşı da değiller. Mesela Uygurlar niye Türkistan’da direnmiyorlar, neden Çin’e karşı neden direnmiyorlar? Çok şikâyet ediyorlar. Çünkü orada dolar yok, burada dolar var, dolarla alınan maaşlar var. Bu unsurlar, Suriye’yi, Suriye halkını sevmesi mümkün olan unsurlar değil. Bunların işi Alevilerle de bitmeyecek, bunların işi laiklerle devam edecek. Hıristiyanlarla devam ediyor, Hıristiyanlara zaten yapıyorlar yapacaklarını. Dürzîler İsrail koruması altına girmeseydi, Dürzîlere de olacaktı olan. 

Biliyorsun, Kürtler Golani’yle bir anlaşma ya da bir mutabakat zaptı imzaladılar ve karşılıklı birtakım teminatlar verildi ve hep şöyle şeyler söylendi: Öncesinde ve sonrasında Kürtlerin, Aleviler başta olmak üzere Hıristiyanlar, Dürzîler ve diğer azınlıklarla bir şekilde temasta olduğu, koordineli gittiği yolunda haberler, yorumlar gördüm. Kürtlerin bu anlamda belli bir askeri gücü de var. An itibariyle Alevilere kıyasla askeri anlamda da çok güçlüler. Kürtler ve diğer azınlık gruplar, Aleviler için hakikaten bir tür güvence olabilir mi?

Çamuroğlu: Şöyle söyleyeyim, şu anda aralarında karasal bir bağlantı yok. Ayrıca Türkiye’nin tavrı burada çok önemli. Türkiye’yle Kürtlerin ilişkisinin, yani YPG’nin, SDG’nin ilişkisinin ne şekil alacağı çok önemli ve bu sadece Türkiye’nin alabileceği bir karar gibi gözükmüyor. Bugün, Rojava bölgesinin Lazkiye’ye insani yardım konvoyları gönderdiğini öğrendim. Bu çok olumlu bir gelişme tabii, insani yardıma ihtiyaçları var. Fakat ben Alevilerin başka destekler bularak kendi başlarına toparlanabileceğini, örgütlenebileceğini düşünüyorum. Çünkü 3 milyon gibi bir nüfusları var ki bu Suriye’deki Kürt nüfusundan çoktur. Bu nasıl bir sonuç yaratır, bunu bilmiyorum. Ama ben Suriye’nin tek parça kalabileceğini zannetmiyorum. Mazlum Abdi’yle Golani’nin yaptığı anlaşmayı iki tarafın da zaman kazanmak için yaptıkları bir anlaşma olarak, kendilerine dayatıldığı için yapılan bir anlaşma olarak görüyorum. Bunun gerçek bir anlaşma olduğunu zannetmiyorum. Neden zannetmiyorum? Kürtlerin, Suriye Ordusu’na katılacakları söylendi. Siz, bu Uygurlarla, Çeçenlerle, diğerleriyle, SDG’nin, aynı ordu içinde, barış içinde bir arada bulunmasının mümkün olduğunu düşünür müsünüz? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Ya Kürtlerin ayrı alayları, ayrı taburları olacak. Ya diğerlerinin ayrı alayları, taburları olacak. Alevilerin, Dürzîlerin ayrı birlikleri olacak. Böyle bir ordu mümkün değildir. Buna Suriye Ordusu demek de mümkün olmaz. Kaldı ki bu nasıl oluşacak, nasıl kurulacak? Gördüğümüz kadarıyla Golani, Suriye Arap Cumhuriyeti iddiasından vazgeçmiyor, bunu ileri sürüyor, bu bir. İkincisi, yasaların, onun anladığı şeriata uygun olacağını söylüyor. Yani bütün bu anlaşmalar bana, zamanı geçirmek, zamana oynamak gibi gözüküyor. Mesela YPG’nin şeriata uygun yasalar durumunda ne olacağını düşünebiliyor muyuz?

Türkiye’ye gelecek olursak: Cumhurbaşkanı Erdoğan olayı net bir şekilde provokasyon olarak tanımladı, bir Alevi katliamından bahsetmedi. AK Parti’den zaten böyle konuşan hiç kimse olmadı. Ama bir diğer yandan da mezhep meselesinin riskli bir alan olduğunu da deklare ettiler ve bu konuda muhalefeti, CHP’yi suçladılar. Sen bu konulardaki o dilleri kazımayı daha iyi yapabilirsin. Ben, hem bir taraftan Alevileri çok fazla sahiplenmeden, ama riski de görüp, böyle bir tehlikenin farkında olup, bir şekilde Alevilere çok fazla bir şey vermeden, bu olayın önünü kesmeye çalışmak diye anlıyorum.  

Çamuroğlu: Şimdi şöyle düşünelim. Türkiye’nin yakın tarihindeki en büyük hatalardan biri Kobani’dir. Türkiye, defalarca İŞİD’e karşı olduğunu söyledi. İŞİD Türk askerlerini yakmakla kalmadı, bir de yaktığını sergiledi ve Türkiye buna karşı hemen hemen hiçbir tavır geliştirmediği gibi, pek çok İŞİD’li Türkiye’ye sığındı, Türkiye’de tedavi oldu. Bunların kayıtları, her şeyi var. Böyle baktığımızda, biraz makro bakışa ihtiyacımız var. Son zamanlarda Sayın Fidan olsun, Sayın Cumhurbaşkanı olsun, sık sık ‘’Avrupa’yla ilişkilerimiz önemli’’ dediler. Tamam, önemli. Neden? Çünkü Trump NATO’nun sonunu bile getirebilecek adımlar atabilir gibi görünüyor. Avrupa’yla hatta Kanada’yla… Geçen gün gördün mü? Marco Rubio Kanada’ya gidiyor, ona bir kırmızı halı sermişler. Kanada’da karşılarken bir buçuk metrelik kırmızı halı. Çok esprili bir protesto. Avrupa Birliği’yle iyi ilişkiler geliştirmemiz elbette çok iyi olur. Ama Avrupa Ekonomik topluluğundan başlayarak, Avrupa Birliği’yle 70 yıla yakın bir süredir görüşmelerimiz sürüyor. Avrupa Birliği’yle, mesela savunma alanında bir işbirliğine gideceksek, bu, Avrupa Birliği üyesi olmadan kabul edilebilir bir şey değil. Türkiye, Avrupa Birliğiyle ittifakları, ortaklıkları üyelik hedefiyle görüşmeli. Eğer Sayın Erdoğan’ın kafasında böyle bir açıklık varsa, yani, “Türkiye Avrupa Birliği hedefinden vazgeçmedi. Biz üye olmak istiyoruz. Bu şartlarda bizi üye alırsanız biz bu ortaklığa varız” demek varsa, Türkiye’nin en azından bir iki nebze daha demokratikleşmesi gerekir. Türkiye otoriter bir rejimle, bir tek adam rejimiyle yönetilmeye devam edecekse, Avrupa Birliği meselesinde zorluklar çıkar. Türkiye bence Abdülhamit siyasetinin, büyük güçlere oynama siyasetinin sonuna geldi. Burada bir tercih yapmak durumunda kalacak. Bu noktada, Alevilerin, Suriye’nin geleceğinin bunlardan bağımsız olduğunu düşünmüyorum açıkçası. 

Suriye’de yaşanan katliam meselesine gelelim. Bir süredir Türkiye’de Alevilik meselesi çok fazla gündemde değildi. Bir ara ‘’Siyasal Alevilik’’ diye bir şey çıkardılar biliyorsun Suriye olayından sonra. O yatıştı. Fakat sonra bu katliam olunca tekrar gündeme geldi. Ama her şeyden önce Aleviler sessizliklerini bozdular diyelim. Yeterince çıktı mı, çok emin değilim, ama yine de ülke çapında, özellikle Arap Alevilerinin yaşadığı bölgelerde birtakım tepkiler yaşandı. Uzaktaki kardeşleri ya da artık nasıl denilirse, aynı düşünce yapısındaoldukları insanlarla dayanışma göstermenin ötesinde, Türkiye topraklarında kendilerine yönelik bir tehdit algısı da var mı işin içinde?

Çamuroğlu: Biraz önce konuşmaya, nefretin vardığı noktadan başladık. Aleviler Türkiye’de kimseyi kitlesel olarak katliama uğratmadı, ama Aleviler kitlesel olarak katliama uğradılar. Peki, bu nefretin kaynağı nedir? Çok ilginç. Alevilerde böyle bir nefret, “Öldürelim de, cesetlerini köpeklere atalım” gibi bir nefret olsa, birileri “Bunlar katliama uğradı” derdi. Sünniler Türkiye’de katliamlara uğramadı. Bir Başbağlar meselesi vardır. Onun da çerçevesi çok bellidir. Onu bir örgüt yaptı. Burada Alevilerin kendilerine yönelik bu kadar nefret varken tehdit hissetmemeleri ve bu tehditlere karşı ne yapabileceklerini düşünmemeleri mümkün değil. Çünkü biz, “Bu Devlet bizi korur mu?” sorusuna olumlu cevap veremiyoruz. Bu çok vahim bir durumdur. Çünkü yasalara göre devletin bizi koruması gerekir. Vatandaşlarını korumayan bir devlet, devlet değildir, devlet vasfını yitirmiştir. Buna göre bizi koruması gerekir. Ama Türkiye’de uzun süredir yasaların kişiye göre uygulandığını da görüyoruz.  

Güvensizlik hissi var diyorsun. Güvenmiyorlar. 

Çamuroğlu: Tabii ki var. Düşün, Alevi bir köşe yazarı çıkıp Sünnilere ‘’köpek’’ diye yazsaydı ne olurdu? Gece evi basılırdı, yerlerde sürüklenirdi, öldürülmezse, ters kelepçeyle içeri atılırdı, zindanın anahtarı da denize atılırdı. Şimdi bu ortamda biz nasıl hukuka, adalete güvenebiliriz? Bu ciddi bir problem. Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya çalışıp, bunun üzerinden başka şeyler yapılmak isteniliyorsa, onu bilemiyorum. O ‘’Siyasal Alevilik’’ lafının ortaya atıldığı dönemde yine seninle görüştük. Orada muhtemelen İran’a karşı bir tavır gösterildiğini söyledim. İran’daki rejimle Alevilerin ne ilişkisi var Allah aşkına? Suriye’de Aleviler katlediliyor, İran’dan resmi bir kınama falan gelmedi. Türkiye’deki Caferilerin çok küçük bir kısmı Alevilere yapılan katliamı kınadılar. Mesela İstanbul Halkalı’daki Zeynebiye Camii cemaatinden açık, güçlü bir kınama sesi duymadık. İran’dan böyle bir ses duymadık. Yani bunlar belli şeylerin göstergeleri. Biz İran Şia’sı tarafından da çok dost bir cemaat olarak, grup olarak algılanmıyoruz. 

Dolayısıyla burada dikkat edilmesi gereken bir şey var: Türkiye’de 10-12 milyon Alevi, 2 milyon da Arap Alevi kardeşlerimiz var diyelim. Suriye’de de 3 milyon Alevi var. Suriye’dekilerle birlikte Türkiye’deki Arap Alevilerinin sayısı 5 milyon civarında ve bunların aralarında yoğun ilişkiler var, akrabalıklar var. 1920’de Suriye’de bir Alevi devleti kuruldu. Bu Alevi Devleti bugün Alevilerin yoğun yaşadığı bölgelerde, esas olarak sahil bölgesi ekseninde kuruldu. 1936’da Suriye’ye ilhak edildi. Ardından, 1939’da Hatay Devleti bir referandum yaparak Türkiye’ye katıldı. Eğer Hatay’da Arap Alevileri olmasaydı, Türkiye’ye katılması daha ciddi bir problem oluşturacaktı. Aleviler, Hatay’ın Türkiye’ye katılması konusunda olumlu yaklaşım gösterdiler, çoğunluğu katılma hususunda tavır aldılar. O tarihlerdeki bir sayıma göre Hatay’ın nüfusu 220 bin civarında. Bunun 80 bin civarı Türk, 60 bin civarı Alevi. Diğer gruplar, Sünni Türkmenler, Ermeniler, Sünni Araplar var. Ama burada katılma konusunda tavrı net olan iki grup vardı: Türkler ve Aleviler. Bugün Türkiye’nin bunu hatırlamaması nedir? Bir devlet büyüğünün bir sohbetimizde ettiği çok güzel bir lafı vardı: “Bizim devletimiz kendisine yapılan hizmetleri en kısa sürede cezalandırır” demişti. Şu âkil adamlar meselesini bir hatırlayalım. Çünkü öngörülemeyen bir politika içindeyiz biz, uzun vadeli bir politika yapmıyoruz. İktidarlar Türkiye’de günü kurtaran politikalar yapıyorlar. 

Sen biraz önce İran rejimiyle Alevileri bağlantılandırma meselesinden bahsettin. Bu, çok ilginç bir şekilde, dünyada İslami ve radikal İslami hareketlerde de Şii ve Alevi karşıtlığı içkin bir şekilde olsa da çok fazla dile getirilmezdi. Pakistan’da arada Şii camilerine birtakım saldırılar yaşandığı olurdu, ama çok yaygın bir şey değildi ve en önemlisi mesela El-Kaide bu konuda çok dikkatliydi; o topa hiç girmezdi. Ama Zerkavi Irak El-Kaidesi’nin başına geçince işin rengi değişti ve o zamandan itibaren Irak, sonra Suriye, İŞİD de bunu yapmaya başladı. Bu arada şöyle bir şey oldu. Türkiye’de radikal İslamcılığın ilk canlanması İran devrimiyle oldu. Türkiye’de, özellikle genç kesimlerde bir İran sempatisi vardır ve mezhep meselesi gündemde değildir. Fakat zamanla bu biraz değişime uğradı. Ama son dönemde, Türkiye’deki İslamcı kesimlerde de gruplar oldu, hatta bunların bir kısmı, yakın zamana kadar İran’cı olarak bilinenler, şimdi İran düşmanı oldular. Bunların kimler olduğunu biliyorsun. Çok açık bir şekilde Suriye nedeniyle diyorlar, ama aslında o örtük olan şey tekrar su yüzüne çıktı. Şimdi orada bir Şii düşmanlığı var. Bir yanda Aleviler var, ki bilirsin, uzun bir süre ‘’keşke Aleviler Şii olsa, Caferi olsa, en azından namaz kılarlar’’ gibi söylemler de vardı. 

Çamuroğlu: Hâlbuki Arap Alevileri namaz kılar, Ramazan’da oruç tutarlar.

Anadolu Alevileri için, mesela Çorum’da falan bir takım şeyler oldu, biliyorsun.

Çamuroğlu: Evet. 

Şimdi çok garip bir şekilde hem İran karşıtlığı hem Alevi karşıtlığı aynı şeymiş gibi birlikte kotarılıyor. Bu konuyu yazıp çizen insanların, Şiilikle Aleviliğin aynı olmadığını bilmemesi mümkün değil, öyle değil mi? Ama aynı şeyden bahseder gibi bahsediyorlar ve aslında yepyeni bir mezhep karşıtlığı tohumları ekiyorlar.

Çamuroğlu: Bunun nedeni nedir acaba? Mesela Batı ve özellikle Amerika için Ortadoğu’da iki şey çok önemli. Bir, fosil yakıtların denetimi. İki, İsrail’in güvenliği. Esad İsrail’le anlaşsaydı devrilir miydi? Bence devrilmezdi. Esad, “Gelin, Golan Tepeleri’nde bir gözlemevi de kurun. Biz size saldırmayacağız. Aramızda bir İbrahim Anlaşması yapalım” deseydi iç savaş, başlamadan da bitebilirdi. İran, Amerika’yla İsrail’le bu kadar zıtlaşmasaydı, nükleer araştırmalara girişmeseydi, Çin’le bu kadar yakınlaşmasaydı, Rusya’yla bu kadar yakınlaşmasaydı, bir hedef haline gelir miydi? Gelmezdi. İslamcılar için şunu söylemeliyim. İslamcılar, Batı’nın kendilerine kullanışlı bir araç olarak baktığını gördüler, bunu keşfettiler. İslamcılar, aynı zamanda parayı, zenginliği de keşfettiler. Özellikle Türkiye’nin İslamcıları bunu sergilemekten de çok hoşlandılar. Dünyanın efendileriyle uyum içinde olmak, onlar için önemli bir olay hâline geldi. Türkiye’deki şatafatları görüyoruz, altınları görüyoruz, lüks cipleri, altın günlerini, büyük düğünleri, pahalı saatleri görüyoruz. İslamcılar, kendileri için olan bir kapitalizmi keşfettiler. İslamcılar aslında inançlarını pazara çıkardılar ve bu pazarda alıcısı olduğunu gördüler. Golani’nin Amerika ve İsrail ve Türkiye tarafından iktidara getirilmesi nasıl bir şey? Hem terörizm listelerinde olacak, hem biraz güçlendiğini hissettiğin anda bombalayacaksın, hem de Golani’ye Cumhurbaşkanı diyeceksin. İsrail daha geçen gün Şam’ı bombaladı. İsrail istemeseydi Golani orada oturabilir miydi? Hayır. Amerika istemeseydi Golani oturabilir miydi? Hayır. Sadece Suriye üzerinde uçuş yasağı getirmeleri yeterli olabilirdi, kendi uçakları uçardı. Golani İdlib’den Halep’e falan gidemezdi, bir metre gidemezdi. Şimdi böyle baktığımızda, ben Selefîlerin, Suudi Arabistan’la birlikte kapitalizmi yeniden keşfettikleri, bu işin petrolle devam edemeyeceğini gördükleri ve yeni bir yola girdikleri kanaatindeyim. Bundan sonra Batı’ya kim diklenirse, kim kafa tutarsa, en önce Selefîler’den, bu kafa kesicilerden, bu barbarlardan tepki alabilir. Bunlar paralı askere dönüştüler. Bunlara dolar üzerinden maaşlarını kimler verdi? 

Burada bir önceki soruna dönmek isterim. O soru, tehdit meselesi. Bugün Türkiye’ye gelen binlerce Afgan kimdir? Türkiye’deki milyonlarca Suriyelinin kaçı cihatçıdır? Biz nasıl tehdit hissetmeyiz? Bizim tehdit hissetmemizden doğal bir şey yok. Türkiye’nin laik vatandaşlarının tehdit hissetmesinden daha doğal bir şey yok. Ve görüyoruz ki Batı, Türkiye için özel rejimler istiyor. Batı’nın Türkiye için gerçek bir demokrasi istediği yok. Belki şimdi Avrupa Birliği’yle yeni bir ortaklık düşünülürse, belki orada biraz ilerlemeler olabilir. Ama ben Türkiye’nin yakın zamanda bu başkanlık rejimini, bu tuhaf rejimi değiştirebileceği kanaatinde değilim, onu söyleyeyim. 

Evet, Reha, toparlayalım. Başlığa dönelim. Evet, özellikle Suriye’dekiler, ama aynı zamanda Türkiye’deki Aleviler de bir endişe içindeler ve bunun da haklı nedenleri var diye özetliyoruz, değil mi?

Çamuroğlu: Evet.

O zaman çok teşekkürler, diyecek bir şey kalmıyor. Çok sağ ol Reha. 

Çamuroğlu: Eyvallah, Ruşen. Sen de sağ ol. 

Bir gün seninle Alevi düşüncesinin inceliklerini, heterodoksi gibi pembe şeyleri konuşuruz inşallah.

Çamuroğlu: Şimdi ‘’İmam Ali ve Kutsal’’ diye bir kitap bitirdim, şu anda yayına hazırlanıyor.

Hadi bakalım, hayırlı olsun.

Çamuroğlu: Evet, Alfa Kitap’tan çıkıyor.

Çok sağ ol, Reha.

Çamuroğlu: Sen de sağ ol.

Evet. ‘’Suriye’de ve Türkiye’de Aleviler tedirgin mi?’’ sorusunu Reha Çamuroğlu’yla konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.