Savcılık tarafından ifadeye çağrılan Halk TV Ana Haber sunucusu Ece Üner, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Ruşen Çakır Gazetecilere dokunmayın başlıklı videoda Türkiye’de gazeteciliği yorumladı.
Halk TV Ana Haber sunucusu Ece Üner, savcılık tarafından ifadeye çağrıldı. Üner, ifade işlemlerinin ardından yurtdışı çıkış yasağı ve imza şartı talebiyle mahkemeye sevk edildi.
Ece Üner, daha sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Serbest bırakılmasının ardından açıklama yapan Üner, “Mağdur olduğum bir davadan şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldım. Çok uzun süredir Ergenekon, Balyoz döneminde olduğu gibi birçok insanı intihara sürükleyen, bir çok insanı hapse attıran, aileleri parçalayan, birçok kıyıma sebep olan bir kişi çok uzun süredir beni, ailemi hedef alıyor” dedi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamada, Halk TV programcısı, gazeteci İsmail Saymaz’ın 15 Mart’ta pasaportuna el konulmasını duyurduğu paylaşıma yer verildi.
Açıklamada Saymaz’ın “Haftalardır süren itibar suikastlerine bir de hukuksuzluk eklendi. Eşim, çocuğum ve arkadaşlarımla hafta sonu tatili için yola çıkmışken, hakkımda yurt dışına çıkış yasağı konduğunu öğrendim. Pasaportuma el kondu. Kaçacak olsaydım… Son 1,5 ayda beş kez yurt dışına çıkıp dönmezdim. 7 Mart’ta gittiğim Almanya’dan, hakkımda soruşturmalar olduğunu bile bile 12 Mart’ta geri gelmezdim. Savcılık tarafından ne zaman ifadeye çağrılsam koşa koşa gittim. Geçen perşembe günü üç farklı soruşturmadan ötürü Bakırköy Adliyesi’ndeydim. Gazetecilik dışında suçum… Türkiye’den başka bir yere gitmeye niyetim yok. Bu yapılanları eleştirel gazeteciliğe bir gözdağı olarak görüyor ve reddediyorum” ifadelerini kullandığı hatırlatıldı.
Halk TV “bilirkişi” davası
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun düzenlediği basın toplantısında gündeme getirdiği bilirkişi S.B. ile ilgili haberi yayınlayan Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş, Sorumlu Müdür Serhan Asker, Programlar Koordinatörü Kürşad Oğuz, programcı Barış Pehlivan ve sunucu Seda Selek hakkında açılan davanın ilk duruşmasında karar çıktı.
Gazeteciler beraat etti
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nca düzenlenip Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilen iddianamede, Pehlivan ile Oğuz’a “kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etmek, yargı görevini yapanı etkileme, kayda alınan konuşmaların basın, yayın yoluyla yayınlanması” suçlamalarıyla 6 yıldan 14 yıla kadar, Toktaş, Selek ve Asker hakkında ise “kayda alınan konuşmaların basın, yayın yoluyla yayınlanması, yargı görevini yapanı etkileme” suçlamasıyla 4 yıldan 9 yıla kadar hapis cezası istendi.
Toktaş ile dört gazeteci hakkında hazırlanan iddianamede toplam 55 yıl hapis cezası istendi. Dava, İstanbul 54. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Merhaba, iyi günler. Bugün Halk TV Ana Haber Sunucusu Ece Üner, Halk TV‘ye gelen polisler nezaretinde ifade vermeye gitti. Daha sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. İsmail Saymaz’ın bir tweetine yaptığı yorum, attığı tweet diyelim, yani bir cümlelik bir şey ve bu bir cümle için kendisi davet edilmedi, doğrudan polis nezaretinde götürüldü ve bırakıldı. Bu ilk defa olan bir şey değil. Zaten onun yorum yaptığı tweette de İsmail Saymaz, kendisinin başına gelenleri anlatıyordu. Ne gelmişti başına? Ailesi ve arkadaşlarıyla yurt dışına çıkacakken pasaportuna el konuldu, yurt dışı çıkış yasağı varmış ama soruşturmanın ne olduğu açıklanmadı, avukatları da öğrenemediler. Değişik rivayetler dolaştı, birçok şey söylendi. ‘‘Terör davası’’ dediler, ‘‘Medya A.Ş. soruşturması’’ dediler. Henüz belli değil. Anladığım kadarıyla kendisi bilmiyor ama medyada birileri onun adına, ‘‘yok şundan yok bundan’’ diye güvenilir kaynaklardan aldıkları bilgiye istinaden birbirinden farklı yorumlar yapıyorlar. Her halükarda sonuçta İsmail Saymaz, Ece Üner, Halk TV‘de ikisi de. Ki Halk TV‘nin başına yakın dönemde bir başka bilirkişi olayı gelmişti. Orada da çok sayıda kişi ifade almaya götürüldü ve Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş da tutuklandı ve sonra hepsi beraat etti. Bütün bunlar neden oluyor? Bunlar bildiğimiz şeyler. Aslında medya öteden beri iktidarların sevmediği bir şeydir, tamamen kontrol etmek istediği bir şeydir. Büyük ölçüde de bunu başarırlar ama yine de birtakım ayrık otları çıkar ve onları da sindirmek için birçok koldan saldırıya geçer iktidarlar. Bunun başında da yargı gelir. Biz bu filmi defalarca gördük. Bizden önceki kuşaklar da görmüş, biz de gördük. Gazetecilik hayatımda çok tanık oldum. Özellikle Ergenekon, Balyoz soruşturmaları döneminde gazeteciler de çok ciddi bir şekilde hedef alınmıştı. İçlerinden bazıları uzun süre tutuklu kaldılar vesaire. Böyle bir dönemdi. ‘‘O dönem kapandı’’ derken şimdi tekrar benzer bir şeyi uzun zamandır yaşıyoruz. Ve ilginç olan bir husus var, acı bir gerçek; o dönemde gazetecilerin ve başkalarının ama özel olarak da gazetecilerin başına yargı çorabı örülmesine yardımcı olan medyadaki bazı tetikçiler bugün, yani eskiden Fethullahçılar adına, Fethullahçı yargı ve polis adına bu işi üstlenen kişilerin bazıları aynen hiçbir şey olmamış gibi işlerine devam ediyorlar ve bu sefer başkalarını hedef gösteriyorlar, tetikçiliğe devam ediyorlar. Ece Üner’in zaten İsmail Saymaz’a söylediği, yani onun tweetine yaptığı yorumda söylediği “FETÖ artıkları” dediği herhalde yargıçlar, savcılar değil, bu medyadaki kişiler. Ama savcılar bunu kendilerine söylenmiş gibi almışlar anlaşılan ve yargıya müdahale gibi gerekçelerle kendisini sorgulamaya almışlar ya da ifade vermeye almışlar. Bir soruşturma olduğu belli, yargılama da olacak belki. İsmail’in başına ne geleceğini bilmiyoruz. Ama tabii yine birileri sürekli toto oynar gibi birtakım şeyler söylüyorlar ve bundan çok mutlu oluyorlar. Şimdi şu geliyor hep aklıma: Cezaevinde yıllardır Mehmet Baransu diye bir adam yatıyor. Bu adam medyada, Taraf gazetesinde çalıştı ve yıllarca insanları hedef gösterdi, çok sayıda kişinin hayatının kararmasına, özgürlüklerinin ellerinden alınmasına doğrudan dahil oldu, aracı oldu ve yıllardır hapiste. Adını anan yok, kendisiyle dayanışma için herhangi bir şey yapan yok. Yani bu tetikçiliğin hazin sonu budur. Bu örnek birilerinin önünde hep dursun, hep hatırlasınlar, bunu görsünler. Şimdi bu yayını yapıyorum ama ne işe yarayacak açıkçası bilmiyorum. Bu yayını aslında durduğum yeri belirlemek için, tarihe kendimce bir kayıt düşmek için yapıyorum. Söz konusu olan gazetecilerin içerisinde, içeri giren, hakkında soruşturma yapılan gazetecilerin içerisinde uzun zamandır tanıdığım, arkadaşım olanlar var. Mesela İsmail böyledir. Yıllardır bilirim, severim ve bence şu anda Türkiye’nin en başarılı gazetecisi kesinlikle, onu rahatlıkla söylerim. İsmail’in böyle bir örgüt, terör vesaire ile suçlanacak olma ihtimali bile saçma. Onu özellikle vurgulamak istiyorum. Ece Üner’i yıllardır tanırım, çok takdir ederim. Yani işini başarıyla yapan birisi. Siyasi olarak çok aynı yerlerde durmadığımız ortada. Ama bir kere çok iyi eğitimli, kendini çok yetiştirmiş, çok profesyonel bir isim, çok başarılı bir isim. Ve burada şunu özellikle söylemek istiyorum: Son dönemde yaşanan gazetecilere yönelik bu yıldırma operasyonlarında kadın gazetecilerin, başarılı kadın gazetecilerin, kendi ayakları üzerinde durma başarısı gösteren kadın gazetecilerin özel olarak hedef alınması hiç rastlantı değil. Mesela Özlem Gürses, mesela Nevşin Mengü en son örnekler. Nevşin ne yaptı? PYD’nin sözcüsü Salih Müslim ile konuştu. Ondan sonra kendisine terör vesaire falan ceza da verildi. Aynı kişiyle Türkiye Gazetesi konuştu, Türkiye Gazetesi’ne hiçbir şey olmadı. Normal olan o tabii ki ama Nevşin bundan dolayı mahkûm oldu. Yani en fazla iki hafta geçmiştir, belki geçmemiştir. Sonra Türkiye Gazetesi’nin bir ‘‘muhabiri’’ diyelim, ama neyse, onun yaptığı röportaja hiçbir şey olmadı. Şimdi burada şöyle bir husus var, onu özellikle vurgulamak lazım, geçen Akif Beki’nin galiba yazısında vardı: “İktidara her şey sevap, muhalefete her şey haram.” Ben bunu genellikle şöyle söylüyorum: ‘‘Birilerine her şey serbest, diğerlerine her şey yasak.’’ Şimdi Ece Üner’in attığı tweet ya da daha önce mesela Özlem Gürses’in yayında yaşadığı dil sürçmesi gibi olayların bin katını başkaları yapıyor. Daha yeni Suriye’de Alevi katliamı oldu, 1000’i aşkın sivilin hayatını kaybettiği söylendi, çok tarafsız kuruluşlar tarafından söylendi ve böyle bir katliam olmamış gibi ya da olmuşsa da çok da önemli değilmiş gibi birisi, iktidar yanlısı gazetelerde “Nusayri teröristler” diye tabirler kullandı ve katliamları meşrulaştıran, Alevileri, Arap Alevilerini dışlayan, hedef gösteren bir yazı yazdı. Tabii ki başına hiçbir şey gelmedi. Başına bir şey gelsin diye söylemiyorum; ama nefret suçuysa nefret suçu, halkı kin ve nefrete teşvik etmekse bu, her şey var, ona hiçbir şey yok. Ondan sonra yazılar yazmaya devam etti ve kendisinin yazılarının çarpıtıldığını falan söyledi. Çarpıtılacak hiçbir şey yok, alenen yazılmıştı: “Nusayri terörist.” Yani Nusayri’yi Alevi’den ayırdığını söylüyor, halbuki böyle bir şey yok. Anadolu’daki Alevilerin içerisinde Türk Alevisi var, Kürt Alevisi var, Arap Alevisi var. Arap Alevilerine birileri, onlar sevmiyor ama birileri küçümsemek için Nusayri diyorlar ve Türkiye’de de milyonlarca, yani en azından 1 milyondan fazla Arap Alevisinin olduğunu biliyoruz. Ve bunu hedef gösterdi. Ona hiçbir şey olmadı, belki takdir bile etmişlerdir. Böyle acı bir olayla karşı karşıyayız. Burada ne yapılabilir? Şimdi Ergenekon, Balyoz dönemlerini hatırlıyorum. Ahmet Şık, Nedim Şener konusunda gazeteciler çok ciddi bir inisiyatif geliştirmişlerdi, bayağı bir sahip çıkılmıştı. Herkes kendince bir şeyler yapmaya çalışmıştı, ben dahil. Ben mesela Vatan Gazetesi‘ndeki yazılarıma Ahmet ve Nedim’in fotoğraflarını koyarak gün saydım. Şimdi pişman olduğumu düşünenler var. Pişman değilim, ben pişman değilim. Ama birileri herhalde benim tarafımdan sahiplenilmiş olmanın şimdi iyi bir şey olmadığını düşünüyor olabilir. O, kendisinin sorunudur. O beni ilgilendirmiyor. Bugün böyle şeyler maalesef pek olamıyor. Bugün çok daha kötü bir atmosferde yaşıyoruz. Fethullahçıların zamanında uyguladıkları yöntemler çok daha hoyratça kullanılıyor. Medya hedef alınıyor ve zaten iktidarın dışında kalan medya çok az bir alanı tutuyor, buna bile tahammül edilemiyor. Çünkü çok ilginç bir durum var. O kadar yeri kontrol eden medyanın, yani iktidar yanlısı medyanın etkisi yok. Özellikle kendilerinden olmayan kişileri etkileyecek, okutacak yazar, izletecek sunucu, yorumcu yok. Yani insanlar merak edip “Ya işte şu ne diyor?” diye bakmıyorlar. Ama öte yandan muhalif medya diye tabir edilen, iktidar dışında kalan medyanın içinde — hepsi değil tabii, çok kötü örnekler de var onun içerisinde açıkçası — bazı isimler çok dikkat çekiyor ve iktidara destek veren kişiler bile onları takip ediyor, ciddiye alıyor, önemsiyor. Ve tabii ki bu arada iktidar yanlısı medyadaki birçok kişi de bu kişileri acayip bir şekilde kıskanıyorlar, gerçekten kıskanıyorlar. İfrit oluyorlar, yani açık söylemek gerekirse ifrit oluyorlar ve onların sürekli hata yapmasını bekliyorlar. Hata derken, yaptıkları hata olmayabilir ama işte bir şekilde başlarına iş açabilecek pozisyon almaları. Mesela Nevşin Mengü’nün Salih Müslim’le konuşması hata değildi. Tam zamanında yapılmış bir röportajdı ama Türkiye şartlarında buna izin vermediler, o gün itibarıyla vermediler ve bunu hemen birileri hedef gösterdi. O çok kullanılan tabirle “Alın bunu, alın bunu” yaptılar ve başına işler geldi ve yayını silmek zorunda kaldı. Bir de hata da yapabilir insan. Herkes yapar, gazeteciler de yapar. Hepimiz yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Ama bunun bir tolerans payı olması gerekir. Yapılan her hataya bir ‘‘Ülkeyi paramparça ediyorlar, yaktılar yıktılar’’ muamelesi yapmak kadar da abes bir şey yok. Orada şunu görüyorsunuz, Özlem Gürses olayı böyleydi; zaten hoşlanmıyorlar, en ufak bir açığını bekliyorlar ve o açığı gördüklerini düşündükleri anda üzerine çullanıyorlar resmen. Böyle yaşıyoruz. Uzun bir süredir bağımsız gazetecilik yapmaya çalışan insanlar her şeyi böyle düşünerek yapıyor. Ve bazen birileri böyle sosyal medyadan falan özellikle gaz vermeye çalışıyorlar ama bu işi sürdürülebilir kılmak için olabildiğince dikkatli olmak gerekiyor maalesef. Özgürlüğümüz büyük ölçüde kısıtlı. Bu otosansür değil, bu başka bir şey. Bu başka bir şey. Sürdürülebilir olmak için bizlerin olabildiğince dikkatli olması gerekiyor. Diğer taraflarda pek okumuyorum ama arada sırada gözüme çarpıyor birtakım köşe yazıları, iktidar medyasındaki köşe yazılarına bakıyorum, yani tam çalakalem vesaire ve o kadar çok şey var ki… Gerçekten suç unsuru da var diyelim, hadi öyle diyelim. Ama onlar için her şey serbest ve bu serbestliğin verdiği bir özensizlik var. Öteki tarafta da çok dikkatli olmanın verdiği bir, nasıl söyleyeyim, daha dikkatli, daha özenli yazılar, programlar vesaire var. Böyle bir haldeyiz. Bir de işin ekonomik boyutu var, o apayrı bir husus. Onu özellikle çok fazla dillendirmek istemiyorum. Ama bugünün Türkiye’sinde bağımsız gazetecilik yapmanın yargı kadar, kimi zaman ondan çok daha önemli bir engeli ekonomik konular ve bu konuda bağımsız gazetecilik yapmanın önünde çok ciddi engeller var, finansman sorunu var. Geçen Gazete Duvar’la ilgili konuştuklarımızda da söyledim. Gazete Duvar olayı bu konuda çok acı bir örnek ve korkarım son örnek olmayacak. Çünkü bunları sürdürebilmek için doğrudan vatandaşların desteğine ihtiyaçları var bağımsız gazetecilerin. Ama vatandaşların içinde çok az kişi… Evet, İmamoğlu’nun diploması iptal edilmiş. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Evet, yani söyledikleri gibi o kişilerin söyledikleri oldu, günü şaşırdılar, en geç pazartesi dediler, salı oldu. Çok da fazla şimdilik yorum yapmayayım, burada noktayı koyayım. Herhalde Türkiye’nin gündemi artık bu olacak ama başka bir yayında bu konuda söyleyeceklerimi söyleyeyim, biraz kafamı toparlayayım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.