Ruşen Çakır, “Türkiye Putin’in Rusyası gibi mi olacak?” başlıklı yayınında, 19 Mart süreciyle birlikte Türkiye’nin otoriterleşme eğilimini değerlendirdi. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın attığı adımların ardından toplumun gösterdiği refleksi ve direnci vurgulayan Çakır, “Bu olayın tek aktörü devlet değil” dedi.
Ruşen Çakır, Türkiye’nin otoriter eğilimleri nedeniyle uzun süredir Rusya, Macaristan ve Venezuela gibi ülkelerle karşılaştırıldığını hatırlattı. Bu benzetmelerin yetersiz kaldığını vurgulayan Çakır, “Putin Rusya’sında sözde muhalefet var ama Türkiye’de böyle bir muhalefet yok” diyerek, muhalefetin 2019 ve 2024 yerel seçimlerinde ortaya koyduğu başarıyı örnek gösterdi.
- İmamoğlu’na düzenlenen operasyon haberlerimizin tamamını okuyun.
- İmamoğlu’na düzenlenen operasyon videolarımızın tamamını izleyin.
“Erdoğan’ın gücünün sınırı var”
19 Mart sonrası yaşananlara dikkat çeken Çakır, özellikle İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin yürüyüşüyle başlayan ve Saraçhane’de büyüyen kitlesel tepkilerin önemine değindi. “Bir yerde toplum devreye giriyor ve onun önüne set çekiyor” diyen Çakır, iktidarın planladığı bazı adımları atamamasının temel sebebinin toplumsal direniş olduğunu savundu.
“Kendi tabanını bile ikna edemedi”
Erdoğan’ın artık “rıza üretme” kabiliyetini kaybettiğini belirten Çakır, iktidarın kendi tabanını dahi ikna edemediğini dile getirdi. “AK Partililer bile konuşamıyor çünkü onlar da ikna olmuş değil” diyen Çakır, mevcut iddiaların 17-25 Aralık sürecindeki kadar somut ve kamuoyunda karşılık bulur nitelikte olmadığını söyledi.
“Medya ve gençlik üzerindeki baskının da sınırı var”
Erdoğan’ın medya ve sosyal medya üzerindeki kontrolünün artık etkisiz kaldığını, bu yüzden alternatif kanalları baskılamaya çalıştığını vurgulayan Çakır, “Kendi gençlerini seferber edemeyen Erdoğan, protestocu gençleri yıldırmaya çalışıyor ama bunun da bir sınırı var” dedi.
“Türkiye’de sandık geleneği var”
Yayının sonunda Türkiye’nin Rusya gibi olamayacağını yineleyen Çakır, “Türkiye’de her şeye rağmen bir parlamenter gelenek var. Bu ülke ikna olmadığı bir rejime evet demez” ifadelerini kullandı. Toplumu küçümsememek gerektiğini söyleyen Çakır, bu zor dönemde özgür gazetecilik yapmanın önemine dikkat çekerek sözlerini noktaladı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Bugün İstanbul’da büyük bir miting olacak. Maltepe’de CHP çok iddialı hazırlanıyor. Bir ara verildi Saraçhane’de salı akşamından sonra ve cumartesiye yoğunlaşıldı ve bu cumartesi 19 Mart krizinin yeni bir aşaması olacak bugün Maltepe’de yaşanacaklar. Gün boyu mitingi Medyascope‘ta size canlı vereceğiz, ardından da uzun bir yayınla miting sonrası uzmanlarla canlı yayında mitingi değerlendireceğiz. Ben bu sabah sizlere o hep dile getirilen husus hakkındaki görüşlerimi anlatmak istiyorum: Türkiye Rusya mı oluyor, Türkiye Putin’in Rusyası mı oluyor? Bu, ne zamandan beri dile getiriliyor. Aslında Türkiye otoriter bir rejim olarak genellikle Rusya’yla hep benzetildi, Macaristan’la da benzetildi, bir dönemlerin Filipinlerine benzetildi, Venezuela’ya benzetildi, başka ülkeler de var ama Erdoğan’la Putin’in ve Orban’ın fotoğrafları, bazen buna Trump da eklendi, uluslararası medyada çok yer aldı. Türkiye’de ilk başlarda AKP iktidarı İslamcı iktidar olarak tanımlanırken uzun zamandır otoriter iktidar olarak tanımlanıyor ve bu sosyal siyaset bilimi literatüründe rekabetçi otoriterliğe bir örnek olarak veriliyor. O nedir? Macaristan’da da olduğu gibi seçimler yapılıyor ama otoriter lider hep kazanıyor. Böyle bir sistemin Türkiye’de geçerli olduğu söylendi ve 19 Mart kriziyle beraber Erdoğan’ın o otoriterlikteki rekabetçi kısmını dağıtıp tamamen otoriter, mutlak bir otoriterlik, hatta totalitarizme doğru gitmek istediği yorumları yapıldı ve yine akla Putin örneği geldi, Putin Rusyası örneği verildi. Putin’in Rusyasında sözde muhalefet var ama bu muhalefet Putin’in çizdiği sınırlar içerisinde, tek kelimeyle sarayın muhalefeti. Onun dışında Putin’i şu ya da bu şekilde zorlayabilecek, sıkıntıya sokabilecek muhalif şahsiyetlere ve kurumlara yönelik çok ciddi bir yıldırma politikası, hapse atmalar, hatta zehirlemeler, öldürmeler yaşandı ve bunlar artık insanların kanıksadığı durumlar oldu. Orada tam anlamıyla kontrollü bir muhalefet var. Ama Türkiye’de böyle bir muhalefet yok. Kimi muhalefetin içerisinden eleştiri yapanlar özellikle CHP’yi ‘‘kontrollü’’ olarak tanımlasalar da bu gerçekten hakkaniyetli bir değerlendirme değil. 2019 ve 2024 yerel seçimleri, aslında muhalefetin hiç de yabana atılmayacak bir güç olduğunu Türkiye’ye, Erdoğan’a ve tüm dünyaya göstermişti. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de muhalefetin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı devirme aşamasına geldiğini ama şu ya da bu nedenle bunu başaramadığını biliyoruz. Şahsen onun, Kılıçdaroğlu’nun kendisine rağmen seçileceğini düşünenlerdendim, bunun toplumsal karşılığı olduğunu düşünenlerdendim; ama bir şekilde Erdoğan birtakım montaj videolarla, şununla bununla, ikinci turda da olsa yeniden seçilmeyi başardı. Sinan Oğan’ı yanına çekmesi bile başlı başına ikinci turda kazanması için önemli bir olay olmuştu. Neyse. Şimdi gelelim 19 Mart’a. Ne diyor Ekrem İmamoğlu New York Times’taki yazısında; ‘‘Beni içeri attı, çünkü onun rakibiyim ve onu yenecektim’’ diyor. Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu’nu önce diplomasını iptal edip sonra da cezaevine attırmasının tek nedeni, esas demeyeceğim, tek nedeni, onu karşısında rakip olarak görmek istememesi. Ve biz bu anlamda 18 Mart’ta diploma iptaliyle bir ölçüde, ama 19 Mart’tan sonra gerçekten Erdoğan’ın rekabet sistemini sonlandırmak istediğini düşündük. İlk anda bu yaşandı. Şöyle bir perspektif oluyor, devletlerin bu tür müdahalelerinde böyle bir perspektif gelişiyor; bunu yapıyor, gözünü karartmış, artık istediğini yapacak. Ama ne oldu? 19 Mart’ın öğle saatlerinde İstanbul Üniversitesi öğrencileri yürüyüşe geçti. CHP bir bocalamanın ardından Saraçhane’ye kamp kurdu. İlk akşam bir ölçüde, ama ikinci üçüncü dördüncü akşamlar giderek artan, toplumun tüm kesimlerinden katılımlarla çok büyük gösterilere dönüştü. Bir pazar günü 15 milyonun üstünde insan, CHP’nin cumhurbaşkanı adayının Ekrem İmamoğlu olması için oy kullandı. Bunların hepsi CHP’li değildi, CHP seçmeni de değildi. Miting alanlarında Saraçhane’de toplanan ya da ülkenin değişik yerlerinde polise rağmen, güvenlik güçlerine rağmen toplanan gençlerin de büyük bir kısmı böyle değil. Bu bize şunu gösteriyor; bu olayın tek aktörü devlet değil. Erdoğan tabii ki bir aktör, o tabii ki bir şeyler yapmak istiyor; ama Erdoğan’ın gücünün sınırı var. Bir yerde toplum ya da yeni tabirle millet devreye giriyor ve onun önüne set çekiyor. Bu öyle kolay olmadı. İlk gün gerçekten insanlar ürktü, korktu, çekindi; ama o korku duvarı aşıldıktan sonra çok ciddi karşı duruşlar oldu. İstanbul’a kayyum atayamadı Erdoğan, Büyükşehir Belediyesi’ne. Kesinlikle planda kayyum atamak vardı; çünkü bu olayı önceden hazırlayan iktidar güdümündeki isimler böyle resmetmişlerdi, bütün bunları anlatmışlardı. Atayamadı. Cumhuriyet Halk Partisi’ne kayyum meselesi benzer bir şekilde gündemde, henüz olmadı, olup olmayacağını da bilmiyoruz. Bunlar çok bariz geri adımlar, en azından frene basmalar ve bunu yapan da millet, toplum. Toplum ‘‘Dur’’ dedi. Tabii ki CHP’nin buradaki başarısını hiç yabana atmamak lazım, tabii ki Ekrem İmamoğlu’nun yarattığı popülaritesini hiç yabana atmamak lazım; ama burada esas aktör toplumun kendisi, özellikle gençler oldu. Burada Erdoğan tıkandı. Bu tıkanıklığı aşmak için ne yapabilir diye beklemeye başladık. Çarşamba günü grup toplantısında yaptığı konuşmada, heybedeki yeni turplardan bahsetti. Neler olacağı konusunda değişik spekülasyonlar var ama olsa da olmasa da artık Erdoğan’ın rıza üretme imkanı yok. Rıza üretmek derken şunu söylüyorum: Siyasetçiler, değişik kurumlar, insanları bir şeye ikna ederler, bir şey anlatırlar ve insanlar da evet, kabul ederler ve onun yanında dururlar, en azından ona itiraz etmezler. Erdoğan’ın bu son hamlesi, değil muhalefeti, muhalefete yakın çevreleri, kendi tabanını bile ikna edebilmiş değil. Bunu dünkü yayında da ele almıştım. AK Parti ne yapıyor? AK Parti yok. AK Partililer bu konuda bir şey söyleyemiyorlar, çünkü kendileri bile ikna olmuş değil. Erdoğan’ın onlara söylediği, mesela yolsuzluk, rüşvet… Erdoğan somut olarak, dün bunu ‘‘Haftaya Bakış’’ta da konuştuk. 17-25 Aralık’ta mesela bir saat vardı, birtakım telefon görüşmeleri vardı, birtakım video görüntüleri vardı ve biz 17-25 Aralık’ı ne kadar üstü kapansa da onlarla hatırlayacağız. Peçeteye yazılan not vardı. Bu süreçte hiç böyle bir şey yok. Tabii ki iktidar yanlısı medyada birtakım iddialar dile getiriliyor filan ama bunlar toplumun tümü tarafından bilinen ve ‘‘Demek ki böyle olmuş’’ denen şeyler değil. Dolayısıyla Erdoğan’ın rıza üretmesi geldi bir yerde tıkandı. Bu olayda hele hiç işlemiyor. Ve böyle bir ortamda, toplumun büyük bir kısmını kaybetmişken — Konda’nın araştırmasında ‘‘%70 protestoları haklı buluyor’’ sonucu çıktı, biliyorsunuz — millete rağmen, topluma rağmen, iyice oyu azalmış bir Erdoğan’ın iktidarını koruyabilmesi sadece uluslararası konjonktürle mümkün olabilir mi? Tamam, Trump ses çıkartmıyor, tamam Avrupa Türkiye’ye ihtiyacı olduğu için formalite icabı birtakım açıklamalar yapıyor, eyvallah; ama bunlar tek başına yetmeyecek. Rusya mı yardım edecek, başka bir ülke mi yardım edecek? Kim, nasıl yardım edecek? Ortadoğu’da zaten, şu anda unuttuk ama, Suriye gibi bir mesele var. Bir diğer yandan Kürtlerin desteğini alma konusunda da açılım belli bir yerde tıkanmış durumda. Erdoğan bunu nasıl yapacak? Sadece ve sadece elindeki güçle, devlet gücüyle bunu yapabilecek mi? Bakın, Türkiye’de medya ve hatta sosyal medya büyük ölçüde iktidar tarafından kontrol ediliyor. İktidarın denetleyemediği alan çok az ve bunlar da güçlükle ayakta kalmaya çalışıyorlar. Ama Erdoğan’ın bütün bu medya ordusu, sosyal medya ordusu, troll ordusu bu süreçte ağaca çıktı. Bunun üzerine ne yaptı Erdoğan? RTÜK devreye girdi ve birtakım kanallara çok ağır cezalar getirdi. Bazı YouTube kanallarına birtakım, neydi onun adı, ruhsat diyeceğim ama işte neyse, anladınız, ruhsat zorunluluğu getirdiğini söyledi, ki bunun yasada hiçbir yeri yok. Yani kendi medyasıyla etkili olamayan Erdoğan, diğer medyayı susturmak istiyor. Kendi gençlerini seferber edemeyen Erdoğan, siyasi iktidar, protestocu gençleri yıldırmaya çalışıyor. Ama bunun da bir sınırı var ve bu sınırı bu devlet, bu iktidar çoktan aştı. Dün Taha Akyol’u konuk ettim, ona da sordum ‘‘Türkiye Rusya olur mu?’’ diye, o da ‘‘Kesinlikle olmaz’’ dedi. Çünkü Türkiye’de her şeye rağmen bir parlamenter gelenek var, bir sandık geleneği var, Osmanlı’dan beri süren bir gelenek var. Dünyanın birçok yerinde yokken burada vardı. Kadınların oy kullanma hakkı kazandığı ilk ülkelerden birisiyiz. Böyle bir ülkenin ne kadar baskı olursa olsun, ikna olmadığı bir rejime ‘‘evet’’ demesini beklemek aşırı karamsar olmak ya da böyle bir rejimi arzulamakla mümkün. Anlayamıyorum, birçok insan ‘‘Oldu, bitti, her şey bitti, artık bir daha sandık da olmayacak, şu da olmayacak, sandıktan rakibi çıksa da izin vermeyecek’’ gibi şeyler söylüyor. Bu ülkeyi küçümsemeyelim. Bu ülke her şeye rağmen, değişik aşamalarda bunu gördük, her şeye rağmen gerçekten kendi tercihlerinin ülkeyi yönetmesi için elinden geleni yaptı. Aralarda çok molalar oldu, darbeler oldu. Darbelerde siyasetçiler içeri girdi ama o siyasetçilere çıkar çıkmaz tekrar, hepsi olmasa bile büyük bir bölümüne bu toplum tarafından sahip çıkıldı. Hadi yeni tabirle millet diyelim, biz solcuların diline de artık bu milleti soktu bu iktidar. Bu da çok ilginç bir olay. Bu millet, iradesine gerçekten sahip çıkıyor ve “Yeter, söz milletindir” diyor. Evet, sonunda beni de sağcı yaptınız.
Bitirirken şunu söyleyeyim, ısrarla söylüyorum; bu zor dönemde çok iş var yapılacak gazeteci olarak, medya olarak. Bu tarihi dönemi Türkiye’nin hayrına geçirebilmek için bizlerin gerçekten, çok dar bir alanda da olsa, özgür, bağımsız gazetecilik yapmamız gerekiyor ve bunu da sizlerin sayesinde ancak yapabiliriz. YouTube ‘‘Katıl’’ ve Patreon‘dan bize destek verirseniz çok memnun oluruz. Şimdiden hepinize çok iyi bayramlar diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.