Ruşen Çakır ve Ömer Taşpınar İran ve ABD arasında Tahran’ın hızla ilerleyen nükleer programı üzerine yapılan görüşmeleri, Harvard’ın Trump’a açtığı davayı “İran’la nükleer müzakere | Harvard Trump’a direniyor” başlıklı videoda yorumladı.
ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin üniversitelere yönelik “müfredat ve yönetim reformu” baskısına direnen Harvard Üniversitesi, 21 Nisan’da Trump’a bir dava açtı. Gerekçe ise Beyaz Saray’ın üniversitenin bilimsel projelerine sağlanan 2,2 milyar dolarlık federal fonu dondurması oldu.
Harvard Başkanı Alan Garber, fon kesintisinin çocuk kanseri, Alzheimer ve Parkinson gibi alanlarda yürütülen araştırmaları doğrudan etkilediğini belirterek, “Hangi parti iktidarda olursa olsun, hükümet özel üniversitelerin akademik kararlarını yönlendirmemeli” dedi.
“Akademik özgürlüğü devlete teslim etmeyiz”
Polemik, Trump yönetiminin Gazze protestoları sonrası kampüslerdeki antisemitizm sorununa karşı üniversitelerden talep ettiği reformlarla başladı.
Harvard’a gönderilen talepler arasında, hükümet onaylı denetim, kabul prosedürlerinde değişiklik, çeşitlilik programlarının sona erdirilmesi ve “Amerikan değerlerine düşman” öğrencilerin bildirilmesi gibi başlıklar yer aldı.
Harvard yönetimi ise bu talepleri anayasal haklara aykırı buldu ve sert bir mektupla reddetti: “Üniversite bağımsızlığını teslim etmeyecek ya da anayasal haklarından feragat etmeyecek.”
Beyaz Saray’dan gelen yanıt ise çatışmanın dozunu artırdı. Sözcü Harrison Fields, “Amerikan aileleri geçim sıkıntısı çekerken, Harvard gibi kurumların fazla maaş alan bürokratları artık vergi gelirleriyle finanse edilmeyecek” dedi.
Eğitim Bakanlığı da Harvard’a verilen hibelerin tamamını dondurduğunu ve üniversitenin bu desteği sürdürebilmek için “anlamlı değişiklikler yapması” gerektiğini belirtti.
Trump yönetiminin Columbia, Cornell ve Brown gibi diğer seçkin üniversitelere yönelik benzer yaptırımlar uyguladığı biliniyor. Ancak Harvard’ın başlattığı dava, akademik özgürlük ile federal fon politikaları arasında uzun süreli ve yankı uyandıracak bir mücadeleyi gündeme taşıyabilir.
İran ile ABD arasındaki nükleer görüşmelerin ikinci turu Roma’da tamamlandı
Nükleer müzakerelerin ikinci turu için Roma’yı seçen İran ve ABD heyetleri Umman’ın arabuluculuğunda bir araya geldi. Görüşmeler Roma yerel saatiyle öğleye doğru Umman Dışişleri Bakanı Bedr bin Hamed el-Busaidi’nin ev sahipliğinde başladı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Romanya’nın Roma Büyükelçiliği’nde gerçekleşen toplantıya ilk İran heyeti ardından ABD delegasyonu katıldı. İran’ı Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi temsil ederken, ABD adına Başkan Donald Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff masada oturdu.
Görüşmeler tamamlandı, heyetler gelecek hafta yeniden buluşacak
İran devlet televizyonu görüşmelerin tamamlandığını duyurdu. Önce ABD heyeti daha sonra İran delegasyonu müzakere alanını terk etti. Taraflar henüz sonuçlar hakkında açıklama yapmazken, İran resmi haber ajansı IRNA heyetlerin gelecek hafta tekrar bir araya geleceğini bildirdi.
İtalya Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani heyetler buluşmadan önce İran Dışişleri Bakanı Erakçi ile görüştü. Tajani ayrıca Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Mariano Grossi ile de ayrı bir toplantı gerçekleştirdi.
İran yaptırım kaldırılmasını, ABD nükleer denetimi istiyor
İran müzakerelerde önceki nükleer anlaşmada olduğu gibi yaptırımların kaldırılmasını talep ediyor. Buna karşılık nükleer programını atom bombası üretmesine engel olacak şekilde kısıtlamaya hazır olduğunu bildiriyor.
Tahran nükleer enerji geliştirme ve uranyum zenginleştirme hakkının tanınmasını istiyor. 2018’de Trump’ın tek taraflı anlaşmadan çekilmesi gibi bir durumla karşılaşmamak için garantiler talep ediyor. İran muhtemel anlaşmanın ABD Kongresi tarafından onaylanmasını şart koşuyor.
ABD’nin net olmayan talepleri süreci zorlaştırıyor
ABD’nin İran’dan beklentilerine ilişkin farklı açıklamalar geliyor. Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Witkoff, İran’ın 2015 anlaşmasındaki gibi yüzde 3,67 oranında uranyum zenginleştirmesini öngördüklerini söyledi.
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio ise İran’ın nükleer programını tamamen durdurması gerektiğini belirtti. Trump’ın İran’ın balistik füze programı ve İHA programını da müzakerelere dahil etme isteği gündemde.
Başarının önündeki üç önemli engel
Müzakere süreci başlasa da başarıya ulaşmanın önünde önemli engeller var. Taraflar arasındaki güven sorunu en büyük problem olarak görülüyor. ABD’nin nükleer dışı konuları görüşmelere dahil etme çabası İran tarafından reddediliyor.
İsrail’in muhtemel anlaşmayı sabote etme ihtimali de endişe yaratıyor. İsrail İran’ın nükleer programının tamamen ortadan kaldırılmasını istiyor. İran ise bu talebi kesin bir dille reddediyor.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘’Transatlantik’’le karşınızdayız. Gönül Tol, çalıştığı kurumda son anda önemli bir işi çıktığı için gelemedi, Ömer Taşpınar’la birlikteyiz. Ömer’in bir maruzatı var, kulaklarında iltihap var. Ben yüksek sesle soracağım. Aynı zamanda da buraya kendisine soruları yazacağım. Amerika Birleşik Devletleri ağırlıklı bir yayın olacak, bir de nükleer müzakereyi konuşacağız. Ömer, merhaba. Öncelikle geçmiş olsun. Harvard Üniversitesi Trump’a meydan okuyor, direniyor. Olayı bir özetler misin? Bir de hakikaten Amerika’da böyle kurumlar Trump’a direnebilir mi?
Ömer Taşpınar: Evet, Ruşen. Harvard Üniversitesi, akademik açıdan en başarılı, prestijli üniversiteler arasında, Trump’a en yapısal ciddi hukuki direnişi gösteren üniversite haline geldi şu anda. Biliyorsun Trump göreve geldiğinden bu yana, birçok üniversiteye, bu üniversitelerde antisemitizm, İsrail karşıtlığı ve aynı zamanda LGBT woke kültürün mevcut olması nedeniyle bir nevi bir kültürel savaş açtı. Fakat Trump’ın açtığı savaş sadece kültürel bir savaş değil, aynı zamanda akademik kurumlara karşı da açılmış savaştı. Ki bu akademik kurumlar Amerika’da elitleri temsil ediyor. Bir bakıma müesses nizamı temsil eden üniversiteler. Colombia Üniversitesi, Yale, Harvard Üniversitesi… Bunlar kalburüstü üniversiteler ve federal hükümet bunların hepsine belirli yardımlar yapıyor. Bu kurumlar kendi vakıfları olan üniversiteler. Hatta Harvard Üniversitesi’nin, neredeyse küçük bir ülkenin gayri safi milli hasılası kadar, 56 milyar dolarlık bir vakfı var. Fakat vakıflardaki bu bütçeye rağmen, bu üniversiteler, burs ve araştırmalar açısından federal hükümetten gelen sübvansiyona muhtaç. Trump yönetimi, John Hopkins, Colombia ve Yale gibi üniversitelere sağlanan 800 milyon dolar, 1 milyar dolarlık belirli yardımları kesti. Fakat Harvard Üniversitesi konusunda daha da sert bir adım attı. Trump yönetimi, Harvard’a sadece parada bir kesinti yapmakla kalmadı, aynı zamanda özerkliğine müdahale etmeye kalktı. Üniversitede antisemitizm olduğu ve aynı zamanda aşırı sola giden bir woke kültürü olduğu bahanesiyle, üniversitenin öğretim üyesi alma politikalarına, ders politikalarına, yönetim politikalarına müdahale etmeye kalktı. Buna karşılık Harvard Üniversitesi, Harvard’ın başındaki rektör, Trump yönetimine çok sert bir mektup yazdı. Hem Trump’ın bu baskılarını reddetti ve parayı zaten kabul etmeyeceğini de söyledi. Onunla kalmadı, bir de dava açtı. Geçen haftaki yayında bu davanın geleceğinden bahsetmiştim. Şimdi Harvard Üniversitesi, Trump yönetimini üniversitenin özerkliğine müdahale etmekle suçlayan bir dava açtı ve aynı zamanda da Trump yönetimiyle bir pazarlık haline girmeye de çalışıyor. Çünkü Harvard’da çok ciddi bir para cezası gelmesi mümkün.
Ama bu üniversiteler üzerindeki asıl Demokles’in kılıcı, bunlar vergiden muaf tutulan kuruluşlar. Kâr etmeyen eğitim kuruluşları oldukları için, bunların vakıfları ve vakıfların kazandıkları paralar -56 milyar dolar gelirleri var ve aynı zamanda borsadan şuradan buradan da gelir alıyorlar- vergiden muaf tutuluyor. Trump yönetimi, bu vergiden muaf statüsünü ortadan kaldırma konusunda da tehdit ediyor. Yani şu anda mahkemeye uzayacak bir süreç başlıyor. Fakat ben bugün bu konuda New York Times‘ta bir makale okudum. Harvard ilginç bir adım atıyor. Avukatları, Trump’ın ilk döneminde kabinede yer almış. Yani Trump’a yakın bir iki avukat bulmuşlar. Dolayısıyla, Trump yönetimiyle, bir şekilde bu federal desteğin de tekrar başlaması için bir pazarlığa girecekler gibi gözüküyor. Fakat önemli olan şu: ‘’Trump’a karşı bir direnç olacak mı?’’ konusunda hep bir soru var Amerika’da. Mahkemelerden belirli bir direnç geldiğini biliyoruz. Trump yönetimi bunlara bazen saygı duyuyor, bazen gri bir alana kaçıp, El Salvador’a yollanan vatandaşının konumunda olduğu gibi, bu mahkemelerin itirazlarını geçersiz kılabiliyor. Ama Trump yönetimi henüz Anayasa Mahkemesiyle doğrudan bir çatışma haline girmiş durumda değil. Dolayısıyla mahkemelerden bir direnç geldiğini söyleyebiliriz. Ama sanki Trump yönetimine asıl direnç şu anda Harvard’dan geliyor gibi. Harvard Üniversitesi’nin bu davayı açması ve Trump yönetimine bir şekilde rest çekmesi, Colombia Üniversitesi’ne oranla mesela daha sert, daha sağlam durmasını beraberinde getirdi ve bu önemli bir gelişme. Tabii bir bakıma da biraz sürpriz bir gelişme. Çünkü Harvard bundan yaklaşık birkaç hafta önce, Cemal Kafadar’ın da başında olduğu bir Ortadoğu projesi konusunda geri adım atmıştı. Cemal Kafadar ve bir meslektaşı, Harvard’ın Ortadoğu bölümünün yaptığı bir konferansta, Lübnan konusunda antisemitizm suçlamasına maruz kalmıştı ve Harvard geri adım atıp, Cemal Kafadar’ı o programın başından çıkarmıştı. Ama Cemal Kafadar kadrolu bir profesör, tabii ki işten çıkarılmadı. Ama Harvard, sanki en başında taviz veriyormuş gibi davranmıştı. Bu son gelişmede sağlam durması, kendisi de bu arada bir Musevi olan üniversite başkanının bu kadar sağlam durması, bir bakıma, Harvard liderliğinde, üniversitelerde Trump’a karşı bir direniş başlayacakmış gibi duruyor.
Ruşen Çakır: Ömer, en son bir mahkeme kararıyla Amerika’nın Sesi radyosu çalışanları işten çıkartılmışlardı. Federal yargıç hepsinin tekrar iadeleri kararını aldı. Buna benzer bir de Amerikan yardım kuruluşlarıyla ilgili de paralar kesilmişti. Bu federal mahkemeler de Trump’ı bayağı bir zorluyor anlaşılan.
Ömer Taşpınar: Evet, o demin bahsettiğim federal mahkemelerin bir direnç gösterdiğini biliyoruz. Özellikle daha liberal sol bilinen eyaletlerin federal mahkemeleri bu konuda öncü kuvvet olarak hareket ediyor. Amerika’nın Sesi’nin (Voice of America) kapatılması, Kongre’den bütçeli bazı yerlerin hükümet tarafından, yürütme tarafından yürütme ve yasama arasındaki sınır nedeniyle bazı yetki alanlarının belirlenmesi, hukuki meseleler yaratıyor. Dolayısıyla, Voice of America‘yı savunan bir mahkeme kararı aslında çok şaşırtıcı değil. Daha önce Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan Amerika’nın Uluslararası Kalkınma Fonu USAID’in kapanmasıyla ilgili de yargıyla ilgili bu tür bir süreç vardı. Buralarda Trump yönetimi muhtemelen temyize giderek, bu süreci uzatmaya çalışacak. Bu hukuki süreçler Amerika’da uzun süren meseleler ve bir şekilde de temyiz boyutu oluyor. Dolayısıyla hemen mesele kapandı. The Voice of America açılacak diyemiyoruz. Benim tahminim, biraz daha detaylı bakmam gerek ama yeni bir gelişme; Trump’ın emrinde olan, aslında Amerikan Anayasası’na göre olmaması gereken, ama şu anda Trump’ın emrinde olan Adalet Bakanının biraz daha bağımsız olması gerekiyor. Adalet Bakanının aslında Trump’ın kendi savcısı veya Trump’ı savunan bir Adalet Bakanı olmaktan çok, tarafsız olması gerekiyor. Ama Trump, Pam Bondi isimli kendine çok yakın bir avukatı o göreve getirdi. Onlar muhtemelen bu kararı temyize götüreceklerdir. Toparlamak gerekirse, Harvard Üniversitesi ve Voice of America örneğinde gördüğümüz gibi, Trump’a karşı bir direnç var. Fakat sonuçta Trump’ın getirdiği kaos ve ülkeyi şu anda bir başı bozuk yönetimle idare etmeye çalışıyor. Çok kaotik.
Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım Ömer, özellikle ekonomiyle ilgili başlıklara baktığımda bir bakıyorum Trump bir şey diyor, borsa çöküyor, bir bakıyorum borsa uçuyor. Trump peş peşe birtakım açıklamalar yapıyor, FED başkanına, Merkez Bankası başkanına laf ediyor, borsa düşüyor, bir şey söylüyor, borsa çıkıyor. Bu iniş çıkışlar böyle nasıl oluyor?
Ömer Taşpınar: Geçen hafta da konuştuğumuz gibi, bu ticaret savaşlarında tam bir kaos yaşanıyor. Çünkü Trump’ın kafasında bir sanayi politikası yok. Trump’ın kafasında ‘’gümrük vergileri getirelim ve ticaret açığını kapatalım, imalat sanayini de güçlendirelim’’ gibi bir hedef var. Ama bu hedefe yönelik bir strateji, ciddi bir politika, kurumsal bir disiplin yok. Kabinede tam bir kaos var. Kabine yönetimi bazen Beyaz Saray’da toplanıyor, hepsi Trump’a müthiş methiyelerle ve büyük bir dalkavukluk içinde yaptıklarını anlatıyorlar. Trump da bunları televizyona çıkarıyor, “Ne kadar başarılıyız” diyor. Ama perde arkasında bilinen şu ki, liyakat ve sadakat dengesinde bütünüyle olay sadakate dönmüş durumda. Trump’a bütünüyle bağlı, ama işin kötüsü bu bağlı olmalarına rağmen baktığımızda birbirleriyle çalışamayan, birbirlerinden nefret eden kadrolar var. Savunma Bakanlığı’nda böyle bir kaos yaşanıyor. Ticaret Bakanıyla Finans Bakanı arasında böyle bir şey var. Elon Musk’la Ticaret Bakanı arasında gerginlik var. Her kafadan bir ses çıkabiliyor. Dün mesela borsa çok yükseldi çünkü finanstan sorumlu Scott Bensen, “Çin’le bizim ticaret savaşını kazanmamıza imkân yok” dedi. Trump da çıktı, “Ben Çin’e karşı çok sert olmayacağım. Aslında Çin’le istediğim şey benim bir şekilde masaya oturmak” dedi. Borsa bir anda fırladı. Ama bundan bir hafta önce Trump “Ben Merkez Bankası başkanını bir an evvel görevden almak istiyorum” dedi. Birdenbire bütün Amerikan bonolarına olan talep düştü. Çünkü Merkez Bankası’nın bağımsızlığı burada o kadar önemli bir mesele ki, bu Türkiye’deki duruma benzemez. Amerikan Merkez Bankası’nın bağımsızlığına eğer bir müdahale etmeye kalkarsanız, zaten bu kadar kaotik giden bir ekonomik ortamda, doların bu kadar tepetaklak gittiği bir yerde, Amerika, bırak doları, hazine bonosu satamaz hale gelir. Zaten şu anda Amerikan bonoları üzerinde çok büyük bir risk premiumu var, bono fiyatları artmış durumda. Talep de azalıyor. Çok yüksek borcu olan Amerika’nın borçlanması için Trump bir de vergi indirimleri getirerek mali açığı daha da artıracak. Dolayısıyla borçlanma artacak.
Sonuç olarak diken üstünde giden bir ekonomi var. Son derece kaotik, profesyonel olmayan, amatörce giden bir yönetim var. Bütün bunlar nedeniyle borsa bir iniyor, bir çıkıyor. Trump’ın nereye doğru gittiği konusunda bir strateji ve yön göremiyorsun. Bunlar niye önemli? Çünkü nihayetinde, bir yerden sonra asıl tepkiyi gösterecek olan Amerikan halkı. Kurumlardan daha önemli olan, sonuçta halkın tepkisi olacak ki burada Türkiye’ye de benzeyen bir durum var. Amerika’da halkın ne kadar destek verdiği, tüketici güven endeksine bakarak ölçülüyor. Tüketici güven endeksi düşüyor. Bazı küçük bölgelerdeki seçimlerde Demokratlar kazanmaya başladı. Eğer ekonomi böyle gitmeye devam ederse, enflasyondaki artış devam edecek gibi gözüküyor. Merkez Bankası’na müdahale olunursa ve bir şekilde bu ticari savaşlar, borsayı, genel ekonomik gidişatı ve tüketici güven endeksini böyle etkilemeye devam ederse, sadece tüketici güven endeksi değil, Trump’a olan güven de kamuoyu yoklamalarında %30’lar seviyesine düşecektir. Bugün zaten 40’ların altına düşmüş durumda. Bu ne anlama geliyor? Yaklaşık 1,5 yıl sonra ara seçimler olacak. O ara seçimlerde bir mavi dalga gelebilir. Yani Demokratlar Kongre’yi, belki de Senato’yu bile tekrar ele geçirebilirler. Bu da Trump’ı 1,5 yıl sonra 2026 yılında topal ördek durumuna düşürebilir. Böyle bir gidişatla karşı karşıyayız.
Ruşen Çakır: Ömer, son olarak İran’la nükleer müzakereleri konuşalım. Sanki iyi gidiyor gibi. Ben İranlıların yaptıkları açıklamalara da bakıyorum, ekonomik boyutunun çok önemli olduğunu söylüyorlar. Belli ki yaptırımlar konusunda adımlar bekliyorlar. Bu aslında beklenmedik bir gelişme. Geçen hafta da konuştuk, sonuç alacağa benziyor mu diyeyim? Ben yine temkinli sorayım.
Ömer Taşpınar: Evet. Bundan 10 gün önce Umman’ın başkenti Maskat’ta başlayan İran’la görüşmelerin ikinci raundu Roma’da yapıldı. Senin söylediğin gibi, tahmin edildiğinden daha iyi gidiyor gibi. Ama orada da bir belirsizlik var. Mesela İran Dışişleri Bakanı “Şu anda görüşüyoruz ama iyimser olmak için çok erken. Hatta ben daha kötümserim, istediğimiz yere gelemeyebiliriz de” dedi. Ama Amerika bunu bir başarı hikayesi olarak sunmak istiyor. Bunun nedeni de Trump yönetiminin dış politikada bir başarıya ihtiyacı olması. Trump yönetimi içeride ekonomide bir başarısızlıkla karşı karşıya. Halkın şu anda Trump yönetimine destek verdiği tek politika, göçmenler, sınırdaki yeni düzen. İçeride, suç işlemiş, terör örgütü ilan edilmiş bazı Meksikalı karteller var. Kolombiyalı, Meksikalı, El Salvadorlu kartelleri toplayıp El Salvador’a yolluyorlar. Bu politika halk tarafından destek buluyor. Fakat bunun dışında ne ekonomi politikası ne de dış politikada bir başarı hikayesi var. Ukrayna’da bir başarısızlık söz konusu. Rusya Amerika’ya istediklerini dayatıyor. Gazze’de İsrail’de bir başarısızlık söz konusu. Trump buralarda sanki hemen gelecek ve Gazze’de ve Ukrayna’da mucizevi sonuçlar yaratacak diye beklentiyi çok arttırmıştı. Dolayısıyla geriye İran meselesi kalıyor. Orada Trump bir başarı istiyor ve yakında Ortadoğu’ya gidecek Suudi Arabistan’la görüşecek. Elinden geldiğince Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ de bu İran meselesini bir başarı olarak anlatacak. Halbuki Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan için İran’la görüşmelerde önemli olan, nükleer konu değil. Şu anda nükleer konuyu konuşuyorlar. Nükleer konu biliyorsun uranyum meselesi. Uranyum meselesinde tam olarak hangi parametrelere getirecekler belli değil, ama üç aşağı beş yukarı genel büyük çerçevede 2015 yılında Obama’nın yaptığı nükleer anlaşmaya benzer bir anlaşma çıkacak gibi. Bu aslında ne İsrail açısından ne Suudi Arabistan açısından ne Birleşik Arap Emirlikleri açısından tercih edilen bir şey değil. Çünkü özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin derdi, nükleer konudan çok İran’ın balistik füzeleri ve İran’ın, Yemen’de Husilere verdiği destek olmak üzere diğer iki konu. Biliyorsun Hizbullah ve Hamas önemli derecede etkisizleştirildi ama İran Yemen’de hâlâ etkili. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Yemen’e bakıyor. Çünkü oradan gelebilecek balistik düzeler var. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ekonomisini de Yemen’deki Husiler’den gelebilecek İran destekli bir saldırı paralize edebilir. O nedenle, İran’la görüşmelerde balistik füzelerin ve İran’ın direniş cephesindeki Husilere verdiği desteğin masada olmaması, bu iki ülkeyi rahatsız ediyor.
İsrail de Amerika’ya nükleer konuda çok baskı yapıyor ve “Bizim İran’dan istediğimiz uranyum konusunda taviz vermesi değil, bütün nükleer merkezlerini söküp atması” diyor. Trump yönetimi bu konuda da bir kaotik mesajlar veriyor. Bazen “Kesinlikle nükleer konusunda konuşmaya söküp atmaktan başlıyoruz” diyor. Bazen de “Hayır, nükleer konuda sivil nükleer projelere izin verilecek, ama askeri projeye, yani silahlandırmaya doğru gidecek, nükleer bombaya doğru gidebilecek konuya set çekiyoruz” diyor. Burada da bir belirsizlik var. İran’ın istediği belli; sivil nükleer projesinin devam etmesi için uranyum konusunda tavizler verecek. Ama karşılığında da çok ciddi ekonomik yaptırımların azaltılmasını, bir şekilde ülkenin finansal yaptırımlarından kurtulmasını istiyor. İsrail bunu kesinlikle istemiyor, nükleer projenin bütünüyle söküp atılmasını istiyor. Aynı zamanda balistik füzelerin ve Husilere yapılan yardımın da masada olmasını istiyor. İsrail, eğer bu anlaşmalarda bir yere gelinemezse, önümüzdeki bir ay içinde bir şekilde askeri müdahaleden bahsediyor. Bu, Ortadoğu açısından ciddi bir felaket olur. Çünkü İran’a yapılan geçen seferki askeri saldırılardan daha ciddi olur bu seferki. Bir kısmı yeraltında olan nükleer merkezlerin hepsinin vurulması, bunların etkili bir şekilde yok edilmesi için Amerika’nın da devreye girmesi gerekir. Zira “bunker buster” dediğimiz, çok yoğun tonajlı, toprağın altına yüzlerce metre girip zaiyat verebilecek bombalar, Amerika’nın elinde. Bu nedenle Amerika’nın da devreye girmesi gerekir. Bu tür bir savaş tabii ki Ortadoğu’yu bambaşka bir yere getirir. Çünkü İran misillemede bulunmak isteyecektir ve İran bu misillemede bulunurken de tabii ki Körfez’deki Amerikan üslerini, belki de Suudi Arabistan’ı, Birleşik Arap Emirlikleri’ni gözüne kestirecektir. Her tarafa balistik füze savurmaya çalışacaktır. Bunların olmaması için, ki Amerika ve İsrail böyle bir senaryoda bunları muhtemelen hesaplayacak, balistik füzeleri de vurmaya çalışacak. Yani çok tehlikeli bir döneme doğru girebilir.
Bütün bunların olmaması için Trump yönetimi bu nükleer konuda bir başarı göstermek zorunda. O nedenle basına verdikleri mesajda “Her şey çok iyi gidiyor, beklenenden daha başarılıyız ve haftaya Maskat’ta tekrar görüşmeler devam edecek” diyorlar. Bakalım buradan bir şey çıkacak mı? Ama ben genelde Trump yönetiminin bu konulardaki başmüzakerecisi Steven Witkoff’un performansına baktığımda, çok güvenemiyorum. Steven Witkoff hem Ukrayna hem Gazze konusunda başmüzakereci ve oralarda da başarısız oldu. Burada da tam olarak ne derecede başarılı olabilir diye aklımda bir soru işareti var. O yüzden, o basındaki iyimserlik ne kadar gerçek bir iyimserlik bu konuda da biraz şüpheci olmamız gerekiyor.
Ruşen Çakır: Ömer çok sağ ol, Gönül’e selamlar. Sana da tekrar geçmiş olsun. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Bu hafta Transatlantik’i böyle noktalayalım. Hepinize iyi günler ve iyi bayramlar. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun.