Mehmet Altan ile Türkiye’nin Gidişatı (9): Barış demokrasi de getirecek mi?

Ruşen Çakır ve Mehmet Altan, Türkiye’nin Gidişatı’nın yeni videosunda, PKK’nın silah bırakmasını ve Türkiye’nin siyasal yapısını değerlendirdi. Altan ve Çakır videoda, Barış demokrasi de getirecek mi? sorusunu cevapladı. Altan videoda, “Terörsüz Türkiye’yi yaratmanın ana formülü, rejimin demokratikleşmesi.” dedi.

Mehmet Altan ile Türkiye’nin Gidişatı (9): Barış demokrasi de getirecek mi?
Mehmet Altan ile Türkiye’nin Gidişatı (9): Barış demokrasi de getirecek mi?

1978 yılında kurulan PKK 12 Mayıs 2025’te kendini feshetti ve silah bıraktı. Örgütün açıklamasında, silahlı mücadelenin de sonlandırılması kararının alındığı belirtildi. Açıklamada, “PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı” denildi.

Mehmet Altan: “Terörsüz Türkiye’yi yaratmanın ana formülü, rejimin demokratikleşmesi”

Altan, “Bu bir kırılma, bir yeni dönem ve bunun yolunun açılması için demokratik siyasetin oluşması lazım. Aynı zamanda da spesifik olarak konuşulması gereken meseleler.” dedi. Altan sözlerine şöyle devam etti: “Ama esas siyaset açısından Kürt sorunu ana dil sorunudur. Ana dil ne olacak? Mesela bunu konuşmak gerekir. Eşit vatandaşlık nasıl tesis edilecek? Bölünmekten korkuyoruz. Kürtler niye korkmuyor da Türkler korkuyor? Eşit olsak ikimizin de korkması lazım. Değil mi? Yani bir ana dil aslında eşit vatandaşlığın kilidi, anahtarı.”

Altan, “Türkiye’de bir tek sorun yok. Siyasal iktidar ‘terörsüz Türkiye’ diyor. Bu artık bir motto haline geliyor. Hukuksuz Türkiye ile çözülemez” dedi.PKK kendini feshettiğini duyurdu

PKK kongresini topladığını duyurdu

Remzi Kartal: “Öcalan PKK kongresine telekonferans yoluyla katıldı”

PKK kendini feshetti: İşte yeni çözüm sürecinin kronolojisi

Öcalan Türkiye’nin siyasi haritasını yeniden çiziyor | Ruşen Çakır yorumluyor

Türkiye’nin iki temel sorunu olduğunu söyleyen Altan, “Birincisi, terörü ve şiddeti bitirmek. Çatışmasızlık ortamı yaratmak. Ama siyasal iktidarın altını çizmediği ikinci bir
çok daha önemli yahut aynı oranda önemli sorunu var: Rejim. Rejimi tartışmadan terörsüz
Türkiye’yi ön plana almak mümkün değil. Çünkü terörsüz Türkiye’yi yaratmanın ana
formülü, rejimin demokratikleşmesi.” dedi.

Altan videoda, “Siyaset, Türkiye’yi refaha ve huzura kavuşturmakla ilgili değil. İktidarı ele geçirmekle, birbiriyle kavga etmekle, yoksa bugün Türkiye başka bir yere gelirdi. İki şey eksik. Bir, insan eksik. İki, bu demokratikleşme eksik” dedi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba iyi günler. Prof. Mehmet Altan’la, ‘’Türkiye’nin Gidişatı’’ Mars ayı…

Mehmet Altan: ‘’Mars’’ demen iyi oldu, çünkü uzay çağı başladı.

Evet, pardon, Mayıs ayı yayınına hoş geldiniz. Eğlenceli başladık. Hoş geldin ağabey. 

Altan: Teşekkür ediyorum. Nasılsın? 

Sağ ol, iyiyim. Malum konuları konuşacağız ama arada sürpriz de yaparız herhalde.

Altan: Hayat zaten sürpriz.

Önce PKK’nın fesih ve silah bırakma kararı ile başlayalım. Karar açıklandı ve silahlar çekildi. Lozan’dı, soykırımdı şuydu buydu… Sen nasıl değerlendiriyorsun bilmiyorum ama benim gözlemim, itirazı olanların sesi daha çok çıkıyor, savunanlar daha az konuşuyor, daha temkinli davranıyor. 

Altan: Silahlar sustu ama sonra silahlar çekildi. Bu aslında eski kalıplar üstünden yeni paradigmaya henüz alışılmamış geleneksel refleksler. Halbuki bu dönemin önemi ne? Artık masada silah yok. ‘’Sen nasıl böyle konuşuyorsun, teröristsin’’ suçlaması yok, ‘’terör örgütü’’ lafı yok. Bunun yerine, yeni bir paradigmanın oluşması lazım. ‘’Terörsüz Türkiye,’’ demokratik Türkiye olmadan, hukuk olmadan mümkün değil. Onun için siyasetin demokratikleşmesi lazım. Nitekim terörün, bir neden değil sonuç olduğunu, demokratik siyaset kanallarının tıkanmasının sonucu olduğu hem AKP’nin hem Öcalan’ın açıklamasıyla ifade edilmişti. Öcalan’ın açıklaması derken, orada devletin denetimini, varlığını da hatırlatmak lazım.

O halde, şimdi demokratik siyaset sınırlarına gelmek isteyen bir Kürt siyaseti yahut PKK söz konusu. Bu bir kırılma, bir yeni dönem ve bunun yolunun açılması için demokratik siyasetin oluşması lazım. Aynı zamanda da spesifik olarak konuşulması gereken meseleler, cezaevlerindeki insanlar, dağdan ineceklerin sivil hayata entegrasyonu gibi teknik meseleler. Ama esas, siyaset açısından Kürt sorunu anadili sorunudur. Anadili ne olacak mesela, bunu konuşmak gerekir. Eşit vatandaşlık nasıl tesis edilecek? Mesela bölünmekten korkuyoruz ya, Kürtler niye korkmuyor da Türkler korkuyor? Eşit olsak ikimizin de korkması lazım, değil mi? Anadil, aslında eşit vatandaşlığın kilidi anahtarı, buna alışmak, bunun egzersizlerini yapmak ve Türkiye’yi otokrat rejimden kurtarıp demokratik bir cumhuriyete taşımanın yöntemlerini, kurallarını konuşmak yerine, eski Lozan için “şöyle dedi, böyle dedi.’’ Bu Handyside Kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Avrupa için fikir özgürlüğü nedir, bunun sınırları nedir, bunları ifade eder. Bizim açımızdan şöyle bir önemi var: Anayasanın sadece 90. maddesi gereğince, bu fikir özgürlüğü sınırları, Türkiye’nin de sınırları olmakla kalmamış, Yargıtay, 2004 yılında bunu içtihat haline getirmiştir. Fikir özgürlüğü nedir? Demokratik siyaset, farklı, senin gibi düşünmeyenlere imkân tanınacak, şiddet ve hakaret olmayacak. “Şiddet çağrısı, övgüsü yapmayan, ama devleti ve toplumu sarsıcı, çoğunluğun değer yargılarını altüst edici, bireyleri şok edici fikirlerin de ifadesine olanak tanımak” diyor. Onun için herkesin konuşup bağıracağı bir şey değil. 

Lozan’la ilgili de sana minik bir anı söyleyeceğim: Fransa’da doktora tezimi bitirdikten sonra Türkiye’ye geldim, akademik olarak bulduklarımın doğruluğunu siyasilerle konuşmak istiyorum. Türkiye’deki Sovyet ve Amerikan yardımlarıyla bunun dış politika arasındaki bağlantıları üzerine koca bir doktora tezi. Sonra geldim, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Hasan Esat Işık İhsan Sabri Çağlayangil’le bulgularımı ve sonuçları tartışıyorum. Süleyman Demirel bana “Teybi kapat, sana bir şey söyleyeceğim. Musul, Lozan’ın bedelidir” dedi.  Mesela Misak-ı Milli, yani Osmanlı İmparatorluğu Meclisi’nin son aldığı karar, sınırların tespiti Milli Kurtuluş Savaşı’nın da ana temel ilkesi olmuştur. Ama onun için de Musul kayıp gitmiştir. Mesela Lozan diye bağırıp çağırıyorlar ya, bir sakin olun lehimize düzeltilebilecek tartışılacak konuları da var, bunu tartışırsan da bir şey olmaz. Bu bir anlaşma. Bir daha bunu itip kaktıramazsın. Ama artılarının ve eksilerinin bilincinde olabilirsin. Bir de demokrasilerde konuşulmayan konu olmaz. Ecevit bu şiddet terör, itiş kakış ilk çıktığında, baktı ki İngilizler, Türkiye’yle Irak’ın sınırını ikiye bölmüşler hem kontrol edilemez dağlardan geçirmişler hem oradaki halkı ikiye bölmüşler. “Bu sınırı 7-8 km güneye iteleyelim ve bu korunmamızı sağlasın” demişti. Sonra 28 Şubat’ta muhalif gazeteciler olarak bizi Genelkurmay götürmüştü, orada askerler de aynı şeyi söylüyor. Niye sakinlik sağlamıyor ve geçmişte dövüşerek, 2025’e gelemiyor Türkiye? Çünkü siyaset Türkiye’yi refaha ve huzura karış kavuşturmakla ilgili değil, iktidarı ele geçirmekle, birbiriyle kavga etmekle ilgili. Yoksa bugün Türkiye başka bir yere gelirdi. İki şey eksik: Biri insan, ikincisi demokratikleşme. Siyaset bunu tartışmadığı için eskisi üstünden birbirine silah çekiyor, 

Aslında Kürt sorunu çok daha eski ama PKK meselesi yaklaşık 50 yıllık bir mesele, Çok aktör var, bunların kimisi dış aktör. Bir de statüko bozulduğu için kampların içinde de sorunlar çıkıyor. Kimisi yeni duruma ayak uydururken kimisi eskide kalıyor. Bu aslında Kürtler için, PKK için de geçerli. Sence önümüzdeki süreçte en büyük riskler neler?

Altan: Tabii ki mevcut durumdan rant sağlayanlar değişmemesini istiyor. Ama bunun değişmesini mecbur kılan şey, dünya dinamikleri. Fakat bu dünya dinamikleri, Ortadoğu’daki gelişmeler ve Türkiye’nin sürekli fakirleşip baskıdan bunalmış hâle gelmesi… ‘’Siyasal iktidar bundan bir peynir fareliği yaparak, kendine bir çıkar sağlayıp, Türkiye’yi yeniden mi kandırıyor?’’ sorusunun cevabı net değil. Çünkü Türkiye’nin iki sıkıntısı var: ‘’Terörsüz Türkiye’’ ki onda tarihsel bir dönem aşıldı. Ama bir de demokratik olmayan bir rejimi var. Eğer siyasal iktidar ‘’terörsüz Türkiye’’yi kendi siyasal çıkarları için öne sürüp, bunun üstünden algı operasyonu yaparak rejim demokratikleşmiş havasına sokarsa, bu iş hiçbir yere yürümez. O yüzden, senin söylediğin risklerin azaltılması için hem çatışmasızlık dönemi hem de demokratik rejim bir arada konuşulması ve görüşülmesi gereken bir iş. Ama siyasal iktidarın rejimi demokratikleştireceğine, hukuk devletine geri döneceğine dair inandırıcı adımları yok. Üstelik de inandırıcılığı çok yıpranmış bir siyasal iktidar. Bir zaman evvel Anayasa Mahkemesi Başkanını Kandil’e göndermekle tehdit ediyorlardı, ip atıyorlardı. Onun için, çok hızlı bir şekilde, ‘’terörsüz Türkiye’’ye kamuoyunun inanması, yığınların, bunun sahici bir şey olduğuna anlam yüklemesi için demokrasiyi ve hukuku yok eden, parçalayan, mahveden bu otokrat rejimin hızla demokratikleşmesi lazım. 

Orada şöyle bir mesele var biliyorsun: Başından itibaren buna karşı çıkan, daha doğrusu bu sürece inanmayan birçok insan “Silahın susması demokrasinin tek başına garantisi değil. Türkiye’de tamam PKK vesaire kapanmış olabilir, ama gençler, gazeteciler içeri atılıyor, onun için sürece çok fazla önem atfetmemeli” diyordu. 

Altan: Bu söylediğin neden kafa karışıklığı yapıyor? Çünkü bir tek sorun yok. Siyasal iktidar ‘’terörsüz Türkiye’’ diyor. Bu artık bir motto hâline geliyor. Ama ‘’terörsüz Türkiye’’ hukuksuz Türkiye ile çözülemez. O zaman, Türkiye’nin iki sorunu var: Biri, terörü, şiddeti bitirmek, çatışmasızlık ortamını yaratmak. Ama siyasal iktidarın altını çizmediği ikinci yahut aynı oranda önemli bir sorunu daha var, o da rejim. Rejimi tartışmadan, ‘’terörsüz Türkiye’’yi ön plana almak mümkün değil. Çünkü terörsüz Türkiye’yi yaratmanın ana formülü, rejimin demokratikleşmesi. Rejim harikaymış da terörle uğraşıyormuş gibi… Yahut da ‘’terör bitsin demokratikleşeceğiz:’’ Demokratikleşmediğin için terörün olduğunu hem AKP programında söylüyor hem Öcalan deklarasyonunda söylüyor. Terör niye var? Siyaset kanalları demokratik olmadığı, demokrasi olmadığı için var. Rejimin otokrat, baskıcı bir rejim, vesayet. O zaman da tabii insanlar ‘’kendi siyasal iktidarının devamı için bir oyun mu oynuyor?’’ diye şüpheye düşüyor. Çok olumlu olmasına rağmen, büyük coşku yaratmamasının, insanların buna güvenmemesinin nedeni, şiddetin baskının ve fukaralığın devam etmesi, ki bu da hukuksuzluktan dolayıdır. Merkez Bankası’nın özerkliğini yok ettiler. Bu, iktisat biliminin yok edilmesidir. Nas diye bir şey söyleyip, Türkiye’nin fakirleşmesine neden olan bir keyfiyet, inandırıcı da olamaz, güven de vermez, umut da vermez, ‘’Sadece kendi iktidarlarını sürdürmek için bizi kandırıyorlar’’ düşüncesinin de önüne geçemez.

Peki şimdi sana bir fotoğraf göstereceğim. 

Altan: Hadi bakalım. 

Görmüşsündür, görmediysen bak.

Allan: Evet, çok enteresan gerçekten.

Evet, Suudi Arabistan Veliaht Prensi, Donald Trump ve Ahmet eş-Şara. Ahmet eş-Şara düne kadar terör listesinde aranan kişiydi ve bunun öncesinde de dördü arasında, Erdoğan’ın da dâhil olduğu bir online görüşme yapılıyor ve bu online görüşmenin sonucunda Trump Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı aldı.

Altan: Evet, Türkiye’nin 21. yüzyıl anlatan hiçbir siyasi lideri yok. Sen insanları çağırıyorsun, buraya çağırsan da “Bu 21. yüzyılı nasıl görüyorsunuz, ilk çeyreği gitti, sonunda nasıl bir dünya ortaya çıkacak?” desen, bunu derli toplu, bilimin ve teknolojinin gelişmeleri ışığında değerlendirecek kimse yok. Bunların hepsi aslında 21. yüzyılda bütün alışkanlıkların altüst olduğunu gösteriyor. Ama pratikte, Suriye meselesinin düzene girmekte olduğunu, bugünkü uluslararası sistemin oradaki sıkıntılarının azaldığını, oranın refahını arttırmayı ve aynı zamanda da Uzakdoğu’ya doğru hızlıca hareket etmeyi istediğini gösteriyor. Bunu anlamak yerine 1920’lerde 1930’larda yaşamak yahut milliyetçilik üstünden oy avcılığına gitmek, insanı yok etmek, insanı konuşmamak, demokrasiyi konuşmamak, bu çağdan iyice kopma anlamına gelir. 

Dün Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük cinayeti, maden katliamı olan Soma’nın yıldönümüydü. Bütün televizyonlar, insan söz konusu olsa, bir daha madende kimsenin ölmemesi üstüne program yapar. Ne için yapıyorlar? Lozan diye ortalık birbirine karıştı. Biraz sonra İstanbul’da deprem olsa hepimiz öleceğiz. Büyük tehlikeleri konuşmayıp soyut şeylerden korkan, ama insanı bir şekilde ön plana almayan, yok sayan böyle bir yapıyla Türkiye nereye gidebilir? Aynı zamanda, bu tartışmaların ortak zeminine ‘’Handyside Kararlar’’ını izlememek…. Yahu bırak, kim ne söylerse söylesin, yeter ki şiddet kullanmasın, bir de hakaret etmesin. ‘’Benim söylediğim olacak, benim söylediğimi kabul edeceksin’’ diye bir demokrasi olamaz. Öyle söyler böyle söyler, bunlar tartışılır, konuşulur. Demokrasinin önemi nedir? Farklı fikirler uzlaşmacı bir kanala akar ve sonunda tartışa tartışa bir aklı selim galip gelir. ‘’benim söyleyeceğimi söyleyeceksin’’ deyip rejimi demokratikleştirmemek,’’ ikincisi de insandan söz etmemek. Niye? Türkiye maden kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü. Niye bunu önlemiyorsunuz kardeşim? Soma rezaleti nedir, niye bütün televizyonlar Soma’yı konuşmuyor?

CHP mitinglerini takip etmeye devam ediyor musun?

Altan: Bakıyorum evet.

Nasıl buluyorsun? İstanbul Üniversitesi’nin önünde de yaptılar.

Altan: Evet çok iyiydi. Mesela bu elektrikleri kesmek hangi düzey? Bu düzeysizlik, ilkellik alaturkalık, hiçbir işe yaramayan kurnazlık kimin aklı? Türkiye’yi bu dönemde bana tanımla desen, ‘’aynı zarfa dört oy attık, üçü doğru birisi sahte’’ diyen bir akıl var ve bu, egemen oldu. Onun aklıyla devam etmeye kalktığın vakit, Türkiye’nin başına gelen belalar çok büyüyecek, artacaktır. Onun için İstanbul Üniversitesi önündeki miting, aslında her yerdeki mitingler, demokratik eylemler çok önemli. Aynı zamanda Türkiye’nin çok büyük acıları var, çok büyük fukaralık, fakirlik var. Petrol arttı, mazot da artıyor. Mazot arttı demek, çiftçi yanıyor demek. Zaten don oldu. Bütün ürünler dondu. İnsanlar zaten sefildi, daha da sefil oldu. Hiçbir insan da ‘’Ruşen Bey deprem, maden kazaları, tarımdaki sefalet, işsizlik konusunda ne düşünüyorsunuz?’’ demedi. Durmadan ‘’Lozan hakkında ne düşünüyorsunuz?’’ sorusu var ortada. Demokrasi demek insan demek. Niye demokratikleşmek istemiyorlar? Çünkü siyaset bir saraya dönüştü ve halktan koptu. Onun için halka değecek her şey, miting, sokak, bunlar olumlu şeyler.

Peki o tempo nasıl gidiyor sence? 19 Mart krizi halen sürüyor. Mesela Ekrem İmamoğlu’nun sosyal medya hesaplarına engeller geldi, ikinci operasyon oldu, her an üçüncü bir operasyon da olabilir. 

Altan: Olabilir, çünkü siyasetin temizlenmesi lazım, ben siyasette iktidar kavgası yerine, rejimin demokratikleşmesinin ilk hedef olmasını düşünüyorum. Bunu sadece düşünmüyorum, başka türlü olamayacağını da görüyorum ve biliyorum. Mesela ne oldu da bu Osmanlı battı? 17. yüzyıldan itibaren iki dakikada özetlerim. Biz bunları yaşadık. Niye Tanzimat Fermanı ve Islahat fermanı var?  Rejimin niteliğinden, siyasetin bu rejimi değiştirmeme arzusundan işler yürümüyor. Siyasetçinin sınıf atlaması, bir de tabii birey olarak vatandaş olarak çok can sıkıcı bir şey var: Bu siyaseten tepişmeler bütün kurumları yok ediyor. İstanbul Üniversitesi’nin yönetimi ‘’yatay geçişlerde sahtekârlık yapılabilir’’ diye bir karar aldı. Bu, kurumu öldürür. Oradan diploma aldım, 30 yıllık hocasıyım. ‘’İstanbul Üniversitesi’nde bu tür üçkâğıtlar olabilir’’ dediğin vakit o kurum gidiyor. Bu üniversite ülkenin en eski üniversitesi. 

Siyasetçi birbirine “Sen paraları yiyorsun, şaibe yapıyorsun” dediği vakit, bu, siyaset kurumunun ahlâksızlığı. ‘’CHP’ye kayyum atanacak mı?’’ ‘’Orada parayı verip delegeleri aldılar mı?’’ gibi tartışmalar, her şeye rağmen yoktu Türkiye’de. Siyaset kurumunu, para verilerek alınan hırsızlık, yolsuzluk yapılan bir kurum olarak kabul ediyorlar, çünkü birleşik kaplar gibi. ‘’Muhalefet hırsızlık, üçkâğıt yaptı, her yerde ihale yolsuzluğu var ama bu taraf çok temiz’’ gibi bir şey mümkün değil. Esas kabul edilmesi gereken şey, siyasetin tümüyle kirlendiği, akçeli işlere bulandığı. Eğer böyle bir bulanma işi varsa, ki Kamu İhale Yasası’nı AB standartlarına getirmiyorlar ve yandaşlara müteahhitlere kamu ihalesi veriyorlar, ondan para alıyorlar ve siyaset buradan besleniyor. Siyasetin finansmanını konuşmadan, bundan çıkamazsın. Hukuk devleti olmadığımız için iktidarı elinde tutan diğerini pataklayıp duruyor, hırsızlıkla, yolsuzlukla, şaibeyle suçluyor ve kendisini bu tarafa koymaya çalışıyor. Mümkün değildir. Çünkü bir bütün olarak bir kirlenmenin söz konusu olmayacağı bir yeni düzenlemeye gitmek lazım. Anahtarı siyasetin finansmanıdır.

Herkes hâlâ Erdoğan’a bakıyor ve Erdoğan’ın otoriterliğinin sınırları tartışılıyor. Bu konuda sen ne dersin? Erdoğan bu son yeni çözüm sürecinin gerektirdiklerine göre, tekrar geriye doğru otoriterlikten tavizler verir mi yoksa yine gaza basar mı?

Altan: Ben daha ziyade, Erdoğan sonrası hazırlıkların ciddi gerilimler ürettiğini düşünüyorum. Erdoğan’ın etrafında seçim kazanamayacak ama devlet erkini de her türlü keyfi, kuralsız, hukuksuz kullanan grupların bundan vazgeçmek istemediği için direndiği bir durum görüyorum. Kıbrıs bunun ispatıdır. Kıbrıs’ta neler olduğu neden gündem olmuyor, niye konuşmuyoruz? Niye “cıs” dokunulmaz bir konu oluyor? 

Oralarda adamı öldürdüler, değil mi? 

Altan: Türk medyası neyin konuşulmaması gerektiğini çok iyi biliyor. Aama onu çözmeyen, onu kullanan bir irade var. O siyaset yapısının, devlet erkinin siyaset kurumunun neresinde? Konuşulmadığına göre ciddi bir yerinde herhalde. Nedir bu diye konuşmadan görünen aktörlerle iş bitmiyor ki. 

Birtakım isimler zikredildi. 

Altan: Bir şeyler oldu. Ama sistem olarak, siyaset kurumunun, berrak, temiz, yolsuzluktan arınmış olması için tümden aklanması lazım. Mesela 21B için AK Parti çok da haklı olarak eleştiriliyor. 21B nedir? Diyelim, bir kamu ihalesi açacağım, kamu parasını kullanacağım, kamunun yararına kullanmak mecburiyetindeyim. ‘’İhale açmıyorum, gel sen bu ihaleyi al, istediğime veriyorum. Ama buna karşılık sen bana biraz destek çık…” Böyle bir yönetim anlayışı var, kamu parasını bu kadar keyfî kullanıyorlar. Sayıştay’ı tamamen dışladılar. Bütçe sistemin en demokratik unsurudur, ama öyle bir dönem kalmadı. Zaten parlamento kalmadı. Parlamento Anayasa Mahkemesi kararını yok sayıyor, Yasama, Anayasayı çiğniyor, bu Çıfıt çarşısı gibi meseleyle Türkiye bir yere gidemez. İçinde müthiş yolsuzluk, uyuşturucu var, tabu ve bundan muazzam para kazananlar var. Mahvolmuş bir yargı, hukuku boğmuş. Bu yapıyla Türkiye gidemez. Lozan tartışmaları değil mesele, Türkiye’nin bundan nasıl çıkacağı, bu rejimin demokratikleşip demokratikleşmeyeceği. 

Kim demokratikleştirecek?

Altan: Hayat. Bak, 50 yıl sonunda bir anda ‘’terörsüz Türkiye’’ oldu. Ortadoğu’da bu değişimler olmasaydı olur muydu? ‘’Burada Rojava kuruluyor, bu bizi parçalar böler…’’ Yine soruyorum niye sırf Türkler bölünmekten korkar?  Hep bir kesim korkuyor, diğeri korkmuyor gibi bir eşit vatandaşlık, demokratik cumhuriyet, herkesin ortak vatanı filan olabilir mi? Bunun temeli bir şekilde temel hak ve özgürlüklerdir. Yapılması gerekeni herkes biliyor, herkes yazıyor, ama bunu yapmak istemeyen bir irade bundan rant sağlıyor, ama bir taraftan da Türkiye’yi kezzapla boğuyor öldürüyor, parçalıyor. 

Bugün Grup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan “Terör örgütünün feshinin ardından, siyasetin daha güçlü şekilde devreye girmesiyle belediyelerdeki kayyum uygulamalarının yeniden istisna haline geleceğini düşünüyoruz” diye bir cümle kullandı.

Altan: Bu tür şeyleri sevmiyorum. 

Bu, iade edilecek demek. 

Altan: Evet ama bu iş al-verle gitmez ki. ‘’Sen bana bilmem ne yaparsan ben sana bunu yaparım…’’   Bir kere ‘’umut hakkı,’’ bütün müebbet yemişler için AİHM’in kararı. Bunlar çok çirkin şeyler. Ayıp yahu bunlar yaşlı başlı adamlar. 

Burada söylediği şu; kayyumları geri verecek.

Altan: “Belediye! Birkaç gündür senin davranışın hoşuma gidiyor, onun için sana bilmem ne yapacağım” gibi bir siyaset olabilir mi? Bu hakkı.

Ama yine de zararın neresinden dönülürse…

Altan: Bu, bizim ne kadar gerilediğimizi gösteriyor. Türkiye hak savunmakta direnci olmayanı dövüyor, pataklıyor, öldürüyor, seni buraya sıkıştırıyor, sonra ‘’hadi biraz daha buraya gel’’ diyor, “Benim burada oturup yaşamam, zaten hakkım” diyecek kimse yok. Çünkü başka bir daha derin mesele var: Hak, sömürüyle olur, burası para istiyor. ‘’Benim hakkım yeniyor, benim emeğim sömürülüyor, alın terimi yok ediyorsunuz’’ gibi bir demokratik direnci yok. 16 milyon emekli var, iktidarı değiştirir. Evden su dolduruyor, bütün gün banka gidip oturuyor. “Ben bu kadar ömür tükettim, buraya hizmet ettim, emek verdim, terledim, insanlara yararım dokusun diye çabaladım, prim de verdim, şimdi bana adam gibi emekli maaşımı ver!” demiyor. Evden doldurduğu suyla bankta oturupp “Biraz daha para verseler bayram da geliyor, yetmiyor” diyor. Halbuki demokratik olarak ‘’kardeşim sen benim verdiğim paraları niye bana iade etmiyorsun?’’ demiyor. Bunlar söylenemez, bu çok ağır bir şey. Hakkını sana gasp ediyor, sonra kendine uyum sağlarsan onu bir ölçüde artıracağını söylüyor, Türkiye de sabah akşam bunu konuşuyor. 

Bu kayyum meselesi tavuk-yumurta gibi sanılıyor ama bence değil. Kayyum siyasetinden vazgeçecek olması, kayyumları iade edeceğini söylemesi… Mesela Ahmet Türk, Mardin Belediye Başkanı olacak vesaire…

Altan: Ahmet Türk’ün soyadı niye Türk?İşte Türkiye’nin temel sorunu o.

Ama burada şöyle bir mesele var; Erdoğan bu kişilere lütufta mı bulunuyor, yoksa PKK bu adımı atarak, kazanım mı elde ediyor?

Altan: Evet orada ince bir şey soruyorsun ama yani PKK’nın terörden, şiddetten vazgeçmesi, silah bırakması, onlar için demokratik siyasetin yolunu açıyor. Eğer terör kalmadıysa, silah kalmadıysa, bu, demokratik siyasete adım atmaktır. “Ben kayyumları atarken benim endişem terör örgütünün ve silahın egemenliği altına belediye imkanlarının geçmesiydi, şimdi böyle bir tehlike kalmadı, o zaman kayyuma da ihtiyaç kalmadı” diye bunu ifade ediyor. Fakat yargının yerine. Bu bir oyun, onun için de inanmıyor insanlar. Sonunda o kadar yıpranmış bir siyasal iktidar var, ki tek amacı iktidardan gitmemek. İktidardan gitmemek üstüne siyaset olur mu? En iyisini yaparak oyunu kazanma üstüne siyaset olur. Ben ilk başlarda bunları çok ciddiyetle izlerdim, söyledikleri önemliydi. 2011’den sonra bıraktım çünkü hiçbir mantığı yok. Bu, ‘’yarın bir gün tehlike belirdi, geri de alabilirim, kayyum da atarım’’ demek. Hukuk olmayınca, yöneten kendini yargı, mahkeme yerine koyduğu vakit, zaten devlet olmuyor, keyfilik dediğimiz bu.  ‘’Bu iyi bir adım olacak, evet, tamam alkışlıyoruz.’’ Ama bu istediğimiz Türkiye olmaz.

Erdoğan yine bunu böyle “Hadi alın” diye lütfediyormuş gibi yapacak.

Altan: Tabii tabii, zaten kayyum atayamaması lazım. Yargı yok, şu yok, bu yok. Sen Anayasayı yok sayarak adamı zorla içeri atıyorsun, sonra af çıkartacağım diyorsun. Sen affı, içeri attığın adam için mi yoksa Anayasayı yok sayarak onu içeri atan yargı mensupları için mi çıkartacaksın? Haksız yere, bir şekilde zulmettiğin meselelere ‘’şimdi biraz rahatlatıyoruz’’ demekle ne demokratik rejim olur ne demokrasi olur ne terörsüz Türkiye olur, hiçbir şey olmaz. ‘’Ben iktidarda kalayım’’ saplantısı ortadan kalkmadıkça Türkiye yol alamaz ve çok vahim yerlere doğru gitmeye devam eder. 

Sen bugün sabahtan beri başımın etini yiyorsun Cannes Film Festivali var diye. 

Altan: Evet. 

Nedir o ben hiç duymadım. 

Altan: Cannes Film Festivali bana ne anımsatıyor biliyor musun? Fransa’da öğrenciyken, öğle ajansı Cannes Film Festivali’nin başlamasıyla birlikte çok uzun bir yayın yapar, haberleri verir, sonra Cannes Film Festivali’ne her gün bir bölüm ayırır, böcekler, çiçekler, güneşler vs. diye. Aynı zamanda bu baharın geldiği, ortalığın cıvıldamaya başladığını, oradaki öğrenciler için de Türkiye’ye gitme döneminin de açıldığını gösterir. Onun için Cannes Film Festivali’nin bu açıdan benim yaşamımda nostaljik bir yeri vardır. Ama bugün başlayan festivalin bir farklılığı var. “In Vino Veritas” ne demek?

Veritas gerçek, vino da şarap demek.

Altan: Evet, Latince. Aslında “Şarapta gerçek var” demek. Şarap dili çözer demek. Alt bilinci yumuşatıyor ve sen daha rahat konuşuyorsun. “In Vino Veritas” kısa metrajlı bir film. Cannes Film Festivali’nde yarışmalara katılıp yarışıyor. Ben bunun özel gösterimine de katıldım, çok cesur ve hoş buldum. Bunun rejisörü Ertuğrul Evis, çok genç. Ama aynı zamanda benim için bir sürpriz var: Filmin yapımcılarından biri de bizim ailenin film kolu Ömer Altan. Kendi öğrenciliğimde Cannes Film Festivali başladı diye hayatımda nostaljik izler bırakan bir festival, bu yıl Ömer Altan’ın yapımcıları arasında olduğu ve sevdiğim cesur genç bir rejisörün kısa metrajlı filminin de katılması, kendi yaşam tarihimde minik bir sürpriz yaptı. Medyascope da galiba bunu haberleştirdi, onun için de sana teşekkür ediyorum. Aynı zamanda da Cannes Film Festivali’nde genç sinemacılara başarılar diliyorum. Tabii Cannes Film Festivali’nin başlaması hayatımızdan bir yılın daha gitmesi… Oralara girmiyoruz.

Senin yanında kendimi biraz genç hissettiğim için…

Altan: Gençliğinin değerini bil Ruşen. Türkiye demokratikleşmezse değişmez, insanı yok sayarsa değişmez, bu siyaset kurumu buranın canına okumaya devam eder.

Artık herhalde demokrasiyi göremeden…

Altan: Dur ya Cannes Film Festivali daha bugün başladı. Cannes Film Festivali konuşulmaz, değil mi? Sanattan da ne kadar uzaklaştık. Mesela Cannes Film Festivali üzerine 15 dakika konuşun birader, bir yerlerde bir haber olsun.

Evet, ‘’Türkiye’nin gidişatı’’ dedik, ‘’fena değil ama yapacak çok şey var’’ diye noktaladık.

Altan: Tabii ki umutsuz olmamak lazım. Ama esas yapılması gerekeni göz ardı etmemek lazım.

Evet, Mehmet Altan’a ve izleyicilerimize teşekkürler. Bir sonraki ay buluşmak üzere, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.