İsrail ordusu, Gazze’nin kuzey ve güneyinde geniş kapsamlı yeni bir kara harekâtı başlattığını duyurdu. ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında iki saatten uzun süren telefon görüşmesinin ardından, Trump iki tarafın “derhal” ateşkes müzakerelerine başlayacağını açıkladı. Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar İsrail yine saldırıyor | Ukrayna’da son durum | Türk- Amerikan ilişkileri zirvede başlıklı videoda dünya gündemini değerlendirdi.
İsrail yine saldırıyor: Gazze’de kara harekâtı
İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Gazze Şeridi’nin kuzey ve güneyine yönelik kapsamlı yeni bir kara harekâtı başlattığını duyurdu.
Ordudan yapılan açıklamada bu saldırıların, “Gideon’un Savaş Arabaları Operasyonu” adı verilen yeni askeri operasyonun başlangıcı olduğu belirtildi. Açıklamaya göre kara birlikleri, Gazze’de stratejik noktalarda konuşlanırken, hava kuvvetleri de operasyonlara düzenli destek sağlıyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, “Şu anda çok yoğun çatışmalar yürütüyoruz. Tüm Gazze’yi kontrol edeceğiz ama bunu durdurulamayacak şekilde yapmalıyız” dedi.
7 Ekim 2023’te Hamas’ın düzenlediği saldırının ardından başlayan savaşta İsrail’in öncelikli hedefinin, Hamas’ı askeri ve idari olarak tamamen çökertmek ve halen Gazze’de tutulan 58 rehineyi geri getirmek olduğu vurgulandı.
ABD Başkanı Donald Trump da Ortadoğu turunu geçtiğimiz günlerde ateşkes sağlanamadan tamamladı. Ancak Trump, “Gazze’de çok sayıda insan açlıktan ölüyor. Filistinlilere de yardım etmeliyiz” diyerek insani durumun ciddiyetini kabul etti.
Rusya-Ukrayna müzakereleri
ABD Başkanı Donald Trump, görüşmenin ardından Truth Social’da yaptığı paylaşımda, “Rusya ve Ukrayna savaşı sona erdirmek için müzakerelere başlayacak” dedi.
Görüşme sonrası açıklama yapan Putin ise savaşın sona erdirilmesi için bir “barış mutabakatı” üzerinde çalışmaya hazır olduklarını söyledi. Putin, “Kök nedenlerin ortadan kaldırılması şart. Barışa giden en etkili yolları belirlememiz gerekiyor” dedi. Rus lider ayrıca, mutabakatın belirli koşullar altında geçici bir ateşkesi de içerebileceğini ifade etti.
Trump, olası barış görüşmeleri için Vatikan’ı adres gösterdi.
Papa’nın temsilcilerinin sürece ev sahipliği yapmaya istekli olduğunu belirten Trump, “Süreç başlasın” çağrısında bulundu.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt ise Trump’ın her iki tarafın da “uzlaşmaz tavırlarından” yorulduğunu ve artık somut ilerleme beklediğini vurguladı. “Her şey masada” diyen Leavitt, Rusya’ya yönelik yeni yaptırımların gündemde olduğunu da ima etti.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Washington’da Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’la birlikteyiz. Bayağı konuşacak konu var. Arkadaşlar merhaba.
Gönül Tol-Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen.
Ruşen Çakır: Ömer biliyorsun ben Galatasaray Stadı’nda maç seyrettiğim için başıma işler geldi. Çünkü aranan ya da yakalanmış şahıslar da Galatasaray Stadı’nda maç izliyormuş. Diyorum ki keşke Ömer gibi Beşiktaşlı olsaydım da yırtsaydım.
Ömer Taşpınar: Evet. Beşiktaşlı olsan bunlar başına gelmezdi.
Ruşen Çakır: Ama o zaman da şampiyon olamıyorduk. Neyse şaka bir yana, konuşacak çok şey var. Şimdi önüme çıkan bir haberi siz de görmüşsünüzdür, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi de olmuş. Türkiye-ABD ilişkileri bayağı kıvamında gidiyor ve olayın merkezinde Suriye var. Ömer önce seninle başlayalım bu hafta. Trump-Erdoğan ilişkisi, Suriye meselesi, Büyükelçi konularında neler oluyor?
Ömer Taşpınar: Gerçekten de Türk-Amerikan ilişkilerinde somut kriterler açısından da baktığımızda, beklenmedik derecede olumlu gelişmeler var. Tabii bütün bunlara rağmen şunu unutmamak lazım; Amerika şu anda Suriye’ye yaptırımları kaldırıyor ama Türkiye hâlâ yaptırımlar altında, CAATSA Yaptırımları halen devam ediyor. Fakat bu gidişle S-400’lerle ilgili, CAATSA yaptırımlarına da bir çözüm bulunabilir gibi geliyor bana. İlişkilerin neden iyi gittiğine bakacak olursak, temelde şunu söyleyebiliriz: Türkiye’nin Ortadoğu’da en sorunlu olduğu ülkenin İsrail olduğunu söyleyebiliriz. Amerika’nın İsrail’le ilişkilerinin iyi gitmediği bir dönemden geçiyoruz ve bunun, Türkiye ile ilişkilere bazı yansımaları var. Mesela hatırlayalım, Netanyahu bundan 6 hafta önce zannediyorum Oval Ofis’e geldiğinde, Trump yönetimine ikinci ziyaretiydi, Trump tarafından bir soğuk duş muamelesine tutuldu. Çünkü İran konusunda beklemediği bir durumla karşılaştı. İran’la direkt olarak müzakerelere giren bir Trump yönetimi var. Kesinlikle İsrail’in istemediği bir şeydi bu. Tabii ki Türkiye’nin en başından beri desteklediği İran’la diplomatik görüşmeler. Ama daha önemlisi, Suriye konusunda Trump’ın Oval Ofis’te Netanyahu’ya “Ben Erdoğan’la senin aranı bulurum ama senin de makul olman gerekiyor. Öyle her istediğini alamazsın” babında bir şey söylemesi, zannediyorum Türkiye ile olan ilişkilerde, Trump faktörünün ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Trump İsrail’e, Amerika’nın en önemli müttefiki olarak gördüğümüz ülkenin başbakanına “Makul ol” uyarısında bulundu. Sonra ne oldu baktığımızda? Trump Ortadoğu’da Yemen’de Husiler’le başlattığı askeri operasyonlara son verdi ve buna son verirken de Husilerin İsrail’e hâlâ saldırıda bulunmalarına göz yumdu. Bir bakıma o onu önemsemedi. “Önemli olan uluslararası gemilere saldırmamanız” dedi ve Husiler konusunda İsrail’in beklemediği bir taviz verdi. Onun dışında İsrail’le yaptırımları kaldırarak aslında Netanyahu’nun hiç istemediği, cihatçı olarak gördüğü Şam yönetimine yeşil ışık yaktı. İran’dan zaten bahsettik. Bir de Suudi Arabistan’la ilişkilerindeki İsrail şerhini kaldırdı. İsrail’le normalizasyondan artık çok bahsetmiyor. Kendisi Suudi Arabistan’la derinleşen ilişkiler içinde. Bütün bunlara baktığımızda, Ortadoğu çerçevesinde, ABD, Türkiye’nin istediği yönde adımlar atıyor diyebiliriz. Burada tabii sorun şu; Gazze’de unutulan bir savaş var ve Netanyahu Amerika’dan beklediği desteği alamıyor olmasına rağmen, Gazze’de çok daha saldırgan bir şekilde ilerliyor.
Ruşen Çakır: Ömer, onu birazdan konuşacağız detaylı bir şekilde. Çünkü bu başlı başına ele almayı gerektiren bir konu.
Ömer Taşpınar: Evet, orada Hamas boyutunda bir sorun yaşayacak gibi geliyor bana. Türkiye, Amerika ilişkilerinde öyle bir sorun yaşanabilir. Fakat bu gidişle, Amerika’nın İsrail’de bu kadar sorun yaşadığı bir düzlemde, Amerika’nın İsrail’e askeri desteği kesmesi bile mümkün gibi gözüküyor. Biden döneminde hiç olmamış şeyler yaşanıyor. Hatta Phil Gordon gibi Biden yönetiminde etkili isimler makaleler yazıyorlar. Trump’ın, Suriye, İran ve İsrail konusundaki adımları son derece cüretkâr. Normalde Amerikan teamüllerine uymayan, Amerika’nın İsrail’le ilişkilerinde genelde hep yoğurdu üfleyerek yiyen, hep lobiden, tepkilerden korkan bir Beyaz Saray var. Bu konularda Trump biraz züccaciye dükkanındaki fil gibi çok rahat hareket ediyor. Hiç korkmuyor. Bana göre, Amerikan dış politikasını bir değerlendirme altına alacak olursak, bütün sorunlara rağmen, belki de Ortadoğu şu anda en yüksek notu aldığı yer diyebiliriz.
Ruşen Çakır: Gönül seninle devam edelim. Ömer’in Amerikan-İsrail ilişkilerinin kriz boyutundan bakması çok çarpıcı. Ama şöyle de bir şey var; tabii siz i daha hâkimsiniz, aralarında sorun olsa da, ABD’nin Ortadoğu’daki önceliği hep İsrail diye biliyorum, bunun değişeceğini de sanmıyorum. Yarın öbür gün bu sorun giderilirse, mesela Netanyahu ile Trump arasında buzlar erirse, Türkiye yine aynı şekilde rahat olabilecek mi?
Gönül Tol: Ömer’in söylediği şey çok önemli. Bunu geçen haftalarda da konuşmuştuk; Trump yeni ilk seçildiğinde de aslında bundan bahsetmiştik. Bölge siyasetinde, Trump, Ortadoğu’da yapmak istediği şeyler açısından düşünüldüğünde, bütünüyle Netanyahu’nun istediklerine bağlı bir Amerikan politikası görmeyebiliriz demiştik ve nitekim öyle oluyor. Ömer de bahsetti, Netanyahu İran konusunda askeri seçeneği önde tutarken ya da Husiler’le vardığı anlaşma konusunda, Trump hiç İsrail’i dahil etmedi sürece. Suriye’ye yaptırımların kaldırılması Netanyahu’nun hiç istediği bir şey değildi ve bunu yaptı. Dolayısıyla şöyle bir profil çıkıyor: Trump bölgesel öncelikleri konusunda kendi önceliklerini Netanyahu’yu hiç dikkate almadan hayata geçirmeye çalışıyor. Ama Gazze konusunda, yani Filistin meselesinde de Netanyahu’ya alabildiğine alan açmış durumda. Bunun bence şununla da alakası var: Birincisi, Trump Netanyahu’ya baktığında, zayıflayan bir lider görüyor ve Trump için bu çok önemli. Putin meselesini birazdan konuşacağız. Mesela bence Erdoğan’la ilişkisinde de bir parça gördüğü şey o. Eğer karşısında güçlü bir lider görüyorsa… Güçlü liderden kasıt nedir? Mesela her şeye rağmen, Putin’in Rus iç siyasetinde güçlü olduğuna inanıyor. Bence yanlış bir okuma ama Erdoğan’ı da öyle görüyor. Bu adam seçimle de gitmez ve bir süre orada güçlü de bir lider. Trump Netanyahu’ya baktığında öyle bir lider görmüyor. O nedenle de aslında Gazze konusunda, Filistin konusunda Netanyahu’ya istediğini yapma konusunda açık çek verdi ya, Trump aslında o konuda da bir süre sonra frene basabilir. Çünkü Netanyahu’ya baktığında kendi koalisyonu içerisinde bile gücünü yitiren bir lider görüyor.
Bunu en net nerede gördük? Yakın bir zamanda Hamas’ın elindeki elinde tuttuğu rehinelerden bir tanesi serbest bırakıldı. Bu rehine hem İsrail ordusu hem İsrail askeri ama aynı zamanda da çifte vatandaşlığı olan biriydi, yani hem İsrail hem Amerikan vatandaşıydı. Bu kişinin serbest bırakılması için Trump birebir Hamas’la müzakere etti. Mesela bu da son derece teamüllerin dışında bir davranış, Amerika açısından baktığında çok radikal bir adım. Amerikan Başkanı birebir Hamas’la müzakere etti ve hatırlarsan eğer, o rehinenin salıverilme anında Netanyahu yoktu. Netanyahu bunu istemedi de. Trump’ın Ortadoğu’da her şeyden sorumlu temsilcisi Steve Witkoff üzerinden müzakereler yürüdü. Mesela Steve Witkoff rehinenin annesine telefonu verdi. Salıverilen rehine Netanyahu ile görüşmeyi reddetti, Trump’a teşekkür etti. Dolayısıyla ‘’Netanyahu’nun ne dediğinin önemi yok, bu rehinenin salıverilmesi Trump sayesinde oldu’’ mesajı veriliyordu.
Netanyahu ile ilişkilerde bu noktaya gelinmesinin sebeplerinden en önemlisi bence, Trump Netanyahu’ya baktığında içeride, İsrail siyasetinde eli zayıflamış bir lider görüyor? Çünkü İsrail halkının büyük bir çoğunluğu, Netanyahu’nun artık bu savaşı bitirmesini istiyor. Öbür tarafta “Bütün Gazze’yi işgal edeceğim, tek çözüm bu” diyen bir Netanyahu var. Netanyahu aynı zamanda kendi o ultra Ortodoks radikal koalisyonu içerisinde de eleştirilmeye başlanıyor. Neden? Mesela yedek subaylar, artık Gazze’nin yeniden işgali konusunda son derece isteksizler. Bunun barış getirmeyeceğini söylüyorlar. Netanyahu’nun kendi koalisyonundaki isimler de “Bu insanların yeniden askere alınmasını istemiyoruz. Biz tabanda daha fazla destek kaybediyoruz” diyorlar. Dolayısıyla, Trump iç siyasette Netanyahu’nun zayıfladığını görüyor. Bugüne kadar “Gazze konusunda istediğini yap” dedi ama bu, sonsuza kadar bunu tolere edecek anlamına da gelmiyor. O yüzden de bunu izlemek lazım.
Şimdi mesela Gazze’ye insani yardımın girmesi söz konusuydu. Birleşmiş Milletler açıklama yaptı. Orada çoğu çocuk 2 milyon insan var. Bu insanlar ancak üç günde bir bir şeyler yiyebiliyor. Birleşmiş Milletler, yardımın girmediğini söylüyor. Washington’da artık Trump’ın Netanyahu’ya karşı iyice sabrını kaybettiği konuşuluyor. Bir de şunu söyleyeyim; sen de Ömer de “Hamas konusunda, Erdoğan’ın tutumu Trump’la bir çatlak yaratabilir” dediniz ya, ben çok emin değilim. Trump geçen hafta Katar’daydı. Katar’ın Hamas’la çok daha yakın ve organik bir ilişkisi var. Sonuçta Gazze’yi yıllarca Katar finanse etti. Hamas’ın iktidarda kalmasının önemli sebeplerinden bir tanesi, destekçilerinden bir tanesi Hamas’tı. Ciddi bir finansal yardım akıttı oraya. Hamas üzerinde çok daha sözü geçen bir aktör Katar. Trump geçen hafta Katar’a gitti, Hatta Katar bir uçak da hediye etti Trump’a. Trump da “Tabii kabul ederim, niye etmeyeyim” dedi. O yüzden Erdoğan’ın Hamas konusundaki tutumunun Trump’la arasında bir sorun teşkil edeceğinden çok emin değilim.
Ruşen Çakır: Ömer, Gazze’den devam edelim. Ukrayna’yı sona saklayalım. Gazze’de yine sivillere yönelik katliamlar başladı. Gönül’ün de söylediği gibi tamamen ele geçirme. İsrail’in Gazze’deki uygulamaları, katliamları eskisi kadar gündemde değil. Burada olayı Trump mı çözecek yoksa İsrail bir yerde insafa mı gelecek? Çünkü İsrail bir direniş görmüyor ya da ortada İsrail’le mücadele edebilecek bir Filistin gücü yok.
Ömer Taşpınar: Ortada tezat bir durum var aslında. Bir yandan İsrail’e karşı sertleşen bir Amerikan yönetimi var. Mesela gözlerden kaçtı ama Marco Rubio iki kez Netanyahu ile görüştü. İsrail’e gitti ve Netanyahu üzerinde, Gazze’ye insani yardımın girmesi için çok ciddi baskı yaptı, “Bu yaptığınız kabul edilemez” dedi. Bunu Tony Blinken’ın gittiği dönemlerle kıyaslayalım. Tony Blinken, 2 yıllık savaş süresince, İsrail’e belki 17-20 kez gitti. İlk gidişini hatırlıyoruz, “Buraya Amerikan Dışişleri Bakanı olarak değil, sadece bir Musevi olarak geliyorum” diyerek gitti. Halbuki Marco Rubio hiç böyle bir şey oynamayarak çok sert bir şekilde “Dünya kabul etmiyor biz de bunu kabul etmiyoruz. Bu aç çocuk görüntüleri tolere edilebileceğimiz bir şey değildir” diyerek Netanyahu üzerinde çok baskı yaptı. Şimdi bu baskının belirli sonuçlar verdiğini, Netanyahu’nun kameralar karşısına gidip, en azından sosyal medyada, “Bize en çok destek veren Amerika’nın yaptığı baskı nedeniyle, insani yardımı arttırmak zorundayız. Çünkü Amerika’nın kırmızı çizgisi açlık. Bizim de kırmızı çizgimiz odur’’ açıklamasını yaptı. Netanyahu açlık kelimesini ilk kez kullanıyor. Çünkü İsrail’in gözünde, Gazze’de açlık filan yoktu. “Hamas aslında bütün gıda ürünlerini çalıyor, istese Hamas bunları dağıtabilir ve her şeyden sorumlu Hamas” diyorlardı.
Şimdi sözde kapıyı açtı, daha fazla insani yardım geliyor. Ama alanda olan gazeteciler ve insanlar “Öyle içeri giren fazla bir besin ürünü, gıda ürünü de yok” diyorlar. Burada bir dezenformasyon boyutu da var. Ama işin daha kötü tarafı, İsrail, Amerika’nın kendisine verdiği desteğin azaldığını gördükçe birazcık daha sertleşebilir. Çünkü “Zamanımız azalıyor. Bir an evvel ne yapacaksak yapalım Gazze’de” diyebilir. Ne yapacaklar Gazze’de? Zaten yerle bir ettiler. Ama mesela Han Yunus gibi yerlerde ayakta kalmış ne varsa bombalıyorlar, dinamitliyorlar. Amaçları ne? Gazze’nin %80’ini yerle bir edip, 2 milyonluk halkı bütünüyle çadırlar içinde tutup beton yer bırakmamak. Hamas’ın halen savaşan bir gücü varsa, halen Hamas militanları varsa, bunlar çadırların içinde değil, binaların içinde saklanıyorlar diyerek bütün binaları yok etme stratejisi ve Gazze’nin %60’ını %70’ini içinden çıkmayacak şekilde işgal etme ve oradaki Gazze halkını da bir şekilde başka yerlere yollamak. Şimdi strateji Hamas’ı yok etme stratejisi. Hamas’ı yok etmek ne demek? Hamas orada devletti. Sadece operasyonel militanlardan bahsetmiyoruz, Hamas’la ilişkisi olan herkesi yok etmek demek, zaten halkı yok etmek demek. İsrail, son derece sert bir bombalama kampanyasına girerek şu anda dozu arttırmış durumda. Her gün 80-100 kişi ölüyor. Bu dünya gündemine gelmiyor bile artık, unutulan bir savaş haline geldi. Açlık sınırında olan insanların görüntüleri içler acısı. Gazze’de, Ortadoğu’nun ortasında açlıktan ölen çocuklar oluyor ve bu artık kabulleniliyor. Amerika bir yandan bastırıyor ama gerçek ortada.
Şimdi böyle bir durum varken, tabii ki Trump’ın başarısından bahsetmek çok da mantıklı değil. Ortada yaşanan bir Gazze trajedisi var ve bu konuda İsrail ne yapacak? İsrail’in elini tutabilecek mi? İsrail’e ‘’ben sana askeri desteği artık kesiyorum’’ diyebilecek mi? Bunlardan çok emin değilim. Nihayetinde burada bir ortaklık var. Ama şu da önemli: İsrail yavaş yavaş panikliyor gibi geliyor bana, paniklediği için de bu askeri yöntemleri arttırıyor. Başka bir panikleme sinyali de İran’a tek başına saldırma planları yapması olabilir. Bu konuyla ilgili biraz önce CNN‘de bir haber okudum, Amerikan istihbaratı, İsrail’in tek başına İran’a saldırma planlarını konuşuyor, böyle bir plan olabilir, gerekirse İsrail tek başına bunu yapabilir. İsrail bence bunu basına sızdırıyor. Çünkü Amerika’nın, ‘’eğer İran’la doğru dürüst bir nükleer anlaşma olmazsa biz ertesi gün vurmaya hazırız’’ mesajının farkına varmasını istiyor. İsrail bu mesajı vermeye çalışıyor, çünkü bu mesajı alan Amerikan sistemi, Amerika’nın istihbaratı, Beyaz Saray, Pentagon kesinlikle İsrail’in bunu tek başına yapmasını istemeyecektir. İsrail bunu tek başına yaparsa, nihayetinde İran’ın misillemelerine karşı bütün Körfez ülkeleri ve Körfez ülkelerindeki Amerikan üsleri bununla karşı karşıya kalabilir. O nedenle, Amerika-İsrail ilişkileri İran nedeniyle çok kritik bir döneme giriyor. İran’la görüşmelerde tam olarak ne konuşuluyor, bunu bilemiyoruz. Bütün bunları, bir emlâk uzmanı olan Steve Witkoff denen bir adam yönetiyor ve Steve Witkoff’un bu konulara ne kadar hâkim olup olmadığını bilmiyoruz. Yanına sistemden doğru dürüst insanlar almıyor. İranlılarla tam olarak ne konuşuyorlar, İranlılar gerçekten ne masajlar alıyor, bunu da bilmiyoruz. Çünkü İsrail “Biz uranyum konusunda bir pazarlık istemiyoruz. Biz İran’ın nükleer santrallerinin sökülüp atılmasını istiyoruz. İran’ın bu nükleer konuda taviz vermesi bize yeterli değil. Nükleer konuda tavizden bahsetmiyoruz. Nükleer dosyanın kapatılmasından, İran’ın nükleer santrallerinin yok edilmesinden, sökülüp atılmasından bahsediyoruz” diyor. İran’ın buna ‘evet’ demesine imkân yok. Buna evet demezse, burada bir pazarlık yaşanırsa İsrail gidip “Zaten benim Amerika’yla aram bozuk artık ben kendim bu işleri yapacağım” deyip İran’ı bombalar mı? Böyle bir delilik yapar mı? Böyle de bir tehlikeyle karşı karşıyayız.
Son olarak Türkiye-Amerika ilişkileri ile ilgili demin söylemeyi unuttuğum bir şey söyleyeyim, senin sorun oydu. ‘’Türkiye Amerika ilişkilerinde en etkili büyükelçi kim oldu?’’ diye sorduğumuzda, bir kere profesyonel olarak hep büyükelçiler geldi. Ankara, Amerikan diplomasisinde hep meslek memurlarının yollandığı bir yerdi. Uzun zaman böyle oldu. En profesyonel, en donanımlı, başarılı, geçmişte Eric Edelman gibi, Marc Grossman gibi çok başarılı meslek memurları geldi. Ama bir süredir, Amerika Ankara’ya siyasi atama yapıyor ve bu siyasi atamaların bir kısmı başarılı, bir kısmı çok başarılı değil. Ama şu anda Tom Barrack isimli yeni gelen siyasi atama Trump’ın e çok yakın arkadaşı. Sürpriz sürpriz, o da emlâk dünyasından gelen birisi. Amerika’yı emlakçılar yönetiyor artık. Bu adam da Lübnan asıllı, Arapça biliyor, Lübnanlı olduğu için Suriye’yi çok iyi biliyor. Zaten Lübnanlıların Suriye’yi bilmemesine imkân yok ve o da bir tesadüf değil, Suriye konusunda özel temsilci ilan edildi. Türkiye-Amerika ilişkilerinde ilk defa bence Beyaz Saray’ı bu kadar iyi bir şekilde yönetebilecek, Beyaz Saray’la bu kadar iyi iletişim kanalları olan bir büyükelçi var. Türkiye açısından baktığımızda, Tom Barrack gerçekten bir sürü konuda büyük bir fırsat olabilir. Çünkü normalde Türkiye büyükelçiyi çok ciddiye almazdı ‘’Biz hep Başkanla konuşur’’ derdi. Ama Erdoğan için şu anda Tom Barrack’la konuşmak, Trump’la konuşmak kadar önemli hâle gelebilir. O nedenle onun Suriye temsilcisi ilan edilmesi de tesadüfi değil. Hem Tom Barack bence Suriye ile çok ilgilenen birisi hem de Trump’ın gözünde Türkiye, zaten Suriye’de en etkili olan ülke. Trump’ın ‘’Türkiye’deki Büyükelçimiz, aynı zamanda Suriye’ye baksın’’ demesi de tesadüf değil.
Bence uzun dönemde Erdoğan’ın Suriye üzerindeki hesabı, S-400’ler eğer oraya yollanabilirse, CAATSA yaptırımlarının ertelenmesi için bunun pazarlığını hem Rusya’yla hem Amerika’yla yapmak. Çünkü asıl başarı o olacak. Şu anda somut başarılar olarak baktığımızda Suriye yaptırımlarının kaldırılması bir somut başarı. Ama Türk-Amerikan ilişkilerinde en büyük somut başarı, Türkiye’nin maruz kaldığı CAATSA yaptırımlarının kaldırılması olacak. O da S-400’lere bağlı. O konuda inisiyatif alabilecek isim de şu anda Tom Barrack. Bence onun bütün kontaklarının Türkiye de çok ciddi takip edilmesi gerekiyor. Ben, böylesine etkili bir büyükelçinin şu anda Ankara’da görev yapıyor olmasını, Türkiye açısından bir fırsat olarak görüyorum.
Ruşen Çakır: Gönül, senin gerek Büyükelçi gerek Gazze konusunda eklemek istediklerin var mı?
Gönül Tol: Gazze için yok, Ömer çok güzel toparladı, ama Suriye konusunda ve CAATSA yaptırımlarının kaldırılması konusunda bir şey söylemek istiyorum. Evet, S-400’lerin Türkiye topraklarından çıkarılması, CAATSA yaptırımlarının kaldırılması açısından önemli. Ama şöyle bir problem daha var ve bu çok sık konuşulmayan bir şey: Sadece S-400 meselesi değil. Türkiye F-35’leri almak istiyor, hatta F-35 programına yeniden geri dönmek istiyor, fakat aslında Türk-Amerikan tarafları arasında yaptırımların kaldırılması konusunda müzakereler sürerken, S-400’ün dışında, Amerikalıların endişe duydukları bir başka konu daha vardı. O da, Türkiye’nin Çin’le 5G komünikasyon altyapısında yaptığı iş birliği. Amerikan tarafı bundan da çok endişe ediyor ve Çin’le o iş birliği devam ediyor. Mesela, çok yakın bir Amerikan müttefiki olan Birleşik Arap Emirlikleri de uzun zamandır F-35 almak istiyor ve onların elinde S-400 yok, Birleşik Arap Emirlikleri’ne F-35’in satılmamasının sebebi, Çin’le yaptığı bu altyapı iş birliği. Amerikan Savunma Bakanlığı “Bu 5G konusunda yapılan komünikasyon altyapısındaki iş birliği, tıpkı S-400 gibi, F-35’i tehdit edebilecek bir iş birliği. Dolayısıyla, S-400 meselesi bir şekilde çözülse dahi onun ötesinde Türk-Çin iş birliği var. O konunun nasıl çözüleceğinden çok emin değilim.
Ruşen Çakır: Son olarak Ukrayna’yı konuşalım, Orada bir şeyler olacak gibiydi, en son ne oldu? Trump’la Putin’in bir görüşmesi var ve onun çok pozitif geçtiği yorumlarını okudum. Ne dersin Ömer? Orada iki lider anlaşıyor mu? Ama bir yandan da Rusya’nın saldırıları sürdürdüğünü biliyoruz. Ne olacak?
Ömer Taşpınar: İstanbul’daki mini zirve tam gerçekleşmedi biliyorsun. Alt seviyede bir zirve oldu ve oradan esirlerin serbest bırakılması dışında ciddi bir sonuç çıkmadı. Trump Ortadoğu’dan dönerken gazetecilere “Bu Ukrayna meselesini ben ancak Putin’le karşı karşıya geldiğimde, onunla konuşarak halledebilirim. Başka kimse de halledemez, masaya Putin’le oturmam gerekiyor” dedi. Bu arada Zelensky Ankara’daydı. Zelensky, Oval Ofis’teki o skandal ve utanç verici ziyaretten sonra Trump’ın bir dediğini etmiyor, sürekli Trump’ın yörüngesinde gidiyor. Amerikan sistemine karşı bir şey yapıyor olmaktan çok korkmuş durumda. O nedenle hep sanki ‘’barış istiyorum, ben masaya gelmeye varım, ben hiçbir zaman bu savaşın devam etmesini istemiyorum’’ diyen taraf o gibi. Bir an evvel ateşkes istiyor ve “Ateşkesle beraber oturalım masaya” diyor. Putin de “Ateşkese gerek yok, biz bu savaşı bitirebiliriz, ama bitirmemiz için şartlarımız şunlardır’’ diyor. O şartlar geçen haftalarda da söylediğim gibi, NATO’ya girmeyecek, asker bulundurulmayacak, demilitarize olacak, Ülkenin %25’i Rusya’nın elinde olacak, Kırım gidecek. Yani zehir zemberek şartlar. Putin ‘’bu şartları konuşalım. Zaten savaşın çıkmasına neden olan şartlar bunlar. Ondan sonra savaşı bitiririz’’ diyor. Yani Putin maksimalist bir şekilde masaya geliyor. Zelensky ise durumu kurtarmaya çalışıyor. Çünkü Amerika karşısında Zelensky’nin eli çok zayıflamış durumda. Şu anda Amerika’dan askeri desteğin ne kadar geleceği belli değil. Avrupa devreye girmeye hazır. Elli milyar euroluk yeni bir yardım paketi açıkladılar. Fakat Avrupa’nın elinde, Amerika’nınki kadar ciddi bir mühimmat yok, askeri yardımı Amerika’nın yaptığı gibi yapamaz. Askeri yardım, istihbarat yardımı, lojistik konularda Amerika devreden çıktığı anda Ukrayna cascavlak kalır ve daha çok toprak kaybedebilir.
Şu anda Putin’in yaptığı hesap da bu. Yaza kadar ayak sürümek. Yaz operasyonuna hazırlanıyor Putin. Buradaki askeri uzmanlarla da konuştuğumda şunu görüyorum: Putin’in amacı Trump’ı bir şekilde oyalamak ve Trump’a “Tamam yaparız. Hatta biz şu anda bırak Ukrayna’yı, seninle Amerika-Rusya ekonomik ilişkilerini, bu ekonomik ilişkileri nasıl toparlayacağımızı nasıl derinleştirebileceğimizi konuşalım. Çerçeveyi genişletelim, sadece Ukrayna konuşmayalım” diyor. Trump her seferinde “Bu savaş ne zaman bitecek Vladimir? Orada her gün binlerce insan ölüyor” diye bastırdığında, Vladimir Putin arkadaşı “Ben zaten varım konuşmaya ama Zelensky’nin bu şartları kabul etmesi gerekiyor. Bizim şartlarımız belli” diyor, o maksimalist şartları tekrar masaya getiriyor. Trump bu işin kolay kolay bitmeyeceğini, bırak bir günü, 100 günde, hatta bir yılda bile halledilebilecek bir mesele olmadığını anlamış durumda. O nedenle Amerikan yönetimi yavaş yavaş ben bu işten kendimi çekiyorum demeye doğru hazırlanıyor. Benim gördüğüm kadarıyla gerek Dışişleri Bakanlığı gerek Pentagon gerek Trump, Ukrayna’da kolay çözüm olmadığını anladılar. Putin zamana yayıyor; zamanın kendi lehinde olduğuna inanıyor. Putin için petrol fiyatları çok önemli, petrol fiyatları da iyi gidiyor, o kadar düşmedi. Rus ekonomisinde zayıflama sinyalleri olmasına rağmen, fahiş ücretler ödeyerek asker toplayabiliyor. Bunun altını çiziyorum, Putin cepheye giden ve o ölen çocukların ailelerine fahiş maaşlar ödeniyor. Rus ekonomisi buna ne kadar dayanır emin değilim. Çünkü Rus ekonomisi geçen yıl %4’le büyüdü. Bu yıl büyüme o kadar yüksek çıkacak gibi değil ve yaptırımların da etkisi gitgide hissediliyor. Putin her şeye rağmen zamanın kendi lehinde olduğuna inanıyor. Çünkü 160 milyonluk bir Rusya, 45- 50 milyonluk ve çok yorulmuş, asker toplayamayan bir Ukrayna’yla karşı karşıya. Ukrayna’nın tek ümidi, Amerika’nın askeri yardıma devam edecek olması. Ne kadar devam edeceği büyük bir soru işareti. İkinci ümidi de Fransa, İngiltere, Almanya, Polonya’nın sürekli “Biz arkandayız” demesi. Ekonomik yardımda bulunabiliyorlar, askeri yardım da vereceklerini söylüyorlar. Ama ellerindeki silah endüstrisi bunu yapmaya mümkün değil.
Peki Putin bir bedel ödemeyecek mi? Bu savaşı devam ettiren ve masaya gelmeyen sonuçta Putin. Bunun bir bedeli olacak mı? Ekonomik yaptırımlar artırılacak mı? Avrupa “Arttıracağım ve çok daha ciddi ekonomik yaptırımlarla geleceğim” diyor. Ne yapabilirler? Doğalgaz konusunda bazı adımlar atabilirler. Ama zaten Rusya’ya karşı yaptırımlar var. Avrupa Birliği Rusya ile ticaret yapan ülkelere ikincil yaptırımları getirmeye çalışabilir. Bunu yaparlarsa, bu, Türkiye’yi de etkileyebilir. Ama asıl Amerika’nın ciddi bir şekilde ekonomik yaptırımları artırmasından bahsediliyordu. Trump o konuda hiçbir şey söylemiyor. Tam aksine, Rusya’yla ekonomik ilişkilerin derinleştirilmesi gerektiğinden, Rusya’yla ekonomik pazarlık ve uzun dönemde ekonomik ilişkilerin, ticari ilişkilerin arttırılmasını öngören bir vizyon içinde. “Rusya’yla aramızı düzeltmemiz gerekiyor” diyor.
Putin’in canını acıtabilecek tek bir adım var şu anda. Avrupa, o adıma doğru yavaş yavaş gitmek istiyor, ama Amerika’nın oraya doğru gideceğinden emin değilim. O adım da şu: Kremlin’in, Rusya Merkez Bankası’nın, Batı bankalarında yaklaşık 300 milyar dolar parası var. Çok ciddi bir rakam bu. Putin Ukrayna’yı işgal ettiğinde, nedense bu parayı Batı bankalarında bırakmış durumdaydı. Şimdi o para dondurulmuş durumda ve onun faizi Ukrayna’ya veriliyor. O 300 milyar doların faizi önemli bir rakam. O para Ukrayna’ya ekonomik yardım olarak gidiyor. Ama Amerika ve Avrupa anlaşıp “Biz o 300 milyar doları bir yatırım fonu, bir askeri fon olarak Ukrayna’ya veriyoruz” demediler. Bunu derlerse, belki Putin’e karşı ellerinde bir manevra kabiliyeti, alanı olabilir. Bu konuya nedense çok ciddi girmek istemiyorlar. Çünkü bunun uluslararası piyasalar ve uluslararası hukukla ilgili bazı sorunlar yaratacağını düşünüyorlar. Oraya doğru gitmek isteyecek bir Almanya, bir Fransa, bir İngiltere, bir Polonya olabilir, ama oraya doğru gitmek istemeyen bir Beyaz Saray da var karşımızda.
Ruşen Çakır: Evet Gönül, seninle toparlayalım ve kapatalım. Ne diyorsun? Amerika hakikaten yalnız mı bırakacak Zelensky’i? Ömer İşin oraya doğru gittiğini söyledi. Gerçekten iş oraya doğru giderse Avrupa da yetmeyecek.
Gönül Tol: Avrupa’nın yetip yetmeyeceği ayrı bir tartışma konusu, ama Amerika’nın Ukrayna’yı yalnız bırakmaya doğru hızla gittiği çok açık bence. Bu telefon konuşmasından sonra Trump, “Kendi aralarında çözsünler artık. Çözemezlerse de ben yokum bu işin içinde” dedi. Yaptırımlar konusunda da yakın bir zamanda Trump “Eğer iki ülke arasında ateşkes sağlanmazsa Rusya’ya daha fazla yaptırım geliyor” demişti. Pazartesi günkü Trump ve Putin arasındaki telefon konuşmasının ardından artık yaptırımlar da söz konusu değil. Bırak yeni yaptırımlar getirmeyi, Trump, Rusya’ya var olan yaptırımları kaldırmayı planlıyor. Bu çok dramatik bir şey. Çünkü Trump Rusya’yla ticareti ve özellikle enerji ve nadir toprak elementleri konusunda iş birliğini artırmak istiyor.
Bundan bir iki ay evvel Financial Times‘da bir yazı çıkmıştı. Trump, kendisine yakın bir ismi Putin’le görüşmek üzere görevlendirdi. Enerji konusunda nasıl bir iş birliğine gidilebilir denmişti. O zaman, mesela Washington’da, ‘’Ukrayna’yı destekleyelim’’ diyen pek çok insan, bunun içine Cumhuriyetçiler de dâhil, “Biz yeni yaptırım getirelim diyoruz. Siz var olan yaptırımlarının kaldırılmasına doğru bir adım atıyorsunuz” diye buna ateş püskürmüşlerdi. Ama şu anda geldiğimiz nokta tam da o. Trump, Ukrayna’da ne olduğundan bağımsız olarak, Putin’le daha fazla ticaret yapmak istiyor. Marco Rubio dün Senato’da Kongre üyelerinin sorularını cevapladı ve kendisine “Rusya’ya yeni yaptırım gelecek mi?” diye soruldu. Rubio, “Biden yönetimindeki bütün var olan yaptırımlar bugün hâlâ devrede. O yüzden bizi Rusya’ya yumuşak olmakla suçlamayın. Biz o politikanın devamıyız sadece” diye cevapladı. Aynı zamanda da “Bizim sabrımız yok. Taraflar kendi aralarında anlaşmaya varırlar. Varmazlarsa da biz işimize gücümüze bakacağız” dedi. Bu ne demek? Rusya’yla enerji, iş ve ticari alanlarındaki iş birliğini artıracağız demek.
Trump “Rusya’nın sonsuz bir potansiyeli var. Ben Putin’le iş yapmak istiyorum. Çünkü Amerikan vatandaşları için iş yaratmak istiyorum” gibi şeyler söyledi. O yüzden bence o noktaya doğru gidiyoruz. Putin, pazartesi günkü telefon konuşmasından sonra çok mutlu muhtemelen ve tam istediği yerde. Bir taraftan yaptırım uygulamayacak bir Amerika var, öbür tarafta buna karşılık olarak “Daha fazla yaptırım uygulayalım” diyen bir Avrupa var. Dolayısıyla NATO ittifakı bölünmüş durumda.
Ukrayna konusuna gelince: Ömer’in söylediği gibi, Putin Ukrayna konusunda gerçekten zamanın lehine işlediğini düşünüyor ve Trump’la iş yapabileceğine inanıyor. O yüzden asıl kritik mesele, Amerika’nın silah yardımı yapmaya devam edip etmeyeceği. Eğer devam etmezse, Avrupa, o boşluğu doldurmak için ne tür adımlar atacak?
Ruşen Çakır: Evet arkadaşlar çok teşekkürler, sizlere kolay gelsin. Transatlantik’i burada noktalayalım. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol, çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkür ederiz. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.