Ruşen Çakır, “Önce kim pes edecek: İktidar mı, muhalefet mi?” başlıklı yayınında, iktidarın “pes etmeme” stratejisinin maliyetini ve muhalefetin özellikle İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP lideri Özgür Özel üzerinden geliştirdiği direnci mercek altına alıyor. İktidar pes eder mi? Muhalefet dayanır mı? Videomuz YouTube kanalında.
Ruşen Çakır, 19 Mart operasyonları sonrasında başlayan ve yeni dalgalarla devam eden siyasi gerilim ortamını yorumladı. Çakır, iktidarın krizi büyüterek muhalefeti yıpratmaya çalıştığını ancak hem muhalefet cephesinin hem de toplumun bu baskıya boyun eğmediğini söyledi.
Çakır’a göre Türkiye’yi bekleyen asıl soru, “Kim önce pes edecek?” değil, “Bu çatışma daha ne kadar sürebilir?” sorusu.
İktidar pes eder mi? Muhalefet dayanır mı?
Çakır, 19 Mart’taki ilk dalga operasyonun ardından devam eden tutuklamaların ve itirafların kamuoyunda büyük bir karşılık bulmadığını belirtti. “Ortaya Cumhuriyet tarihinin en büyük organize suç örgütü çıkacak dendi ama şu ana kadar bunun izi bile yok,” diyen Çakır, yürütülen soruşturmalarda medyanın hedef alınmasının da dikkat çekici olduğunu söyledi. Kendisinin de yalnızca “aynı baz istasyonundan maç izlemiş olmakla” suçlandığını hatırlattı.
Muhalefetin, özellikle CHP’nin, geri adım atmadığını vurgulayan Çakır, İzmir mitinginden gözlemlerini aktararak “Ekrem İmamoğlu maskeleri, dövizleri, pankartlarıyla mitinglerde güçlü şekilde var. CHP tabanı pes etmiyor” dedi.
İktidarın beklentisinin CHP’nin bölünmesi, İmamoğlu’nun yalnızlaştırılması olduğunu ancak bunun tam tersine bir kenetlenmeye yol açtığını savundu. Çakır, “Özgür Özel’i İmamoğlu’ndan koparmaya çalıştılar ama başaramadılar” dedi.
“Direnişin bedeli artıyor”
Türkiye’nin bu siyasi gerilimi ne kadar daha taşıyabileceğini sorgulayan Çakır, muhalefetin direnişinin ülkeye ağır bir maliyet yaratmadığını, asıl yükün Erdoğan’ın ısrarcı tutumundan kaynaklandığını söyledi. “Her geçen gün bu stratejinin maliyeti artıyor. Türkiye ekonomisi daha ne kadar kaldırabilir?” diye soran Çakır, çıkışın ancak Erdoğan’ın geri adım atmasıyla mümkün olacağını savundu.
“Erdoğan pes etmeyecek ama Türkiye için bu çıkmazdan kurtulmanın yolu, zararın neresinden dönülürse kâr demek ve frene ilk onun basması,” diyen Çakır, “İçeri girsem bile içeriden bunu söylemeye devam edeceğim” ifadeleriyle yorumunu tamamladı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. 19 Mart krizinin üzerinden 2 aydan fazla zaman geçti ve kriz sürüyor, operasyonlar sürüyor, dalgalar sürüyor. İkinci dalga oldu, pek bir şey anlamadık. Üçüncü dalga oldu, hiçbir şey anlamadık ve şimdi diyorlar ki dördüncü dalga yolda. Hatta bu hafta sonu olacağını söyleyenler de var. Tabii ki şunu unutmayın: Hafta sonu neden yapılıyor? Piyasalara az etkisi olsun diye yapılıyor operasyonlar. Bu sefer kimler olacakmış? Bir iddiaya göre ünlüler olacakmış, medya olacakmış. Medya deyince tabii bize Akşam Gazetesi‘nin çektiği kumpası hatırlıyor insan. Bizi alacaklarsa alacaklar tabii, yapacak bir şey yok. Ama ne için alacaklar? Bütün meslektaşlarım sırayla ayrı ayrı yalanladılar iddiaları ve dava açtılar. Ben de açtım. Benim olayım çok basit. Ben anladığım kadarıyla sözü edilen kişilerle birbirimizden uzak tribünlerde Galatasaray maçı seyrettiğimiz için suçlanacağım. Anlaşılan o. Çok büyük bir suçum var: 30.000 kişiyle aynı baz istasyonunu kullanmak. Neyse, şaka bir yana diyeceğim, şaka değil, maalesef olay bu. Diyelim ki oldu, ne olacak? Deniyor ki, ‘‘İlk operasyon, 19 Mart operasyonu gibi etki yaratacak bir operasyon yapacak — savcılık diyemiyorum — siyasi iktidar.’’ Peki ilk operasyonda ne oldu? Tabii ki her şey yerinden oynadı ama Erdoğan’ın o söylediği Cumhuriyet tarihinin en büyük organize suç örgütü, dış bağlantıları olan, istihbarat servisleriyle ilişkisi olan, şununla bununla ilişkisi olan, ulusal güvenlik tehdidi… Böyle bir şey şu ana kadar çıkmadı. Bundan sonra çıkacak mı, nasıl çıkacak, ne olacak? Mesela ne yapıyorlar? Gözaltına alınıp tutuklananlardan bazılarını etkin pişmanlığa teşvik ediyorlar soruşturmayı yürütenler. Kabul edenler de çıkıyor. Önce Kültür AŞ’nin başındaki kişi çıktı, sonra Ekrem İmamoğlu’na çok yakın olduğu söylenen bir başkası çıktı. Birtakım başka isimlerin de adı geçiyor. Onlar genellikle ev hapsine tahliye oluyorlar. Ne çıkıyor onların o itiraflarından, yaptıkları ifşalardan? Böyle ortalık yıkılmıyor. Mesela geçen ne dediler: ‘‘Ekrem İmamoğlu’nun saklı telefonu bulundu.’’ Bir acayip bir şey. Yani telefon niye saklanır, içinde ne aranır? Zaten yaptığı görüşmelerse, görüşmeler zaten HTS kayıtlarından falan çıkıyor. Yani böyle bir köpürtülmek istenen, büyütülmek istenen bir durum var ve insanlara şunu dedirtmek istiyorlar: ‘‘Vay be, neler yapmışlar.’’ Şu ana kadar denmedi. Bunu kime dedirtmek istiyorlar? Tabii ki muhalefet tabanına dedirtmek istiyorlar. Yani muhalefet tabanına şunu dedirtmek istiyorlar: “Ya biz bu adamları seçtik ama bu adamlar şöyle kötü çıktılar.” Bunu dedirtemedikleri gibi kendi tabanlarına da “Bakın, biz çok kutsi bir mücadele yürütüyoruz” dedirtemediler, kaldı. Ama şansını hâlâ zorluyor. Bakalım olacak mı. Bana göre olmayacak ama herhalde deniyorlar. O şeyi, Erdoğan’ın dediği gibi “Birbirlerinin yüzüne bakamayacaklar” noktasına getirmek için ellerinden geleni yapacaklar. Pes etmeyecek gibi görünüyor siyasi iktidar. Öte yandan muhalefet ne yapıyor, CHP özellikle? Onlar da pes etmiyor. Ekrem İmamoğlu bildiğiniz gibi sürekli mesajlar paylaşıyor bütün engellemelere rağmen. CHP sürekli mitingler yapıyor. O mitinglerde Ekrem İmamoğlu’nun mesajları okunuyor, onu da görüyoruz. En son İzmir’de gördüm, insanlar, mitinge katılanların içerisinde Ekrem İmamoğlu maskeli olanlar, Ekrem İmamoğlu hakkında dövizler taşıyanlar, hatta pankartlar çok sayıda vardı. Bir şekilde Ekrem İmamoğlu’nu olayın içine kattılar ama aynı zamanda CHP’ye büyük bir dinamizm geldi. Özgür Özel çok ciddi bir şekilde öne çıktı ve benim İzmir’de gördüğüm ve dün yaptığım yorumda söylemeye çalıştığım gibi CHP’yi de aşan bir toplumsal hareketlilik çıktı. Şimdi burada Ekrem İmamoğlu pes etmez, öyle gözüküyor. Pes ettiği zaman zaten her şey onun için biter, böyle bir şey olmayacak, bunu anlıyoruz. CHP pes edeceğe benzemiyor. Diyelim ki etti, o taban pes edeceğe benzemiyor. Burada tabii şöyle bir parantez açmak lazım: Erdoğan, Özgür Özel’i Ekrem İmamoğlu’ndan kopartmak istedi, hâlâ da gönlünden bu geçiyor herhalde. Zaten başından itibaren en büyük hesabı, operasyonla birlikte CHP’nin çatlamasıydı ve Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının yalnızlaşmasıydı. Bu olmadı, tam tersine büyük bir kenetlenme oldu. Özgür Özel’i pes ettirmek, yani onun Ekrem İmamoğlu’yla ilişkisini kopartmak, bu da olmayacak. Bunlar hepsi net. Yani kimse pes edeceğe benzemiyor. O zaman ne olacak? Türkiye yıllarca böyle mi sürecek? Aylarca, yıllarca böyle mi sürecek? Türkiye toplumsal olarak, bir ülke olarak bunu ne kadar taşıyabilecek? Ekonomik olarak bunu ne kadar taşıyabilecek? Burada şöyle bir sorun var: Muhalefetin pes etmemesinin ülkeye çok fazla, ekonomik anlamda mesela, bir zararı yok. Yani yürüyüşler yapılıyor, mitingler yapılıyor vesaire, böyle toplumsal bir hareketlilik var. Buradan pek bir şey çıkmıyor. Ama diyelim ki dördüncü operasyon oldu, ünlü isimler var. Ne olacak sonra? Türkiye ekonomisi bunu ne kadar kaldıracak? Zaten çok kritik bir yerden geçiyor. Bunun faturası… Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Erdoğan’ın pes etmemesinin maliyeti çok çok yüksek ve her geçen gün daha da artıyor. Bir tıkanma anı var. Bunun aşılmasının yolu nedir? İlk akla gelen, iktidarla muhalefetin, Erdoğan’la İmamoğlu’nun anlaşması. Erdoğan’la Özgür Özel’in değil, Erdoğan’la İmamoğlu’nun anlaşması. Bu, çok imkânsız gibi görülüyor ama siyasette imkânsız yoktur. Ama bu ihtimal ilk akla gelen. İkinci ihtimal, iktidar bloğunda bir sorun çıkması ve oradan Bahçeli’nin ya da MHP’nin kopma ihtimali. Bunu bir ara çok konuştuk, bir süredir konuşmuyoruz. O da zor gözüküyor, bugün itibarıyla zor gözüküyor. Geriye de bir şey kalmıyor. Ve biz bu şeyi, çekişmeyi, tüm Türkiye’ye çok ciddi bedeli olan bu çekişmeyi, açıkçası Erdoğan’ın iktidarının bekası için daha bir süre yaşayacakmışız gibi gözüküyor. Dikkatli konuşuyorum, çünkü bir ara bir yayında ‘‘Ekrem İmamoğlu çıkacak’’ dedim. Hâlâ aslında buna inanıyorum ama bundan çekiniyorum. Çünkü Ekrem İmamoğlu çıkamadan benim içeri girmem bile söz konusu. Dolayısıyla hadi sizler gibi ‘‘gerçekçi’’ olayım, ‘‘Erdoğan elinden geleni yapacak’’ diyeyim ve ‘‘Daha uzun bir süre pes etmeyecek’’ diyeyim. Ama bence Türkiye’nin çıkışı, Erdoğan’ın Türkiye’deki bu değişimi, dönüşümü kabul edip, bir yerde kabul edip bu yaptığının, 19 Mart’ta yaptığının çok ciddi bir stratejik hata olduğunu kabul edip bir şekilde — artık mümkün değil ama — Türkiye’yi 18 Mart’a, hatta biraz daha öncesine, diploma iptalinin öncesine götürmesi olur. Bunu yapmayacaktır, yapmayacaktır. Ama ‘‘Zararın neresinden dönülürse kârdır’’ diyerek ilk frene basanın Erdoğan olacağında hâlâ ısrarlıyım. İçeri girsem de içeriden yapacağım yorumlarda aynı şeyi söyleyeceğim, kusura bakmayın. Çünkü Türkiye’deki toplumsal dönüşüm öyle baskıyla, şununla bununla durdurulabilecek bir şey değil. Türkiye’nin, Cumhuriyet’in tarihi bunun nice örneğiyle dolu.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bu yayını bitirmeden, ne dedik dün, artık her sabah yayınını birisine ithaf etmek istiyorum. Dün Elvan teyzeye, Kemal Can’ın annesi Elvan Can’a ithaf etmiştim. Bugünkü ithafım rahmetli kayınpederim Profesör Altan İplikçi olsun. Kendisinin dün vefatının 4. yılındaydık. Kendisini andık, Müge ile beraber. Bora ile beraber gittik mezarının başında Fatihamızı da okuduk. Çok iyi bir insandı, nur içinde yatsın. Oda Ekrem İmamoğlu gibi Trabzonluydu. Bu yayını da Altan Bey’e ithaf edeyim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.