Ruşen Çakır bu videoda Süleymancılık tartışmaları üzerinden kendisine yöneltilen iftiralara Bir Süleymancı olmadığım kalmıştı başlıklı videoda cevap verdi. Çakır, videoda kendisini hedef alan gazeteci Nedim Şener’e yanıt verdi.
“Ben Süleymancı değilim”
Ruşen Çakır, videoda “Ne Süleyman’cığım, ne FETÖ’cüyüm, ne bilmem neciyim. Ben Türkiye’de demokrasi isteyen, hukuk düzeni isteyen, bağımsız ve tarafsız yargı isteyen, Türkiye’de sınıflar arası farkların mümkünse en aza indirilmesini isteyen, kendini bildi bileli solcu olan, kırk yıldır da gazetecilik yapmaya çalışan birisiyim” dedi.
Çakır, “19 Mart operasyonu tıkanınca yeni düşmanlar aranıyor, Süleymancılar bulunuyor ve birden bir bakıyorsunuz, insanlar Süleymancı uzmanı kesiliyor.” dedi. Çakır, “Şimdi Süleymancılarla uğraşıyorsunuz. Yarın Süleymancılarla anlaşma yapılır.
Çakır, kendisine hep yöneltilen “İslamcılardan olsan olsan ne olurdun?” sorusunu cevapladı. Çakır, çok grup var, çok cemaat var. Ayrı ayrı yapılar var. Dünyanın değişik yerlerinde bana bunu sordular. ‘Olsan olsan ne olurdun?’ Ne olurdum bilmiyorum ama ne olmayacak olsam başına Fethullahçıları ardından Süleymancıları koyardım. Yani başkaları da illaki var. Ama öncelikle onları koyardım” dedi.
Nedim Şener’e yanıt ve bir hatırlatma
Kendisini hedef alan gazeteci Nedim Şener’e yanıt veren Çakır, “Nedim Şener, benimle dalga geçmiş. On tane gülen yüz koymuş. Burada beni en çok şaşırtan ne biliyor musunuz? Ne dediği, bilmediği konularda konuşması değil, gülmesi. Bakın, zamanında Fethullahçılar, Nedim Şener ile Ahmet Şık’ı cezaevine attılar. Biz onlara gazeteci arkadaşları olarak sahip çıktık.” dedi.
Çakır, o dönemde bir hafta Nedim Şener’i, bir hafta Ahmet Şık’ı ziyaret ettiğini anlattı. Çakır, hiç açık görüş olmadığını, hep kapalı görüş olduğunu belirtti.
Çakır, “Ahmet’le yaptığım ziyaretlerin hepsi kahkahalarla geçiyordu. Ahmet dolu doluydu. Beni de dolduruşa getiriyordu, veriyordu gazı. Nedim Şener’le yaptığım ziyaretlerde bir kere bile yüzünün güldüğünü görmedim. Hatta tam tersini hatırlıyorum. Şimdi gülmeyi öğrenmiş, helal olsun, demek ki her yaşta bir şeyler olabiliyor. Devlete sırtını yaslayıp, devletle ilişkisi olmayan gazetecilere böyle konularda saldırarak, ederek bir şekilde yoluna devam ediyor olabilir. Ama bilmedikleri konularda konuşmasınlar. Ben Süleymancı değilim.”
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Baştan söyleyeyim, bu yayın bir tür ‘‘Gomaşinen’’ gibi olacak. ‘‘Gomaşinen’’i bilenler bilir, podcast olarak yapmıştık, benim gazetecilik yıllarımdan aklımda kalanları anlatmıştım. Şimdi bugün Süleymancılıktan bahsedeceğim ve biraz tarihten de bahsedeceğim. Ama önce çok alakasız bir şeyle başlayalım. Alakasız gibi gözüküyor ama değil. Amerikan futbolu bilir misiniz bilmiyorum, Türkiye’de çok bilinen bir şey değil. Ben de ilk başta çok yadırgardım. Sonra Amerika’da yaşadığımız zaman Ali Deniz’le beraber seyrettik ve çok da güzel bir spor dalı olduğunu gördüm. Neyse, bu ayrı bir fasıl. Orada bir, ne deniyor, ‘‘oyun kurucu çuvalı’’ diye bir şey var, quarterback. Evet, oyun kurucu çuvalı, şöyle oluyor: Oyun kurucuya top atılıyor ve üzerine bütün herkes çullanıyorlar. Böyle çok acayip bir görüntüdür o. Bunu niye anlatıyorum? Yıllar önce televizyonda bir magazin, spor magazin programı vardı. ‘‘Akın Akın Kompela’’ mı ne, öyle bir şeydi. Orada, hiç unutmayacağım, bir muhabir, Boğaziçi Üniversitesi’nindi yanılmıyorsam, Amerikan futbol takımının antrenmanına gidiyor. Türkiye’de bilinmeyen bir spor, onu tanıtmak için. Ve kendinden çok emin bir muhabir olduğu için şöyle bir şey yapıyor: “Bana atın, bana atın” diye, quarterbackmiş gibi topu ona atıyorlar. Ve ne oluyor tabii ki, Amerikan futbolunda olduğu gibi bütün oyuncular üzerine çullanıyor ve yanılmıyorsam 2-3 kaburgası kırılmıştı arkadaşın. Geçmiş olsun tekrar. Bunu niye söylüyorum? 2019 yerel seçimleri öncesi Ekrem İmamoğlu çok ciddi bir sürpriz yapmıştı. Binali Yıldırım’ı çok zorluyordu ve o arada tabii Ekrem İmamoğlu sürekli medyada, ama iktidar medyası kendisine mesafeli çünkü çekiniyorlar reklamını yapmamak için. Bir iktidar medyasının bir elemanı, genç bir elemanı, o bizim ‘‘Akın Akın Kompela’’daki gibi ‘‘Bana bırakın’’ diye atladı ortaya, Ekrem İmamoğlu’nu aldı ve muazzam bir Ekrem İmamoğlu propagandası yapmıştı, hatırlayacaksınız. Tam o muhabirin başına gelen olmuştu. Ekrem İmamoğlu bu gollük pası, pasları çok iyi kullanmıştı ve elinde oynatmıştı yayın boyunca. Şimdi o kişi, o zaman bu zaman Ekrem İmamoğlu’yla uğraşıyor ve Ekrem İmamoğlu’yla uğraşırken de tabii ki hoşlanmadığı insanlara da sataşıp duruyor. Bunlardan birisi de benim. Ve bir baktım, bir yazı, yazı da neymiş; bir Süleymancı. Bu yayının başlığını kendisinden arakladığımı söyleyebilirim. Dava açabilir ama biraz değiştirdim: ‘‘Bir Süleymancı olmadığımız kalmış.’’ Nedenmiş efendim? Ben Süleymancılık konusunda, daha doğrusu Ekrem İmamoğlu operasyonu, 19 Mart operasyonu konusunda, ‘‘Süleymancılar da hedef alınıyor’’ diye biliyorsunuz bir iddia var, bununla ilgili iki tane yayın yaptım. Ve özellikle ilk yayında dedim ki: “Tamam, iktidar bunu yapabilir, Süleymancılara darbe indirebilir. Ama Süleymancılara darbe indirse bile bundan kendisi zararlı çıkar” dedim. Ve bunun üzerine Süleymancı oldum! Şimdi Süleymancı olur muyum? Bu tarihe kadar gazetecilik hayatımda her şey yaptılar beni. Değişik ülkelerin gizli servislerine çalıştığımı iddia ettiler. Birbirinden farklı ülkeler… Ve ben en sonunda şey demeye karar verdim: “Onların hiçbirisi değil, ben Singapur ajanıyım.” Ne alakası varsa, aklıma o geldiği için. Uzun bir süre İslamcılarla ilgili çalıştığım için benim İslamcı olduğumu söyleyenler oldu. Bediüzzaman Said Nursi’yi sevdiğim için – ki hiç gizlemiyorum, çok takdir ettiğim bir isimdir – beni Nurcu ilan edenler oldu. Menzil tarikatında üst düzeyde olan, şeyh ailesinden – ki bir tanesi şu anda bizzat şeyh oldu babasının ölümünden sonra, Saki Bey – arkadaşım olduğu için beni Menzilci ilan edenler oldu. Zaten PKK’lıyız, zaten şuyuz, zaten buyuz ve şimdi de Süleymancı olduk. Baktım Süleymancılıkla ilgili, Nokta dergisinde 1985’te, ben 40 yıl önce gazeteciliğe başladım ve 1986 Aralık’ında bir kapak var: “Hedef Süleymancılar, devlet atağa kalktı” diye, işte bu kapağı hazırlayanlardan birisi bendim. 1986. Sözünü ettiğim şahıs o tarihte galiba 10 ya da 11 yaşındaymış. Nokta dergisi okumuşsa, o zaman ilk defa Süleymancıları oradan görmüş olabilir kendisi. Orada, hatta hiç unutmuyorum, genç bir gazeteci olarak — ve cep telefonu falan yok — Adana’da Süleymancılardan ayrılmış birisiyle röportaj yapacağım. Randevuyu ayarladım ama fotoğraf çekmeyi bilmiyorum. Bizim Korhan Atay bana fotoğraf makinesini flaşını da takarak — çünkü ben flaş takmayı da bilmiyorum — vermişti ve kendisiyle yaptığım, adını unuttuğum o şahısla yaptığım röportajda fotoğrafı da öyle çekmiştim. Kendilerine başvurduk tabii, İstanbul’da Bakırköy’de bir yurtları vardı, öğrenci yurtları. Oradaki yöneticilere başvurduk, onlar bize “Tamam, tamam” dediler ve bir irtibat için birisini görevlendirdiler. Genç birisi, adını vermeyeyim, hâlâ görüştüğüm arkadaşımdır. O tarihte tabii biz ondan şey bekliyoruz, hani Süleymancılardan açıklama gelecek diye bekliyoruz. Meğer o bizim içimize ajan gibi yollanmış. Sonra Süleymancılığı bıraktı ve ondan sonraki sohbetlerimizde anlattığı için biliyorum, ki anladık zaten, bizim ne bulup ne bulmadığımızı araştırıyorlarmış. Süleymancılık kapalı bir kutu ve 1990 yılında çıkan “Ayet ve Slogan”da Süleymancılığı anlattığım yerde de zaten Süleymancılığın çok makyavelist bir yapı olduğunu, değişen koşullara ayak uydurmaya çalıştığını yazdım. Başlık da şu: “Değişime Reddiye”, 1990 yılında. Ve Süleymancıların en büyük özelliği de kapalı kutu olmalarıdır, dışarıya açık olmamalarıdır. Hele benim gibi insanlara hiç itibar etmemeleridir. Sevseler de sevmeseler de hiç önemli değil. Yıllarca kendileriyle görüşmeye çalıştım, yıllarca da reddettiler. Artık emeklilik ötesi bir yaşa geldiğim için de çok da fazla derdim değil. Ama şimdi siz kalkıyorsunuz, Süleymancılar diyorsunuz, dışarıdan bakıyorsunuz; işte iktidarla Süleymancılar arasında bir kavga var. Zamanında Fethullahçılarla Erdoğan arasında bir kavga olduğunu söylediğim zaman bana, “Nereden uyduruyorsun?” diyenlerin – ki Vatan Gazetesi arşivinde hepsi vardır, ‘‘Meydan muharebesi’’ olarak adlandırmıştım, daha dershane krizi falan yokken – o zamanlar bana sataşanların, “Sen bizim aramıza fitne sokmak istiyorsun” bilmem ne diyenlerin çoğu sonra FETÖ düşmanı oldu ve beni de ‘‘kripto FETÖ’’cü olarak tanımladılar. Şimdi burada bunlara demişler ki, ‘‘Süleymancılara saldırılacak, saldırın.’’ Ne biliyorlar Süleymancılık hakkında? Bugüne kadar daha önce bir şey yazmışlar mı, uyarmışlar mı? Mesela, ‘‘Süleymancılık çok tehlikeli bir yapı, şöyle milli güvenlik tehdidi, bunun önüne geçmek lazım’’ falan bir şey yazmışlar mı? Yok. Ama şimdi ne oluyor? 19 Mart operasyonu tıkanınca yeni düşmanlar aranıyor, Süleymancılar bulunuyor ve birden bir bakıyorsunuz insanlar Süleymancı uzmanı kesiliyor. Bunlara bir başka örnek: Nedim Şener. Adını veriyorum, ilk defa adını veriyorum, kusura bakmasın, artık böyle. Nedim Şener benim o bölümü alıp, darbeyi… Bakın, kaç tane gülen yüz koymuş? 5, 7, 10 mu? Siz daha iyi sayarsınız, gözlerim tam görmüyor. ‘‘Süleymancılar darbe yese bile kaybeden esas olarak Erdoğan olur’’ dedim. Nedim Şener, benimle dalga geçmiş. 10 tane gülen yüzle… Nedim Şener, Süleymancılığı demek ki çok iyi biliyor, demek ki yıllardır Süleymancılık konusunda yüce devletini uyarıyor ve nihayet devleti kendisiyle aynı noktaya geldiği için memnun. Ama orada bir tane, hiç bu işlerden anlamayan bir zıpır çıkıyor, “Ya yapıyorsunuz, onlar da darbe yer, siz de darbe yersiniz” diyor ve Nedim Şener kahkahalarla gülüyor. Şimdi burada beni en çok şaşırtan ne biliyor musunuz? Ne dediği, bilmediği konularda konuşması falan bunlar değil; gülmesi. Bakın, zamanında Fethullahçılar Nedim Şener’le Ahmet Şık’ı cezaevine attılar. Biz onlara sahip çıktık, gazeteci arkadaşları olarak sahip çıktık ve ben Adalet Bakanlığı’ndan izin alarak — çok sağ olsunlar, adını vermeyeyim çok yakın bir dostum, hala dostum, bu konuda çok yardımcı oldu bakanlıktan — bir hafta Nedim’i, bir hafta Ahmet’i ziyaret ediyordum. Silivri’ye gidiyordum, ziyaret ediyordum. Kapalı ziyaret, açık görüş hiç olmadı, hep kapalı görüş. Ve Ahmet’le yaptığımız ziyaretlerin hepsi kahkahalarla geçiyordu. Ahmet dolu doluydu, beni de dolduruşa getiriyordu, veriyordu gazı. Nedim Şener’le yaptığım ziyaretlerde bir kere bile yüzünün güldüğünü görmedim, hatırlamıyorum. Hatta tam tersini hatırlıyorum, birkaç defa… Şimdi gülmeyi öğrenmiş, helal olsun. Demek ki her yaşta bir şeyler olabiliyor. Devlete sırtını yaslayıp, devletle ilişkisi olmayan gazetecilere böyle konularda saldırarak, ederek bir şekilde yoluna devam ediyor olabilir. Ama bilmedikleri konularda konuşmasınlar. Ben Süleymancı falan değilim. Bana hep şunu sorarlardı İslamcılar, ‘‘Olsan olsan ne olurdun?” Çünkü çok grup var, çok cemaat var, ayrı ayrı yapılar var. Herkes bunu bana sordu, İslamcılar, değişik yerlerde, dünyanın değişik yerlerinde bana bunu sordular: “Olsan olsan ne olurdun?” Vallahi ne olurdum bilmiyorum; ama ‘‘ne olmazdım’’ın başına Fethullahçıları, ardına Süleymancıları koyardım. Yani başkaları da illaki var ama öncelikle onları koyardım. Yani şimdi böyle size birileri görev veriyor ya da durumdan vazife çıkartıyorsunuz, tamam. Şimdi Süleymancılarla uğraşıyorsunuz; yarın Süleymancılarla anlaşma yapılır, frene basarsınız, o da olur, o da olur. Eyvallah, yapın, edin, ne halt yerseniz yiyin. Ama beni ne bulaştırıyorsunuz kardeşim? Benimle ne işiniz var? Yani benden Süleymancı çıkmaz, çıksaydı Süleymancılar bulurdu. Son olarak tabii bir başka olay; Süleymancılarda bir aile kavgası var biliyorsunuz, aile kavgası. Bunlardan birisi, geçen yayında da bahsettim, ikinci yayında; Süleyman Denizolgun, Beyazıt Denizolgun’un oğlu. Beyazıt Bey’i tanırım, aileden bunlar. Ve bu bir süredir Alihan Kuriş’e savaş açtı, sürekli tweetler atıyor ve bana da WhatsApp’tan her tweetini “Sayın Başkanım” diye yolluyordu. En son benim yaptığım yayından hareketle maşallah döktürmüş. Ama “sayın” demeyi unutmuyor ha. “Sayın Ruşen Çakır, ahtapot sisteminin medya ayağı mı?” Ben ahtapot sisteminin medya ayağıymışım. Cumhurbaşkanı’na hakaret ediyormuşum, bir de böyle şeyler var tabii. Ve ne diyor biliyor musunuz en sonunda? Çok uzun bir şey… “Sizin şahsınıza sessiz kalmayıp aleyhlerine konuşan her medyacıya teklif ettikleri kirli fonları size de mi teklif ettiler?” diyor. Şimdi bu para meselesi tam şey oldu, yok İBB’den zarfla para alıyormuşuz… Şimdi bir de Süleymancılardan fon alıyormuşum. Yani şimdi siz aile içinde kuzeninizle kavga edebilirsiniz, kuzeninizi terörist ilan edebilirsiniz, Türkiye’nin en önemli milli güvenlik sorunu olduğunu söyleyebilirsiniz. İnanan var mı bilmiyorum ama inanan inansın, inanmayan inanmasın. Ben de kendimce dışarıdan bakarak, benimle alakası olmayan bir kavgada kendimce bir şeyler söylüyorum. Niye beni bulaştırıyorsunuz? Bana ne? Süleymancıların ahtapotun medya kolu… Sonra bir baktım ardından bir de şöyle bir şey yapmış, bizim hakkımızda çıkan ‘‘para aldılar, bilmem ne’’ yalanı üzerine hemen ona da atlamış ve ‘‘İşte, görüldüğü gibi ortaya çıktı’’ falan… Böyle şeyler yapmayın. Türkiye’de cemaatleri, şunları bunları, devlet-din ilişkisini, devlet-cemaat ilişkilerini böyle ucuz şeylerle anlayamazsınız. Tamam anlamıyorsunuz, eyvallah, biliyoruz, görevinizi yapıyorsunuz; ama işini yapmaya çalışan gazetecilere de dokunmayın ya. Yani niye dokunuyorsunuz, ne alakası var? Ben şimdi Süleymancı olsam söylerim. Komünistim, yıllardır söylüyorum; Lazım, yıllardır söylüyorum. Hiç gizlim saklım yok. Gazeteciyim, yıllardır söylüyorum, yapıyorum. Ama Süleymancılık… Ya Allah için ya! Şimdi bazılarınız şunu diyecek biliyorum: ‘‘Ya siz böyle toplara girmezdiniz, Nedim Şener hakkında yıllarca hiçbir şey söylemediniz. Ne oldu?’’ İşte bakın ne oldu; bir tane şey var, bunu gördüm bu oldu. Arkadaşlar göstersinler. Bir duvar yazısı… Evet, ‘‘Artık bam bam bam.’’ Neydi bu: ‘‘Taktik maktik yok, artık bam bam bam.’’ İyi niyet deyip ya da işte ‘‘Ya uğraşma deliyle, uğraşma meczupla, uğraşma bilmem neyle, seni bilmem neye çekmek istiyorlar…’’ vesaire dedik dedik dedik. Bir yerden sonra artık benim de Laz damarım tuttu diyeyim. Hep zapt etmeye çalışıyordum. Ne demiştim bir kere? Sosyal medyada insanlar ‘‘Ne diyorsunuz, ne demek istiyorsunuz?’’ demişti. ‘‘Allah’ım sen bana sabır ver’’ dedim. Ama bu son Akşam Gazetesi‘nin o uyduruk kumpası, işte ‘‘Para aldılar gazeteciler’’ haberi… Artık öyleyse bam bam yani, kusura bakmayın. Benim her şeyim temiz, hiçbir şeyden korkum yok. Ne Süleymancıyım, ne FETÖ’cüyüm, ne bilmem neciyim, ne zırtım ne pırtım. Ben Türkiye’de demokrasi isteyen, hukuk düzeni isteyen, bağımsız ve tarafsız yargı isteyen, Türkiye’de sınıflar arası farkların mümkünse en aza indirilmesini isteyen, kendini bildi bileli solcu olan, 40 yıldır da gazetecilik yapmaya çalışan birisiyim. Sizin ne olmak istediğiniz, ne yapmak istediğiniz kendinizi ilgilendirir ama haddinizi bilin. Bu cümleyi biliyorsunuz. Bu cümleyi en çok kullanan kişiye biat ederek var olmaya çalışıyorsunuz. Ben onu anlamaya çalışıyorum, siz ona biat ediyorsunuz. Ben onu anladığım ölçüde eleştiriyorum, şu yapıyorum, bu yapıyorum ve benim bu anlama ve eleştirme, yorumlama hakkımı gasbetmek hiçbirinizin haddine değil. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.