Şah İsmail’in “içeriden vatanı sarstığı” yahut “Anadolu’yu baştan aşağı zulümle inlettiği” laflarının bilgi değeri (bunu ‘cehalet seviyesi’ diye de okuyabilirsiniz), Mısır demografisindeki yekünü %0.5 olan Şii toplumunun önde gelen dinadamı Şeyh Şehhate radikal Sünnilerce linç edilerek öldürüldüğünde Mursi’nin, tepkilere verdiği “Mısır’ın Şiileşmesine izin vermeyeceğim” cevabı kadar. Zaten lafların sahipleri de bunun böyle olduğunu biliyor. Cahilce laf etmek, duyurmak istedikleri siyasi mesajın gücünü artırmak için katlanılabilir maliyet onlar açısından.
Birinci lafta metin yazarları Kürtler ile Aleviler arasındaki doğal ittifakı çürütmeye odaklanmış. Parantezde Sultan Selim ile Bitlisli İdris’i Sünnilik kimliğinde buluşturup Alevilere, Sünni Kürtlerin onları sırtından hançerlediğini ihbar etmişler. İlaveten barış sürecinin parçası olarak Kandil’e de Alevi Kürt dinamiğini etkisizleştirme ev ödevi verilmiş. Fakat Hanefi Yavuz’la Şafii İdris’i Sünnilikte özdeşleştirmek pek kolay olmayacak. Çünkü Şafiiliğin imamı Muhammed b. İdris (ö. 820), resmî Sünniliğin kabul etmesi imkansız derecede Ehl-i Beyt taraftarıydı. Hatta bu tutumunu şaşırtıcı bir eylemle çağdaşlarına ve tarihe not düştü: Peygamber’in, kendisinden sonra Müslümanların lideri olarak Ali’yi ilan ettiği Gadir Hum mevkiinde hem de Peygamber’in yaptığı gibi yine bir hac dönüşü bir yükseltiye çıkıp hacılara haykırmıştı (Eş-Şafiî, tarihsiz: 89):
Ey atlılar Mina’da taşlama yerinde dur
Hif Mescidinde oturana, kalkana duyur
Koşunca sabahleyin, Hacılar topluca Mina’ya
Şöyle haykır Fırat gibi akan cemaat-i sahraya
Muhammed’in Ehl-i Beytini sevmek Rafizilikse eğer
İnsanlar ve cinler bilsin, Rafiziymişim ben meğer
1994 ruhu boyunca başkaları gibi ben de konuşma metni yazdım, ama benim metinlerim tamirat, tadilat, tesis içindi; yapım onarım, inşa, sulh amaçlı salih metinlerdi. Şimdiki metin yazarları ise fesat amaçlı ve tahribat için yazıyor. Bilgisiz, vasıfsız ve sicilsiz oldukları için de üzerinde düşünülmemiş çürük çarık şeyler çiziktiriyorlar. Dışbükey sirk aynasında strateji harikası gördükleri parasetamol beyanatlar.
İkinci laf, post-reis hazırlıklar ve gerilimler bahsine dahil. Büyük rakip çıtayı “beni zehirlediler” seviyesine çıkarınca ve zehirleme kombinine “iç düşmanlar” etiketiyle muhtemel ve müstakbel rakiplerini de katınca onun kendisiyle alakalı, bağımsız, özerk hamlesine cevaben proje odaklı olduğunu göstermek istemiş ve liderin sözünü referans yapmakla ondan bir arpa boyu uzakta olmadığını göze sokarak sadakat kanıtlamış. Yani Şah İsmail’i kriminalize etme çıkışını “baştan aşağı zulüm” ile taçlandırmak isterken ilgilendiği konu Alevilik, Şah İsmail falan değil.
Ciddi ve önemli rakibin sınamalardaki performansla halefliği sökerek alacağı belli olmasına rağmen rekabete format atıp böyle bir faza (zehirleme, iç düşman) sokabileceği uyarısı göz korkutmuşa benziyor. Sınamalardan geçmemiş rakip, bu sicille başedebilmek için liderin versiyonundan ibaret ve nisbî kalacağı taahhüdünü parti içi denklemlere “Şah İsmail’in zulmü” saçma lafını manifest yaparak duyurmuş oldu.
Saray içi entrikalar konumuz da ilgi alanımız da değil. Bizim için asıl mesele, Sünni ortodoksinin hiç yatışmayan heterodoksi anksiyetesi. Mesela Mursi’nin Mısır’ın Şiileştirilmesine izin vermeyeceği ultimatomu iyi örneklerden.
Mursi’nin destekçisi Selefi “Ashab ve Ehl-i Beyt Koalisyonu (İ’tilafu’s-Sahabe ve Âli Beyt)”, paranoyaya sıçramış kaygı ve duygu durum bozukluğuyla İranlıların Mısır’daki dini mekanları ziyaretine izin verilmesini Şiiliği yayma girişimine göz yumma olarak suçlayıp Mursi’yi eleştiriyordu. Sisi’nin darbesinden sonra “Şiiler Mursi zamanında Mısır’a girdi, Sisi zamanında ise büyük bir darbe yediler” diyecek kadar ileri gidebildiler. Hatırlayalım, İhvan’ın radikalleşmesinde hayli emeği geçmiş Selefiler, Sisi’nin darbesini ilk kutlayanlardı.
Sünni ortodoksideki anksiyeteyi kışkırtacak büyüklük
Şeyh Şehhate’nin Haziran 2013’te dinî bir etkinlik sırasında 3 bin kişilik bir grubun saldırısında acımasızca katledilmesinin ardında onun Sünnilikten Şiiliğe geçmiş biri olmasının payı en büyük muhtemelen. Sünni ortodoksideki anksiyeteyi kışkırtacak büyüklükte. Seküler modernleşmenin atası II. Mahmud’un, bipolar epizodun tüm dehşetiyle Yeniçeri kışlalarını bombalatması ve Bektaşi dergahlarını müsadere edip Sünni Nakşibedilere vermesindeki majör psikozda görüldüğü gibi.
Selefilerin tahrik ettiği kalabalıkça işlenen vahşi cinayet, iktidardaki İhvan’ın el altından desteklediği ve dolayısıyla polisin müdahale etmediği koşulda gerçekleşti. Human Rights Watch’un Ortadoğu direktörü Joe Stork, “Vahşi mezhepçi linç, Müslüman Kardeşler’in hoş gördüğü ve zaman zaman katıldığı, azınlık dini gruba yönelik iki yıllık nefret söyleminin ardından geldi” dedi. Saldırganlar, öldürdükleri elleri ve ayakları bağlı dört Şii’yi caddede tekbirlerle sürüklediler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’ı Osmanlıdan bağımsız bir ülke olarak inşa edebilmesinin entelektüel ve kültürel gücünü Şii Fatımi (969-1171) mirasından aldığı kesin. Mısır Sünni çoğunluklu bir ülke olmasına rağmen Fatımi izi o kadar derin ki kültürden, sosyo-politik hatıralardan, görünür görünmez hiçbir şeyden silinip atılamıyor. Tek yaptıkları, üzerine “Sünni” mührü vurmak, hepsi bu. Abbasiler döneminde Yunan klasiklerinin tercüme edilmesiyle simgeleşen etkileyici entelektüel faaliyetin arkasında da Şii Büveyhi ailesi (934-1055) vardı. Fıkıhtan ibaret Sünniliğin bu güçlü kültür mirası karşısında cılız kalmasının anksiyeteyi azdırdığına kuşku yok.
Fatıma, Ali, Hasan, Hüseyin isimleriyle dolu Türkiye’de de durum farklı değil. Politik güç ne kadar teşvik etse de, ne denli coşarsa coşsun inadına ve öfkeyle çocuklarına Muaviye, Yezid isimleri veren marjinal Selefilik kültüre nüfuz edemiyor. Anadolu irfanının mayasında Ehl-i Beyt var ve Âl-i Osman’ın üç hilaline (Allah-Muhammed-Ali) rücu kapasitesi, Selefi fermentasyonlu Sünni ortodoksinin önünde görünmez duvar.
Emevi ırkçılığını Selefilik adı altında dinselleştiren İbn Teymiye’nin tasavvuf karşıtlığını hurafelerle mücadeleye bağlayanları boşverin, asıl sebep, Sünni fıkıhtan tasfiye edilen Ehl-i Beyt’in entelektüel ve kültürel mirasının tasavvuf içinde yaşıyor olması. Ezher ulemasından Muhammed Zekiyuddin İbrahim (ö. 1998), İbn Teymiye’nin pek çok sapkınlığı arasında en iğrenç olanın, Ebu Bekir ve Ömer’e karşı muhalif tavrı nedeniyle Fatıma’ya münafıklık yakıştırması (İbn Teymiyye, 2009: 4/300) olduğunu yazmış. (Kelimetu’r-Raid‘den [2/546, Müessesetu İhyai’t-Turas] nakleden Hüseyin Ensariyan, “İbn Teymiyye ve Nifak-i Fatıma”).
İbn Teymiye’nin tek derdi ve mücadelesi Sünniliği radikalleştirip Alevilerin üzerine sürmek ve din kültüründen Ehl-i Beyt mirasını söküp atmaktı. O kadar ki, Ali’yi namaz kılarken arkadan sinsice yaklaşıp katleden İbn Mülcem’i “insanların en âbidi” (İbn Teymiyye, 2009: 5/47) sıfatıyla yüceltiyor mesela. Sinsi katili, namazında niyazında, oruç tutan, Kur’an okuyan, Allah’a ve Rasülüne muhabbetinden bu işi yapmış muttaki biri olarak övüyor. Ama sıra Ömer’i katleden kişiye gelince “dine nefret duyan kâfir” diyerek kestirip atıyor. (İbn Teymiyye, 2009: 7/153).
Nusayrîlerin Şam dağlarında Tatarlara casusluk yaptığı yalanıyla taraftarlarıyla birlikte Alevi köylerine saldırmış biri İbn Teymiye. (Muhammed Ebu Zehre, 1991: 40-41. Nakleden: Cevad Alipur, 2017: 42). Culani ve çok uluslu örgütler konsorsiyumunun militanları bu mektebin talebesi.
Radikal Sünniliğin ideolojik babası İbn Teymiye, Şiiler ve Aleviler için “Tevbe etmesi mecbur tutulur, aksi halde öldürülür” ifadesini tekrarlar sürekli. Hiçbir dinî ve etnik farklılığın Müslüman toplumda var olmasına izin vermeyen utanç verici fetvasında Nusayrîlerin Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kâfir ve İslam’a zararlarının da muharip kâfirlerden daha büyük olduğunu yazıyor. Hedef yelpazesini yaymak için de onların Şii ve Ehl-i Beyt muhibbi gibi göründüklerini fetvasına ilave etmiş. (İbn Teymiyye, 2009: 35/149-160). Böylece Şiîler de katliam listesine dahil edilmiş oluyor.
Lafı eğip bükmeye gerek yok, Alevi husumetinin ardında Emevilerin ve Emevicilerin Fatıma-Ali-Hasan-Hüseyin cevherine duyduğu nefret, öfte, hiddet ve tepkiye taraftarlık var ve mevzu Müslümanlık tarihinin başlarına kadar gidiyor.
El-Hâris’in Müsned‘indeki uzun rivayette Halife Ömer’in kendinden sonraki halifeyi belirlemek üzere Ali, Osman, Talha, Zübeyir, Abdurrahman b. Avf ve Sa’d’ı yanına çağırdığı kayıtlı. Geldiklerinde Ali dışında kimse konuşmuyormuş. Ömer demiş ki: “Ey Ali, onlar senin Allah Rasülü’ne yakınlığını ve Allah’ın sana lütfettiği kavrayış ve ilmi biliyor. İşin başına geçersen Allah’tan kork.” Hepsi çıktıktan sonra Ömer arkalarından şöyle demiş: “Eğer seyrek saçlıyı (Ali) iş başına getirirlerse onları doğru yola iletir.” Bunun üzerine oğlu Abdullah (b. Ömer) sormuş: “Bunu yapmana engel ne?” Ömer’in cevabı Alevilerden hazzetmemenin kültürel koduna ilişkin yeterli bilgiyi içeriyor: “Dirimde de ölümde de bunu üstlenmekten [görevi ona vermekten] nefret ediyorum.” (Nureddin el Heysemî, 1992: 622-623, hadis 594). Rivayetin değerlendirmesinde râvilerin güvenilir ve hadisin sahih olduğu; Ebu Nuaym’ın Hilyetu’l-Evliya‘da, İbn Sa’d’ın Tabakat‘ta, el-Hafız’ın (İbn Hacer Askalanî) el-Metalib‘te, el-Hâkim’in (Nisaburî) el-Müstedrek‘te rivayete yer verdiği, Buharî’nin benzerini rivayet ettiği belirtiliyor. Ayrıca Mecmau’z-Zevaid ve Beyhakî de referans gösteriliyor.
Selim’in Şiileri katlettiği anlatıldı
Abdülhamit’in, sarsıcı Alevi kompleksin üstesinden gelmek için bulduğu çözüm, geriye doğru yeni bir tarih yazmak oldu. 1891 tadilatı öncesinde yazılan tarih ders kitaplarında Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’yu Şiîlerden temizlediği ve Sünnîleştirdiğinden bahsedilmiyordu. Yeni tarih yazımında Selim’in Şiileri katlettiği, Anadolu’da karışıklık yaratan ve tahrikat çıkaran 40 bin kadar sufiyi dirlik düzenlik ve birlik bütünlük adına öldürdüğü, temizlediği, kılıçtan geçirdiği anlatıldı. (Alkan, 2005: 1/890).
Ayrıca Yıldız’da kurulan istihbarat örgütü Abdülhamit için Şii ulema ve aşiretler hakkında sürekli raporlar hazırlıyordu. (Deringil, 2010: 145). Oysa İran’ın egemeni Kacarların (1789-1925) Osmanlıya karşı böyle bir faaliyeti hiç olmadı. Abdülhamit’in İran’ı yakın takibe almasında Anadolu’nun tekrar Şiileşmesi ve Aleviliğin Osmanlı devletinde eski gücünü yeniden kazanmasından duyduğu korku ve endişeyi tespit etmek isabetlidir.
Conclave filminde papalık seçimi krizinin ortasında İslamcıların Vatikan’ın yakınında patlattığı bomba camların kırılmasına ve kardinallerin yaralanmasına neden olunca sertlik yanlısı İtalyan Kardinal Goffredo Tedesco meşhur tiradına başlıyor:
Sonunda burada, görecelilik doktrininin sonucunu görüyoruz, liberal kardeşlerimizin çok sevdiği bu doktrinin. Tüm inançlara ve gelip geçici heveslere eşit değer biçen bir görecelilik. Şimdi çevremize baktığımızda görüyoruz ki, Kutsal Roma Katolik Kilisesi’nin anavatanı, Muhammed peygamberin camileri ve minareleriyle dolu! Topraklarımızda İslam’a hoşgörü gösteriyoruz, ama onlar kendi topraklarında bizi aşağılıyorlar. Biz onları kendi vatanlarımızda besliyoruz, ama onlar bizi yok ediyorlar. Bu zayıflıkta ne kadar daha ısrar edeceğiz? Kelimenin tam anlamıyla şu anda kapılarımızdalar. Şimdi ihtiyacımız olan şey, gerçek bir din savaşıyla karşı karşıya olduğumuzu anlayan bir lider. Evet, bir din savaşı. Son 50 yıldır neredeyse durmaksızın süren bu savrulmaya son verecek bir lidere ihtiyacımız var. Bu zayıflıkta daha ne kadar ısrar edeceğiz, daha ne kadar?
Kardinalin belirsizliğe isyanını tercüme edersek karşımıza kesinlikçi Sünni ortodoksinin müphemlik kültürüne mensup heterodoksiye olan öfkesi çıkar. Thomas Bauer, Müphemlik Kültürü ve İslam’da, Müslümanların kesinlikçiliği Batıdan öğrendiğini anlatıyor.
İktidarperestliğin her zamanki hülyası otoriter rejim kesinlik, keskinlik, hüküm, tahakküm ister, başka türlü var olamaz.
Müslümanların bir dönem post-modernizme bayılmaları, kesinlik ve kendinden eminlik duygusuna içeriden itirazın Batıyı zaafa uğratması umudundandı. Batıya karşı post-modernizm haykırırken neden kendi elindekine şüpheyle bakmadı Batılı düşünürler gibi, öyle değil mi?
Kesinlik ve görecelilik çatışması, gerilimi, ihtilafıdır asıl mesele. Kesinlikçi Müslümanlık, barış için göreceliliği yaşatmaya çalışan Batı dünyasında bu tercihi onun yumuşak karnı görüyor. Görecelilik dünyasında kendi kesinliğiyle var olmak istiyor. Buna itiraz geldiğinde de İslamofobi silahına başvuruyor. Bu nedenle Sünni Ortodoksiyi heterodoksinin varlığı rahatsız ediyor.
Kaynaklar
Alipur, Cevad. (2017). “Te’sir-i Endişehâ-yi İbn Teymiyye ber Hutut-i Fikrî ve Hatmeşi-yi Guruhhâ-yi Selefî-Tekfirî”, Endişe-i Siyasî der İslam, sayı 12, s. 35-62, Tehran: İntişarat-i Pejuheşkede-i İmam Humeynî ve İnkılab-i İslamî.
Alkan, Mehmet Ö. (2005). “Resmi İdeolojinin Doğuşu ve Evrimi Üzerine Bir Deneme”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi. İletişim Yayınları.
Deringil, Selim. (2010). II. Abdülhamid ve Osmanlı Dış Politikası. İletişim Yayınları.
İbn Teymiyye. (ö. 1328). (2009). Minhacu’s-Sünneti’n-Nebeviyye, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Muhammed b. İdris eş-Şafiî. (ö. 820). (Tarihsiz.) Divanu’l-İmami’ş-Şafiî, el-Cevheru’n-Nefis fi Şi’ri’l-İmam Muhamed b. İdris. Kahire: Mektebetu İbn Sina.
Muhammed Ebu Zehre. (1898-1974). (1991). İbn Teymiyye Hayatuhu ve Asruhu. Kahire: Dâru’l-Fikri’l-Arabî.
Nureddin el Heysemî. (ö. 1405). (1992). Bağiyyetu’l-Bâhis an Zevaidi Müsnedi’l-Hâris. Medine: el-Camiatu’l-İslamiyye