Haftaya Bakış (270): CHP’de kurultay tedirginliği | Çözüm süreci tıkandı mı? | Beşinci dalgadan geriye ne kaldı?

Ruşen Çakır ve Kemal Can CHP’deki kurultay tedirginliğini, çözüm sürecini ve İBB’ye yönelik devam eden yolsuzluk soruşturmasını yorumladı. CHP’de kurultay tedirginliği | Çözüm süreci tıkandı mı? | Beşinci dalgadan geriye ne kaldı? başlıklı videoda Çakır ve Can gündemi değerlendirdi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi odaklı soruşturmaların beşinci dalgası tamamlandı. Soruşturma kapsamında gözaltına alınan 36 kişinin savcılık işlemleri sona erdi.

İstanbul Başsavcılığı, soruşturma kapsamında 30 kişinin tutuklanmasını talep etti. Altı kişi için ise adli kontrol tedbiri istendi. Savcılık, şüphelileri nöbetçi hakimliğe sevk etti.

Mahkeme, sorgular sonrası 22 kişinin tutuklanmasına karar verdi. Daha önce sağlık sorunları nedeniyle bir kişi tutuklanmıştı. Mahkemenin tutuklama kararı verdiği isimler arasında beş belediye başkanı var. Mahkeme, 14 kişinin de adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasına karar verdi.

Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgül, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara, Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar ve Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin de tutuklandı.

Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara.
Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara.

Ne oldu?

İBB’ye yönelik düzenlenen soruşturma kapsamında 31 Mayıs Cumartesi günü 5. dalga operasyonu başlatıldı. 4 farklı soruşturmada 7 ayrı suç iddiası ile 47 kişi hakkında gözaltı kararı verildi. 38 kişi gözaltına alındı.

CHP’de kurultay tedirginliği

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 4-5 Kasım 2023’te düzenlenen 38. Olağan Kurultayı ile 6 Nisan 2025’te gerçekleşen 21. Olağanüstü Kurultayının iptali talebiyle açılan davalar görüldü. Ankara’da iki ayrı mahkemede açılan davalar birleştirildi.

Ankara 42’nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada ihtiyati tedbir kararlarının reddine karar verilerek duruşma 30 Haziran’a ertelendi.

Gazeteci Alican Uludağ’ın X hesabındaki paylaşımına göre mahkeme tutanağında “4-5 Kasım 2023’te yapılan kurultayın yok hükmünde olduğunun tespitiyle iptali, mutlak butlanla sakatlandığı gerekçesiyle Özgür Özel ve MYK, PM üyelerinin görevden uzaklaştırılması ve Kemal Kılıçdaroğlu’yla önceki parti meclisi üyelerinin görevlerine iadesine ilişkin dava olduğu anlaşıldı” ifadeleri yer aldı.

Böylece “mutlak butlan” sözü ilk defa tutanağa geçmiş oldu. Peki bu kavram nereden geliyor, nerelerde kullanılıyor, etkileri nedir?

Türk hukuk sisteminde söz konusu kavram, hukuki işlemlerin en ağır geçersizlik türü olarak karşımıza çıkıyor. Roma hukuku dönemindeki “actus nullus” kavramından gelişen bu müessese, modern hukuk sistemlerinin temelini oluşturuyor. Hukuki işlemin varlık şartlarının eksikliği veya hukuk düzeninin temel değerlerine aykırılık nedeniyle ortaya çıkan mutlak butlan, işlemi geçersiz kılıyor.

Haftaya Bakış (270): CHP'de kurultay tedirginliği | Çözüm süreci tıkandı mı? | Beşinci dalgadan geriye ne kaldı?

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba iyi, günler. Bayram nedeniyle ‘Haftaya Bakış’ı bugün yapıyoruz. Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.

Kemal Can: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: Önce istersen şu beşinci dalgadan geriye ne kaldı, onunla başlayalım. Öncelikle ilçe belediye başkanları tutuklandı, çok kişi tutuklandı. Epeyce bir etkin pişmanlıktan yararlanan var, tahliye olanlar var. Bunlar genellikle belediyeyle iş yapan birileri. Bir de tabii emniyetten, hastaneye götürülme görüntülerinin servis edilmesi meselesi var. Bir zamanki KCK operasyonu fotoğrafı gibi. 12 Eylül döneminde de vardı, 15 Temmuz yargılamalarında da vardı biliyorsun. O görüntüler bayağı gündeme oturdu. Hatta AKP yanlısı bazı isimler bile, “Bu doğru olmadı galiba” gibi utangaç sözler dile getirdiler. Özgür Özel bu konuda çok sert konuştu. Dün Gaziosmanpaşa mitinginde doğrudan başsavcıyı hedef aldı, çok sert şeyler söyledi ve hemen hakkında re’sen soruşturma açıldı. Şimdi beşinci dalganın ardından şöyle de bir şey var; artık bu dalgalar herhalde devam edecek gibi. Hatta duydum ki 12’ye kadar yolu varmış. İstanbul’daki ilçe belediye başkanlarını ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki neredeyse tüm önemli birimlerin üst düzey yöneticilerini almayı, kayyum atamasa da almayı hedefleyen bir strateji var sanki. Bu kayyum meselesinde de belediye meclisleri, beş belediye başkanının yerine geçici belediye başkanları seçecek, biliyorsun. Ama bildiğim kadarıyla Gaziosmanpaşa’da CHP’nin çoğunluğu yok. 

Kemal Can: Evet. 

Ruşen Çakır: Orada iktidar yanlısı birisinin seçilme ihtimali var. Diğer yerlerde bu söz konusu değil, ama orada ilginç bir durum var. Ne diyorsun, bu iş kaçıncı dalgaya kadar gider? Artık bitmeyecek bir dalga gibi. Mahkeme ne zaman, nasıl başlayacak, iddianame ne zaman yazılacak? Bunları konuşan yok. 

Kemal Can: Evet, ne kaçıncı dalgaya kadar gider, nereye kadar gider sorusunun cevabı, herhalde işlerine yaradığı ve ihtiyaç olduğu kadar yapabileceklerini gösteriyorlar, göstermek istiyorlar. Biraz önce görüntülerden bahsettin. O görüntüler otokrasinin, otoriter yönetimin, baskı aygıtlarının alâmetifarikası; kendisine itiraz eden kesimleri böyle hizaya getirmek. Bütün dünyada örnekleri var, sen de saydın. Türkiye’de neredeyse 10 yıllık periyotlarla… Daha evveli de var ama 12 Eylül’den başlayalım. 90’larda aynı şekilde Orhan Doğan’ın başına bastırılarak Meclis’ten polis arabasına bindirilmesinden, 28 Şubat’ından, daha sonra senin söylediğin gibi komplo yargılamalarına, 15 Temmuz’a, KCK tutuklamalarına kadar böyle. Bu bir gösteri. Bu gösterinin de orada sıraya dizilip, kendilerince aşağılanmaya çalışılan insanlara bir zararı olmuyor aslında. Zaten o insanları tutuklamışsınız, tutsak haline dönüştürmüşsünüz ve orada onları polislerin arasında gösterdiğinizde bu onların itibarından bir şey almıyor. Tam tersine, tarih içerisinde, bu insanlar için belki de bir onur vesilesine veya daha sonra orada bu zulme uğramış olmalarından dolayı toplumda takdir gören insanlar olmalarına yol açacak. Zaten öyle bir şey amaçlanmıyor. Orada bir itibar suikastı ya da küçük düşürme değil, aslında kendi gücünü gösterme arzusu var. Kendi gücünü gösterme arzusu, yani bana karşı geleni ne hâle getirebilirim, nasıl muamele edebilirim ve bunu da sergilerim. Bu tarih boyunca böyle oldu. İdamların halka açık olarak yapılması, birtakım insanların gözaltına alındıktan ya da mahkûm edildikten sonra kafesler içerisinde halk içinde gezdirilmesi, baskı aygıtının alâmetifarikası, bir güç gösterisi. Evet, gerçekten de bunu öyle bir acziyet ifadesi olarak da yorumlamak mümkün. Ama tabii nereden baktığınıza bağlı. Tıpkı, ‘’itibardan tasarruf edilmez’’ mantığının saçmalığı gibi, bunun da bir amaca uygunluk, bir otoriteye meşruiyet ya da pozitif bir katkısı olmadığını herkes biliyor.  

Ama otorite böyle bir şey değil. Otorite, ahlâki referanslarla kendisinin çok takdir edilmesini, çok haklı görülmesini istemiyor, sadece gücünün görülmesini istiyor. Bu tür resimler de o işe yarıyor. Bu, belki siyasi olarak zarar da verebilir. Senin biraz önce işaret ettiğin gibi, belki AKP içerisindeki birtakım insanlar da, ‘’bu resmi vermek iyi olmuyor’’ diye düşünebilirler. Ama mesele, bizim anladığımız anlamda bir siyasi mesele de değil. Bir güç oyununun parçası ve böyle şeyler yapıyorlar. Dolayısıyla demin sorduğun ‘’kaç dalga daha olur ve ne kadar sürer?’’ sorusunun cevabında açıkçası yine aynı ölçeklerin geçerli. Bugün yine bir yayın yaptın bu konuda; İmamoğlu’nun haziran ayında tahliye edilmesini beklediğini söylediğin için sana yapılan sataşmalarda da olduğu gibi, burada mantıklı olarak bakıldığında, ekonomik, siyasi, toplumsal göstergeler, sürdürülemezlik durumunu gayet açık biçimde ortaya koyuyor. Ama iktidarın yaptığı şey de benim birkaç kez söylediğim gibi sürdürebileceğini gösterdi. Şimdi böyle bir mücadele cereyan ediyor. Sürdürülemezliği, hem iktisadi sorunlar açısından, hem siyasal sorunlar açısından, hem toplumsal sorunlar açısından, sürdürebildiğini ve bunu gücüyle elinde tuttuğu güç imkânlarıyla yapabildiğini göstermek, onun için -ister acziyet diye yorumlayalım, ister başka türlü yorumlayalım-, devam edeceği, devam etmeye mecbur olduğunu hissettiği bir şey. Bunu durduracak iki tane dinamik var. Birincisi,  dışarıdan bakanların ve ‘makul ölçülerle’ bunun sürdürülemez olduğu mantığını yürütenlerin dışında, bu sürdürülemezliğin iktidarın kendi aklına yerleşmesi, yani ben bunu artık sürdüremem demesi. İkincisi de, ona bunu sürdürme imkânı vermeyen güçlü bir dalganın, güçlü bir tazyikin, güçlü bir baskının, karşı baskının oluşması. 

Muhalefet beklenmedik ölçüde bir direnç gösterdi. Burada önemli olan zaten, toplumun kendiliğinden refleksle çok güçlü bir direnç gösterebileceğini kanıtlamış olması. Hem muhalefet hem toplum buradan da geri adım atmayacağını gösterdi. Fakat bundan ileriye gidip, bu direncin, bu itiraz potansiyelinin, sadece direnmek ve vazgeçmemekten daha fazlasına da yol açabilecek bir etki yaratmaya başladığında, ancak iktidar bundan vazgeçebilir. Bu iki şey gerçekleşmediğinde, senin söylediğin gibi 12 dalga da olur, daha fazlası da olur. Çünkü amaç açısından baktığımızda, belediyeleri iş göremez hâle getirmek, mümkünse bazı belediyelere el değiştirtmek, bürokratlarını ya da belediyeyle iş yapan çevreleri tedirgin ederek bir kısmını itirafçı, iftiracı safına çekmek, bir kısmını bu temastan uzak durmaya, ‘’dokunursan yanarsın’’ aklıyla elini eteğini çekmeye zorlamak, sürekli, değil muhalefet elindeki belediyeler aracılığıyla farklı bir siyasi resim göstermek, mevcut faaliyetlerini yapamaz hâle getirecek kadar baskı yaratmak istiyor. 

Diğer taraftan da son tutuklamalarla 5, ama toplamda galiba 13 oldu, 13 CHP’li belediye başkanı görevden alındı. Çoğu hapiste. Bir sürü belediye bürokratı da aynı şekilde. Bir kısmına kayyum atandı, bir kısmına seçimle vekâleten geçici başkanlar seçildi. Dolayısıyla her dalga daha çok inandırıcı, kamuoyunu daha ikna edici sonuçlar üretmiyor. Ama ben zaten hep söylüyorum; evet, bir ikna edicilik aradıkları düşünülebilir. Ama asıl mesele, birilerini ikna etmek, sahiden büyük bir sorun olduğunu göstermek değil, kendi yapabildiğini göstermek. O pencereden baktıklarında da devam etmekte galiba bir yarar umduklarını anlayabiliyoruz yaptıklarından. Yani duyumlar veya çıkarımlarla değil, 19 Mart’tan itibaren yaptıklarına bakınca bunu görüyoruz. 

Ruşen Çakır: Senin demin bahsettiğin İmamoğlu tahliye edilebilir meselesinde ki sen de bu sabahki yayınıma gönderme yaptın, şöyle çok basit bir cümle kurdum: ‘’Mahkeme, 30 Haziran’da kurultayla ilgili karar verebilir.’’ ‘’Verecek’’ değil, ‘’verebilir.’’ Bir ihtimal daha da uzağa atabilir. CHP’de şu anda kurultay tedirginliği var, bu çok açık. Özgür Özel, seninle beraber gittiğimiz Düzce mitinginde bu topa çok girmemişti, hiç girmemeye çalışmıştı. Böyle üstü kapalı bir cümle etmişti en fazla, ama salı günü grup toplantısında çok sertti. “Hodri meydan” dedi, “üyeler karşı çıkar, alnını karışlarız” dedi. Belli ki bir gerginlik var ve tabii ki olayın muhatabı olan Kılıçdaroğlu da hiçbir zaman, “Bana verseniz de almam” demiyor, sessiz kalıyor. Yeni dava açıldı. Davalar birleştirilecek, şu olacak, bu olacak ve böyle bir ortamda, bütün bu toplumsal muhalefet, CHP’nin yaptıkları ettikleri, bütün meydan okuyuşlar bir anlamda açığa düşüyor, öyle değil mi? 

İlk başta şöyle bir husus vardı: 19 Mart’ın ardından, Büyükşehir’e ve CHP’ye kayyum bekliyorduk. Ama o toplumsal muhalefet, CHP’nin direnişi, bu oyunu bozdu. CHP’nin birbirine girmesini bekliyorduk. Tam tersine, CHP kenetlendi. Hele arada yapılan olağanüstü kurultayda partiden çok ciddi bir şekilde güvenoyu da aldı. Bütün bunlar CHP’nin artılarıydı. Ve bununla beraber gidip iktidarı bir şekilde pes etmeye zorluyordu. Şimdi tekrar filmi başa sarıyor gibi bir durumda Türkiye, öyle değil mi? CHP yine kendi içerisinde iktidar savaşlarına tekrar gark olmuşken, CHP’den gelecek meydan okuyuşların çok da fazla bir anlamı kalmıyor. Böyle garip bir durum var. Ama şunu da özellikle söylemek istiyorum. Düzce’de de bir şekilde gördüm, sen de görmüşsündür. Aşağıdaki insanların çok fazla umurunda değil aslında bu hikâyeler. Onların derdi başka bir şey. Onlar hakikaten bir toplumsal muhalefetle, bir direnişle bir şeyleri değiştirmek istiyorlar. Ama CHP yönetiminde bir yığın başka endişe var. Yani tabanın rahatlığı ve adanmışlığı, tavanda pek yok. Çünkü orada ‘’Mutlak butlan’’ olursa parti meclisine kim girecek, ne olacak, ne zaman kurultay olacak, hazine yardımı ne olacak?’’ gibi tekrar klasik şeylere dönüyoruz. Kurultayın iptal ihtimali, gerçekten Erdoğan için bir nimet. Tabii ki kucağında bulmadı, kendisi yarattı onu. Bunları kendisi yaptı, ama CHP bunu pekâlâ bir şekilde engelleyebilirdi. Kemal Kılıçdaroğlu engelleyebilirdi, baştan önünü kesebilirdi. 

Çok alâkasız gibi görünebilir, ama sen de takip ettin, İzmir grevi mesela. Sonuçta DİSK’le CHP birbirine çok yakın, iç içe geçmiş yapılar. Ama bu yapılar, tarafların hepsini birden yıpratan yapılar. Kimileri, Cemil Tugay buradan kârlı çıktığını söylüyor, ama nasıl bir kâr, onu kestiremiyorum. Durup dururken göstere göstere bir şey geldi. Bir de birbirlerine karşı çok acımasız şeyler söylediler, meydan okudular, sonra da anlaştılar. O anlaşma pekâlâ grevden önce olamaz mıydı, Kemal? Yani normal şartlarda, CHP mekanizmaları DİSK’le sonradan kurulan o anlaşmayı baştan kurabilirdi. Ya da kurultay meselesinde, CHP mekanizması kendi içinde, Kılıçdaroğlu’na daha baştan, “Burada uğraşıyorsunuz ama ben yokum zaten” dedirtebilirdi. Dedirtemezmiş onu anlıyoruz da, CHP böyle garip bir şekilde kendi kendine sorunlar çıkartıp duruyor. 

Kemal Can: Kendi kendine mi çıkartıyor bilmiyorum.  

Ruşen Çakır: Ama sonuç olarak tabii ki iktidar çıkartıyor. Birtakım acayip insanlar şikâyetçi oluyor filan, ama baştan bunu engellemenin ya da etkisini azaltmanın yollarını bulabilirdi pekâlâ. Dava açılacağı varsa açılır zaten de, ama mesela şu anda taraflar mahkemede karar çıkarsa ne olacağını bilmiyorlar. Biliyorlar mı? 

Kemal Can: Bilmiyorlar. Çünkü herhangi bir davada nasıl karar çıkacağını ya da herhangi bir konuda nasıl bir dava açılacağını bilmediğimiz gibi, pek çok konuda da muhataplar da aynı durumda. Çünkü normal kurallara uygun bir hukuk işleyişi söz konusu değil. Dolayısıyla bu konuda derin bir öngörülemezlik var. Şimdi birtakım şeyler yapılmadı da değil. Olağanüstü Kurultay bu şeyin önünü kesmek için yapıldı. Hatta hatırlarsan, “Kayyum geliyor, onun için kurultayı yapıyoruz” dediler. Kurultay tamamlandıktan sonra da “Tamam, kayyum meselesi böylece kapanmıştır” dediler. Çünkü söz konusu şikâyetler, söylentiler, laflar başvurular o zaman da mevcuttu ve hukuki bir baraj oluşturmak için bu işlem yapıldı ve bunun durduracağını varsaydılar. Ama öyle olmadı. Çünkü bence 19 Mart süreci ile ilgili başlayan, senin demin söylediğin gibi toplumun önde olduğu, toplumun başlattığı, toplumun siyasi aktörleri cesaretlendirerek kendine uydurduğu kuvvetli bir dinamik ortaya çıkınca, bunun sürükleyicisi olan aktörün, yani CHP’nin ve özellikle Özgür Özel’in balansını bozacak bir şeye ihtiyaç doğdu iktidar açısından. Bu da aslında belki hukuken çok da mesnedi olmayan, kapanmış bir şeyi tekrar canlandırma şeklinde oldu. Ve senin söylediğin gibi, 19 Mart ve sonrasında başlayan süreçte, CHP’nin kendi içinde çıkabilecek karışıklığı tazeleyebilecek yeni bir araç hâlinde tekrar devreye sokuldu. 

Hatırlarsan, o Olağanüstü Kurultay öncesinde de Kılıçdaroğlu yine uzun süre sessiz kalmış, ‘’acaba gelip aday olacak mı?’’ tartışmaları son güne kadar devam ettirilmişti. Kılıçdaroğlu aday olmadı ve Özgür Özel tekrar büyük bir çoğunlukla seçildi. Birkaç haftadır zaten konuşuyoruz, Kılıçdaroğlu, iktidarın yapacağı ya da mahkemenin, davanın seyrini etkileyecek bir hukuki müdahale olarak değil ama, siyasi olarak, bu konudaki tartışmanın CHP içerisine sirayet etmesini engelleyecek hamleyi yapabilir kolaylıkla. Yani son gün yapacağı şeyi, tıpkı Olağanüstü Kurultay’da olduğu gibi, tıpkı, daha önceki kurultayda ikinci turda çekilmesi gerektiği gibi, şimdiden, hiç de o sürecin tamamlanmasını beklemeden vaziyet alabilir, tartışmayı pozitif bir yöne çevirerek kapatabilir, önünü kesebilir. Sonunda yine o davadan çeşitli sonuçlar çıkabilir. 

Şimdi bu konuda iyi bir yazıya referans vereceğim. Gökçer Tahincioğlu’nun bu kurultay meseleleriyle ilgili bugün T24’te yazdığı bir yazı var: Birkaç kişiyle görüşerek toparladığı bir şey. Burada yapılan tartışmalarda, özellikle de büyük ölçüde iktidar medyasında bu iş köpürtülüyor ve oradaki argümanları herkes kullanıyor, herkes oralara bakıp, orada konuşulanlardan iktidarın kafasındakileri çözmeye çalışıyor. Ama iddia edildiği gibi sonuçlar çıkmayabileceğine ilişkin veriler var. Tabii ki hukuki açıdan bunlar. Yani mutlak butlan ihtimalinin bile otomatik olarak partinin Kılıçdaroğlu’na teslim edilmesi anlamına gelmeyebileceği, yine kayyum olasılığının söz konusu olabileceği, şimdiye kadar hazırlanan iddianameye referans teşkil eden şeylerin ve iddianamenin kendisinin, hukuken oldukça zayıf olduğu gibi birtakım değerlendirmeler var. Ve aslında mutlak butlan dâhil mahkemenin vereceği kararların da davanın niteliği dolayısıyla kesinleşmeden hüküm haline gelmeyeceği için uygulanmayacağını, itiraz, Yargıtay gibi süreçlerin beklenmesi gerektiğini, bunun da neredeyse bir, bir buçuk yıllık bir sürece yayılabileceğini, dolayısıyla, ‘’mahkeme karar verdi, hemen partiyi Kılıçdaroğlu’na veya kayyuma verdiler’’ gibi bir tablonun oluşmayabileceğini, bu nedenle iktidar medyasındaki bu köpürtmenin de biraz manipülatif olduğunu anlatan bir yazı. Bence bakılmasında fayda var. Çünkü tartışmada bazı şeyler, en azından hukuki zeminde, çok netmiş gibi görülüyor ama illa öyle olması gerekmiyor. İşin bu tarafı ayrı. 

Başta da söylediğim gibi, mesele hukuki değil. Mesele, şu anda bu toplumsal dinamikle siyasi aktörlerin, kendi içinde ve kendiliğinden biraz ahenkli biçimde devam eden ilişkisini, dengesini bozmaya dair siyasi bir mühendislik çalışması. Tıpkı daha önceki davalar ve pek çok hadisede gördüğümüz gibi, işin hukuki tarafı biraz teferruat bu anlamda. Ben Özgür Özel gibi düşünüyorum. Özgür Özel de bir açıklamasında, bu davaların sonuç almaktan çok, bir süreci hedeflediğini söylemişti. En son açıklaması da bu yönde. Dolayısıyla ben mahkemeden hemen bir sonuç çıkartıp CHP’ye bir şey yapmaktan çok, senin söylediğin gibi, kendi meselesini konuşur hâlde olan şu andaki bir CHP’nin iktidarın daha çok işine yaradığını, dolayısıyla bu işin sonuçtan çok, süreçle bağlı bir ritimde ilerlediği, hızla sonuca gitmek yerine mümkün olan en uzatılmış süreci yaratmaya çalıştığı kanaatindeyim. 

Ruşen Çakır: Kemal, istersen noktayı çözüm süreciyle koyalım. Çözüm süreci diyeceğim ama ortada bir şey yok. En son infaz yasası da DEM Parti’nin beklediği gibi çıkmadı. Ne oluyor olabilir? Bir şeyler yürüyor sanki ama görünürde hiçbir şey yok. Mesela silah bırakma ne oldu? PKK örgütünün telaffuz edemediğim yayın organı, yayın hayatına son vermiş mesela. Tamam, bu bir şey. Öcalan’ın kongreye yolladığı perspektif çıktı ortaya. Hâlâ onu anlamaya ve anladıkları ölçüde tartışmaya çalışanlar var, ama hâlâ ortada bir şey gözükmüyor. Tıkanmış olduğunu düşünmüyorum, ama ilerlediğine dair herhangi bir şey de görmüyorum. Esrarengiz bir durum yani. Bir yerlerde bir şeyler oluyor ve bizden mi gizliyorlar, ne dersin? 

Kemal Can: Daha önce de bahsettim, galiba geçen hafta konuştuk ya da ondan önceki hafta, tam hatırlayamıyorum. Bence olay iki ayrı ray hattı üzerinden ilerliyor. Bir tanesi fesih. Yani Öcalan’ın açıklaması, fesih, sonra silah bırakılması ve onun çevresindeki teknik düzenlemelere ilişkin bir takvim ve işleyiş var. O işleyiş büyük ölçüde, Bahçeli’nin ilk çerçevelediği takvime ve aşamalara neredeyse harfiyen uyarak ilerliyor. Fesih için söylediği tarih bile bir iki gün şaştı, ama yeri Malazgirt olmadı. Dolayısıyla ben o sürecin, Öcalan’ın, en son ortaya çıkan, aslında önce yayınlanan ama sonra kaldırılan, fakat sonra bir tür parça parça yayınlanan fesih kongresine yaptığı sunumda işaret ettiği noktalara baktığımda, onun, neredeyse takvimi, aşamaları, süreci önceden saptanmış, belirlenmiş ve yürüdüğünü görüyorum. Ben orada henüz ciddi bir şey olmadığı, olursa da bunun daha çok Suriye meselesi ile ilgili olacağı kanaatindeyim. 

Ama burada bir parantez açarak şunu söyleyeyim. Bu süreç başladığında, burada çok tartıştığımız bir noktaya küçük bir hatırlatmayla değinmek istiyorum: Öcalan orada Bahçeli’nin bu meseledeki rolü konusuna değinirken, hep iddia edildiği gibi, Bahçeli’nin burada milliyetçi kamuoyunu ikna etmek için bir rol üstlendiği fikrini değil, devleti temsil ettiği varsayımıyla, kendisini ikna eden aktör olduğunu işaret ettiğini hatırlatmak istiyorum. Bu önemli bir şey. ‘’Bahçeli’nin bu işlerdeki rolü nedir, rol paylaşımı nedir, aslında basit bir iletişim meselesi midir, Erdoğan’ın üstünden yük almak mıdır, kamuoyunu ikna etmek midir, milliyetçi kamuoyunu yatıştırmak mıdır?’’ tartışmalarının tabii ki etkisi vardır. Ama asıl belirleyici olanın, doğrudan kamuoyunu değil, Öcalan’ı ikna etmenin Bahçeli’nin rolü olduğunu ve yine bir kısım insanın çok tereddütle baktığı, devleti temsil iddiasıyla bağlantısını bir hatırlatmak lazım. Dolayısıyla bu süreç, bu şimdi söylediğim ray, o eksen üzerinden gidiyor. 

Ama diğer tarafta, Öcalan’ın açıklamasının, Sırrı Süreyya Önder tarafından söylenen dip notunda ve Öcalan’ın, bu fesih kongresine yaptığı sunumdaki kurucu siyasi rol konusundaki yaklaşımında ise daha problemli bir şey var. Bu demokratikleşme perspektifi, hukuksal altyapı, hatta bir kısım insan bunun içerisine anayasayı da dâhil ediyor, bu kısmında ise daha başka bir şey var. Bu kısmında hem bu ilk söylediğim ray, yani devlet ve Devlet Bahçeli etrafında kurulan, çizilen çerçeve, gerekçe, öncelik ve orta uzun vadeli projeksiyon bir tarafta, Öcalan’ın kendi oluşturduğu siyasi organizasyonu yeni bir dönüşümle, kurucu bir aktör gibi tekrar konumlama arayışı bir yanda, bir de Erdoğan’ın pragmatik ihtiyaçları. Şimdi bu çok değişkenli ve tabii ki toplumsal dinamikleri ve diğer siyasi aktörleri de bunun içerisine kattığımızda çok bileşenli, çok daha karmaşık ve bu dinamiklerin kimi zaman çatıştığı, kimi zaman örtüştüğü, kimi zaman buluştuğu, kimi zaman rekabet içinde ilerlediği zorlu bir şey var. Senin ‘’olmuyor, durdu’’ gibi dediğin tarafta gerçekten böyle bir problem var. Zaten bu ilk örneğini de hemen infaz yasasında gösterdi. Çünkü bu gayet somut bir şeydi ve ilk somut hikâyede hemen kendini gösterdi. Daha başka meselelerde daha net biçimde ortaya çıkacak ve orada, iki hattan, yani meclisteki komisyon meselesi açısından da ‘’anayasa komisyonu mu öne çıkacak ve baskın olacak yoksa süreç komisyonu mu öne çıkacak ve baskın olacak ve meclisin rolü bu çerçevede nasıl oluşacak?’’ tartışması, bu iki rayın paralel ya da bir aşamada birlikte ilerleyip ilerlemeyeceğini ya da nerede makas…

Ruşen Çakır: Kemal yayında bir sorun var. Devlet Bahçeli’nin bayram sonrası grup toplantılarına başlaması bekleniyor. Hemen bayramın sonrasında, salı günü grup toplantısı yapabilir ve herhalde ağırlıkla bu konuya değinecektir diye düşünüyorum. Ama tam onun istediği gibi gitmiyor gibi sanki.

Kemal Can: Evet, bence de. 

Ruşen Çakır: Evet, onun için, yine büyük şeyler söyleyip araya birtakım mesajlar serpiştireceği bir konuşma olabilir. Bir de şöyle bir husus var tabii. Mesela Erdoğan grup toplantısından ne kadar zaman önce, kayyum meselesinin artık istisnai olacağını söyledi. İçişleri Bakanlığı kararı değil mi bu? İçişleri Bakanı kararıyla pekâlâ kayyumlar iade edilebilirdi.

Kemal Can: Zaten yasal düzenleme olmadan, sadece yapmayarak bazı şeyleri engelleyebilirler. 

Ruşen Çakır: Tabii. Orada bence en büyük husus şu: Kayyum kapsamında, kent uzlaşısı soruşturması nedeniyle, CHP’li belediyelerin ve CHP’li birtakım isimlerin, yani Şişli’nin, Esenyurt’un, olması var. Bence arıza orada çıkıyor, öyle tahmin ediyorum. Bir de tabii orada Mehmet Ali Çalışkan ve birkaç kişi daha var yine o kent uzlaşısı meselesinde. Bir de DEM Partili birtakım belediye meclis üyeleri var. Onlar bu kadar sorun olmayabilir ama, kayyum meselesinden CHP’den belediye başkanı tahliye ediyor olmak… Biraz önce konuştuğumuz gibi, yeni dalgalar, yeni belediye başkanları filan, şu ânda bunları istememeleri kuvvetle muhtemel. Mesela İnfaz yasası tartışmalarında da şu husus ilginç: ‘’Siyasi terör suçlarına birtakım düzenlemeler, iyileştirmeler yaparsak, bundan Fethullahçılar da yararlanır’’ diye bir endişeleri de var. Yani işin şeyi tersine döndü. PKK ile yapılan anlaşmanın gereğinde, ona uygun birtakım düzenlemeler yaparken, ‘’Fethullahçılar, CHP’liler bundan yararlanır mı?’’ gibi bir endişeleri de var anladığım kadarıyla. 

Kemal Can: Bu da hep tartıştığımız, bu konuda silahların bırakılması, teorik olarak demokratik alanın ya da siyasi alanın genişlemesi sonucuna imkân verebilecek bir şey, ama böyle bir zorunlu sonuç olmadığını gösteriyor. Çünkü orada illa o kapıdan geçmek zorunda değil. Dediğim gibi burada başka pragmatik meseleler devreye giriyor. Yani bunu bir menfaate çevirmek, bunu bir faydaya çevirmek konusunda biraz önce söylediğin gibi, Bahçeli ile Erdoğan, fayda başlıklarının altına yazdıkları maddeleri aynı olan insanlar değil. Aynı şeyi istiyor olabilirler ama bunun faydası konusunda alt alta bir şeyler yazmaya başladıklarında, aynı cümleleri yazmıyorlar. Bu yüzden bence problem sadece taraflar arasında değil, aynı tarafta olanların içerisinde de mevzubahis. 

Ruşen Çakır: Evet, Kemal, noktayı koyalım. İzleyicilerimize iyi bayramlar dileyelim, bayramdan sonra da kaldığımız yerden devam edelim. Kim öle kim kala, bakalım görelim. Şimdiden izleyicilerimize iyi bayramlar. Haftaya buluşmak üzere. İyi günler.

Kemal Can: İyi bayramlar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.