Gökhan Bacık yazdı: Türk kimliği meselesi

Kürt açılımıyla birlikte canlanan kimlik tartışmaları, Türk kimliğine yönelik entelektüel bir ilgiyi de tetikledi. Kimlik meselesi önemlidir ve Türk kimliği üzerine konuşmak ya da tartışmak yalnızca milliyetçilere özgü bir durum değildir.

Ne yazık ki, Türk kimliği tartışmalarının çevresinde yanlış bir entelektüel çekingenlik duvarı oluşmuş durumda. Buna göre, Türklük ve Türk kimliği üzerine konuşmak, sanki anakronik, yani çağdışı bir meseleymiş gibi algılanıyor. Oysa kimlik meselesi dinamiktir ve toplumlar her zaman kimlikleri üzerine konuşmak, tartışmak zorundadır. Örneğin, Avrupa’da kimlik tartışmaları hiç bitmez. Batılı entelektüeller, gelişmelerin ulusal ve Batı kimliğine etkisini sürekli sorgular. Yakın zamanda, Almanya’nın büyük savunma ve altyapı bütçesini onaylamasının Avrupa kimliğine etkisini, Fransız hukuk profesörü Aurore Gaillet’in nasıl tartıştığına bakmak bu konuda iyi bir örnek teşkil eder.

Kimlik, her alanda siyasi davranışı şekillendiren dinamik bir unsurdur. Dış politikada ulusal çıkar, ulusal kimliğin niteliğiyle tanımlanır. Dolayısıyla, kimlik yalnızca kültürel bir mesele değil, dış politika ve ekonomi gibi alanlarda da belirleyici bir faktördür.

Eğer ulusal entelijansiya, Türk kimliğini tartışmayı ihmal ederse, iki temel sonuç ortaya çıkar. Birincisi, bu konu marjinal düşüncelerin etkisinde şekillenir. İkincisi, geniş kitleler kimliği savrulmalarla dönüştürür. Türkiye’de şu anda her iki sorun da yaşanmaktadır. Örneğin, Türk kimliği meselesi göz ardı edildiği için, Türk kimliğine değer veren kesimlerde bir tür siyasi kırgınlık gözlemlenmektedir.

“Din eşit değildir kimlik”

Türkiye’de çeşitli biçimlerde ifade edilse de, bir tür dini dalga siyaseti ve toplumu etkilemekte. Özellikle İslami çevrelerde, kimliği yalnızca dinsel bir kavram olarak tanımlama eğilimleri görülebilmektedir. Ancak kimlik, salt dinsel bir çerçevede tanımlanamaz; Türk kimliği, Müslümanlıkla eşitlenemez.

Tarihsel olarak, Emevi döneminden sonra din, ümmetin ortak siyasi üst kimliği olmaktan çıkmıştır. Tüm Müslümanların dini bir siyasi kimlik altında birleştiği fikri bir mittir ve tarihsel gerçeklerle örtüşmez. Bazı çağdaş İslamcı aydınlar, kimlik meselesini yalnızca milliyetçilik sonrası dönemle analiz etmektedir. Oysa milliyetçilik öncesinde de proto-millet kimlikleri etkiliydi. Örneğin, Selçuklular ile Gazneliler savaşmış, Selçuklular, Selahaddin Eyyubi’nin Haçlılara karşı geliştirdiği “ümmetçi” siyasete ilgi göstermemiştir. Osmanlılar, Memlükleri ortadan kaldırmış; Abbasiler ile Fatımiler birbirine düşman olmuştur. El-Murabıtları yok eden El-Muvahhitler olmuş ve bu çatışmanın temelinde, Sanhaja kabilesine (El-Murabıtlar) duyulan nefret yatmıştır. El-Muvahhitler Masmuda kabilesine mensuptu. El-Murabıtların seçkinlerinden Kadı İyaz için, El-Muvahhitler adına isyan eden İbn Berrecan bir “hain”di. Bu örnekler, Müslümanların alt kimliklere göre ayrışmasının, modern milliyetçilikle ortaya çıkan bir olgu olmadığını gösterir.

Elbette İslam, Türkler için önemli bir unsurdur, ancak Türk kimliğinin siyasi tanımında Türklük (kültür ve dil merkezli olarak tanımlıyorum) dinin önüne geçer. Bu, ideolojik bir temenni değil, teknik bir gerçektir; bir dinin, kültürel-dilsel kimliğin önüne geçmesi kolay değildir. Örneğin, Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılmasında Urduca’ya yönelik baskılar önemli bir rol oynamıştır. Urduca’nın Pakistan’ın resmi dili oluş süreci bu açıdan iyi analiz edilmelidir. İran’da Pers kimliği ve kültürü, Suudi Arabistan’da ise Arap kimliği ve kültürü belirleyicidir. Suriye’de Baas rejimi yıkılana kadar İran yanlısı olmuş ve Arap kültürünün diğer önemli ülkesi Irak’la adeta bir kan davası gütmüştür. Hayatını İslam’ın en radikal kulvarında geçiren Ahmed el-Şara’nın bile, Batı desteğiyle, nihayetinde Suriye merkezli bir noktaya ulaşacağı öngörülebilir. İslam, bir iş birliği dinamiği olabilir, ancak yalnızca dine dayalı bir iş birliği planının başarıldığına dair tarihsel bir örnek bulunmamaktadır.

“Kurucu önder”

Din ve kimlik tartışması, günümüz Türkiye’si için kritik bir öneme sahiptir. Türk kimliği ile İslam arasındaki ilişkinin nasıl tanımlanacağına dair mevcut kargaşa, bu tartışmayı daha da acil kılmaktadır. Yakından bakıldığında, İslamcıların çoğunun savunduğu ümmetçilik, aslında Türklerin liderliğinde bir İslami birlik ütopyasına dayanmaktadır. Öte yandan, Almanya’daki CDU/CSU ittifakını andıran AKP/MHP iş birliği, kimlik üzerinde karmaşık dinamikler üretmektedir. Türk kimliği, İslamcı ve Ülkücü etkiler altında bir dönüşüm sürecinden geçmektedir.

Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı “kurucu önder” ilan etmesi, kimlik meselesine yeni bir boyut eklemiştir. Ancak, merkeze davet edilen Kürt kimliğinin Türk kimliğiyle nasıl bir ilişki kuracağı henüz belirsizdir. Muhtemelen dindar Kürtler, bu yeni yapıda, örneğin memuriyet gibi alanlarda daha fazla yer bulacaktır. Aynı zamanda, İslamcı, Ülkücü ve Öcalan’ı içine alan bu söyleme karşı bir tepki dalgası da oluşmaktadır. Bu karşı dalga, embriyonik bir Türk kimliği hassasiyeti yaratmış durumdadır, ancak henüz net bir forma kavuşmamış ve “Türklüğüyle övünme” şeklinde popülist bir ifadeyle kendini göstermektedir.

Asıl sorun

Türklerin sayısal çoğunluğu, Türkçenin ana dil ve resmi dil olması, AKP ve MHP’nin Türkçü vurgulu siyasi söylemleri, kişisel kanaatime göre Türk kimliği meselesini görünmez kılıyor. Dışarıdan bakıldığında, bayraklarla süslenmiş sokaklar, erkek çocuklara verilen Alparslan ismi ve televizyon ekranlarındaki tarih dizileri bir algı oluşturuyor.

Ancak bu “cümbüşün” içinde, Türk kimliği sürekli bağlamsal dinamikler üzerinden yeniden inşa ediliyor. Bu dinamikler bazen Kürtlerle ilişkiler, bazen de İslam oluyor. Bu bağlamsal dinamiklerin ötesinde, Türk kimliği nedir? Kişisel kanaatime göre, sıkça tekrarlanan bir “üst kimlik” formuna indirgenen Türk kimliği, kültürel canlılığını yitiriyor. Başka bir deyişle, Türk kimliği bir slogan ve sembol haline dönüşüyor. Esas sorun, Türk kimliğinin “sivil” (civic) değerler bağlamında bugün ne ifade ettiğinin belirsiz olması. Dolayısıyla, bayraklarla donatılmış sokaklarda yaşamamıza rağmen, bir kimlik sorunuyla karşı karşıyayız.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.