Ruşen Çakır yazdı: “Erdoğan’ın kalabalık içindeki hüzünlü yalnızlığı”

Başlıkta cümle benim değil, Mümtaz’er Türköne’nin dün medyascope’ta çıkan yazısından (ç)aldım. Mümtaz’er yazısının girişinde çarşamba akşamı TBMM Açılış Resepsiyonu’nda çekilen fotoğraflardan hareketle CHP’ye yalnızlık atfeden ve benim gibi bunu üstelik “değerli” olarak niteleyenleri eleştiriyor ve esas yalnız olanın Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu söylüyor.

“Dikkatli bakıldığında, yokluğu ile CHP’nin yalnızlığı değil, Cumhurbaşkanı’nın kalabalık içindeki hüzünlü yalnızlığı daha ön planda değil miydi? Hiç adeti olmamasına rağmen Erdoğan, o fotoğrafı neden çektirdi? Sebep şu meşruiyet tartışması ile derinleşen yalnızlığı olabilir mi?” diye soran Türköne şöyle devam ediyor:

“Yalnızlığı vurgulayan başka bir ayrıntı var: Diğerlerinden farklı Cumhurbaşkanı’nın -ve Bahçeli’nin- oturduğu altın varakları koltuklar. Çok ince bir düşünce ve planlamanın olduğu aşikâr. Peki neyi anlatıyor? Yalnızlık dışında?”

Önce AKP içinde yalnızlaştı

Mümtaz’er haklı: Erdoğan kalabalıklar içinde yalnız. Aslında bu hiç de yeni bir şey değil. Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğundan beri serüvenini yakından izlemeye çalıştığım Erdoğan’ın belli bir tarihten itibaren yalnızlaştığını savunuyorum.

Bunun ilk aşaması partisi içinde yalnızlaşmasıydı. Çünkü o “tek adam” sistemini Türkiye’den önce AKP’de inşa etti ve özgün ağırlığı olan isimleri kimi zaman etkisizleştirdi, kimi zaman tasfiye etti, ama çoğunlukla küsüp hareketten kopmalarının önünü açtı.

Erdoğan kendini yeterince güçlü hissettiği ölçüde parti içinde otoritesini güçlendirdi; fakat baştan kolektif bir iradeyle kurulmuş olan AKP tek adamın kontrolüne girdikçe gücünden kaybetti. Sonuçta Erdoğan AKP içinde güçlenip yalnızlaşınca partisi ve kendisi ülke çapında daha güçsüz hale geldi.

Müttefik bulmakta yaşanan zorluklar

Hatırlayalım, Erdoğan 23 Haziran 2019’da yenilettiği İstanbul seçimlerinde bir hezimet yaşamıştı. Bundan kısa süre sonra 2 Temmuz 2019’da “Tek adam yalnızlaşıyor” başlıklı bir yorum yapmış ve şöyle demiştim:

“Erdoğan’ın yalnızlaşması mukadder. Bu aslında kendi yaptığı bir tercihti; çünkü tek adamlığı dayattı, etrafındaki kimseyle iktidarını paylaşmak istemedi. Güçlü olduğu müddetçe bunu sürdürebilme imkânı vardı; ama sanıldığı kadar güçlü olmadığı alenen ortaya çıktığı andan itibaren –ki bunun en son örneği 23 Haziran İstanbul seçimleri oldu– insanlar, siyasetçiler –devletin içerisindeki birtakım kişiler ve kurumlar da buna katılacaktır– Erdoğan’la aralarına mesafe koymaya başlıyorlar artık.”

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bilindiği gibi Erdoğan 2023 seçimlerine MHP’ye ek olarak BBP, DSP, Hüda Par ve son anda YRP’yi zar zor katabilirken, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’si altı partiden oluşan Millet İttifakı’nı kurabildi; üstelik masada olmasa da HDP’nin de desteğini aldı. 

Yalnız ama başarılı

Kılıçdaroğlu’nun seçim gezilerinin birinde CHP’li bir milletvekili “ne bekliyorsun?” diye sorduğunda kendimsen emin bir şekilde “CHP’ye rağmen Kılıçdaroğlu kazanacak” demiş ve tabii ki yanılmıştım.

Burada şu yanlışları yapmış olmalıyım:

  1. Toplumdaki değişim arzusu ve heyecanının tek başına yeterli olacağını sanmıştım;
  2. Kılıçdaroğlu’nun o kalabalıklar içinde nasıl yalnız kaldığını, onları anlama ve yönlendirme konusunda beceriksiz olduğunu görmemiş ya da görmek istememiştim;
  3. Erdoğan’ın bütün yalnızlığına rağmen varkalma, iktidarını muhafaza etme konusunda ciddiye alınması gereken refleksler ve stratejiler geliştirdiğini yeterince fark etmemiştim.

Peki bugün durum değişti mi? CHP’nin 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde elde ettiği zafer ve 19 Mart 2025’ten sonra gösterdiği direniş birçok şeyin değiştiğini gösteriyor. Fakat Erdoğan’ın çarşamba günü TBMM’de o fotoğrafları organize edebilmiş olması hâlâ kendisini/iktidarını savunma konusunda kritik adımlar atabildiğinin kanıtı.

Sonuç olarak Türkiye’nin geleceğini “Erdoğan’ın kalabalık içindeki hüzünlü yalnızlığı” ile CHP’nin “değerli yalnızlığı” arasındaki mücadele belirleyeceğe benziyor.