7 Ekim Salı günü Türkiye Gazetesi “Ankara’dan Şam’a tam destek: YPG’yi birlikte vuracağız“ manşetiyle çıktı. Haberin spotu da şöyleydi: İsrail’e güvenen YPG, Suriye ordusuna katılmazsa TSK devreye girip ortak operasyonla meseleyi kökten çözecek.“

Türkiye Gazetesi’nin iktidar yanlısı olduğu düşünüldüğünde bu manşeti şöyle okumak mümkün: Suriye’de işler Ankara için iyi gitmiyor. Ya Abdullah Öcalan, Ankara’nın ısrarına rağmen Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) baskı yapmıyor ya da SDG Öcalan’ın talimatlarına uymuyor.
Öcalan-SDG ilişkisi
Bu kafa karışıklığını giderme açısından önemli bir haber, üç gün sonra, 10 Ekim Cuma günü, bu sefer “muhalif“ bilinen Nefes Gazetesi’nde çıktı: “Abdullah Öcalan mektup yazdı, SDG ‘Hayır’ dedi!” başlıklı haberde şöyle deniliyor:
“Bahçeli, Öcalan’ın SDG’ye silah bırakma ve Şam yönetimiyle imzaladığı mutabakata uyma çağrısı yapmasını istedi. Öcalan’ın SDG’ye mesaj vermesi halinde, vekillerin İmralı ziyaretine yönelik olarak Meclis’te ortaya konulan itirazların azalacağı değerlendiriliyor. Sözlü mesaj öncesinde İmralı’dan SDG’ye bir mektup gittiği ortaya çıktı. Bu mektup üzerine SDG Öcalan’a hitaben yaptığı açıklamada, ‘Eğer süreç bütün yönleriyle güvence altına alınmadan silahların veya idari yetkilerin tek taraflı ve ani devri gibi adımlar atılırsa, siyasi manevra alanımızı da geri dönülmez biçimde zaafa uğratma riskiyle karşılaşırız’ dedi.“
Erdoğan’ın temkinli tavrı
Her iki haberin de birçok açıdan sorunlu olduğunu düşünüyorum. Türkiye Gazetesi’nin manşetinden başlayacak olursak: Evet Ankara, özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve kısmen Cumhurbaşkanı Erdoğan silahlı müdahale ihtimalini zikretmiş olsalar da Suriye konusunda özellikle son günlerde daha dikkatli ve ılımlı bir dil kullanıyorlar.
Çünkü Suriye’de ABD başta olmak üzere çok sayıda aktör söz konusu ve muhtemel bir silahlı müdahale Türkiye’nin yalnızlaşmasına yol açabilir. Ve tabii ki Terörsüz Türkiye sürecini de ciddi bir şekilde tehlikeye atar.
Nitekim aynı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Azerbaycan dönüşü uçakta gazetecilere Suriye konusunda daha ılımlı konuştuğuna tanık olduk:
“Suriye’nin yeniden istikrarsızlığa sürüklenmesine asla müsaade etmeyiz. Sabırlı, vakur tavrımız bir acziyet değildir. Suriye Demokratik Güçleri verdiği sözü tutmalı, Suriye ile bütünleşmeyi tamamlamalıdır.”
SDG Öcalan’a ”Hayır” mı dedi?
Nefes Gazetesi’nin haberinde de çok ciddi sorunlar var. Öncelikle SDG’nin Öcalan’a cevabi mektubunun Nefes tarafından alıntılanan bölümünün tam halini aktarmak istiyorum:
“Eğer sürecin bütün yönleriyle güvence altına alınmadığı bir zeminde ilerlenir ve adımlar aceleyle atılırsa; sadece yereldeki halkımızın umutlarını kırmakla kalmayız, aynı zamanda küresel dayanışmayı ve siyasi manevra alanımızı da geri dönülmez biçimde zedeleme riskiyle karşılaşırız.”
Ama daha önemli bir husus var: SDG’nin Öcalan’a cevap tarihi 22 Ağustos 2025. Aradan tam 49 gün geçmiş. Farklı kaynaklardan edindiğim bilgilere göre 22 Ağustos’tan bu yana Suriye konusunda Öcalan’ın doğrudan ya da dolaylı bir şekilde dahil olduğu çok sayıda görüşme yapıldı. Aynı kaynaklar gelişmelerin son derece olumlu olduğunun altını çiziyorlar.
Öcalan Suriye’de ne istiyor?
Öcalan’ın Suriye konusuna bakışını İmralı heyetiyle yaptığı bir görüşmedeki şu sözleri özetliyor:
“Fırsat eldeyken neden kurumsal tedbirler geliştirmeyelim, sağlam bir anayasa yapmayalım? Ortadoğu’ya demokrasi dediniz ya, bunun yolu anayasadan geçer. Irak için de öyledir. Orada da Türkmenler var. Türkmenler en az Kürtler kadar halktır, yerleşiktir, ne dilleri ne başka şeyleri var. Bunların sağlam güvencelerini istemek neden aşırı talep olsun. Diplomatik ilişkiler var ama bunun adına halkların bin yıllık varlığını yok sayamayız, peşkeş çekemeyiz. Ben sonuna kadar gideceğim. Bölgesel özerklik filan demiyorum. Anayasada demokratik güvencesi olacak o bölgelerin, kimse gelip bozamayacak, tekmeleyemeyecek. Bu güvenceler olursa silah olmayacak. Diğer türlü kandırma olur, ‘biraz silah alırız, veririz’ öyle olmaz.”
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Öcalan: “Şara da yeni programımızı anlayacaktır”
Nitekim 6 Ağustos’ta yaptığım bir haberde 5-7 Mayıs’taki PKK Kongresi öncesi Öcalan’ın bir SDG yöneticisine doğrudan şöyle dediğini yazmıştım:
“Yaptığım çağrı önemlidir ve daha da açayım. Biz tüm sözlerimizi ifade ettik. Yeni dönem çok önemlidir. Yeni dönem demokrasi dönemidir. Yeni dönemde devlet yoktur. Devlet istemiyoruz. Demokratik Suriye birliğini savunuyoruz. PYD’nin yaptığımız çağrı esasları çerçevesinde yerel demokraside kendini büyütmesi daha önemlidir. Buna ne bir başkası ne de Ahmed eş-Şara yönetimi karşı durabilir. Suriye tarafını Ahmed eş-Şara yönetimi temsil etmektir. Ahmed eş-Şara da yeni programımızı anlayacaktır. Bu çerçevede anayasa yapılmalıdır. Ülke demokratikleşirse silah sorun olmaktan çıkacaktır.”
Öcalan aynı kişiye silahsızlanma konusunda da şunları söylüyor:
“Demokrasi inşa edildiğinde zaten silahlar devre dışı kalacaktır. Silah düşmanlıktır. Silah ortadan kalktığında düşmanlık da ortadan kalkacaktır. İçerde kendi müdafaanızı sağlayın. Dış gümrük sınırları devlete bağlı olmalıdır.”
Söz konusu görüşmede SDG yetkilisi Öcalan’a ”Kimse size karşı durmuyor. Herkes çağrınızı sahipleniyor. Ancak Ahmet Şara yönetimine itiraz ve veryansınlar var. Türkiye hükümetinin yaklaşımlarına itiraz ve veryansınlar var” demişti.
Öcalan-PKK, Öcalan-SDG ilişkisi
Hatırlanacaktır, Türkiye’de yeni çözüm süreci başlamadan önce, buna karşı çıkanlar “Öcalan ‘silah bırakın’ dese bile PKK buna uymaz” demişlerdi ve Öcalan’ın 27 Şubat çağrısına örgüt 5-7 Mayıs’ta olumlu cevap vererek bu önermeleri çöpe atmıştı.
Öcalan’ın lideri olduğu örgütlerle ilişkisinin ana hatlarıyla şöyle olduğunu düşünüyorum: Öcalan muhataplarına asla kabul etmeyecekleri şeyler dayatmaz. Zira böylesi bir durumda kendisini meşru muhatap kabul eden devlet nezdinde hiçbir değeri kalmaz. Bir şey söylediği zaman da muhatapları onu talimat kabul eder.
Örneğin yeni çözüm süreci Ekim 2024’te resmiyet kazandı ama çok önceden başlamış olduğu anlaşılıyor, Öcalan fesih ve silah bırakma çağrısını 27 Şubat 2025’te yaptı. Belli ki bu çağrının zeminini zaman içinde, devletin bilgisi dahilindeki farklı görüşmelerle oluşturmuş.
Benzer bir durumun Suriye için de geçerli olduğunu düşünüyorum ve yukarıda da yazdığım gibi o zemin de oluşmak üzere.