Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Sıra Menbiç’te mi? Trump’ın Kongre konuşması & NATO’nun geleceği

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/310304741″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Yeni bir Transatlantik’le karşınızdayız. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Washington’dalar. Yoğun bir yayın olacak. Yayının ilk aşamasında Trump’ın dün Kongre’de yaptığı ilk konuşmayı ele alacağız. Daha sonra bölgeye doğru geleceğiz. Bölgeye gelmeden önce NATO’nun geleceğini de konuşacağız. Evet Ömer ve Gönül merhaba, hoşgeldiniz yayına.
Gönül Tol-Ömer Taşpınar
: Merhaba Ruşen.

Ömer, seninle başlayalım. Bu konuşmayı biraz erken yaptı. Normalde daha geç konuşuyor başkanlar diye biliyorum. Bir ay falan olmadan, ya da bir ayı biraz geçtikten sonra yaptı değil mi? Ne bekleniyordu? Ne oldu Trump’ın konuşmasında?
Taşpınar
: Trump göreve geldiği andan itibaren son derece karamsar bir tablo çizdi. Özellikle görevi devraldığı konuşmada öylesine kötümser, öylesine karanlık bir tablo çizdi ki Amerika için. Sonrasında da politikaları izledi, ülkeyi kutuplaştırdı. Bir sürü kamuoyu yoklamasına göre destek oranı tarihî oranda düşük bir noktaya geldi. Dolayısıyla Trump’tan beklenen bu konuşmada, Temsilciler Meclisi’ne ve Senato’ya yaptığı konuşmada ülkeyi birleştirici bir dil kullanmasıydı. Yani biraz daha başkan gibi davranmasıydı ve tam da onu yaptı Trump. Kendisi mealen konuşmadı. Bütünüyle prompter’lardan, danışmanlarının hazırladığı metne sadık kalarak bir konuşma yaptı. Ve en önemli özelliği –bugün basının da konuştuğu– iyimser ve ılımlı bir konuşma yaptı. Devraldığı konuşmaya oranla bütünüyle bir geri dönüş yaparak “Korkularımıza mahkûm olmayacağız, korkularımız nedeniyle yenik düşmeyeceğiz, amaçlarımız ve hedeflerimizle büyüyeceğiz, birlik içinde büyüyeceğiz” diye başladı. Son zamanlarda Amerika’da ırkçı saldırılar başlamıştı. Sadece Müslümanlara değil ama ilginç olarak Musevi cemaatinin özellikle mezarlıklarına, yani Musevilere anti-Semitik saldırılar başlamıştı. Bunları kınayan bir cümleyle başladı. “Amerika bu değil, hiçbir zaman ırkçılığa taviz vermemeliyiz” dedi. “Amerika bir sürü farklı ırktan insanın bir araya geldiği bir yerdir” dedi ve herkes alkışlamaya başladı. Dolayısıyla beklenmedik derecede iyimser, Amerika’yı öven bir konuşmayla başladı. Sonrasında da verdiği mesajlar genelde dış politika alanında değildi, ama iç politika alanında beraber çalışma yönündeydi. Yine kendi ekonomik, sosyal politikalarından bahsetti. Muhafazakârların hoşuna gidecek, vergilerin düşürülmesi gerektiği, sınırların daha fazla güçlenmesi gerektiği, Amerika’nın serbest ticaretle büyüyemeyeceği, korumacı politikaların gerektiğini anlattı. Fakat ton olarak herkesin kabul ettiği farklı bir Trump vardı. Bakalım arkası gelecek mi? Çünkü Trump sürekli karar değiştiren, sürekli geri dönüş yapan, bir istikrar yakalayamamış birisi. “Gerçek Trump kim?” konuşması yapılıyor şu anda.

Gönül, sana katılıyor musun diye soracağım. Aynı konuya devam edelim. Yalnız bir şey daha söyleyeceğim. O konuşmada diğer konuşmalarına nazaran daha az dikkat çekici cümle vardı ama, şöyle bir lafı – mealen söylüyorum: “Ben dünyayı değil Amerika’yı düşünüyorum” gibi bir şey söyledi. Bu da dünyanın geri kalanını çok daha fazla ilgilendiriyor. Dünyada hem Amerika’nın hegemonyasına yönelik eleştiri var, ama aynı zamanda da Amerika “Ben karışmıyorum ne haliniz varsa görün” dediği zaman nasıl bir dünya olabileceğini de insanlar pek tasavvur edemiyor. Burada ne derece bu noktada kalabilir? Dünyanın geri kalanıyla ilgilenmemek gibi bir şeyi gerçekten yapabilir mi?
Tol
: Aslında Obama geldiğinde de bu tür şeylerden korkulmuştu. Obama ne demişti? “Biz başka bölgelerde ulus inşasıyla uğraşacağımıza öncelikle kendi ulusumuzu inşa edelim” demişti. Hatta Amerika’nın Ortadoğulu Müslüman müttefikleri bundan çok korkmuştu, “Amerika elini eteğini çekiyor” diye. Özellikle Körfez ülkeleri sesini yükseltmişti çok. Fakat beklenen olmadı. Neden? Çünkü Arap ayaklanmaları baş gösterdi ve bölgedeki gelişmeler Amerika’yı yeniden Ortadoğu’ya çekti. Trump gelirken de daha çok izolasyon taraftarı bir dış politika izleneceğinden bahsediliyordu. Mümkün olduğunca dış dünyadaki gelişmelere kapalı bir Amerika bekleniyordu. Fakat bence yine özellikle bölgedeki gelişmeler Amerika’nın paçasını bırakmayacak. Amerika bölgede olmak zorunda kalacak. Nitekim Trump, mesela konuşmasında IŞİD’den bahsetti. Ömer’in söylediği gibi ılımlı bir konuşmaydı. “Radikal İslamcı” demedi, yine “radikal İslamî terörizm” dedi. Çok alkış aldı özellikle Cumhuriyetçiler’den bunun ardından. Fakat şunu da söyledi: “IŞİD’in hedefi sadece Hıristiyanlar değil, Müslümanlar da aynı zamanda. Bu nedenle Müslüman müttefiklerimizle çok daha yakın çalışmayı düşünüyorum” dedi. Ve Ortadoğu’ya dair Trump’ın politikasının sınırları net olmamakla birlikte –henüz detayları bilmiyoruz nasıl bir vizyon izleyecek ama– bugüne kadar attığı küçük adımlar şunu gösterdi: Angaje olmaya devam edecek dünyaya, özellikle bölgeye angaje olmaya devam edecek Amerika.

Peki sen Ömer’in söylediklerine ana hatlarıyla katılıyor musun? Daha yumuşak, daha ılımlı, herkesi kucaklamaya yönelik söylemlere sahip çıkan bir Trump. Bu kalıcı olabilir mi?
Tol
: Konuşması kesinlikle çok daha ılımlıydı. Birkaç noktada kampanya sırasında söylediklerinin altını çizdi. Meksika sınırına duvar örülmesi konusunda, yine “radikal İslamî terörizm” konseptini kullanma konusunda, kampanya sırasında söylediklerini destekledi. Fakat diğer taraftan ton olarak çok ılımlıydı. Mesela NATO’ya bağlılığının altını çizdi. Ve bence bu bir anlamda pragmatik tarafını gösteriyor Trump’ın. Sonuç olarak özellikle bu kadar Trump’a desteğin, Ömer’in söylediği gibi %42’de galiba ve bu çok düşük olarak görülüyor. Yeni göreve gelmiş bir başkan için halkın çoğunluğunun desteklemediği bir başkan. Yeni başlamış, bunu toparlamak için daha kapsayıcı, tarafları birleştiren bir başkan olmak zorunda. Nitekim Demokratlar için önemli olan bazı noktalarda mesela Demokratlar’a zeytin dalı uzattı konuşmasında. Ve bu ne kadar devamlı olabilir? Tabii Trump’la ilgili geleceğe dair projeksiyon yapmak çok güç. Fakat bence pragmatik bir insan olduğu için günün sonunda kendisine yöneltilen tepkiler, düşük destek oranı vs. onu biraz daha ortada olmaya itecektir. Dış politika konusunda da bölgedeki dinamikler, dünyadaki dinamikler dış politikayı dikte edecek diye düşünüyorum.

Ömer, Gönül “NATO’ya bağlılığını vurguladı” dedi. Şimdi Trump’ın NATO’yla ilgili mesajları çok sertti. Bir kere her şeyden önce para meselesini ortaya atıyordu. “Biz NATO’nun bu kadar yükünü taşıyamayız. Para koyarsanız varız” gibi, NATO’yu stratejik ortaklık değil bir iş ortaklığına çevirmeye yönelik çıkışları vardı. Ama anladığım kadarıyla kabinesine aldığı isimler bu konuda onu birazcık rektifiye ediyorlar. Ne dersin?
Taşpınar
: Doğru. Trump’ın refleksleri her konuda milliyetçi refleksler. Özellikle ekonomide milliyetçi. Ama dış politikada da “Amerika hep önde gelmeli” diyor. “Amerika önde gelmeli” deyince bunu ekonomik ve mali konulardaki milliyetçiliğiyle birleştirince de “Biz niye NATO’nun bankası olalım? NATO’da başka zengin ülkeler de var. Ve dış politikada biz fazlasıyla bütün dünyanın polisliğini yapıyoruz. Eğer bu rolümüze devam edeceksek NATO’nun diğer ülkeleri savunma harcamalarında gayrisafi milli hasılalarının %2’sini harcamak zorunda” diyor. “NATO’nun böyle bir kuralı var, %2 kuralı var. O %2’yi harcamadıklarında cezalandırmak istiyoruz bu ülkeleri” diyordu. Dolayısıyla şu anda aslında Savunma Bakanı Jim Mattis’in verdiği mesaj ağırlıklı olarak: “Biz NATO’ya bağlıyız. Ama sizden de elinizi taşın altına koymanızı istiyoruz” mesajıydı. Dün de Trump: “NATO’dan paralar gelmeye başladı” dedi. Hatta herkes güldü. “Benim uyarılarıma cevaplar geliyor” dedi. Dolayısıyla bir bakıma NATO’daki rolüne devam edecek gibi gözüküyor Amerika. Ama NATO’daki müttefiklerden de çok daha ciddi destek bekliyor. Bu arada Trump Pentagon’un bütçesini çok ciddi oranda artırmaya yönelik bir çıkış yaptı. 59 milyar dolar arttırmak istiyor Pentagon’un bütçesini. Pentagon’un bütçesi zaten bütün dünyadaki savunma harcamalarına denk düşüyor neredeyse. İnanılmaz bütçesi var. Bu para nereden gelecek sorusuna, “Gerekirse dış yardımdan, Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesinden keseriz” dedi. Bu da çok ciddi tepki yarattı. Dolayısıyla bu konuda da Trump zorlanacak. Bütçe oluşturmakta, savunma harcamalarını bu kadar artırmakta zorlanacak ve Kongre’den geçmesi gerek bu bütçe kanunlarının. Kongre’de de bazı ılımlı muhafazakârlar ve Demokratlar “Hayır” diyebilir. Dolayısıyla dünkü Kongre’ye uzlaşmacı zeytin dalı bir bakıma bu bütçenin geçmesini sağlamak için olacak. Fakat zaten bütçesi Pentagon’a göre zayıf olan Dışişleri Bakanlığı’ndan para kesip, dış yardımdan para kesip Pentagon’a daha fazla para aktarma meselesine askerler bile tam olarak sıcak bakmıyorlar. Çünkü böyle olduğunda, dış politika konularında, dış yardım konusunda yapılması gereken şeyleri Pentagon yapmak zorunda kalıyor.

Burada Pentagon demişken Gönül, Pentagon’un hazırladığı, IŞİD’e karşı çok meşhur bir program var, plan var. Daha doğrusu bir taslak. Bunun hazırlanıp Trump’a verildiği söylendi, ama detayları bilinmiyor. Üzerinde çalışılacağı söyleniyor. Biliyoruz ki Trump, “Bir ayda” demişti; hatta, “Bir ay içerisinde bir plan alacağım ve o planla IŞİD’i yok edeceğiz” gibi büyük vaatlerde bulunmuştu. Özellikle medyada bu konuda birtakım haberler çıkıyor mu? Bu plan neyi içeriyor? Yeni, bilmedik ne olabilir? Ne gibi tartışmalar var?
Tol
: Tabii planın detaylarını bilmiyoruz Ruşen. Ama çıkan, sızdırılan bazı şeyler var. Ona göre, aslında ilginç bir şekilde, Pentagon’un bütçesini çok artırdı ve bu da Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesinde yüzde 30’a yakın bir kesintiyi öngörüyor. Fakat Pentagon’un sunduğu IŞİD planı aslında sadece askerî plan değil. O anlamda IŞİD’le mücadelenin –ki Trump dış politikasının önemli ayaklarından biri IŞİD’le mücadele– sadece askerî araçlarla yapılamayacağını, diğer farklı bakanlıklarla, diplomasiyle, Dışişleri Bakanlığı’yla ve bütün diğer bakanlıklarla ortak yürütülmesi gereken bir strateji olduğunu duyuyoruz medyaya sızdırılan haberlerden. Dolayısıyla IŞİD’e karşı kapsamlı bir mücadele öngörüyor yeni plan. Bu bir parça sürpriz. Çünkü birçok insan şunu bekliyordu: Trump yönetimi mümkün olduğu kadar dünyadan elini eteğini çekecek. Bu da şu anlama geliyor: Meselelere tamamen askerî çözümler bulunacak. IŞİD’le mücadelede havadan bombalayacak, müttefiklere silah verecek ve askerî bir bakış açısı olacak bölgeye deniyordu. Tabii onaylar mı bunu Trump bilemiyoruz, ama Pentagon’un sunduğu plan şunu öngörüyor: “Mümkün olduğunca farklı bakanlıkla çalışalım, çünkü radikal İslamcı terör denen şey çok-boyutlu bir şey ve sadece askerî araçlarla çözülemez”. Planın ayaklarından bir tanesi bu. Bir diğeri de IŞİD’i global bir fenomen olarak görüyor. Yani “Sadece Suriye ve Irak’takiyle mücadele etmeyeceğiz, aynı zamanda Afganistan’da, Yemen’de ve Libya’da da bizim ciddi bir yol haritamızın olması gerekiyor” diye. Bu alanda özellikle müttefiklerle çalışmayı öne çıkarıyor. Fakat aynı zamanda Amerikan askerinin sahaya sürülmesi. Mesela Suriye’de biliyorsun bugüne kadar beş yüze yakın Amerikan Özel Kuvvetleri vardı oradaki lokal güçlere yardım eden. Bundan çok daha ciddi bir Amerikan askerî varlığı da planın bir parçası. Fakat bu neredeyse bir B planı olarak öne sürülüyor. Asıl vurgu yapılan: “Lokal güçlerle çalışalım.” Bizim lokal güçlerden anladığımız da daha çok Kürtlerle çalışmak. Planın parçası olarak Kürtlerin daha fazla silahlandırılması söz konusu. Şimdiye kadar öğrenebildiklerimiz bu kadar.

Bu konuya tekrar döneceğiz. Ömer, malum, hep konuşulagelen, tartışılagelen husus var. Transatlantik’te de defalarca konuştuk. Suriye’de bir seçim yapmak zorunda olduğu varsayılıyor ABD’nin. Bir tarafta yerel güçler olarak Kürtlerin ağırlıkta olduğu Suriye Demokratik Güçleri, bir diğer tarafta da Ankara bastırıyor: “Onlarla yapmayın, beraber yapalım” diyor. Bu ne zamandan beri böyle olan, Obama zamanından miras kalan ve buna bağlı olarak da demin Gönül’ün bahsettiği Kürtlerin silahlandırılıp silahlandırılmaması meselesi. Bu konuda yeni bir şey olabilir mi? İki arada bir derede kalmak, Türkiye’yi ürkütmeden Kürtlerle işbirliği yapmak, bu bildiğimiz statükonun değişme ihtimali herhangi bir şekilde olabilir mi? Daha teorik bir şey soruyorum.
Taşpınar
: Güçlü bir ihtimal yok bence, değişme ihtimali konusunda. Hatta bana göre Trump Kabinesi’ne baktığında bu kadar ciddi general olması, askerlerin olması işin içinde, özellikle Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster, Savunma Bakanı Jim Mattis gibi isimlerin karar verici pozisyonlarda olması, askerlerin PYD’yle beraber çalışmak istediklerini düşünürsek ve askerlerin siyasetten önce sahadaki dinamikleri ve sonuç alma konusunu daha ön planda düşündüklerini varsayarsak, Kürtleri bir köşeye bırakıp: “Hadi Türkiye’yi üzmeyelim, Türkiye’nin planına bakalım” demeleri çok zayıf bir ihtimal gibi geliyor bana. Amerika’da Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon kırılması var. Dışişleri Bakanlığı Türkiye’nin önemli bir ülke olduğunu ve İncirlik’in tehlikede olduğunu söylüyor. Askerler ise: “Rakka’yı alacak mıyız almayacak mıyız? Alacaksak elimizdeki güçlere bakmamız lazım. Ya biz asker sokacağız çok daha ciddi…” ki bunu istemiyorlar, öyle gözüküyor, kamuoyu istemiyor, “ya da eldeki güçlerle gideceğiz.” Türkiye ne kadar asker veriyor? “Türkiye’nin hayalet ordusu” diye bir şey var. Türkiye’nin her zaman sanki çok şey yapabilecekmiş gibi konuşup, faaliyete geldiği zaman, askeri koymaya geldiği zaman gerekli derecede somut adımlar atmadığı söyleniyor. Ayrıca Türkiye ordusunun zayıfladığı konusunda da belirli göstergeler var. Dolayısıyla bana göre çok güçlü ihtimal, Amerika Rakka’ya Kürtlerle beraber girecek. Arkasından da Türkiye’nin gönlünü almak için belli adımlar atacak. Kürt meselesinde olsun, belki Fethullah Gülen meselesinde olsun, Türkiye’yi bir şekilde kaybetmemek için adımlar atacak. Hatta belki bu savunma sistemi konusunda bile, Türkiye’nin Rusya’dan füze savunma sistemi almaması için belki o konuda bile Türkiye’nin hoşuna gidecek bazı adımlar atabilirler. Ama Rakka meselesinde PYD’siz bir formül bana göre Trump’ın şu denkleminde, bugünkü kurduğu kabinede, askerlerin bu kadar ön planda olduğu bir kabinede mümkün değil.

Peki Gönül, Cumhurbaşkanı geçen Pakistan’a giderken çok net bir açıklama yaptı biliyorsun. “El Bab halloldu ve şimdi sırada Menbiç var” dedi. Menbiç de biliyoruz ki uzun süre önce –bayağı oldu çünkü– Suriye Demokratik Güçleri tarafından IŞİD’in elinden alınmıştı. Bu gerçekten olabilir mi? Bugün de birtakım haberler geliyor. Menbiç civarında TSK’nın desteklediği Özgür Suriye Ordusu güçleriyle Suriye Demokratik Güçleri arasında çatışmalar çıktığı söyleniyor. TSK jetlerinin SDG mevzilerini bombaladığı yönünde haberler de vardı. Çok teyit edilmemiş şeyler, ama bunlar bayağı duyulmaya başlandı. Bunlar ne derece ciddi sence? Ne olabilir burada?
Tol
: Bunu cevaplamadan önce Ömer’in söylediği bir şeye referans vermek istiyorum. Çünkü aslında bu senin sorduğun soruyla da alâkalı. Pentagon’un IŞİD raporunda, planlardan bir tanesinin Suriye’de IŞİD’le mücadele ve özellikle Rakka operasyonu için sahaya Amerikan askeri sokma olduğundan bahsetmiştik. Fakat tabii bu Pentagon’un A planı değil. Pentagon bunu hiç istemiyor. Özellikle şimdi mesela Yemen’de bir operasyonda bir Amerikan askeri öldü. Kongre’de yaptığı konuşmada o askerin ailesine özel yer verdi Trump ve generalleri suçladı. “Sizin oğlunuzu generaller öldürdü” dedi. Şimdi bunun Pentagon’da yarattığı bir anksiyete var. Nedir o? Eğer Trump sıkışırsa sahada kötü giden her şey için askeri suçlayabilir korkusu var. Bu nedenle de mümkün olduğunca sahaya asker sokmama eğilimi var Pentagon’da. Bu ne demek oluyor? O yüzden lokal güçlerle çalışmak Pentagon’un IŞİD’le mücadelede ana damarı. Lokal güçler de bahsettiğimiz Kürtler. Buradan senin soruna geçiş yapmak istiyorum. Menbiç konusunda Türkiye bunu söylüyor. Moskova’da Erdoğan’ın danışmanlarından bir tanesi de söyledi. “Menbiç’i aldıktan sonra operasyon bitecek” vs. dedi. Bu bana çok güç görünüyor. Çünkü El Bab’da ne kadar zorlandığını gördük. Türkiye medyasında bu bir başarı olarak gösteriliyor fakat El Bab operasyonu aslında Türkiye’nin ordusunun ve Türkiye’nin desteklediği sahadaki Arap güçlerin, ÖSO’nun gücünün aslında ne kadar kısıtlı olduğunu gösterdi. Bir üst düzey Pentagon yetkilisiyle konuştuk. O da benzer bir şey söyledi. Dedi ki: “Aslında El Bab çok daha kolay alınabilecek bir yer Menbiç’ten. Lojistik açıdan, sınıra yakınlık vs. açısından Türk ordusu tarafından çok kolay düşürülebilecekken aylar sürdü. Ve inanılmaz zorlandı. Aslında Türkiye’nin El Bab operasyonu, Türkiye her ne kadar bunu bir başarı olarak satmaya çalışsa da, aslında bizim açımızdan Türkiye’nin El Bab operasyonu vasat bir operasyondu” dedi. Ve bu vasatlığın altında yatan nedenlerden biri olarak da Türk ordusunun içerisinde bölgeyi bilen, Amerika’yla yakın çalışan askerlerin görevden ayrılmasını söyledi. “Artık o bizim çalışmaya alıştığımız, bölgeyi çok iyi bilen askerler yok. Bu da sebeplerden bir tanesi”. Sahadaki sebepler yüzünden, ÖSO’daki çatlak yüzünden vs. El Bab operasyonu çok uzun ve zorlu oldu. Ayrıca aynı yetkili “Erdoğan’ın hayalet ordusu”na da referans verdi. “Türkler sürekli gelip Washington’a diyorlar ki ‘Bırakın Kürtlerle çalışmayı. Biz size Araplardan oluşan, bizim ordumuzun desteklediği bir orduyla gelelim, Rakka’yı onlarla alalım’. Fakat yok böyle bir ordu” diyor bu yetkili. Dolayısıyla El Bab’da bu kadar zorlanmışken Türkiye, Menbiç çok daha zor olacak. Menbiç operasyonu bir kere Amerika’nın desteklemediği bir operasyon. Nitekim dediğin gibi sosyal medyada da gördük, CENTCOM da Twitter hesabından fotoğraflar paylaştı. Menbiç’teki PYD’li savaşçıların savaşa hazır olduğuna dair bir tweet attı. Aynı zamanda Amerika’nın özel kuvvetleri Menbiç civarında YPG güçlerini eğitirken fotoğraflandılar. “Kendilerini savunmak için eğitiyoruz” dedi oradaki Amerikalı yetkililer. Kime karşı savunacaklar Menbiç’i? Türkiye’ye karşı savunacaklar. Dolayısıyla Amerika Türkiye’nin Menbiç operasyonunu desteklemiyor. Ve El Bab’dan çok daha güç olacağı için bana zor geliyor. Daha dün zannediyorum Özgür Suriye Ordusu’ndan bir yetkili, isim verilmiyor ama zannediyorum Foreign Policy muhabiriyle konuşan bir yetkili dedi ki: “Türkiye Menbiç’e ilerleyelim istiyor, ama biz bunu çok olası görmüyoruz” dedi. O yüzden ben de sahadaki dinamiklere baktığımda Menbiç’in çok güç olacağını düşünüyorum.

Ömer, Gönül ben sormadan bahsetti o fotoğraflardan, Amerikan ordusunun Merkez Komutanlığı’nın Twitter’dan paylaştığı. Hatta şöyle paylaşmıştı bir tanesini: “Genel istek üzerine kadın savaşçılardan başka fotoğraflar”. “Popular demand üzerine” diye söylemişti. Hatta sonra Türkiye’de özellikle bu kadınların kimilerinin yaşlarının küçük olduğu, öyle gözüktüğü ve bunların çocuk savaşçı olduğu üzerine bayağı sesler çıktı. Bunun üzerine de bir açıklama yapıldı. Dendi ki: “Biz yaşlarını sormuyoruz. Bizim için önemli olan…” vs.. Şimdi böyle resmî bir hesaptan, Amerikan ordusunun resmî bir hesabından böyle bir fotoğraf yayınlanması çok şaşırtıcı değil mi? Ben açıkçası görünce çok şaşırdım ve hemen retweet’ledim, hızla başkalarının da aynı şeyi yaptığını gördüm. Bayağı bir tartışma yarattı. Ne dersin, bu bir meydan okuma mı yoksa bir hata mı?
Taşpınar
: Hata değil. Merkez Komutanlığı CENTCOM daha önce de PYD’yle PKK’nın farklı olduğuna yönelik bir basın açıklamasını –ki bunu zannediyorum PYD yapmıştı– tweetlemişti. CENTCOM’un amacı bir şekilde Kürtlerle çalışmak. CENTCOM Amerika’nın bu bölgeye bakan, Ortadoğu’ya ve yakın Asya’ya, Afganistan, Pakistan taraflarına bakan kuvvet komutanlığı; aslında kesinlikle Kürtlerle çalışmak istiyor. Ama aynı zamanda bir de NATO var, yani Avrupa Komutanlığı. Avrupa Komutanlığı Pentagon içinde, askerlerin içinde, Türkiye’nin içinde olduğu görev alanı. Türkiye bir NATO üyesi ve aslında Merkez Komutanlığı CENTCOM’un görev alanı içinde değil, Türkiye NATO ve Avrupa Komutanlığı’nın görev alanı içinde. Orada birazcık temkinli davranmak istiyorlar. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Amerikan sistemi içinde, hatta Pentagon içinde bile bir çokseslilik var. Pentagon kesinlikle Kürtlerle çalışmak istiyor ve bu tür kamu diplomasisi diyebileceğimiz adımlar atabiliyor. Bunlar genelde kamuoyuna yönelik ve Türkiye’ye de mesajlar. Yani “Biz hazırız Kürtlerle çalışmaya” mesajı. Avrupa Komutanlığı, Amerikan Genelkurmay Başkanı –ki İncirlik’e çok sık gelmeye başladı– bir şekilde Türkiye’ye: “O kadar korktuğunuz gibi değil. Sizi de dinlemek istiyoruz. Merak etmeyin. Sizin endişelerinizi de kale alıyoruz” mesajını veriyor ve bir dengeleme politikası izlemeye çalışıyor. Amerika sistemine değinmek istiyorum Ruşen. Türkiye, Dışişleri Bakanlığı olsun, Pentagon olsun, daha çok Avrupa’yla ilgilenenlerin görev alanı içinde. Yani Dışişleri Bakanlığı da Avrupa ve Avrasya Dairesi’nde. Pentagon da NATO Dairesi’nde. Ama Suriye ve Irak Ortadoğu Dairesi içinde. Dolayısıyla Türkiye bazen bu Amerika’nın kurduğu iki sistem içindeki çatlağın arasında kalıyor. Yani Türkiye’yi önemseyen isimler masada olmuyorlar ve Türkiye’nin kaygıları Avrupa Dairesi tarafından dillendirilirken o insanlar Ortadoğu’yla ilgili kararlarda masada olmuyorlar. Dolayısıyla buradan da çıkan bir koordinasyon eksikliği oluyor. Türkiye de “Amerika’da kim bizim muhatabımız? Pentagon’da kimle konuşacağız?” sorusuyla karşı karşıya kalıyor.

Evet, burada noktayı koyalım. Bu arada oğlan nasıl, büyüyor değil mi?
Tol
: Büyüyor, uyumuyor ve ağlıyor.

O zaman bir yayında onun da simasını görürüz belki. Çok selam söyleyin kendisine. Evet Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a çok teşekkürler. Transatlantik’i burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İzlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.