Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Fethullah Gülen ve Cemaat gerçeği – 4: Cemaat’in dış bağlantıları



Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba. “Fethullah Gülen ve Cemaat gerçeği” yayın dizimizin dördüncü bölümüyle karşınızdayım. Şimdi, bugün Gülen Cemaati’nin dış bağlantılarını ele alacağım. İlk gün “Batı neden Gülen Cemaati’ne daha yakın?” diye bir yayın yapmıştım. Onun bir nevi tekrarı gibi görünebilir. Tabii benzer birtakım ortak noktalar var ama, özellikle şunun altını çizmem lazım: Gülen Cemaati denince şu anda aklımıza Pensilvanya ve Batı geliyor, yani ABD ve genel olarak Batı geliyor, ama Gülen Cemaati’nin yurtdışındaki varlığı öncelikle Batı-dışı yerlerde, yani Doğu’da, Asya’da çok güçlü bir varlığı var. Afrika’da çok güçlü bir varlığı var. Daha sonra yine Batı sayılabilir belki ama, Latin Amerika gibi yerlerde varlığı var. Buralarda esas olarak okullar şeklinde örgütlenen küresel bir yapıdan bahsediyoruz.

Yurtdışındaki okulların gelişimi

Ama işin başına gelecek olursak, Fethullah Gülen daha 1980’li yıllarda İzmir’de verdiği vaazlarda özellikle, taraftarlarını yakın zamanda Orta Asya’ya yönelik hazırlık yapmaya çağırmıştı. Bir nevi komünist sistemin çöküşünü ve Sovyetler Birliği’nin dağılacağını öngördüğünü varsayabiliriz. Nitekim Gülen Cemaati’nin ilk faaliyetleri Orta Asya’da eski Türk cumhuriyetlerinde oldu. Özbekistan’de mesela çok etkiliydi, ama daha sonra Özbekistan’ı diktatörce yöneten İslam Kerimov belli bir aşamadan sonra Cemaat’in okullarını yasakladı. Ama onun dışında Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan, Azerbaycan gibi yerlerde çok ciddi bir örgütlenmeye gitti Gülen Cemaati. Önce Müslüman ülkelerde yaşanan bu örgütlenmenin –küçük ülkeleri saymazsak– İran, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri dışında hemen her ülkede okulu ya da okulları var. Bazı yerlerde okulların sayısı çok fazla, bazı yerlerde biraz daha az, bazı yerlerde üniversiteler bile var. Bunlara bağlı olarak bazı yerlerde radyolar da açıyorlar, onu biliyorum. Şirketler kuruluyor. Ama Gülen Cemaati sadece bununla sınırlı kalmadı. Müslüman olmayan yerlerde de çok ciddi bir şekilde Gülen Cemaati’nin okulları var. Bu okullarda tedrisat esas olarak bu ülkenin dili ve İngilizce yapılıyor. İsteyenlere seçmeli ders olarak Türkçe veriliyor. Türkçe eğitim yapıldığı yok. Ama Türkçe öğrenmek isteyenler de Türkçe öğreniyorlar.
İlk başta bu okullar devlet tarafından şüpheyle karşılandı, ama Turgut Özal’ın, başbakanlığı ve sonra cumhurbaşkanlığı döneminde askere rağmen bunlara bir şekilde destek verdiğini biliyoruz. Daha sonraki dönemlerde Tansu Çiller başbakanlığında yine destek aldılar. Bülent Ecevit’in Fethullah Gülen’le de özel bir ilişkisi olduğunu biliyoruz; o da buna sıcak baktı. Açıkçası AKP iktidarından önceki dönemde Necmettin Erbakan dışındaki –MHP lideri Alpaslan Türkeş’in de Cemaat’le arası hiç fena değildi– siyasî parti yöneticilerinin hemen hemen hepsi bir şekilde Gülen Cemaati’nin ülke içi ve özellikle de dışındaki faaliyetlerine sempatik baktılar. Hatta şöyle düşünenler de vardı: Türkiye içindeki faaliyetlerine şüpheyle bakıp yurtdışındaki faaliyetlerine “Türkiye’nin propagandası yapılıyor, Türkçe öğretiyorlar” şeklinde sıcak bakanlar da oldu. Türkiye’nin bu faaliyetlerin ne kadar geniş çapta olduğunu anlaması da o Türkçe Olimpiyatları’nın başlamasıyla oldu. Burada dünyanın dört bir tarafından gelen öğrencilerin Türkçe yaptıkları gösterilerle beraber olayın ne kadar büyük, küresel bir olay olduğu ortaya çıktı. Ve biliyoruz ki bu olimpiyatlara çok yakın zamana kadar AKP iktidarının üst düzey yöneticileri, Recep Tayyip Erdoğan da dahil olmak üzere katıldılar ve bunları gerçekten öve öve bitiremediler. Bunu da biliyoruz.

Cemaat’in dış dünyadaki nüfuzu

Bu okulların açılmasının esprisi nedir diye bakıldığında, bir anekdot anlatmama izin verin. Bir çocukluk arkadaşım –kendisi Nakşibendi’dir, dindar birisidir, Afrika’da da birtakım ticari faaliyetleri var kendisinin– Afrika’ya iş icabı gittiği zaman oradaki Gülen Cemaati’nin okullarından birisini de ziyaret ediyor ve orada okulun yöneticisiyle konuşuyor. Orası, o bölge, Afrika’nın bazı yerlerinde Müslümanlar çok güçlü bir şekilde var ama o bölgede Müslümanlar çok kalabalık değil. Öğrencilerin de büyük bir çoğunluğu, belki de hepsi Müslüman olmayan ailelerin çocukları. Arkadaşım büyük bir heyecanla etkilenmiş tabii Türkiye’den gidip Afrika’nın bir köşesinde bir Türk okulu görmekle. Müdüre saf bir şekilde, “Bu öğrencilerin ne kadarı İslam’ı seçiyor?” diye sorunca, müdür büyük bir tepki vererek “Aman, ne diyorsunuz? Böyle bir şey olamaz, bunu yapmaya kalkarsak biz burada barınamayız” demiş. Yani bu okullar bir tür oranın insanlarını İslam’a ya da Gülen Cemaati’nin İslam yorumuna çekmeyi doğrudan hedefleyen okullar değil. Öyle yapmaya kalksa bulundukları yerlerde sorunlar yaşayabilecekleri için buralarda gayet sakin, iyi bir eğitim veriyorlar. Genellikle bulundukları geri kalmış ülkelerdeki okullarda özellikle bu söz konusu. Bulundukları ülkenin ya da bölgenin elitlerinin çocukları tercih ediliyor. Seçkin bir okul oluyor çünkü buralar. Ve bu okullardan mezun olanlar, diyelim ki Afrika’da, Asya’da, Orta Asya’da Gülen Cemaati’nin okullarından mezun olan öğrencilerin kariyer yapma imkânı daha fazla oluyor — yabancı dil bildikleri için, çok sıkı bir eğitim aldıkları için. Ve daha sonra onların ileride bulundukları ülkelerde ekonomide, siyasette, devlet yönetiminde etkili olmaları durumunda da Gülen Cemaati’nin çok ciddi bir nüfuzu oluyor.
Şimdi ilk okulların 90’lı yılların başlarında kurulduğunu düşünürsek kaç yıl yapıyor? Neredeyse bir kuşak, yaklaşık yirmi beş yıldır Gülen Cemaati’nin okulları dünyanın dört bir tarafında faaliyet gösteriyor ve buralardan insanlar mezun oluyorlar. Ve mezun oldukları okullarla, öğretmenleriyle ve bu hareketi yani bu okul hareketini yapan yapıyla da ilişkilerini bazıları sürdürüyor. Ve bu çok ciddi bir güç, nüfuz sağlıyor Gülen Cemaati’ne. Ve bu anlamda baktığımız zaman, Fethullah Gülen’in daha 1980’li yıllarda bunu görüp buraya yatırım yapmış olduğunu gördüğümüz zaman, çok geniş çaplı bir perspektiften bahsetmemiz gerekiyor. Ben Âyet ve Slogan’da Fethullah Gülen’in İzmir’de yaptığı bir vaazdan alıntı yaptığımda, orada daha ortada Sovyetler Birliği’nin yıkılması söz konusu değilken Orta Asya’ya işaret etmiş olduğunu ve insanları oralara gitmek için hazırlık yapmaya davet etmiş olduğunu göstermiştim. Buna benzer örnekler çoğaltılabilir. Zaten Fethullah Gülen –hatırlayacaksınız– verdiği röportajların büyük bir kısmında fotoğraf çektirirken dünya haritası üzerinde fotoğraf çektirir ve oralar üzerinden tahliller yapar. 17-25 Aralık Süreci’nde de–hatırlayacaksınız– karşılıklı tapeler yarıştırılırken, Gülen’in yaptığı konuşmalarla ilgili sızdırılan, devlet tarafından sızdırıldığı belli olan tapelerde de, Gülen’in dünyanın değişik yerleriyle, Afrika, Azerbaycan gibi yerlerle ilgili bilgi aldığını ve talimat verdiğini görmüştük. Bunlar Cemaat’in birinci derecede önem verdiği yapılar.
Genellikle şöyle bir sistemle çalışıyor: Dünyanın herhangi bir yerinde okul açılacağı zaman Fethullah Gülen oralarda okul açmak için Türkiye’nin belli bir bölgesini, diyelim ki büyükse bir il ya da küçükse bir ilçeyi, ilçedeki Cemaat’in insanlarını sorumlu atıyor. Diyelim ki Uganda’da bir okul açılacak. Kahramanmaraş’a görev veriyor. Kahramanmaraş’taki Cemaat’in içerisinden insanlar bir şirket kurup, gidip oralarda incelemeler yapıyorlar, orada yer buluyorlar. Genellikle o ülkeler, geri kalmış ülkelerde özellikle okul ihtiyacı çok yüksek olduğu için devletlerden de teşvikler buluyorlar. Ve hızlı bir şekilde, Cemaat’in havuzundan yararlanarak –bu havuzun içerisinde öğretmen var, yönetici var, idareci var ve en önemlisi bu işlerin nasıl yapılacağı konusunda bir bilgi var– orada o okulu açıyorlar. Ve bu arada tabii bu kişiler bunu yaparken o ülkeye gide gele, o ülkeyle isterlerse –ki isteyen çok oluyor– ticaret de yapıyorlar. Böylece eğitim üzerinden kurulmuş olan çok ciddi bir faaliyet yaşanıyor.

Devletin Gülen okullarına desteği

Bu olay çok gelişti. Yüzlerce okulun olduğunu, dünyanın hemen hemen her köşesinde okulların olduğunu biliyoruz. Şimdi bu okullar dünyada her devletin, iddialı devletin ilgisini çeker. Türkiye Cumhuriyeti Devleti uzun bir süre, demin söylediğim gibi yarım yamalak bir şekilde ilgilendi. Ama daha sonra, 28 Şubat’la beraber açık bir şekilde tavır alındı. Ama AKP iktidarıyla beraber biliyorsunuz, Dışişleri Bakanlığı’nın genelgesiyle bu okullarla aradaki buzlar eritildi ve Türkiye’nin temsilcilikleriyle bu okulların ilişki kurması teşvik edildi ve beraber çalışmaya başladılar. Beraber çalışmaya başladıkları zaman devletten de destek alınca, belli kolaylıklar görünce Cemaat’in yurtdışındaki faaliyetleri giderek güçlendi. Bu anlamda Cemaat’in altın çağını AKP iktidarı döneminde yaşadığını net bir şekilde söyleyebiliriz. Birçok yerde Türkiye’nin resmî temsilciliklerinden önce artık okullar bilinir oldu, Cemaat’in organları bilinir oldu, oradaki varlıkları bilinir oldu. Ve AKP yöneticileri, bakanlar, başbakanlar, değişik yöneticiler bir ülkeye gittiklerinde havaalanlarında o okulların öğrencileri tarafından karşılandılar, gittiklerinde buraları ziyaret ettiler falan. AKP döneminde bir iç içelik oldu. Daha sonra tam tersi bir sürece girdik 17-25 Aralık’la beraber, öncesinde MİT krizi, dershane krizi. Ve şimdi AKP yönetimi, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan Cemaat’in yurtdışındaki bu varlıklarını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Ya onları ülkelere şikâyet ediyor, ya karşılarına başka okullar kurmaya çalışıyor vs. Ama bu o kadar kolay olabilecek bir şey değil. Çünkü neredeyse çeyrek asırı aşan bir faaliyet, çok büyük bir dinamizm var. Her şeyden önce burada insanlar kendilerini bir davaya adamış olarak çalışıyorlar. Şöyle bir örnek verelim: Diyelim ki devlet bugün Uganda’da bir okul açmak istesin –ki yakınlarda yanılmıyorsam Cumhurbaşkanı Erdoğan oralara da gitti–, bir lise açmak istesin, bir kolej açmak istesin. Bir tarafta da Cemaat’in koleji olsun. Cemaat’in kolejinin Cemaat’e maliyeti eğer yılda farzımuhal yüz bin dolarsa, devletin kolejinin devlete maliyeti en aşağı beş yüz bin dolar olacaktır. Bunun da önemli bir kesimini personel maaşları oluşturacaktır. Çünkü Cemaat’in son derece yetişmiş personeli buna bir dava olarak, profesyonel olmaktan ziyade dava olarak baktığı için, burada çok az paraya, bir nevi feragat ederek, fedakârlık ederek çalışıyor. Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti Uganda’ya buradan İngilizce bilen, orada diyelim ki Ugandalı çocuklara İngilizce veya kimya anlatacak bir öğretmen yollamaya kalksa, çok büyük paraları gözden çıkarmak zorunda kalacaktır. Şimdi bu kadar büyük bir küresel ağa sahip olan Cemaat’in sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil, diğer iddialı devletlerin hepsinin de ilgisini çekmesi kaçınılmaz. Bunların başında tabii ki Amerika Birleşik Devletleri geliyor, Rusya geliyor, İsrail geliyor, Avrupa ülkeleri kısmen geliyor. İddiası olan herkes, dünyaya dert edinen devletlerin hepsi Cemaat’ten bir şekilde haberdar. Eğer Cemaat’in Afrika’daki, Asya’daki okullarını bilmiyorlarsa bile kendi ülkelerinde de okulları var. Cemaat’in şu anda ABD’de çok sayıda okulu var, Avrupa’da da çok sayıda okulları var. Buraya sadece Türkiye asıllı göçmenler gitmiyor. Değişik değişik yerlerden de, o ülkenin vatandaşları da gidebiliyor. Dolayısıyla buralarda, Cemaat’in bu küresel gücü, network’ü, sadece okullar üzerinden kurmuş olduğu network bile Cemaat’i küresel anlamda bir aktör ilan ediyor. Ve Cemaat’in aynı zamanda ilk bölümde söylediğimiz gibi İslam’ın ılımlı bir yorumunu savunuyor olduğu ya da savunuyor gibi yaptığını düşünürsek, Cemaat’in önemi birçok güç nazarında artıyor, özellikle ABD nazarında.

Cemaat-ABD ilişkisi

ABD’nin, Fethullah Gülen’in Pensilvanya’daki ikametine bunca zaman izin vermesi, buranın sadece bir din adamının bir nevi gönüllü sürgün yaşadığı bir inziva yeri olmaktan ziyade küresel bir hareketin ana karargâhı olmasına izin vermesi arasında çok ciddi bir fark var. Burası Fethullah Gülen’in karınca kararınca mütevazı bir hayat sürdüğü bir yer değil. Kocaman bir çiftliğin içerisinde bir yer. Ve buraya aynı zamanda sürekli onlarca kişi gidip geliyor. Sürekli ziyaretçileri var ve bu ziyaretçiler sadece Türkiye’den değil, dünyanın dört bir tarafından geliyor. Herhalde en iyi FBI –ki takip ediyorlardır gireni çıkanı vs. – buranın Gülen hareketinin küresel ana karargâhı olduğunu biliyordur. Tabii ki Amerika’da işler yasalara göre yürüyor. Ama 11 Eylül gibi bir olay yaşandıktan sonra, dünyada ABD’nin uygulamalarına baktığımız zaman, Müslümanlara yönelik, İslamcılara yönelik uygulamalarına baktığımız zaman Fethullah Gülen’e sağlanan bu alan kesinlikle onun yaptıklarından şikâyet edilmiyor, hatta memnun olunuyor anlamına rahatlıkla gelecektir. Dolayısıyla Fethullah Gülen’in küresel anlamdaki faaliyetleri ABD’nin bilgisi ve rızasına sahiptir. Tabii buradan hareketle çok spekülasyon yapılıyor, komplo teorileri üretiliyor ve 15 Temmuz’a kadar bunlar taşınıyor. Bunların üzerine şu anda çok fazla konuşmamız için fazla bir bilgi yok. Ama daha önce söylediğim gibi, şunu söyleyebilirim: Eğer bu Gülen Cemaati’nin düzenlediği bir darbeyse –ki ben böyle olduğuna inanıyorum– bu darbeden Fethullah Gülen’in haberi olmamış olamaz. Dolayısıyla eğer bu darbeyi Gülen Cemaati tezgâhlamışsa, bu darbenin esas planlandığı, geliştirildiği yer ABD içerisinde Pensilvanya’dır. Bunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz.

Batı ile ittifakı önceleyen ılımlı İslam perspektifi

Şimdi bir başka boyuta bakalım. Fethullah Gülen ve cemaatinin dünyadaki bağlantılarına baktığımız zaman şunu çok net bir şekilde ayrıştırmamız gerekiyor: Fethullah Gülen’in duruşu İslamcı bir duruş değil ya da bildiğimiz anlamda İslamcı bir duruş değil. İslamcı bir duruş, İslamcılık ilk ortaya çıktığı 19. yüzyıldan itibaren Batı’ya karşı bir tepki çıkışlıdır. Yani İslam dünyasının geri kalmışlığı, sömürgeleştirilmiş olması vs.’sinden, hepsinden Batı sorumlu tutulur. Ve İslam dünyasının kalkınması, gelişmesi, bağımsızlığına kavuşmasının yolu olarak kendi içerisinde dayanışma alanının güçlenip İslam’a –kendi tabirleriyle gerçek İslam’a– dönerek bir güç oluşturup Batı’ya karşı bir meydan okuyuştur İslamcılık. Yani Türkiye’de Milli Görüş hareketinin –Erbakan bunu çok net bir şekilde yapıyordu biliyorsunuz– Batı’ya karşı dünya İslam birliği kurma iddiasıyla yola çıkmıştır. Bu İslamcı bir duruştur. Başarılı olur, olmaz o ayrı. Rakibi Batı’ydı. Ama Fethullah Gülen’in yaptığı farklı bir şey var. Fethullah Gülen İslam dünyasının ve Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan esas olarak Batı’yı değil, o toplulukların kendisini sorumlu tutuyor ve bu toplulukların iyileştirilmesi için Batı’yla ittifakı önceliyor. Yani kendi içinden çıktığı toplumu ıslah etmek için, düzeltmek için Batı’yla işbirliğine gidiyor. Kendi toplumunu güçlendirip onunla dayanışma içerisinde Batı’ya meydan okumak yerine, tam tersine Batı’yla yan yana durup kendi toplumuna meydan okumak diye özetleyebiliriz bunu. Bu çok ciddi bir duruş farkı ve bu ciddi duruş farkı nedeniyle bunu anlayan, özellikle Batı’da Gülen’in ve Gülen Cemaati’nin bu duruşunu anlayan Batılılar, dolayısıyla tabii ki Gülen Cemaati’ni tercih ediyorlar. Çünkü Gülen Cemaati onlara diyor ki: “Siz bu işleri biliyorsunuz, bana yardımcı olun ve ben bu İslam dünyasının içindeki yanlışları, terörizmi, radikalizmi, geri kalmışlığı vs.’yi halledeyim” diyor. Ama onun karşısında, mesela Tayyip Erdoğan ne diyor? “Bizde terör varsa, radikalizm varsa, geri kalmışlık varsa bunun nedeni biz değiliz; sizsiniz” diyor Batı’ya. Bunu yakın bir zamana kadar dedi, hâlâ diyor; sadece Tayyip Erdoğan değil, dünyanın dört bir tarafındaki İslamcı hareketler. Dolayısıyla Fethullah Gülen tercihini İslam dünyasından değil Batı dünyasından yana yapmış birisi. Bu duruşu nedeniyle de kendisine öteden beri hep birtakım şeyler atfedilir. Çok iyi biliyorum, 1985 yılında gazeteciliğe başladığım ve İslamî hareketler üzerine çalışmaya başladığım andan itibaren tanıştığım, görüştüğüm İslamcıların, farklı gruplardan, farklı cemaatlerden İslamcıların hemen hemen hepsi Fethullah Gülen’in ABD’nin “Ilımlı İslam” ya da “Yeşil Kuşak” projesinin –adları değişiyor zaman zaman; en son neydi? Büyük Ortadoğu Projesi’nin– Türkiye’deki baş uygulayıcısı olduğuna inanırlar. Bu tez son dönemde iyice almış başını gitmişti, özellikle Fethullah Gülen’in uzun bir süre Pensilvanya’da rahat bir şekilde hareketini yönetecek şekilde varlığını sürdürmesiyle beraber.

Küresel, kozmopolit bir hareket

Tekrar toparlayacak olursak, Gülen Cemaati yerlilik iddiasında olan bir cemaat olabilir, kökü Türkiye olabilir. Ama her şeyden önce Gülen Cemaati aslında küresel bir hareket, kozmopolit bir hareket. Üyelerinin, yöneticilerinin hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabilir, ama bu cemaatin dünyanın dört bir tarafında çok kolay ulaşabildiği elitler var ve bu elitlerin bir kısmı da artık Gülen Cemaati’nin okullarından yetişmiş insanlar. Yani eğer Cemaat şu son 15 Temmuz olayında olduğu gibi “Ya hep ya hiç” gibi bir şey yapmayıp sakin bir şekilde –ki Fethullah Gülen bunun stratejisini çok iyi bilir–, olabildiğince sessiz ve derinden bir şekilde yoluna devam ediyor olsaydı; bir 10-15 yıl sonra Gülen Cemaati’nin okullarından yetişmiş insanların önemli yerlere gelmiş olduklarını ve Cemaat’in bütün dünyanın dört bir tarafında işinin çok daha kolay olduğunu görürdük. Ama şu son olayla beraber Cemaat aslında bir nevi bütün bu yıllar boyunca oluşturmuş olduğu, çeyrek yüzyıl boyunca dünyada oluşturmuş olduğu imajını da çok ciddi bir şekilde tehlikeye attı. Eğer devlet net bir şekilde Gülen Cemaati’nin ve Fethullah Gülen’in 15 Temmuz’un arkasında olduğunu kanıtlarsa, bunu ikna edici bir şekilde yapabilirse –ki bunun olup olamayacağını beraber göreceğiz–, Gülen Cemaati’nin dış bağlantılarının da kademeli bir şekilde çok ciddi zarar görmesini bekleyebiliriz. Ama şu aşamada gördüğümüz kadarıyla, şu âna kadarki ilk tepkilere baktığımız kadarıyla kafalar karışık; ama yine de insanlarda bunun Gülen Cemaati tarafından ve Gülen tarafından yapılmış olamayacağı duygusu çok daha fazla önde duruyor. Evet, bugünlük bu kadar diyelim. Yayın dizimizin son bölümünde, yarın saat 16:00’da, Cuma günü saat 16:00’da Gülen Cemaati’ni Türkiye’de kim niçin ve ne zaman destekledi diye uzun, çok uzun bir liste var, o listenin öne çıkan aktörlerini ele alacağımız bir yayın olacak. Bu aktörler değişik dönemlerde Refah Partisi’nin yükselişini durdurmak için Gülen Cemaati’ne yatırım yapanlar, askerle mücadele etmek için Gülen Cemaati’yle ittifak yapanlar, buradan kendilerine bir çıkar elde etmek için Gülen Cemaati’yle birlikte hareket edenler, bunun örnekleri çok. Bunları ayrı ayrı, sadece siyasî partiler, devlet yöneticileri anlamında değil; sivil toplumda, medyada ve aydınlar içerisinde de Gülen Cemaati’ne kimler, ne zaman, niçin destek verdiler ve tabii bundan sonra ne yapacaklar konusunu ele alacağız. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.