Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bir siyaset malzemesi olarak 15 Temmuz

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/333173008″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bugün 15 Temmuz darbe girişiminin birinci yılına bir gün kaldı ve yarın bunun birinci yılı olacak. Şu âna kadar 15 Temmuz üzerine yapılan faaliyetlerin büyük bir kısmı iktidar partisi tarafından kotarıldı, resmî faaliyetler oldu. Meclis’te yapılacak olan toplantıya, 15 Temmuz vesilesiyle yapılacak olan toplantıya CHP ve HDP katılmama kararı almışlardı ve gerekçe olarak da kendilerine resmî bir davet gelmemesini, olayı basından öğrenmeleri olduğunu göstermişlerdi. Biraz önce kendilerine resmî davet yapıldığı haberi geldi ve buna istinaden CHP katılma kararı aldı, ama HDP eş başkanları, genel başkanları cezaevinde olduğu için katılmayacağını katıldı. CHP katılıyor ve Kılıçdaroğlu da bir konuşma yapacak. Ama şunu görüyoruz ki 15 Temmuz Türkiye’de varolan ve şikâyetçi olunan ya da şikâyetçi olunuyormuş gibi yapılan kamplaşmayı gidermek yerine daha da artırdı, tırmandırdı.

Kaybolan Yenikapı ruhu

15 Temmuz’un hemen ardından bir yazı kaleme almıştım Medyascope’a “8 soruda 15 Temmuz” diye. Son soru “Türkiye’yi ne bekliyor?” sorusunda şöyle bir cevap verdiğimi hatırlıyorum: “Normal şartlarda bu Darbe Girişimi’nin ardından Türkiye’de demokrasinin güçlenmesi beklenir; ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duruşu, bu konuda umutlu olmaya çok fazla el vermiyor. O tam tersine bunu kendi gücünü, iktidarı tekelde toplamasının bir aracı olarak kullanmak isteyebilir ve başkanlık sistemine yönelik arzusunu bu vesileyle daha da artırabilir” şeklinde yazmıştım. Böyle oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk başta Yenikapı Mitingi’yle sanki böyle yapmayacakmış gibi bir hava yarattı; ama o mitinge daha baştan HDP’nin çağrılmamış olması Türkiye’de 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin çoğulcu demokrasiyi güçlendireceği umudunu baştan kırık bir şekilde gündeme getirdi. Yenikapı havası, ruhu –ruhu deniyordu biliyorsunuz– birkaç gün sürdü, ondan sonra da tekrar Türkiye malum kutuplaşmaya gitti. Ve 15 Temmuz Darbe Girişimi ve bu bağlamda suçlanan Fethullah Gülen Örgütü –resmî deyimle FETÖ– siyasî iktidarın, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinde siyasî bir malzeme haline geldi. Darbecilik ve FETÖ’cülük hoşlanılmayan kişilere yafta oldu ve bu suçlamayla, alelacele yapılan bu suçlamalarla çok kişi işinden, özgürlüğünden edildi. Bazı kişiler ülkeyi terk etmek durumunda kaldılar vs. 10 binlerce insan tutuklu, gözaltına alınan çok daha fazla insan var, işlerini kaybedenler var, devlet dairelerinde, üniversitelerde, bütün bunlar 15 Temmuz’la oldu. Tabii ki 15 Temmuz’la hesaplaşmak, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni hesaplayanlardan bunun hesabını sormak tabii ki kaçınılmazdı; ama gördük ki kantarın topuzu çok fazla kaçırıldı, bilerek kaçırıldı ve bu şeyde bir torba yapıldı. Geçmişte Ergenekon soruşturmalarında da olduğu gibi bir torba yapıldı ve bu torbanın içerisine herkes, “darbeci, FETÖ’cü” diye adlandırılarak hoşlanılmayan birçok kişi bunun içerisine dolduruldu. Ve bir siyasî malzeme oldu.

Siyasi iktidarın krizi

Normal şartlarda aslında bu Darbe Girişimi Türkiye’deki kutuplaşmanın sona ermesine bir vesile olabilirdi; insanlar “Biz birbirimizle kavga ederken ülkede en temel kazanımımız olan demokrasi, parlamenter sistem elimizden alınıyor. Hak ve özgürlüklerimiz gasp edilmek isteniyormuş” diyerek çoğulcu bir demokrasi etrafında bir hareketlilik içerisine girebilirdi, ancak olmadı. Olmamasının en önemli nedeni, Türkiye’de siyasî iktidarın içine düştüğü krizdir. Bu kriz, ideolojik-politik bir kriz ve belli bir yerden sonra tıkanan, aslında Gezi Süreci’yle beraber başlayan bir tıkanma; bu, Türkiye’de siyasal İslamcılığın tıkanması, iflasıyla at başı giden bir olay. Dış politikada yapılan bir dizi hata, özellikle Suriye başta olmak üzere ve Kürt sorununun çözümü yolunda atılan adımların sürdürülememesi, Kürt sorununun çözülememesi… Bütün bunların üst üste verdiği bir tıkanmanın üzerine geldi 15 Temmuz Darbe Girişimi. Belki de Fethullah Gülen, bu darbeyi tezgâhlarken zaten bu krizi hesapladı ve bu kriz nedeniyle, siyasî iktidarın içinde olduğu kriz nedeniyle darbenin kamuoyunun önemli bir kesiminde hoş karşılanacağı hesabını yaptı anlaşılan ve öyle bir zamanlamayla yaptı. Ama darbe başarısız olunca –çok şükür–, bu sefer de darbenin başarısızlığı, bu krizin atlatılması ya da ertelenmesi, ötelenmesi için siyasî iktidar tarafından kullanılır oldu. Bakalım, son bir yılda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve diğer siyasî iktidar temsilcilerinin ve onlara destek veren kurumların, kuruluşların, yayın organlarının son bir yıldaki söylemlerine bakın, baştan aşağı FETÖ üzerine kurulu, arada sırada IŞİD –tabii onların deyimiyle DEAŞ– ve PYD/YPG ve PKK da var.

Her taşın altında FETÖ

Ama esas olarak FETÖ var ve FETÖ, her taşın altında aranıyor. Aslında her taşın altında aranıyor olması doğal; çünkü yakın bir zamana kadar FETÖ dedikleri yapının her taşın altına girmesinin önünü açmış kişiler bunlar. Dolayısıyla her taşın altında arıyorlar, ancak şunu özellikle vurgulamak lazım: Kendilerini rahatsız eden herkese karşı bir FETÖ suçlaması var; ama FETÖ suçlaması –daha önce buradaki yayınlarda da anlatmaya çalıştım– derinlikli bir suçlama olmaktan çıktı maalesef. Derinlikli değil maalesef, kapsayıcı değil, içi bir yerden sonra çok dolu değil. Baktığınız zaman FETÖ deniyor, terörist deniyor; ama nedir? Kimdir bunlar? Ne yapmak isterler bunlar? Nasıl yapmak isterler? “Devlete sızıp ele geçirmek istiyor.” Peki, “devleti ele geçirdikten sonra ne olacak? Nasıl bir sistem kurulacak?” Onların hiçbirisinin cevabı verilmiyor, belki de verilemiyor ya da verilmek istenmiyor. Böyle bir durumda bir klişe halinde, bir etiketle, bir FETÖ damgasıyla bir yıl geçti ve anlaşılan önümüzdeki uzun bir süre de böyle geçecek.
Buna karşılık, siyasi iktidara karşı olan muhalif çevrelerin de bunun zıddına, yani siyasî iktidarla yürüttükleri mücadeleye ek olarak, 15 Temmuz Darbe Girişimi’yle çok ciddi bir hesaplaşmaya girmiş oldukları söylenemez. Bunun bir ölçüde siyasî iktidarın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz’u çok fazla tekeline almış olmasının etkisi var; ama öte yandan şöyle bir yaklaşım da var tabii: İktidarın eline niye imkân verelim bu olaya katılarak? Çok zor bir olay. Bir gazeteci olarak, Gülen örgütüne eleştirel bakan bir gazeteci olarak çok sık başıma geldi; özellikle son bir yılda da çok sık oldu. Aslında 17-25 Aralık’ta da bu olmuştu. O süreçte de bu olmuştu.
Siz bu yapıyı, Fethullah Gülen’in söylemlerini, devlet içerisinde gizli örgütlenmesini vs.’yi ele aldığınız zaman, onu eleştirdiğiniz zaman, onu deşifre etmeye çalıştığınız zaman, onun yalanlarını dünkü yayında yaptığım gibi ortaya çıkarmak istediğiniz zaman, bu yapıyla hiç alâkası olmayan insanlar bile hemen size bu yaptığınızın Erdoğan’ın işine yarayacağını söylüyorlar ve böyle bir ikilem dayatıyorlar. Yani siz eğer Fethullah Gülen’i eleştirirseniz Erdoğan’a yarar. Erdoğan’ı eleştirirseniz de Fethullah Gülen’e yarar gibi bunun ikili bir şeyi var. Halbuki burada yapılması gereken herkesi ayrı ayrı, hak ettikleri ölçüde eleştirmektir. Hepsine eleştirel bir pozisyon takınmaktır. Ama tabii ki şunu unutmamak lazım: Türkiye’de böyle kanlı bir darbe girişimine kalkışmış olan Fethullah Gülen ve örgütüne karşı çok daha net bir duruş sergilemekte yarar var. Tekrar söylüyorum, Levent Gültekin’den almıştım, bir yayında daha söylemiştim, onun için tekrarlıyorum: “Tayyip Erdoğan’ın yanlış yapıyor olması Fethullah Gülen’in doğru yaptığı anlamına gelmiyor. Aynı şekilde Fethullah Gülen’in yanlış yapıyor olması Tayyip Erdoğan’ın doğru yaptığı anlamına gelmiyor.”
İki taraf da Türkiye’de demokrasinin, çoğulculuğun, temel hak ve özgürlüklerin gelişmesi, güçlenmesi için çaba sarf etmiyorlar; hatta iki tarafın da yaptıkları Türkiye’de çoğulcu demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin gerilemesine yol açıyor. Şimdi Fethullah Gülen’in bütün yabancı basına –en son Reuters’a konuşmuş, başkalarına da konuşacaktır muhtemelen– yaptığı açıklamalarda kendisinin çoğulculuk, demokrasi yanlısı olduğunu söylüyor. Böyle bir şey yok. Kaldı ki 15 Temmuz gibi bir musibetin sorumlusu olarak Türkiye’de son bir yılda yaşanan hak ihlallerinin de bir şekilde sorumlusu kendisi. Bu hak ihlallerine bakarak hükümeti eleştirmek herkesin boynunun borcu. Son bir yılda yaşanan Kanun Hükmünde Kararnameler vs.’ler, gözaltılar, tutuklamalar, kitlesel tutuklamalar, burada çok insan hakkını arayamıyor, hâlâ bir komisyon kurulamıyor vs. Bütün bunları eleştirmek tüm sorumluluk sahibi yurttaşların görevi. Ama Fethullah Gülen’in böyle bir haddi olmaması lazım. Çünkü bütün bunlar yaşanıyorsa, bütün bunlar devlet tarafından OHAL sisteminde pervasızca hayata geçiriliyorsa, bunun birinci derecede sorumlusu Fethullah Gülen ve onunla beraber hareket eden kişilerdir. Onların darbeyi yapmış olmalarından dolayı sorumlulukları ayrı; bu darbeyi vesile ederek, buradan Türkiye’de birtakım hak ve özgürlük ihlallerini hayata geçiren hükümetin eleştirilmesi ayrı. Bunları ayrı ayrı, çok dikkatli bir şekilde ayırarak ama hepsine de eleştirel bir şekilde bakmak lazım.

Gerçek yüzleşmeye tanık olmadık

15 Temmuz’un siyasî bir malzeme olarak böyle kullanılmasının çok uzun ömürlü olacağını açıkçası sanmıyorum. Belli bir aşamadan sonra, artık siyasî iktidarın ve Erdoğan yönetiminin krizini aşmakta yardımcı olamıyor bu. En son referandumda bunu gördük. Normal şartlarda MHP desteğiyle beraber yüzde 60 civarında oy olması gerekirken yüzde 50’yi birazcık aşmış –ki rakamlara itirazlar olduğunu da şerh düşerek söyleyelim– bir “Evet” oyu çıktı. Ardından en son yapılan CHP’nin Adalet Yürüyüşü ve ardından yapılan Adalet Mitingi’nin yarattığı ilgi ve doğurduğu destek de bunu bize gösteriyor. Adalet kavramını bu bir yılda Türkiye’nin en merkezî yerine yerleştirdi Adalet ve Kalkınma Partisi. Ve bu kavram üzerinde bir seferberlik başlatanlara karşı bu kavramın sapasağlam yerinde durduğunu söyleyemiyor siyasî iktidar, siyasî iktidarın sözcüleri. Dolayısıyla son bir yılda biz bol miktarda darbe muhabbeti dinledik. Ama gerçek bir yüzleşmeye tanık olmadık.
Darbe Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin ve demokrasinin güçlendirilmesi ve Türkiye’deki kutuplaşmanın azaltılması ve aradaki mesafenin kapatılması için bir vesile teşkil etmişti. Ama bu fırsat kaçırıldı. Aslında bu fırsat kullanılmak istenmedi. Tam tersine darbe, Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin daha kısıtlandığı, çoğulcu demokrasiden daha uzaklaşıldığı ve dolayısıyla kutuplaşmanın daha da tırmandırıldığı bir ülke olması için zemin yarattı. Ama tekrar söylüyorum: 15 Temmuz ve FETÖ argümanıyla siyasî iktidarın, Erdoğan yönetiminin krizini aşması mümkün değil. Mümkün değildi, bugün de değil. En fazla, bu krizin ertelenmesi, ötelenmesi söz konusu olabilir. Ama artık 2017 sonuna doğru ve özellikle 2018’de onun da olamayacağını tahmin ediyorum. Erdoğan ve ülkeyi yönetenler kendilerine yeni, daha güçlü siyasî, ideolojik argümanlar bulmak durumundalar. Şu haliyle, şu gün itibariyle siyasî iktidarın üzerinde yükseldiği siyasî zemin çok kırılgan. Ve kırılganlığın giderilmesi için konulmuş olan bu sütunlar da –FETÖ’yle mücadele, darbeyle mücadele sütunlarının da– artık pek kullanışlı olduğunu sanmıyorum.

Bunlar faşist hareketler

Umarım Türkiye 15 Temmuz’la gerçek anlamda, sivil anlamda bir yüzleşme, hesaplaşma içerisine girer. Böyle bir hesaplaşma Türkiye’de Fethullah Gülen örgütünün ve ona özenen, özenebilecek diğer yapıların kökünü kurutur. Evet kökünün kuruması lazım. Çünkü bunlar anti-demokratik, demokrasi karşıtı, faşist hareketler. Bu hareketlerin Türkiye’de neşet etmemesi, tekrar ortaya çıkmaması lazım. Ama bu resmî mücadele perspektifiyle böyle bir şansımız maalesef yok. İşte bu tıkanan resmî 15 Temmuz’la ve FETÖ’yle mücadele perspektifi bu hareketleri sona erdirmek yerine, belki kısa süre etkisizleştiriyorlar; ama orta ve uzun vadede tekrar ülkenin başına bela olmalarına elverişli bir zemini de inşa ediyorlar. Böyle acı bir durum var.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. Türkiye’nin bir daha bu tür darbelerle, darbe girişimleriyle karşılaşmamasını temenni ediyorum. Ancak bu yapılan yanlış yüzleşme, hesaplaşma, darbeyle mücadelenin, darbeyle hesaplaşmanın basit bir siyasî malzeme olarak kullanılması, Türkiye’de yeni darbelerin olmasını imkânsızlaştırmıyor. Maalesef tam tersine bu ihtimalin hep Türkiye’de varlığını sürdürmesine neden oluyor. Evet, tekrar sözlerimi burada noktalıyorum. Hepinize iyi günler, iyi hafta sonları diliyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.