Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır: “Kadri ve Ahmet dünyanın daha fazla tanıdığı gazeteciler oldukları için özellikle tahliye edilmediler”

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/335274050″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Genellikle savcılar belli bir sayıda zanlının tahliyesini ister ve hâkimler de bunu birazcık artırırlar. Ama son dönemde Türkiye’de o kadar şey yaşadık ki, tahliye kararı verilen meslektaşlarımızın da gerçekten özgürlüklerine kavuşacaklarından da emin olamıyoruz; çünkü en son Büyükada Davası’nda da öyle oldu: 10 kişinin 4’ü tahliye edildi, daha sonra tutuklama kararı çıktı. Daha önce, gazeteciler Murat Aksoy ve Atilla Taş’a böyle oldu; onlara da sonra tutuklama kararı çıktı. Türkiye artık bir hukuk devleti değil, bunu biliyoruz ve tamamen bağımsız ve tarafsız yargıdan bahsetmek söz konusu değil; zaten öyle bir şey olsaydı Cumhuriyet Davası diye bir şey olmazdı, ama sonuçta tutuklama karar verilen isimler, en çok öne çıkanlar. Yani neden? Birisi vakıf başkanı, gazetenin Genel Müdürü gibi olan Akın Atalay, birisi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Kadri Gürsel Cumhuriyet’in en önemli yazarı ve aynı zamanda yayın danışmanı, ama Türkiye hatta dünya çapında bir gazeteci.
Demin sizin Kemal Can’la konuştuğunuz gibi, aynı zamanda dünyaya da meydan okuma bağlamında baktığımız zaman Kadri’nin tutukluluğunun sürmesi, maalesef en az şaşırtıcı olan şey. Çünkü şöyle bir husus var: Dünyanın en çok tanıdığı isimlerin tahliye şansı daha az oluyor maalesef; tersi beklenir. Yani mesela Ahmet Şık en son geçen seferki olaydan dolayı dünya çapında tanındı, ödüller aldı vs. Onun FETÖ’yle hiçbir alâkası olmadığını herkes biliyor. Ahmet Şık normalde dünyada en çok dile getirilen isimlerden birisi ya da aynı şekilde Kadri. Onların tutukluluğunun sürüyor olması bir anlamıyla şaşırtmıyor, çünkü Türkiye’de içeri girdiğiniz süreç maalesef böyle bir süreç. Murat Sabuncu Genel Yayın Yönetmeni olması hasebiyle, Ahmet Şık da özellikle son savunmasıyla; aslında savunma olmadığını söyledi, yaptığı konuşma, uzun konuşmada –ki suç duyurusunda bulunmuşlar– o da zaten kendisinin böyle bir beklentisi olmadığını dün göstermişti.
O anlamda, şahsen söyleyecek olursam dördünden üçünü –Akın Atalay’ı çok tanımıyorum, çok bildiğim birisi değil– çok yakından tanıyorum: Kadri zaten 45 senelik arkadaşım, Ahmet Şık öteden beri tanıdığım, Murat beraber çalıştığım bir arkadaşım ve hepsini biliyorum. Tabii ülkeyi yönetenler açısından bunların bir anlamı olmuyor, ama bunların içeride bir gün bile kalmayı hak etmeyen insanlar olduklarına ben şahidim. Üstelik bir de şöyle bir şey var: Bunlar hakikaten Türkiye’de gazetecilik mesleğinin en öne çıkmış isimleri. Yani normal şartlarda bu kişiler, Türkiye demokratik bir hukuk devleti olsa, normal şartlarda bu davada en fazla tanık olarak, mesela Ahmet Şık bilirkişi olarak dinlenir. Yani bu davada demiyorum, Cumhuriyet Davası değil tabii, 15 Temmuz sonrasında mesela, Çatı Davası’nda Ahmet Şık’ın uzman tanık olarak bilgisine başvurulması gerekir. Mesela Kadri Gürsel’in de o anlamda siyasi analizleriyle; çünkü FETÖ olayında ilk dikkat çeken, kamusal alanda baktığımız zaman son dönemde daha hükümetle Cemaat kavga halinde değilken –ki ortada dolaşan videolar var ama– böyle bir cezalandırılmaya gidiliyor ve bu cezalandırma abes, ama o kadar çok abeslik yaşıyoruz ki artık normal bu oldu, abeslik Türkiye’de normale döndü.

Bir de şunu soralım: Duruşma 11 Eylül’e ertelendi ve avukatlarla kısıtlılık kararı kalktı. Bunun üstüne söylenebilecek bir şey var mı?
Zaten bu kısıtlılık kararı vs. bunların hepsi çok zorlama şeylerdi; yani çok ilginç bir şekilde OHAL bahanesiyle her türlü engelleme, aile görüşlerine vs. kitaplara, mektuplara şunlara bunlara bir yığın şeye engelleme getiriliyor, bu da o kapsamda bir şeydi. Ama dava o kadar abes bir dava ki ve iler tutar bir tarafı yok ki, bırakamıyorlar bazı kişileri; ama birtakım iyileştirmelere gidiyorlar. Aslında bunlar iyileştirmeler değil; normal olan. Yani aldığından bir kısmını geri verme gibi bir şey yapıyorlar ve bunu lütuf gibi yapıyorlar, bunlar lütuf falan değil. Savunma hakkı en kutsal haktır ve o anlamda değerlendirilmesi gereken şeyler bunlar. Bir kısmının hâlâ birçok şikâyet noktası var, bir kısmını geri veriyorlar. Şimdi ne olacak 11 Eylül’e kadar? Öncelikle tabii tahliye olanların çıkmasını bekleyeceğiz, onlar buruk bir şekilde çıkacaklar, ardından hep merak olacak, “Hemen bir başka tekrar itiraz olup, başka şeyler olur mu?” gibi. Çünkü bağımsız ve tarafsız bir yargı olmadığı için bunu bekleyeceğiz, daha sonra da 11 Eylül’ü beklemeye başlayacağız ve bu olay tekrardan, film tekrardan başa saracak. O tabii bu seferki gibi beş gün falan sürmeyebilir. Yıl sonuna kadar bitirmek istediklerini söylemişler. Bu iyi bir şey, bir an önce bitmesi, hızlı yargı iyi bir şeydir; ama ilk duruşmayı Temmuz’un 24’üne niye vermiş olduklarının cevabını hâlâ vermediler, çok geç başlattılar, şimdi de erken bitirmek istiyorlar.
Sonuç olarak şu kesin: Ne olursa olsun burada bu insanların suçsuz olduğu çok belli, böyle çok dava yaşadı Türkiye. Ahmet’in kendisinin en son yaşadığı dava zaten bunun örneğidir başlı başına, daha sonra tamamen aklandılar ve onları suçlayanlar yargılanıyor duruma geldi. Burada, bu suçlanan kişilerin, Cumhuriyet’te alâkalı olarak suçlanan kişilerin hiçbir şekilde suç işlemediklerini ulusal ve uluslararası kamuoyu gerçekten biliyor. Hukuk devletine bir ölçüde geriye dönme noktasında ilk revize edilecek davalardan birisi kesinlikle bu dava olacak.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.