Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İslamcılığın Türkiye’de bir geleceği var mı?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/339350356″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. İslamcılığın Türkiye’de bir geleceği olup olmadığı konusunda görüşlerimi anlatmak istiyorum. Bu konuda birçok kez yorum yaptım, Türkiye’de İslamcılığın iflas ettiğini söyledim, ama iflas derken tabii ki mutlak olarak her şeyin bittiği anlamına gelmiyor; çünkü İslamiyet var oldukça ve Müslümanlar, dindarlar var oldukça İslamcılık potansiyel olarak hep vardır, bir şekilde vardır; ama bu hareketin güçlü bir şekilde, etkili bir şekilde var olup olmayacağı konusu şu anda Türkiye’de pekâlâ tartışmaya muhtaç bir konu.
Bu konuda bir öngörü de mümkün değil; “Kesinlikle bir daha olmaz” demek de mümkün değil; “Olur” demek de mümkün değil. Ama bugün yaşanan birtakım şeylere baktığımız zaman, özellikle son 15 yıllık AKP iktidarı döneminde yaşananlara baktığımız zaman, gelecek üzerine fikir yürütmek için elimizde çok sayıda malzeme var. Ama tabii ki böyle bir coğrafyada, böyle bir dünyada, tarihin etkisi olmakla beraber, yaşananların etkisi olmakla beraber, konjonktür çok hızlı değişebiliyor, şartlar çok hızlı değişebiliyor ve olmadık zamanlarda beklenmedik şekilde bazı hareketler doğarken bazıları yok oluyor, bazı siyasetçiler doğarken bazı siyasetçiler etkisiz kalıyor. Türkiye de bunu yaşadı, İslam coğrafyası da bunu ciddi bir şekilde yaşıyor; ama şu anda baktığımız zaman, Türkiye’de özellikle AKP döneminde yaşananların sonunda baktığımız zaman, Türkiye’de İslamcılığın bugünü ve yarını konusunda pozitif bir şey söylemek çok fazla mümkün değil.
Bunu diyorum ama, tabii birçok insan şu anda AKP’nin zaten İslamcı parti olduğunu ve AKP’nin eninde sonunda 15 yıldır tek başına ülkeyi yönettiği için başarılı olduğunu; dolayısıyla İslamcılığın iflası vs. gibi bir şeyin, başarısızlığın söz konusu olmadığını söyleyeceklerdir, söylüyorlar. İşin ilginç tarafı AKP’ye destek verenler, onun içinde yer alanlardan da var, ona karşı olanlardan da var. Dolayısıyla ben “Türkiye’de siyasal anlamda İslamcılık iflas etti” dediğim zaman, birçok kişi buna, AKP’ye bakarak, hâlâ Erdoğan’ın ülkeyi tek başına yönetmesine bakarak bunun doğru bir çıkarsama olmadığını ileri sürüyorlar.

Erdoğan İslamcıdan çok popülist pragmatist bir politikacı

Ortada bir Erdoğan iktidarı olmakla beraber, ortada bir İslamcılık olgusundan ciddi anlamda söz etmek mümkün değil. Erdoğan tabii ki İslamcılığın bazı argümanlarını sık sık kullanıyor, özellikle ihtiyaç duyduğu anda kullanıyor; ama Erdoğan’ı sadece bir İslamcı siyasetçi olarak tanımlamak yerine, bir sağ popülist ve giderek daha fazla milliyetçiliğe doğru kayan, milliyetçiliğe doğru kaymasının nedeni de aslında kendi İslamî söyleminin tıkanması olan, orada daha fazla yürüyememesi olan, sonuçta pragmatist bir popülist siyasetçiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla Erdoğan’ın başarısı –tabii ki 15 yıl ülkeyi tek başına yönetiyor olması bir başarıdır– ama şu anda kaybetmekte olan, kriz içerisinde olan ve krizi sürekli ertelemeye çalışan ve ertelemeye çalıştıkça da kendi krizini derinleştiren bir siyasetçi söz konusu bana göre.
İslamcılığın geleceği var mı? Buna bakacağımız zaman birkaç hususa birden bakmak lazım; birincisi aktörlere, öznelere bakmak lazım, ikinci olarak da söyleme bakmak lazım. Özne olarak baktığımız zaman koca AKP yapısı var; bunların milletvekilleri, belediye başkanları, meclis üyeleri, parti yöneticileri vs. bürokratları var; ama bu yapı alabildiğine hantal, her geçen gün daha da hantallaşan ve çürüyen bir yapı; aslında kokuşan bir yapı. En son yaptığı konuşmalarda Erdoğan’ın sıklıkla bir metal yorgunluktan bahsetmesi, adalet ve yolsuzluk konularını gündeme getirmesi falan hiç boşuna değil, ama bunun çok ötesinde bir olay söz konusu. 15 yıldır yaşanan, özellikle son üç yıldır yaşanan tek başına olmanın verdiği, hiç kimseyle ittifak yapmadan, hatta parti-içi ittifakların da olmadığı bir şey, sadece Erdoğan’ın yönettiği bir AKP iktidarı var. Burada yaşanan büyük bir hantallık var; bu yapı Türkiye’yi ileriye taşıyabilecek bir yapı olmaktan çıktı; bunun böyle olduğunu zaten Erdoğan da görüyor ve bu yapıyı dönüştürmek istiyor, ama dönüştüremiyor; galiba dönüştüremeyeceğini de biliyor. Bir diğer olay olarak da cemaatlere bakmamız gerekir. Bunu taşıyacak olan, böyle bir İslamcılığın taşınmasında doğrudan ya da dolaylı etkisi olacak olan cemaatler, –bu konuda çok söyledim ettim–, özellikle Fethullah Gülen’in örgütüyle AKP iktidarının savaşı, Erdoğan-Gülen savaşıyla beraber Türkiye’de cemaat yapıları tuzla buz oldu diyebiliriz.

Cemaatler kendi ayakları üzerinde durmuyor

Şu anda Erdoğan’ı destekleyen, ona biat etmiş olan bazı cemaatler var, onlara tanınmış birtakım imkânlar var, bunlar doğru olabilir; ama Türkiye’de cemaatlerin hemen hemen hiçbiri artık kendi ayakları üzerinde durmuyor, çok anlık bir şekilde yola devam ediyorlar ve özellikle de AKP-Gülen Cemaati kavgasının ardından ontolojik/varlıkla ilgili çok ciddi bir kriz yaşıyorlar. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Gülen, Türkiye’de adım adım güç kazanırken, değişik iktidarlarla kurduğu ilişkilerle beraber önü açıldıktan sonra, özellikle AKP’yle yaptığı ittifaktan sonra diğer cemaatleri büyük ölçüde marjinalize etti. Yani bütün cemaatlerin hepsinin toplamı, Gülencilerin toplamına denk gelmiyordu, böyle bir olay vardı. Ve şimdi, Gülen örgütünün devreden çıktığını görüyoruz; en azından şu anda fiilen, açık bir şekilde Türkiye’de faaliyet gösteremiyorlar ve önleri çok açık olmasına rağmen diğerlerinin etkili bir çıkış yapamadığını görüyoruz. Burada, birkaç tane faktör var: birincisi, böyle bir güçleri yok, çünkü iyice marjinalize oldular; ikincisi, Erdoğan’dan çekiniyorlar, böyle bir güç olmaya çalışmaları halinde Erdoğan’ın kendilerine izin vermeyeceğini düşünüyorlar — ki bunda çok da haksız değiller; üçüncüsü, kısa vadede güçlenseler bile uzun vadede bunu sürdürüp sürdüremeyeceklerinden emin değiller. Yani çok da fazla bu boşluğu doldurmaya niyetli oldukları söylenemez. Dolayısıyla Türkiye’de İslamî hareketin önümüzdeki dönemde taşıyıcısı olabilecek birtakım cemaatler falan yok, kalmadı.

Bağımsız değil özerk İslamcı olmak bile zor

Bağımsız olarak varlık sürdürmek isteyen, Türkiye’nin değişik yerlerinde irili ufaklı birtakım gruplar var; ama onlar da gördüğümüz kadarıyla çok sıkı bir devlet kontrolü altındalar. Eğer Erdoğan yönetimine karşı, değil bağımsızlık, özerklik talep etseler bile işleri zorlaşıyor, önleri tıkanıyor; hatta kimi durumlarda başlarına yargıdan işler de gelebiliyor. Dolayısıyla Türkiye’de AKP sonrasında İslamcılığın bayraktarlığını yapabilecek herhangi bir hareket, cemaat gözükmüyor. Şahıs var mı? Şahıs da bence yok. Birçok insan AKP’ye ya ram oldular –ki bunların en çarpıcı örneklerinden birisi, acı ve çarpıcı örneği Prof. Hayrettin Karaman’dır– ya ona biat ettiler ya da sindiler, köşelerine çekildiler. Ne zamandır Türkiye’de İslamcılık adına özgün bir şey, kitap, makale vs. bir çıkış göremiyoruz; eskiden adı kalmış birtakım İslamcı şahsiyetler de küçük küçük şeyler yapıyorlar, ama etkili bir çıkış yapamıyorlar.
Peki, “Genel olarak dindarlar ne durumda?” diye baktığımızda, dindarlar AKP iktidarıyla beraber sistemin merkezine taşınmış olmaktan şikâyetçi değiller, memnunlar; ama bu merkezde hep kalıp kalamayacaklarından kaygılılar. Bir diğer husus da, zaten sistemin merkezine geldikleri zaman, kendileri sistemi değil, sistem onları değiştiriyor ve son dönemde çok sıklıkla yapılan gündelik hayatla ilgili, yaşam tarzlarıyla ilgili eleştirilerin, özellikle kadınlara yönelik eleştirilerin kaynağı da büyük ölçüde burada. Yani 15 yıllık AKP iktidarı döneminde dindarların önü devlet tarafından açılmış olabilir, ama onların dindarlıklarının da büyük ölçüde değişmekte olduğunu, dönüşmekte olduğunu ve bu değişim ve dönüşümün de İslamcılığın aleyhine olduğunu söylemek mümkün. Çünkü İslamcılık eninde sonunda bir muhalefet hareketi, şu anda sistemin merkezine eklemlenmiş olan bu kişilerdeki muhaliflik potansiyeli iyice düşüyor. Ancak şunu özellikle vurgulamak lazım — daha önce Selefilikle ilgili yaptığım yayınlarda söylediğim bir husus: Bugün iktidarın nimetlerinden yararlanan çok sayıda AKP’li ya da AKP’ye yakın insanların çocukları içerisinde bu durumdan çok da memnun olmayan, bu yaşanan ortamdan, varlık ortamından rahatsız olanlar var ve bunların bir kısmı Anti-Kapitalist Müslümanlar vs. gibi yerlere, sol bir İslamcılığa doru evrilirken, bir kısmının da Selefiliğe kaydığını, hatta daha ötesinde militan çizgilere, terör yöntemini benimsemiş hareketlere doğru kayabildiğini görüyoruz.

Gençler ile dindarlık arasında mesafenin açılması

Bir diğer husus da tabii şu: Aslında bu yavaş yavaş konuşulmaya başlandı, gençler içerisinde dine karşı belli bir mesafe, dindarlığa karşı mesafe koyma yaklaşımlarının dindar aileler içerisinde de olduğu söyleniyor –ki bunu herkesin değişik şekillerde gözlemlediğini fark ediyoruz–, ancak bu bir nevi tabu gibi bir şey, çok fazla konuşulan bir şey değil. Aktörler böyle… peki söylem nasıl? Söylem tam anlamıyla dibe vurmuş durumda, çünkü Türkiye’de İslamcı söylem, İslamcılık söylemi Cumhuriyet’in ilk yıllarına karşı bir nevi rövanşizmdi; yani tek parti dönemindeki “zulümler” anlatılırdı, birtakım olaylar anlatılırdı, birtakım yasaklar vs. söylenirdi ve hep şöyle bir anlatı vardı: “Bir tarafta dindarlar bir tarafta laikler var ve laikler dindarları bastırıyorlar, onlara zulüm ediyorlar ve dindarlar sabrederek güçlenip bir gün gelip ülkeyi dindarlaştıracaklar, devleti İslamîleştirecekler” deniyordu. Ama şimdi son 15 yıla, özellikle 15 yılın son üç yılına baktığımız zaman ne görüyoruz? Bir tarafta dindar olduğu söylenen bir siyasî iktidar, bir tarafta dindar olduğu söylenen bir yapı ve bunların arasından amansız bir savaş ve özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra –ki önce de vardı, ama özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra– yaşanan çok ciddi mağduriyetler. Şu anda yaşanan mağduriyetler, cezaevindeki insan sayısı, işlerinden atılan insan sayısı –ki bunların hepsi Fethullah Gülen’le şu ya da bu şekilde ilişkili olanlar değil, biliyoruz– bu arada çok sayıda Kürt hareketine, sol harekete ya da Alevi hareketine yakın kişiler de mağdur edildi, ama büyük bir çoğunluğun tabii ki esas olarak FETÖ diye adlandırılan yapıyla irtibatta olduğu düşünülen kişilere yapıldığını biliyoruz, ki bu kişiler yorumları nasıl olursa olsun, bu kişiler dindar kişiler.
Şu anda Anadolu’nun hemen hemen her noktasında, işini kaybeden, özgürlüğünü kaybeden kişiler var, bunların aileleri var ve bunlar bir şekilde birçok yerde vebalı gibi… kimse onların yanına bile yaklaşmıyor. Diyelim ki içeri giren FETÖ’cü öğretmenin ailesi sahipsiz kalıyor vb. Böyle çok öykü var; aslında medya bu öykülere çok ciddi bir şekilde eğilmiyor, eğilemiyor. Dolayısıyla Türkiye’de İslamcılığın o meşhur “Laikler dindar Müslümanları eziyor” söyleminin artık hiçbir anlamı kalmadı. Şu anda önümüzdeki dönemde Türkiye’de çıkacak olan bir İslamî hareketin öncelikle AKP iktidarıyla yüzleşebilmesi lazım, onunla hesaplaşabilmesi lazım; çünkü Türkiye’nin bu 15 yılı, çok şeyi çok ciddi bir şekilde değiştirdi; dindarların devletle olan ilişkisini de değiştirdi, dindarların birbirleriyle olan ilişkilerini de değiştirdi. Dolayısıyla bir İslamî hareketin iddialı bir şekilde çıkmak istiyorsa bununla yüzleşmesi ve hesaplaşması lazım; bunun pek mümkün olabileceğini sanmıyorum. Fethullah Gülen hareketinin kalkıp bir İslamcı kimlikle hesaplaşma yapması ihtimalini de hiçbir şekilde düşünmüyorum; çünkü onlar zaten bir süredir İslamcılığı bir nevi hastalık olarak, sapıklık olarak değerlendiriyorlar ve bu hareketin zaten en önemli dertlerinden birisi kendini Türkiye toplumuna değil de uluslararası güç odaklarına beğendirmek, onlar tarafından akredite edilmek dertleri. Baktığımız zaman, Türkiye’de geriye çok fazla bir şey kalmıyor; ama kalan iki tane nokta var: Birisi, demin sözünü ettiğim, İslamiyet’e sol bir anlam yüklemeye çalışanlar. Bunlar çok etkili değiller, varlar, sayıları biraz artıyor olabilir, etkileri biraz artıyor olabilir; buradan özgürlükçü bir İslamcılık yorumu çıkabilir, ama burada hâlâ en önemli meselelerden birisi, solun içerisinde egemen olan, Türkiye’nin merkez sol ve daha sosyalist solunda hâlâ egemen olan, dindarlara bakıştaki ve hele din üzerinden solu yorumlama gibi eğilimlere karşı mesafeli ve kuşkucu bakışı hiç yabana atmamak lazım.

Selefiliğin önü açık

Bir diğer seçenek de tabii ki Selefi Cihadcı seçenek. Bu seçenek çok ciddi bir şekilde ortada. Özellikle AKP iktidarının krizinin bir çözülmeye yol açması halinde bundan en çok istifade edecek olan yapının Selefi Cihadcı yapılar olacağını söyleyebiliriz. Bu, El Kaide olur, IŞİD olur ya da yeni hareketler olur, çok fark etmeyecek; ama bu tür yapılara elverişli bir ortam şekilleniyor Türkiye’de. Çünkü AKP iktidarı İslamcılığın büyüsünü bozdu, onu büyülerinden arındırdı; çok da cazip bir önerme olmadığını, bir strateji olmadığını herkese gösterdi. Bu yıkımın ardından hâlâ bir İslamcılık iddiası olacaksa, bu iddianın önemli bir ayağını bu Selefi Cihadcı çizgi oluşturacaktır.
Peki, İslamcılık Türkiye’de nasıl yola devam edebilir? Bu konuda dışarıdan birisi olarak benim kişisel gözlemim şu: Türkiye’de çoğulcu demokrasiyi, hukuk devletini, temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesini benimsemeyen bir hareketin –bu hareket ister sol, ister sağ, ister Türk milliyetçisi, ister Kürt milliyetçisi, ister İslamcı olsun– Türkiye’de bir etkisini olacağını sanmıyorum. Geçici olarak, konjonktürel olarak etkileri olabilir; ama Türkiye’de eğer iddialı bir İslamî hareket söz konusu olacaksa, bu hareketin olmazsa olmazları, çoğulcu demokrasi, temel hak ve özgürlükleri savunmak olacaktır. Şu anda bunu dile getiren, özellikle AKP’nin ilk yıllarında içinde yer alıp daha sonra marjinalize edilen, dışlanan tek tek insanlar var, ama bunlar ortak bir hareket ortaya çıkarabilmiş değiller, kaldı ki yaşları da bayağı ileri. Gençlerden böyle bir şey çıkar mı? Bunun işaretleri az da olsa var, ama şu an için çok erken. Onun dışında kendini demokrasiyle, temel hak ve özgürlüklerle, hukuk devletiyle tarif etmeyen İslamcılığın yapabileceği tek şey –Cumhuriyet’le yüzleşme silahı da ellerinden uçup gittiği için yapabileceği tek şey– dış dünyayla ilgili, dış politikayla ilgili birtakım ajitatif şeyler söylemektir. İşte Filistin meselesi hâlâ hep bir şekilde maalesef varlığını sürdürüyor, onun dışında değişik yerlerde Batı’yla olan savaş, birtakım İsrail vs. gibi hedeflerle birtakım komplocu dünya okumalarıyla bazı şeylerde İslamcılığı sürdürmeye çalışacaktır, ama bu çizginin gidebileceği yer en fazla Selefi Cihadcı harekettir. Bana göre şu günün verileri ışığında bakıldığı zaman Türkiye’de İslamcılığın çok fazla istikbal vaat ettiği kesinlikle söylenemez; ama bir şekilde AKP içinde değişik dönemlerde AKP serüvenine katılıp buradan daha sonra yollarını ayırmış olan insanların çoğulcu demokratik perspektifte birtakım yorumlar geliştirmeleri halinde belki bir şeyler olabilir. Ama şunu özellikle tekrar vurgulamak istiyorum; bütün bu yaşanan alt üst oluşların ardından Türkiye’de İslamcılık denen şeyin bayrağını büyük ölçüde Selefi Cihadcı gruplar taşıyacağa benziyor — ki bu Türkiye için herhalde olabilecek en kötü senaryolardan biridir.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.