Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kürtlerin kalbini ve zihnini kazanmak

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Kürdistan referandumu Pazartesi günü yapıldı, ama daha çok uzun süre konuşulacağa benziyor. Bunun birinci dereceden ilgilendirdiği ülkelerden birisi olarak Türkiye’nin şu âna kadar bu referanduma yaklaşımına baktığımız zaman, ne referandumu gerçekleştirenler için ne de Türkiye için sağlıklı olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz. Bir koalisyon oluştu; bir kırmızı çizgi üzerinden bir red koalisyonu oluştu; devletin bekası üzerinden oluşan bir koalisyon var ve bu koalisyonda şu anda gördüğümüz kadarıyla öne çıkan üç parti –HDP dışında bütün partiler– birleşmiş durumda, Türkiye’deki medyanın önemli bir kısmı da birleşmiş durumda. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözünü tekrarlaması, Salı günü birbirinden farklı gibi gözüken, ama aslında çok da farklı olmayan sekiz-on gazetede aynı şekilde manşete çıkartıldı; bu bir haber boyutuyla değil de bir fonksiyonel, yani tehdit boyutuyla çıkarıldı.

Ankara-Bağdat yakınlaşması yadırgatıcı

Şu hususu biliyoruz: Cumhurbaşkanı Erdoğan yakın bir zamana kadar Barzani’yle çok yakın ilişki içerisindeydi, daha önce Esad’la olduğu gibi, ya da daha önce Gülen Cemaati’yle olduğu gibi ve bu sefer de aldatıldığını söyledi. Açık söylemek gerekirse benim açımdan baktığım zaman Fethullah Gülen’le ya da cemaatiyle ya da Beşar Esad’la kopmasını anlayabilirim belli bir yerden sonra; ama Mesud Barzani’yle bu kopuşu gerçekten çok anlaşılır bir şey değil. Bu aslında Türkiye’yi yönetenlerin –ki Erdoğan başta tabii– nasıl bir krizin içerisinde olduklarını bize gösteriyor. Türkiye yakın bir zamana kadar “Komşularıyla sıfır problem” derken, problemsiz olduğu yegâne komşusuyla da çok ciddi bir krize girmiş durumda. Bu krizi yürütebilmek için de yakın bir zamana kadar problemli olduklarıyla iyi ilişkiler kurmaya, ittifaklar kurmaya çalışıyor. Tahran’ı bir yere kadar anlayabiliriz; ama Bağdat’la kurduğu ilişki, Irak ordusuyla ortak tatbikat gibi olaylar gerçekten çok yadırgatıcı. Çünkü Türkiye uzun bir süredir, belli bir süreden itibaren Bağdat’ın mezhepçi politikalarına karşı çok güçlü olmayan, örgütlü olmayan Sünni Arapları koruyabilmek için belli bir gücü olan, örgütlülüğü olan ve ekonomik gücü olan, petrolü olan, en azından doğal kaynakları olan Kürt bölgesiyle iyi ilişkiler kurmuştu. Yakın bir zamana kadar Bağdat’a rağmen Erbil’le çok net ilişkiler geliştiriliyordu; çok stratejik olarak tanımlanabilecek ilişkiler geliştiriliyordu; şimdi, birdenbire Türkiye “Bağdat var, biz Bağdat’ı muhatap alırız” gibi bir noktaya geldi. Bu gerçek anlamıyla bir politikasızlıktır ya da varolan politikaların iflasıdır. Her neyse.

Barzani’ye meydan okumanın Türkiye Kürtlerinde yol açabileceği travmalar

Dış politikada bu yaşanan olayla Türkiye son dönemde dış politikada zaten sürekli bir noktadan bir başka noktaya savruluyor; belli bir yere kadar bunun zararlarını, hasarlarını bir şekilde bu toplum karşılıyor, bunun bedelini ödüyor. Ama bu sefer Irak Kürtleriyle yaşanan meselenin faturası sadece bir komşu ülkeyle ya da komşu bir halkla yaşanan bir kriz değil; doğrudan Türkiye’yi birinci derecede ilgilendiren bir kriz. Çünkü biliyoruz ki bu insanlara Kürt oldukları için karşı çıkılıyor, yani Kürt kimlikleriyle kendilerine yeni bir statü elde etmek istemeleri nedeniyle karşı çıkılıyor. Onlar aç bırakılmakla, bir gece baskına uğramakla tehdit ediliyor ve tabii ki Barzani’ye ya da Irak’ta Kürtlere yönelik olarak bu meydan okumalar Türkiye’deki Kürtleri de doğal olarak birinci derecede etkiliyor. Bunun bir örneğini Kobani zamanında görmüştük, Erdoğan’ın o tarihte sürekli tekrarladığı “Kobani düştü düşecek” yaklaşımı –ki son anda ABD’nin de baskısıyla bu politikasından vazgeçmek zorunda kaldı–, başta Kobani’de YPG-PYD’nin IŞİD karşısında yenileceği varsayımı üzerine izlediği politikaların Türkiye’de Kürtlerde çok olumsuz etkiler yaratmış olduğunu görmüştük. Çok iyi hatırlıyorum o tarihlerde, seçim zamanlarında Diyarbakır’da Erdoğan’ı izlerken miting meydanında konuştuğum, kendilerini Ak Partili olarak tanımlayan, Erdoğan’ı seven insanlar olarak tanımlayan Kürtlerin, çok ciddi bir şekilde bu husustan yakındıklarını ve dış Türklere gösterilen ilginin Türkiye dışındaki Kürtlere gösterilmiyor olmasından nasıl rahatsız olduklarını, buruk olduklarını söylediklerini hatırlıyorum. Orada diyelim ki PKK’ya yakın ya da PKK çizgisinde bir hareket vardı; ama şimdi PKK’yla ilişkisi olmayan, hatta Ankara’nın PKK’yı dengelemek için kullandığı, partner olarak seçtiği ve de Türkiye’de Kürt meselesine sahip çıkmakla beraber PKK’ya mesafeli olmak isteyenlerin birinci derecede tercih ettiği Irak Kürdistan Demokrat Partisi ve lideri Mesud Barzani’ye yönelik yaklaşımlar, bu sert çıkışlar kesinlikle Türkiye’de çok ciddi yeni travmalara ve yarılmalara yol açıyor.
Yayının başlığını “Kürtlerin kalbini ve zihnini kazanmak” olarak kullandım. Bu özellikle ABD’de çok kullanılan bir laftır; özellikle ABD’de 11 Eylül sonrasındaki tartışmalarda İslam dünyasına yönelik politikalar tartışıldığı zaman hep bu kavramı ortaya atarlardı; bunu da “El Kaide’yle mücadele, global terörle mücadele ederken Müslümanların kalbini ve aklını, zihnini kazanmak” diye söylerlerdi — beceremediler o ayrı. Türkiye’nin de önünde çok ciddi bir Kürtlerin kalbini ve zihnini kazanma sorunu var. Bu aslında Cumhuriyet’in ilk ânından itibaren var; son yıllarda çözülür gibi olmuştu çözüm süreçleriyle, ama bu iptal edildi ve şu anda Türkiye’de Kürtlerin kalbi kırık, Kürtlerin zihni çok ciddi bir şekilde bulanık. Yakın bir zamana kadar Türkiye’de ayrılıkçı yaklaşımların geri planda olduğunu biliyoruz, burada tabii Abdullah Öcalan’ın ulus-devlet fikrine karşı çıkmasının çok birinci derecede etkili olduğunu biliyoruz. Onun geliştirdiği birtakım önermeler vardı ve bunlar bayağı bir yaygındı ve hatta öyle ki Irak’ta özellikle bağımsızlık fikrini ısrarla savunan Barzani ve çevresini de rahatsız edecek derecede güçlü bir yaklaşımdı; ama artık Türkiye’de hem çözüm sürecinin iptal edilmesi, hem Öcalan’ın mutlak anlamda tecrit edilmesi, hem de şu anda yaşananlar, Türkiye’de de ayrı bir devlet kurma fikrinin tekrardan güçlenmesine yol açıyor diye düşünüyorum — bu benim kişisel gözlemim.

Kırık kalpler, bulanık zihinler

Burada bir kırık kalp var, bir de bulanık zihinler var. Türkiye kendi Kürtlerine ve Suriye’deki Kürtlere, Irak’taki Kürtlere, belki yarın da İran’daki Kürtlere somut olarak bir şey söylemiyor, önermiyor. Şimdi referandum sürecinde, Haziran ayında deklare edilen referandumun yapılmasına bir hafta on gün kala Ankara’nın gayreti genellikle “Biz Irak anayasasının belirli gereklerinin yerine getirilmesi için sizin Bağdat nezdinde garantörünüz olabiliriz”den öteye gitmedi. Birincisi, Kürtlerin var olan anayasadan ne kadar memnun oldukları meselesi bir tartışma konusu, ikincisi de Bağdat yönetiminin –yönetimi elinde tutan Şiilerin — ki bayağı bir mezhepçi bir çizgide olduklarını yıllardır gözlüyoruz maalesef– onların nasıl bir güvence verebilecekleri, bu güvencenin kimlerin temini altında olacağı ve Kürtlerin buna nasıl ikna olacakları gibi bir mesele var. Hem bir yandan anayasanın kendisi tartışmalı, ama diyelim ki anayasayı kabul ettiler, bunun hayata geçirileceğinin garantisini ne Bağdat verebiliyor –vermiyor da açıkçası, çok da fazla bu konuda gayretli gözükmüyor– ancak diğer ülkelerin de bu konuda garantör olma gibi bir iddialarının ne derecede gerçekleşeceği de şüpheli. Dolayısıyla burada iki şeyi birlikte yürütebilmesi gerekiyor bölgesel güçlerin — Türkiye’nin, İran’ın başta olmak üzere ve bir anlamda da Bağdat yönetiminin. Kürtleri eğer kaybetmek istemiyorlarsa, Kürtlerde ayrılıkçı fikirlerin güçlenmesini istemiyorlarsa, onlarla barış içerisinde yaşamak istiyorlarsa, onlara karşı ayrımcı üslûplarından, tavırlardan, tehditlerden vazgeçmeleri gerekiyor. Gerçekten bir kardeşliği –artık bu din üzerinden mi olur, başka konularda mı olur, çıkar birliği üzerinde mi olur?– bir kardeşliği, ama aynı zamanda da onların ikna olabileceği bir statüyü, bir değerler manzumesini, birtakım somut kurumları ilkeleri saptamaları gerekiyor. Yani şu âna kadar Türkiye’de olan nedir? Türkiye’de olan, “Hepimiz kardeşiz, zaten ne sorun var? Herkes istediğini oluyor” gibi basit cevaplar, işte “Kürt-Türk kardeştir, ayrım yapan kalleştir” yaklaşımı, ya da İslamî camiadaki ümmet yaklaşımı, ya da solda çok ilginç bir şekilde sol hareketin içerisinden kendini sosyalist diye tanımlayanlar da dâhil olmak üzere –en çarpıcısı onlar zaten, çünkü bir sosyalist hareketin temel ilkelerinden birisi “ulusların kaderlerini tayin hakkı” olarak bir klişe olarak yerleşmiştir–, orada dile gelen Kürtlerin her türlü statü arayışını, her türlü kazanım arayışını emperyalizmle ilişkilendirmeye çalışma yaklaşımları… Bunlar artık hiçbir işe yaramıyor, hiçbir fonksiyonu kalmadı. Bu emperyalizm meselesi gerçekten çok ilginç, bir zamanların çok gündemde olan bir kavramıyken uzun bir süre çok fazla kullanışlı olmayan bir kavram Türkiye’de ve dünyada da böyle, ama ne zaman özellikle Kürtler söz konusu olsa, mesela ilk Körfez Savaşı sıralarında Kürtlere Irak’ta bir korumalı bölgenin, uçuşa yasaklı bölge ardından federasyona kadar giden şey sağlandığı zaman da bu çok dile getirilmişti, emperyalizm oyunu olarak dile getirilmişti. Şimdi de Kürtler bir şey yapmak istedikleri zaman, referandumla birlikte yine emperyalizm hızlı bir şekilde gündem sokuldu. Tabii onun yanında emperyalizm derken esas olarak ABD kastediliyor; ama onun yanında şimdi çok kullanışlı bir İsrail malzemesi de var. İlginç bir şekilde İsrail malzemesini solcular ve İslamcılar pekâlâ birlikte kullanabiliyorlar.

Türkiye yanlış yolda

Sonuç olarak Kürtlerin birtakım arayışlarında yanlarında emperyalistler, İsrail, Siyonist devletler vs. oluyor, olabilir, diyelim ki bu doğru. Bundan rahatsız olan kişilerin yapması gereken Kürtlerin taleplerini yok saymak mı? Yoksa onların yerine kendilerini öne çıkartmak mı? Kürtlere eşlik etmek için kendilerini öne çıkartmak mı? Bu soruyu çok ciddi bir şekilde sormak lazım. Ankara, Türkiye’yi yönetenler, yakın bir zamana kadar gerçekten Kürtlerin kalbini ve zihinlerini kazanma konusunda çok ciddi mesafeler kastetmişlerdi. Zor oluyordu, ama oluyordu ve birdenbire film koptu ve tekrar Türkiye’de her şey geriye saymaya başladı ve Türkiye hızlı bir şekilde eskilerin diline dönmeye başladı. Bu dil sadece devlette, sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’da olan bir dil değil, o tabii çok daha net bir şekilde gösteriyor. Şöyle söyleyelim: Erdoğan’ı birçok konuda çok sert bir şekilde eleştirilen birçok kişi ve çevrenin bu dil konusunda onu net bir şekilde destekliyor olduklarını görüyoruz. Yeni garip bir ittifak oluşmaya başladı; bu aslında Türkiye’de öteden beri bildiğimiz ittifakın tekrardan değişik isimlerle değişik adlandırmalarla tekrar hayata geçmesi. Bunlar olabilir, ama bunlar olurken Türkiye’de nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan ve bu topluma ciddi bir şekilde entegre olmuş olan Kürtlerin bütün bu yaşananlara nasıl baktığını, nasıl algıladığını, bunlardan ne derece rahatsız olup olmadığını sorgulamak lazım. Eğer yapılan şeyler, atılan adımlar, söylemler, dile getirilen argümanlar sadece ve sadece Kürt olmayanları gözeterek yapılıyorsa, Türkiye zaten fiilen, ruhen parçalanmaya doğru gidiyor demektir.
Bence yanlış bir yoldayız, burada oluşan bu ittifakın Türkiye’ye hiçbir hayrı olduğunu düşünmüyorum. Kazara Türkiye’nin Irak’taki referandumun ardından yapılmak istenenleri engellemeye yönelik olarak fiili birtakım somut, yani “Bir gece ansızın gelebiliriz”in özetlediği şekilde birtakım adım atması durumunda bunun sonucunun herkes için çok ciddi bir felaket olacağını düşünüyorum. Yıllardır dile getirdiğim bir şey var, bir kere daha söyleyeyim, burada da birkaç kez söyledim, bir kere daha söylüyorum: Bölgede, Türkiye’de ve bölgede Kürtleri kazanan kendisi güçlenir, Kürtleri karşısına alanın da güçlü kalma ihtimali olduğunu sanmıyorum. Bunun özellikle altını bir kez daha çizmek istiyorum; ama sadece bu bir güç kazanma meselesi değil, aynı zamanda bir insanlık meselesi. Burada ayrımcılıktan uzak bir şekilde bakmak, dinlemek ve Kürtlerin ne istediğini, ne yapmak istediklerini, taleplerini ciddiye almak, önemsemek ve onlarla bunları konuşup tartışmak, müzakere etmek gerekiyor. Türkiye’de de, Irak’ta da, Suriye’de de, İran’da da artık bu bölge Kürtlerin varlığını yok sayarak ya da Kürtlere sadece sembolik birtakım anlamlar yükleyerek yoluna devam edemez. Bu tüm bölge için ve tek tek tüm ülkeler için geçerli.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.