Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan–Barzani dostluğu neden bozuldu?

Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani arasındaki dostluğun neden ve nasıl bozulduğunu ele almak istiyorum; ama öncesinde tabii ki bu dostluğun inşasına değineceğiz. Yalnız, sıcak olarak bakarsak bugün Cumhurbaşkanı’ndan yeni açıklamalar geldi. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan kanaat önderi olarak tabir edilen, daha doğrusu devlet tarafından kanaat önderi olarak adlandırılan kişilere yaptığı konuşmada yine çok net mesajlar verdi. Mesela dedi ki: “Biri çocukluk düşlerini gerçekleştirecek diye bölgemizin güvenliğini riske atamayız, bu kuru bir hayaldir” dedi. Yine aynı yerde başka bir bölümde de: “Memurunun maaşını ödeyemiyordun bize geldin. Bu yapılan dört dörtlük nankörlüktür” dedi. Burada hitabın doğrudan Barzani’ye olduğunu görüyoruz. Zaten Erdoğan, bir yerden sonra uyarılar üzerine kendilerinin Kürtlerle bir alıp veremediği olmadığını, oradaki yöneticilerle bir meseleleri olduğunu söyledi, söylüyor. Ama şurası da bir gerçek ki % 90 üzerinde “Evet” oyu çıkan bir referandumdan bahsediyoruz. Sonuç olarak Barzani böyle bir şeyi tek başına istemiş de olsa, % 90 küsur desteğe sahip bir lider şu anda bağımsızlık talebinde. Neyse.

Yakınlaşma Özal ile başladı

Olayın başına gelelim. Aslında Barzani’nin ve geçenlerde hayatını kaybeden Celal Talabani’nin Türkiye’yle ilişkileri Turgut Özal döneminde iyileşme noktasına gelmişti; onun öncesinde devlet dilinde bu kişiler, Irak’taki Kürt liderler –birisi Kürdistan Demokrat Partisi’nin Barzani diğeri Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin lideri olan Celal Talabani– çok sert bir şekilde, “aşiret reisi”, “aşiret ağası” ya da çok hakaretâmiz tabirlerle anılırlardı; ama Turgut Özal bir yerden sonra bu kişilerle ve dolayısıyla onlar üzerinden de Irak Kürtleriyle devlet adına birtakım işler geliştirdi. Cengiz Çandar kitabında bunun çok detaylarını anlatır; kendisi de bunda çok ciddi şekilde bir arabuluculuk yapmış birisi olarak detayını anlatır. Bu da kolay olmuş bir şey değil; kademe kademe, önce gizli gizli, sonra açık ve nihayet bu kişilere Türkiye pasaportu verildiğini de biliyoruz Özal döneminde. Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde de, özellikle ateşkes ortamlarında AKP’nin ve Erdoğan’ın ve diğerlerinin Kürt sorununu çözme konusunda birtakım arayışlara girdikleri dönemlerde de Barzani çok ciddi bir şekilde bir partner olarak ortaya çıktı.

Erdoğan-Barzani yakınlığının nedenleri

Bunun bir çok nedeni vardı; birincisi Barzani daha muhafazakâr bir kişi, zaten Barzani’nin güçlü olduğu bölgeler de Irak Kürdistanı’nın daha muhafazakâr bilinen yerleri, Talabani’nin ve ondan ayrılarak, KYB’den ayrılarak kurulan Goran hareketinin daha güçlü olduğu Süleymaniye ve çevresi de nispeten daha seküler bilinen yerler; zaten Talabani de solda, Marksist hatta Maoist bir geçmişten gelen birisi; ama Barzani daha yerleşik, daha kırsal birisi. Birincisi böyle bir ideolojik yakınlık söz konusu, ikincisi –bu bence çok önemli– Talabani ve Goran hareketi daha çok İran’la iyi ilişkiler içerisinde –özellikle sınır bölgesinde olmalarının da bunda etkisi var–, normalde daha seküler olmalarına rağmen İran gibi İslami rejim iddiasındaki bir devletle iyi ilişkiler içerisinde olması çelişki gibi gözüküyor, ama yıllardan beri bu böyle; hatta İran son referandumdan sonra Goran ve KYB ile ilişkilerini kopartmış değil. Dolayısıyla burada Erdoğan’ın İran’ın nüfuzunu dengelemek açısından da Barzani en ideal partnerdi.
Bir diğer husus da şu tabii ki: Türkiye’deki Kürt siyaset hareketine, Öcalan’ın liderliği yaptığı harekete karşı bir desteğe vardı Erdoğan’ın ve AKP’nin. Bu anlamda da etkisi giderek azalmakta olmakla birlikte, azalmakta olsa da Barzani bir fonksiyon yerine getirebiliyordu; özellikle Kürtlerde yerleşik, daha toprağa bağlı birtakım aşiretlerde etkisi, bir de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle ticaret yapan orta ve üst sınıflarla olan ilişkisiyle. Bu nedenle de bu PKK hareketine karşı zaten kendi belli bir kitle tabanı olan bir parti AKP — Milli Görüş’ten beri gelen, miras alınan bir taban var, bunu güçlendirmek için de bu hareket Barzani gerçekten çok önemliydi ve Barzani zaten değişik şekillerde AKP kongrelerine gelerek, değişik kritik anlarda gelerek çok ciddi katkılarda bulunmuştu. Şimdi, Barzani’nin en önemli etkinliklerden birisi Diyarbakır’daki toplu açılım şöleni yapıldı ve Barzani buraya Şivan Perwer’le beraber geldi, İbrahim Tatlıses de katılmıştı; orada Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, Bülent Arınç, Beşir Atalay gibi isimlerle çok önemli bir gövde gösterisi yapılmıştı ve orada o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan ilk defa “Kürdistan” kelimesini telaffuz etmişti, başına Kuzey Irak ekleyerek, Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi diyerek — arkadaşlarımız bize bir göstersinler (VTR)

Bağdat’a karşı Erbil tercihi

Şimdi bu 16 Kasım 2013, Türkiye’de çözüm sürecinin fena gitmediği bir dönem ve bu dönemde Türkiye’de Kürt sorunuyla ilgili birçok tabunun kırıldığı bir dönem ve burada gerçekten de bu sürecin ana hatlarında Tayyip Erdoğan’ın önemli bir rolü vardı, sonradan bunların çoğundan vazgeçmiş olsa da ve bu anlamda Kürdistan terimini kullanmış olması çok önemliydi. Nitekim bugün bu videoyu ararken şunu gördüm; özellikle Türkiye’de ulusalcı çevreler, Kürt meselesinde çok katı tutumları olan çevreler bu konuşmayı aleyhte propaganda malzemesi olarak çok ciddi bir şekilde yaymışlar.
Hâlbuki bu konuşma, buradaki üslûp gerçekten Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunabilecek bir üslûptu ve orada Erdoğan, Barzani’yi ve Barzani ailesini, babasını, babası Molla Mustafa Barzani’yi ve onların aile olarak ama genel olarak da Irak’ta Kürtlerin tarihsel olarak çektikleri acıları, uğradıkları zulümleri çok net bir şekilde dile getirmişti. Ve Barzani-Erdoğan dostluğunun, yakınlığının ve stratejik işbirliğinin zirvesi olan bir toplantıydı o ve orada tabii ki –tekrar hatırlatmakta yarar var– o buluşma Türkiye’de çözüm sürecinin sağladığı atmosferde iyice güçlenen Öcalan liderliğindeki hareketin güçlenmesinden duyulan tedirginliğin de bir sonucuydu. Yani onu dengelemek için yapılan bir faaliyetti, başka faaliyetler gibi ve Barzani de böyle yerlerde Öcalan çizgisini destekleyen Kürtleri kızdıracağını bilmesine rağmen –onların zaten aralarında sorun var–, o riski göze alarak bu tür toplantılara geliyordu, Erdoğan’la kritik zamanlarda, Erdoğan’la ve AKP’yle yan yana görünmekten hiçbir zaman yüksünmedi ve aynı şekilde de Ankara ve Erdoğan Barzani’ye ve Barzani’nin liderliğini yaptığı IKBY’ye çok ciddi katkıda bulundular. Birazdan bununla ilgili bir başka video izleyeceğiz, orada onun detayları var, yine şunu unutmamak lazım: 16 Kasım 2013 Suriye İç Savaşı’nın ciddi bir şekilde başladığı ve Türkiye’yle İran arasındaki dostluğun büyük ölçüde aşındığı ve Suriye İç Savaşı’nın bir nevi mezhep savaşı görünümü aldığı bir döneme denk geliyor. Aynı şekilde Ankara’nın Bağdat’la ilişkilerinin kötüleşmeye başladığı bir döneme denk geliyor, Bağdat’la ilişkiler adım adım koparken –Tahran’la hiçbir zaman Bağdat’la olduğu gibi kopmadı, ama bir zamanlar yaşanan yoğun ilişkiler yerini bir mesafeye bırakmıştı–; bu anlamda da Barzani, Bağdat yönetimini dengelemede de koz olarak Ankara’nın elinde ciddi bir kozdu ve buradaki ana meselelerden birisi de Suriye’ydi.

“Ayrılma Irak’ın iç meselesi”

Şimdi çok önemli bir yayından ATV’de Mehmet Barlas’la yapılan –ki bu sefer Cumhurbaşkanı kimliğiyle– 21 Mayıs 2015’te yapılan bir yayından, söyleşiden bir bölüm izleteceğiz. Orada söyledikleri çok önemli; onun üzerine biraz konuşacağız, tabii bunun da tarihinin altını çizmek lazım: 21 Mayıs 2015 çözüm sürecinin bittiği, –28 Şubat’ta Dolmabahçe görüntüsü vardı ve artık müzakere süreci başlıyor derken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği bir işaretle, yine bir yurtdışı gezisi dönüşünde uçakta o toplantıyı neredeyse lanetledi ve her şeyin rengi değişti– Ceylanpınar’da yataklarında öldüren polisler vs. ve Türkiye çok acayip bir yere doğru sürüklenmeye başlamıştı ve 7 Haziran seçimleri vardı. 7 Haziran seçimlerine çok az süre kala, seçime yönelik olarak yapılan bir yayın, kendisini ev sahibi olarak hissettiği bir kanalda ATV’de yapılan bir yayın. Evet, onu bir izleyelim, sonra devam edelim. (VTR)
Evet, şimdi bu yayının alıntıladığımız bölümünün çok önemli birtakım noktaları var. Birincisi, “Bu bölge ayrılmak istiyorsa, ayrılıyorsa, bu birinci derecede Irak’ın iç meselesidir” demişti Cumhurbaşkanı Erdoğan; ama bir not düştü, tabii ki Türkiye’deki üniter yapıyı tehdit etmesi durumunda bunu asla kabul edemeyeceklerini söylüyor, bu önemli. Şu anda yaşanan durumda her ne kadar bunun bir delillendirmesi yapılmasa da birinci derecede olan değil; ikinci derece olan Ankara tarafından öne çıkartılmış durumda. Bunun Irak’ın bir iç meselesi olduğu hiçbir şekilde telaffuz edilmiyor, ancak bunun Türkiye’nin üniter yapısına bir tehdit olduğu iddiası öne çıkartılıyor Erdoğan ve Ankara tarafından ve buna karşı olarak da referanduma başından itibaren ve giderek yükselen şekilde tepki veriliyor.
Bir diğer husus; orada çok net görüyoruz, “Bağdat, Erbil’e kötü davranıyor” diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan –ki doğru, çok yerinde bir tespit– “Biz de kendilerine yardımcı oluyoruz” yani Bağdat’ın –ve tabii ki Bağdat derken bir şekilde Tahran’ı da akılda tutmak lazım çünkü Bağdat’taki yönetim, İran’a göbeğinden bağımlı bir yönetimdi ve hala öyle ve daha uzun bir süre böyle olacağa benziyor– mezhep ağırlıklı, çoğulcu olmayan bir yönetim var Bağdat’ta ve anayasanın gereklerini yerine getirmeyen bir yönetim var ve bunu Erdoğan da kabul ediyor ve Türkiye’nin bu konuda çok ciddi bir şekilde yardımcı olduğunu söylüyor.
Dolayısıyla burada da şunu görüyoruz: Aslında Irak’taki Kürtler Türkiye ve İran arasında bölgede yaşanan nüfuz savaşının ya da mücadelesinin –yumuşatalım, mücadelede diyelim– çok önemli bir alanı. Tabii ki esas olarak en sert bir şekilde bu nüfuz mücadelesi Suriye’de yaşanıyor, ama bir diğer alanın da Irak Kürdistanı olduğu çok net. Şimdi, Irak’a baktığımız zaman, bir tarafta Şii Araplar var İran destekli ve yönetimi ellerinde tutuyorlar, Sünni Araplar var ama Sünni Araplar büyük ölçüde radikalize olmuş durumda, IŞİD gibi yapılarla alakalı işbirliği içerisinde onlardan ayrı kalan ve Türkiye’nin de destek verdiği ya da vermek istediği Sünni Arapların çok ciddi, hatırı sayılır bir gücü yok. Bir diğer unsur, Türkmenler, hep Türkiye’nin dile getirdiği; ama Türkmenler konusunda dile getirilen efsanelerle Türkmen realitesi arasında çok ciddi farklar var; Türkmenler hiçbir zaman Irak’taki güçler savaşında belirleyici bir aktör olmadılar, olamadılar ve geriye Kürtler kalıyor. Kürtler gerçekten çok önemli bir pozisyona sahipler. Bir anlamda ABD’nin himayesinde kurulmuş olan federe bir yapı var ve burada çok ciddi bir ekonomik faaliyet var ve bu ekonomik faaliyet, doğal zenginlikler ve bu doğal zenginliklerin ciddi bir şekilde Türkiye üzerinden dünya pazarına sokulması olayı var; dolayısıyla Türkiye o tarihte Barzani’yle kurulan ilişkiyle bir taşla birçok kuşu birden vurabiliyordu.

Türkiye-İran nüfuz mücadelesi

Şimdi, ne oldu da bozuldu? Bir kere Türkiye’nin Suriye politikası iflas etti ve bir anlamda Suriye’de İran’ın politikası iflas etmedi, İran çok kayba uğradı belki, ama başta izlediği politikayla şimdi izlediği politika arasında belki ufak tefek rötuşlar vardır; ama Türkiye’nin politikası tam anlamıyla iflas etti ve Türkiye İran’a karşı mezhep boyutunu da bir şekilde ister istemez içeren nüfuz savaşını iptal etti diyelim. İran’ın böyle bir iptali yok, İran nüfuzunu genişletmeyi hâlâ sürdürüyor; ancak Türkiye, bir anlamda bu bir maratonsa, maratondan erken pes etti, Suriye konusunda herhangi bir iddiası kalmadı. En son yine Cumhurbaşkanı’nın bugün yaptığı açıklamada, İdlib’de TSK’nın Rusya’yla beraber varolacağını söyledi. Türkiye bölgede tam bir savrulma yaşıyor. Bu anlamda bu ilişki sürdürülmez oldu. Ve bakıyoruz burada Bağdat yönetimine yöneltilen eleştirilerin –ki çok önemli, net eleştiriler ve haklı eleştirilerdi– bu eleştirilerin tamamen iptal edilmiş olduğunu görüyoruz ve şu anda çok net bir şekilde ve dikkat edin, bütün konuşmalarında yani burada yayınladığımız iki videoda da onu gördük, sürekli Barzani’nin adını anmak –ki birisinde zaten kendisi orada misafir olarak duruyor, ama burada da hem Mesud Barzani’nin hem Neçirvan Barzani’nin sürekli adlarını anarak onlardan gerçekten çok yakın bir müttefik olarak bahsediyordu– ve şu anda da dikkat ederseniz adlarını pek anmıyor, isimlerini anmadan kendilerine saldırıyor. Mesela “Biri çocukluk düşlerini gerçekleştirecek diye”, dedi bugünkü yaptığı konuşmada. O biri tabii ki Mesut Barzani.
Tabii ki şunu da biliyoruz: Tayyip Erdoğan’la o kadar süre o kadar değişik durumlarda bir araya gelmiş bir Mesut Barzani’nin Tayyip Erdoğan’a o çocukluk düşlerini anlatmamış olduğunu herhalde varsayamayız. Ya da anlatmadığını varsayalım. Bu çocukluk düşlerinin Barzani’nin hep aklında olduğunu herhalde Cumhurbaşkanı Erdoğan da hep biliyordu. Ama şimdi düşün hayata geçmesi ânında işin rengi değişti. Ama burada şunu özellikle vurgulamak istiyorum: 2015 ATV yayınında da çok net bir şekilde görüldüğü gibi buradaki mesele esas olarak Ankara’nın kategorik olarak Irak’ta bir Kürt devletine karşı çıkması meselesi değil. Çünkü 21 Mayıs 2015’te bunun esas olarak öncelikle Irak’ın kendi iç meselesi olduğunu söyleyebildi Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı kimliğiyle. Ve kıyamet de kopmadı. Şimdi bunun bir Irak meselesi değil, bir bölge meselesi olduğu noktasında ısrar ediyor. Bence Erdoğan’ın bugünkü pozisyonu konjonktürel bir pozisyon. Bu değişebilir bir pozisyon. Yarın öbür gün Mesut Barzani’yle tekrar bunu kurmak zor olabilir, ama Barzani ailesinden başkalarıyla, yani Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, KDP içerisinde etkili olan başka kişilerle tekrardan yeni birtakım ilişkiler geliştirebilir konjonktür değişirse.

Kürtlerin kapleri kırıldı

Dün burada Ankara-İran yakınlaşmasıyla ilgili yaptığım yayında altını çizmiştim, tekrar söylemekte yarar var: Şu anda Ankara’nın Irak Kürdistanı’nda tek bir partneri yok. Ama İran’ın var. Şu anda Türkiye öyle bir politika uyguluyor ki, Irak Kürdistanı’yla tamamen bütün bağlarını koparmış durumda. Ve onu hava sahasını, sınır kapılarını kapatmakla –ki kapatacağını bugün açıkladı biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Erdoğan– tehdit ediyor. Bunlar tabii ki çok etkili olacaktır. Zor durumda bırakacaktır. Erdoğan’ın bugün söylediği gibi ekonomik anlamda çok ciddi kriz içerisinde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi. Memur maaşlarını ödeyemiyorlardı ve Türkiye’den ve belki başka yerlerden de yardım alarak bunları yapabiliyorlardı. Ve petrolünü, doğalgazını artık kolay kolay eskisi kadar kolay piyasaya süremeyecek.
Tabii burada Putin’in ilginç bir çıkışı var. Bugün pekâlâ devam etmesi gerektiğini söyledi. Cumhurbaşkanı’na bu sorulduğu zaman da Putin’i orada inandırıcı bulmadığını söyledi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Ama Rusya orada Irak Kürdistanı’yla petrol konusunda çok büyük anlaşmalar yapıyor. İşin rengi çok değişebilir aslında. Neyse, bunu bir dipnot olarak koyalım. Şu anda tabii ki Cumhurbaşkanı’nın birkaç gündür sürekli söylediği gibi Türkiye’nin, İran’ın, Irak yönetiminin yani Bağdat’ın ve Suriye’nin –Suriye derken herhalde Şam’ı kastediyor– arasında sıkışmış bir Irak Kürdistanı var. % 90’ın üzerinde bir oyla bağımsızlık istediğini beyan etmiş bir Irak Kürdistanı var.
Bu bağımsızlığın kolay kolay olamayacağı belli. Ancak bu süreç içerisinde özellikle Türkiye kaynaklı bir şekilde edilen sözlerin de Kürtlerin zihninde ve kalplerinde derin yaralar bıraktığını da şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz. Burada Kürtler diyorum, Irak Kürtleri demiyorum. Çünkü böyle bir olayda Irak’taki Kürtlere ek olarak Suriye’deki, İran’daki ve tabii ki Türkiye’deki Kürtler de bu olayları çok yakından takip ediyorlar. Kimin neye ne dediğine çok yakından bakıyorlar. Ve bu anlamda da Türkiye’deki Kürtler için çok ciddi bir şekilde son günler bir kırık kalpler atmosferi iklimi hâkim. Bu çok net bir şekilde gözüküyor. Ama öte yandan Türkiye’nin bugün bir uyduruk “mizah” dergisi beyaz Toros’lara Bahçeli ve Erdoğan’ı bindirerek Musul ve Kerkük’ü aldırıyor ve yeni plakaya ekliyorlar 82 ve 83 olarak. Bunun gerçekleşme ihtimalinin milyonda bir bile olduğunu herhalde kimse söyleyemez. Ama bunun üzerinden kurulan retorikle Türkiye çok ciddi bir şekilde kendi vatandaşlarının bir kısmını… Bir kısmının gazını alıyor belki, ama bir kısmının kalbini kırıyor. Bunun etkisi kolay kolay düzelecek gibi gözükmüyor maalesef. Erdoğan-Barzani dostluğu aynı zamanda bölgesel anlamda Kürt meselesinin çözülebilmesinin mümkün olduğunu gösteren işaretlerden birisiydi. O dostluğun sert bir şekilde bozulması da bölgesel anlamda Kürt sorununun ve Türkiye başta olmak üzere tek tek ülkelerdeki Kürt sorunlarının uzun bir süre çözülemeyeceğini acı bir şekilde bize gösteriyor.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.