Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Soçi Zirvesi, Afrin Harekatı, sıra Menbiç’te mi? Trump’ın “Birliğin Durumu” konuşması

Yayına hazırlayan: Ali Mert İnal

Merhaba, iyi günler. Transatlantik’te yine karşınızdayız. Washington’da Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’la ağırlıkla Suriye konuşacağız, ancak Trump’ın bu sene ilk kez yaptığı konuşmayı da, “Birliğin Durumu” konuşmasını da Ömer Taşpınar’la özellikle ele alacağız. Arkadaşlar merhaba. Hemen Gönül seninle başlayalım. En önemli gelişme tabii ki Soçi Zirvesi; sonuçlandı. Rusya’nın inisiyatifinde düzenlenen zirve, “Suriye’de Ulusal Diyalog Toplantısı” yapıldı, birçok yönüyle tartışıldı. Nasıl buluyorsun ortaya çıkan sonucu, bir sonuç çıktı mı sence?
Gönül Tol
: Tabii adı “Ulusal Diyalog Kongresi”, fakat aslında çatışmanın taraflarının taleplerini değerlendiren, gerçek bir diyalog olmaktan çok uzaktı Soçi Kongresi. Çünkü aslında Beşar Esad’a gerçekten muhalefet eden, sahada askerî varlığıyla rejimi gerçek anlamda tehdit eden muhalefet yoktu Ruşen. Genelde katılan muhalefet, rejimin ve Rusya’nın tolere ettiği muhalefetti ve bu muhalefetin sahada önemli bir varlığı yok. Dolayısıyla, taraflar arasında ciddi, samimi bir diyalog olmaktan çok uzaktı. Zaten sonuç bildirgesine de baktığınızda muhalefetin taleplerini dillendirmekten çok uzaktı. Ne çıktı Soçi Kongresi’nde? Birincisi, şunu söylemek gerekiyor: Oraya katılan muhalefetler de zaten Esad rejimi görevden ayrılmayacak varsayımı üzerine katılan muhalefetti. Dolayısıyla Soçi Kongresi’nden çıkan büyük resim: Aslında rejimin eli güçlendi. Hem sahada askerî olarak güçlenmişti; diplomatik olarak da, özellikle Birleşmiş Milletler’in katılımıyla birlikte aslında meşruiyeti de güçlenmiş oldu. Türkiye’nin desteklediği, Suudiler’in de desteklediği ve Cenevre görüşmelerinde muhalefeti temsil eden Yüksek Müzakere Konseyi vardı. Aslında evvela boykot ettiklerini açıklamışlardı; fakat son dakikada Türkiye’nin de müdahale etmesiyle ve zorlamasıyla katılma kararı aldılar. Ankara’dan gittiler bir uçakla; fakat havaalanına geldiklerinde kongrenin ambleminde rejimin bayrağının olmasını sorun haline getirip katılmama kararı aldılar. Yani çok küçük bir grup katıldı. Dolayısıyla gerçek anlamda muhalefet temsil edilmemiş oldu. Ne karar çıktı? Her şeyden önce bir anayasa komisyonu oluşturma kararı verildi. Bu komisyonu kim oluşturacak? Yani Türkiye muhalefeti temsilen 50 kişilik bir liste sunduğunu açıkladı, fakat bu komisyon büyük oranda rejim tarafından belirlenecek. Dolayısıyla ortaya çıkacak anayasanın da rejimin önceliklerini, Rusya’nın çıkarlarını yansıtacak bir doküman olmasını beklemek lazım tabii. Ve diğer taraftan yine muhaliflerin taleplerine baktığımızda; muhalefetin en önemli taleplerinden bir tanesi ordunun revize edilmesiydi, reforme edilmesiydi. Bu yönde de bir karar çıkmadı ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı güçler, komutanlar çok eleştirdiler bunu. Dolayısıyla bu bütünüyle, Türkiye’nin de katılarak meşrulaştırdığı, Birleşmiş Milletler’in de katılarak meşrulaştırdığı ve rejimin elini güçlendiren bir kongre oldu. Kürtler konusu önemli. Kürtler, biliyorsun –tabii Kürtler’den kastımız PYD ve ona bağlı güçler–, PYD bir PYD çatısı altında katılmadı; fakat benim konuştuğum, kongreye katılan gazetecilerin söylediği, PYD’den pek çok ismin aslında kongreye katıldığıydı. Bu anlamda da aslında bu hepimizin beklediği bir gelişmeydi; çünkü Rusya başından beri ve hâlâ kongre sırasında ve sonrasında da söyledi: “Biz Kürtler’in temsiline önem veriyoruz”. Hatta Putin’e yakın isimler dediler ki: “Bizim Afrin’de Türkiye’nin Harekâtı’na yeşil ışık yakmış olmamız, Kürtler’i bütünüyle ‘sattığımız’ anlamına gelmiyor. Biz onları siyasî sürece angaje etmek istiyoruz”. Dolayısıyla PYD’ye yakın isimlerin Soçi’ye katılması da Rusya’nın bu siyasetini devam ettirdiğini gösteriyor.

Ömer, sana şunu sormak istiyorum. Burada Rusya’nın inisiyatifiyle Suriye’yle ilgili birtakım gelişmeler yaşanıyor. Ne derece etkili olur, sonucu belirler, belli olmaz; ama bir tarafta olayın içerisinde Amerika Birleşik Devletleri yok gibi gözüküyor, bir tarafta da Cenevre süreci var. Sonuçta Washington Suriye’yi tamamen Ruslar’a bırakmış diyebilir miyiz?
Ömer Taşpınar
: Soçi’de Amerika gözlemci seviyesinde, Astana’da da gözlemci seviyesinde olmak istiyordu ve buna Rusya aslında yeşil ışık yakıyor. Fakat Cenevre süreci şu anda rolantide. Yani Astana ve Soçi gibi görüşmeler daha ön planda. Amerika diplomatik olarak devrede kalmak istiyor. Askerî olarak da sahada 2 bin askeri var. Bunlar daha çok özel kuvvetler, özel timler ve bildiğimiz gibi Suriye Demokratik Güvenlik Gücü altında bir yapıya, Kürtler’e destek veriyorlar. Yani kesinlikle Amerika çekiliyor, bütün inisiyatifi Rusya’ya ve İran’a bırakıyor diyemeyiz. Fakat Amerika’nın önceliği her şeyden önce hep IŞİD olduğu için bir bakıma Suriye ve İran meselesi ikinci planda. IŞİD’le mücadele ön planda onlar için. Ve bu nedenlerle de Suriye’de Kürtler’le işbirliği ön planda. Fakat tabii ki Irak’ta olduğu kadar Suriye’de aktif olamayacak; çünkü askerî açıdan inisiyatifi İran’a, Rusya’ya ve tabii ki rejime kaptırmış durumda.

Peki Ömer, orada kalalım. Şimdi biz geçen yayını yaptıktan hemen sonra, geçen haftanın hemen sonrasında, Trump’la Erdoğan’ın görüşmesi yaşandı. Olay tabii ki Afrin Harekâtı’ydı ve iki ayrı açıklama yapıldı biliyorsun. Bu açıklamalar birbirlerini tekzip ettiler. Özellikle Beyaz Saray’dan yapılan açıklamayı, Ankara medyaya bunun, bunların, bazı hususların konuşulmadığını özellikle söylediler. Oradaki en önemli hususlardan birisi, güçlerin sahada karşı karşıya gelmemesi hususuydu — ki kastedilen Menbiç herhalde, Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada. Bunu daha önce de konuştuk; ama bugün yine konuşmamızda yarar olduğunu düşünüyorum. Daha sonra General Votel’in yaptığı açıklamayı biliyorsun. “Menbiç’ten güçlerimizi çekmemiz söz konusu değil” dedi. Şu anda orada ne noktadayız? Türkiye Menbiç ısrarını birkaç gündür dile getirmiyor, ama bunu çok defa tekrarlamış durumda ve Washington’dan da gelen cevap, çekilmeyecekleri ve çatışma istemedikleri yolunda. Bu nereye doğru evrilir sence?
Taşpınar
: Türkiye’nin gitmesini istediği nokta gayet basit. Türkiye “Seçim yapın” diyor Amerika’ya, “Benimle Kürtler arasında bir seçim yapmanız gerekiyor” diyor. Amerika’nın cevabı da gayet basit; “Biz böyle bir seçim yapmak istemiyoruz” diyor. Böyle bir seçime ancak Türkiye Menbiç’e saldırırsa ve Menbiç’te askerî açıdan sadece bombalama değil kara kuvvetlerini sokarsa, yani Afrin tipi bir operasyonu Menbiç taraflarında yapmaya çalışırsa böyle bir seçim yapmak zorunda kalabilir Amerika. Ve burada bence Amerika gene net bir cevap vermeye çalışıyor; “Ben sahada Kürtler’le kurduğum operasyonel, taktiksel ilişkiyi bırakamam” diyor; çünkü IŞİD’le mücadelede şu anda Kürtler’e muhtaç durumda. “IŞİD’le mücadele bitmedi” diyor Amerika ve Türkiye’den anlayış bekliyor. Türkiye’nin Afrin macerasına diyelim, Afrin İşgali’ne Amerika bir bakıma karşı çıkmıyor; çünkü onu anlayışla karşılayabiliyor, tolere edebiliyor. Fakat Menbiç’e girdiği anda bu işin rengi bütünüyle değişecek. Orada Amerikan güçleri var ve Türkiye’nin taktiği de eğer Amerika’yı bir seçim yapmaya zorlamaksa, Amerika Türkiye’ye bir kırmızı çizgi koymak zorunda. Ve bu kırmızı çizgiyi Trump konuşmasında, en azından Beyaz Saray’ın açıklamasına inanırsak, açık bir şekilde dile getirmiş. Fakat benim tahminim, Trump muhtemelen yeterince açıklıkla söylemediği için Beyaz Saray’ın yazılı açıklaması bunun altını daha da çizdi ve daha da güçlü bir şekilde ifade etme gereğini duydu. Ve geldiğimiz noktada Menbiç gerçekten ilişkileri koparabilecek bir mesele halinde. Amerika geri adım atmıyor, “Menbiç’ten çekilmem söz konusu değil” diyor, Türkiye’den gelen –onlara göre– saldırgan söylemi kınıyor, bunu duymak istemediğini söylüyor. Temelde de Pentagon’da özellikle askerî yetkililerle konuştuğumda şöyle bir şey söylüyorlar: “Bu PKK meselesini anlıyoruz” diyorlar. “Türkiye’nin PKK konusundaki endişelerini anlıyoruz” diyorlar. “Fakat bizim Suriye’de işbirliği içinde olduğumuz grupların Türkiye’yle bir derdi yok, Türkiye’ye saldıran gruplar değil ve elimizden geldiğince de bu silahları kontrol edeceğiz, yani bu YPG’nin elindeki silahlar Türkiye’ye karşı dönmeyecek” diyorlar. “Bunun garantilerini de vermeye çalışıyoruz” diyorlar. Ama o kadar ciddi bir güven krizi var ki, Türkiye kesinlikle bunu kabul etmiyor. Konuştuğum bir Amerikalı yetkili, “PKK sanki Türkiye’nin içinde halloldu da şimdi Suriye’de halletmeye çalışıyorlar” diye güldü. Yani PKK’nın Türkiye’nin içinde terörizm yapabileceği, Türkiye’yi birbirine katabileceğinin farkındalar ve PKK tehlikeli bir örgüt, bunun farkındalar. “Fakat Suriye’de Türkiye’ye karşı oluşan bir saldırı yok, Türkiye’ye herhangi bir şekilde düşmanlık taşıyan bir örgüt yok diyorlar” ve mücadelenin bütünüyle IŞİD’e karşı olduğunu söylüyorlar. Dolayısıyla Türkiye’nin bütünüyle IŞİD’le mücadeleyi bırakıp Kürtler’e saldırması, Kürtler’in de IŞİD’le mücadeleyi bırakıp Türkiye’ye saldırmasına neden olabilir. Yani Türkiye’deki PKK mücadelesi, Türkiye’deki terörizm, Türkiye’nin Suriye macerası nedeniyle istenmeyen yerlere gidebilir korkusu içinde bence Amerika da. Dolayısıyla PKK’yla mücadelenin Türkiye içinde yapılmasını tercih ediyorlar. Menbiç gibi yerlere girilmesinin hem Suriye’de IŞİD’le mücadeleyi aksatacağını hem de Türkiye’nin güvenliğini uzun dönemde terörizm nedeniyle tehdit edeceğini düşünüyorlar.

Gönül, Afrin Harekâtı’nı seninle konuşmaya devam edelim. Biraz önce, bugün birkaç saat önce Rusya Dışişleri Bakanlığı’ndan Afrin’le ilgili bir açıklama, yüzlerce kayıp olduğunu söylüyor ve sivillerin de olduğunu söyleyen bir açıklama düştü ajanslara. Senin de gözüne çarpmış olabilir. Rusya ne yapmak istiyor? Çünkü onun izniyle, onayıyla yapılan bir harekât olduğunu biliyoruz bunun. Soçi’yle alâkalı bir şeyler mi var? Yoksa Rusya belli bir yerde harekâta sınır çekebilir mi, çekmek isteyebilir mi?
Tol
: Bence kesinlikle çektiğini düşünüyorum ve bu sınırın Türkiye tarafıyla çok açık açık konuşulduğunu, operasyon başlamadan önce de konuşulduğuna inanıyorum. Daha evvel konuştuk, Rusya’nın Afrin’de yapmaya çalıştığı şey hakkında ben hep şunu söylüyordum: “Ruslar Kürtler’i bırakmayacaklardır” diyordum. Sonra birkaç eleştiri geldi; Afrin Operasyonu’ndan sonra, “Bak böyle diyordun, ama işte Rusya Kürtler’i sattı” diye. Ben hâlâ aynı şeyi söylemeye devam ediyorum. Afrin’e yeşil ışık yakarak Kürtler’i bütünüyle Amerika’nın kucağına ittiği, Türkiye’nin onları neredeyse yok etmek amacıyla bir operasyonuna evet dediği anlamına gelmiyor. Soçi’de de gördük, yani PYD’ye yakın isimlerin katılmış olması, hâlâ siyasî olarak onları angaje etmeye çalıştığını gösteriyor; fakat ne yapmaya çalışıyor Afrin’de Rusya? Bence dediğim gibi Amerikalar’ın yaptığı “Biz Suriye’de uzun soluklu bir varlık planlıyoruz, daha uzun soluklu kalmayı istiyoruz” açıklaması, Rusya’da çok büyük bir endişe yarattı. Ve bir anlamda Kürtler’i bir parça zayıflatmak istiyor Rusya. Zayıflatarak hem rejimle müzakereye, yani masaya itmek istiyor. Kürtler’in birazcık daha elini zayıflatarak bir anlamda rejimin taleplerine evet demesini sağlamak istiyor — ki gördük bunu Afrin Operasyonu’ndan önce, Rusların Afrin’e ve YPG’ye, “Burayı rejime bırak, eğer rejime bırakırsan, Türkiye’nin operasyonuna evet demeyeceğim” dediğini duyduk. Diğer taraftan da Kürtler’e şu mesajı vermek istiyor: “Siz Amerikalılar’la bu kadar yakın çalışmayı ümit ediyorsanız, uzun soluklu bir ilişki istiyorsanız eğer, çok dikkatli olun; çünkü sonuçta ipler benim elimde” mesajını vermeye çalışıyor. Fakat bunu yaparken de bütünüyle Kürtler’i ortadan kaldıracak bir hamleye evet demez. Bu nedenle de Afrin’in içerisine bir operasyona ben yeşil ışık yakacağını düşünmüyorum Rusya’nın. Yani hâlâ Türkiye’nin Afrin Operasyonu, Afrin’in çevresine yapılan bir operasyon. Sonuçta masaya oturtmak istiyor Kürtler’i. Bu yüzden de Kürtler’in bir miktar varlık gösterebilmeleri, hem siyasî olarak hem askerî olarak varlıklarını koruyabilmeleri, Rusya için önemli. Yani Suriye topraklarının neredeyse %25’ini kontrol eden bir gruptan bahsediyoruz. Bu grup olmadan siyasî bir geçiş sürecinden bahsetmek mümkün değil. Fakat Rusya bir anlamda Kürtler’i çalışabilecek kıvama getirmek için Türkiye sopasını gösterdi. Bu önemli.

Peki şeyi söyleyebilir miyiz, daha önce de konuştuk ama, herhalde Afrin’in bir şekilde Şam’a devri gibi bir formül herhalde önümüzdeki günlerde çok daha fazla telaffuz edilecek, katılır mısın?
Tol
: Kesinlikle ve şunu da unutmamak gerekiyor: Biliyorsun birkaç gün evvel bir saldırı oldu Türk Konvoyu’na. TSK Halep’in güneyine 100 araçlık bir konvoy gönderdi. Şimdi bu tabii Rusya’nın onayıyla oldu; çünkü Rusya bir süredir diyordu ki: “Çatışmasızlık bölgesi oluşturduk, hani Türkiye’nin gözlem noktaları kurması gerekiyordu. Kurması gerektiği kadar kurmadı”. Dolayısıyla Rusya buna onay verdi ve Türkiye Suriye’nin içerisine, Halep’in güneyine böyle bir konvoy gönderdi. Ama aynı zamanda Türkiye’nin amacı neydi bu konvoyu göndererek? Rejim ve İran, Afrin’deki YPG unsurlarına yardım ediyor. Şimdi Afrin’i düşünelim. Afrin dört bir tarafından kuşatılmış durumda. Afrin’i doğudaki diğer Kürt kantonlarına bağlayan bir nokta var, o rejim kontrolünde. Ve Türkiye’nin Afrin Operasyonu başladıktan sonra rejim, doğudaki Kürtler’in Afrin’e lojistik desteğinin kendi kontrolü altındaki bölgeden yapılmasına izin verdi. Ve şöyle raporlar da var: İran ve rejim ağır silahlar veriyor Afrin’deki YPG’ye diye raporlar da var. Şimdi Türkiye bunun önüne geçmek için bu konvoyu gönderdi, fakat saldırıya uğradı. Rejim güçleri ve İran’a bağlı güçler tarafından ateş açıldı ve konvoy istikametini değiştirmek zorunda kaldı. Şimdi bu bize ne diyor? Birincisi, Türkiye’nin Afrin Operasyonu çok ciddi risklerle karşı karşıya. Yani orada uzun vadeli bir Türk varlığına –ben bunu daha evvel söylemiştim–, ne Rusya ne İran ne de rejim evet der. Ve bunu şimdi bu saldırıyla görüyoruz. Yani rejim orada hem TSK zayıflasın hem de bir miktar YPG zayıflasın istiyor ve şu anda Türkiye’nin Afrin Operasyonu Rusya’nın, İran’ın, rejimin amaçlarına hizmet ediyor. Fakat Türkiye orada daha uzun soluklu kalmak isterse buna hiç kimse evet demeyecektir. Rusya evet dese bile o saldırıyla gördük ki Rusya bütünüyle de kontrol edemiyor rejim ve İran güçlerini; çünkü böyle bir saldırıyı ben Rusya’nın isteyeceğini düşünmüyorum. Fakat ona rağmen oldu saldırı. Yani rejim kontrol etmek isteyecektir Afrin ve civarını.

Sana da son olarak Menbiç’i sorayım. Ondan sonra Ömer’le şu “Birliğin Durumu”nu konuşup noktalayalım Transatlantik’i. Sen de Ömer’e katılıyor musun? Burada ne olacak, ne olabilir Menbiç’te? Yani henüz Afrin Harekâtı sürüyor tabii, o ayrı, ama Menbiç gerçekten bir kriz noktası olabilir mi?
Tol
: Kesinlikle. Başından beri ben bunun bir kırılma noktası olacağını söylüyordum ve Amerika’yı tabii çok zor bir noktaya itiyor, bir seçim yapmaya itiyor. Tabii bir ara formül de bulunabilir. Nedir ara formül? İşte, Türkiye Menbiç’e ilerler ve Amerika –eğer NATO Türkiye’yi bütünüyle karşısına almak istemiyorsa– oradaki Kürt unsurların Menbiç’ten daha evvel söz verdiği gibi çekilmesini sağlayabilir, bu ara formül olabilir. Fakat bunu yapmak ister mi Amerika? Şimdi bugüne kadar Pentagon’dan gelen açıklamalar, yapmayacağı yönünde. Dediler ki: “Biz Menbiç’ten kesinlikle çekilmeyeceğiz”. Çünkü şuna da inanıyor bence Amerikalılar: YPG’ye, Kürtler’e –yani Suriye Demokratik Güçleri’ne diyelim–, biz kötü bir müttefikiz mesajını vermek istemiyorlar. Çünkü zaten Afrin’i Türkiye’ye bir anlamda teslim ederek, “Afrin bizim operasyon alanımız ve bölgemiz değil” diyerek zaten bir güven bunalımı yarattı Suriyeli Kürtler arasında. Şimdi bir de Menbiç’i teslim ederse, bütünüyle onların güvenini ve müttefikliğini kaybetmek istemiyor. Ve dolayısıyla Menbiç’te bir ara formül bulmak istemeyecektir gibi geliyor bana Amerika ve bu da tabii Türkiye için risk faktörünü çok artıran bir şey. Bir de Ömer’in dediklerine şunu eklemek istiyorum: Evet, IŞİD’le mücadele açısından önemli orada kalmak istemesi Amerika’nın; fakat onun da ötesinde biraz evvel dediğim gibi sahanın %20-25’ini kontrol eden bir grup var: Kürtler. Ve bu grup aynı zamanda sadece toprak kontrol etmiyor, aynı zamanda enerji kaynaklarını da kontrol ediyor. Şimdi enerji kaynaklarını kontrol ederek, dolaylı olarak Kürtler üzerinden kontrol ederek, Amerika Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmak istiyor. Şimdi bugüne kadar yeterince asker koymadığı için sahadaki askerî dinamikleri şekillendiremedi Amerika. Dolayısıyla diplomatik süreçten de izole edildi. Şimdi o kaybını bir anlamda yeniden kazanmak istiyor ve bu yüzden de Kürtler’le çalışmak istiyor. O nedenle de bence Menbiç’ten geri çekilerek Kürtler’e yanlış mesaj vermek istemeyecektir diye düşünüyorum.

Evet, Ömer seninle bu “Birliğin Durumu”yla noktalayalım. Öğrendiğim kadarıyla, gördüğüm kadarıyla yapılan anketlerde bayağı büyük bir çoğunluk konuşmayı beğenmiş. Bu televizyon kanallarının hemen ardından yaptığı şeylere göre. Sen beğendin mi konuşmayı?
Taşpınar
: Şimdi buradaki biraz espri dolu değerlendirerek, 2 tane Trump var diyorlar; bir metin okuyan Trump — bu teleprompter’dan. Bir de twitter Trump. Teleprompter’dan okuyan Trump’ı herkes beğeniyor. Çünkü o Trump kontrol altında, mesajları daha dengeli. Kendisi yazmıyor tabii bunları, birisi yazıyor. Dolayısıyla o mesajlar birkaç aşama kontrolden geçtikten sonra gayet kucaklayıcı, dengeli mesajlar olabiliyor. Birliğin durumu konuşmasını zaten Beyaz Saray’ın halkla ilişkiler ekibi kucaklayıcı, uzlaşıcı, dengeli bir konuşma verecek ve Demokratlar’la önümüzdeki dönemde özellikle Göçmen Yasası’nın geçmesi için ve bir daha hükümetin kapısının kapanmaması için ortaklaşa yapılması gereken şeyler var şeklinde açıkladı. Konuşma gerçekten de Trump’ın ekonomik başarılarını anlattı ve işsizliğin bu kadar düşmüş olması, ekonominin ciddi şekilde kalkışta olması, borsanın bu kadar yükselmiş olması konusunda Trump bütün krediyi kendine çekti. Burada bir gelenek var, davetliler geliyor Kongre’ye ve o davetliler belirli küçük olayların kahramanları. Mesela itfaiyeci, polis, asker, göçmen. Trump bunu başka bir seviyeye taşıdı ve bütün konuşmasında o davetlilere hep referans verdi ve Cumhuriyetçiler buna bayıldı. Yani ne kadar uzlaşıcı, ne kadar toleranslı bir başkan diye. Fakat Demokratlar konuşmayı beğenmedi. Çünkü göçmenler konusunda, göçmenlerin potansiyel olarak tehlikeli işler yapabileceğini, bazı göçmenlerin burada suç oranını artırdığını söyleyen kısımları vardı. Özellikle burada MS13 diye bir çete var. El Salvador’dan gelen göçmenlerin kurduğu bir çete olduğunu düşünüyor Trump bunun. O çetenin mafyatik işlerinden bahsetti ve orada bir ara yuhalandı. Çünkü sanki o çeteyle göçmenleri bir araya getiriyormuş gibi bir konuşmaydı ve ilk defa ben bir başkanın yuhalandığını gördüm bu birlik konuşmasında. Bana göre daha da önemlisi, bu birlik konuşmalarından sonra hangi partinin başkanı iktidardaysa muhalefetin bir üyesi bir konuşma yapar ve Demokratlar’ın seçtiği kişi genç bir kongre üyesiydi. Bu Kongre üyesinin adı da Joe Kennedy. Yani bildiğimiz Kennedy ailesinin bir üyesi. Hatta Kennedy’nin kuzeni. Bu kişi son derece genç ve son derece etkileyici bir konuşma yaptı. Trump’a senin öreceğin duvarı benim jenerasyonum, genç jenerasyon o duvarı indirecek dedi ve senin yaptığın her şeye karşı çıkacağız dedi. Irkçı olduğunu ima etti Trump’ın. Trump’ın Amerika’yı böldüğünü söyledi. Yani Demokratlar şu anda Trump’a bir savaş açmış durumdalar ve 2018’deki ara seçimlerde Kongre ve Senato’yu geri kazanmak istiyor Demokratlar. Bu savaşın başladığını dünkü Demokratlar’ın cevabıyla bu birliğin durumu konuşmasında görmüş olduk. Yani bir bakıma o kucaklayıcı konuşmaya son derece sert cevap geldi diyebiliriz.

Evet, burada noktayı koyalım. Ömer Taşpınar’a ve Gönül Tol’a çok teşekkürler. Bu hafta Transatlantik bu kadardı. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.