Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İflas eden İslamcılığın mirasyedileri

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Hemen hemen her gün neredeyse birileri İslam adına, İslam dini adına konuşma iddiasıyla ilginç ilginç, büyük ölçüde abes çıkışlar yapıyorlar. Burada genellikle cinsellik ana temalardan birisi, ya da kadın ve çocuk hakları konusunda dünyanın, insanlığın kaydettiği ilerlemelerin çok gerisinde, kadınlara ve çocuklara yönelik ayrımcılık kokan, kokan da değil tamamen baştan sona ayrımcılık olan şeyler yapıyorlar bir yandan. Bunlar genellikle ilahiyatçı; fıkıh adına, yani İslam hukuku adına konuştuklarını söylüyorlar. Ve hızla bunlar yayılıyor. Kimisi övmek, kimisi yermek anlamında hızla bunlar yayılıyor. Bunlar işin bir boyutu. Onun dışında da birtakım değişik titrlerde kişiler, genellikle akademik unvanları var, kimisi Nuh Peygamber’e cep telefonu kullandırtıyor, bir başkası Google’ı Abdülhamit’e bulduruyor gibi olayın bir başka boyutu da var. Bir diğeri de İslamî iddialı, muhafazakâr, iktidara yakın iddialı birtakım medya kuruluşlarında, görsel ya da yazılı medya kuruluşlarında çok kendinden emin, cüretkâr ve tamamen nefret söylemi olarak tanımlanabilecek çıkışlar yapan ve çoğunun adını bilmediğimiz insanlar var. Garip bir şekilde bir çılgınlık hâli var. Zincirlerinden boşalmış bir şekilde Türkiye’de İslam adına, dindarlık adına ya da İslamcılık adına öne çıkan şeylerin büyük bir kısmının seviyesi çok düşük, çok yerlerde sürünüyor. Ve itirazların, dalga geçmelerin ötesinde bu gidişatın değişebileceğine yönelik çok da fazla bir beklenti yok açıkçası.

İslamcılığın doğal olmayan yükselişin sonuçları

Peki bütün bunlar niye oluyor? Ben bütün bunları Türkiye’de İslamcılığın ve İslamî kesimin yaşadığı hızlı dönüşümün sonuçları olarak görüyorum. Ve bunları da bir nevi o yaşanan doğal olmayan yükselişin sonuçları olarak görüyorum. Ama en önemlisi de Türkiye’de bir dönem 80’li ve 90’lı yıllarda çok etkili olan, bir anlamda damga basmış olan –ki bu aynı zamanda İslam dünyasında da böyleydi– İslamî hareketin iktidara geldikten sonra, AKP eliyle iktidara geldikten sonra, belli bir aşamadan sonra aslında vaat ettiklerini gerçekleştirme kapasitesine sahip olmadığı, daha doğrusu İslamcılığın bir iktidar değil bir muhalefet hareketi olduğu, iktidara geldiği zaman da sanki otomatik olarak yok olduğu gibi bir görüntü yaşıyoruz. Bir iflas yaşıyoruz. Bu olayları da o iflasın sonuçları olarak değerlendirmek gerekiyor.
Bir zamanlar Türkiye’de İslamcılık muhalefetteyken ve sistemi tehdit ederken, sistemin sahiplerini, sistemin medyasını tehdit ederken ortaya çıkan birtakım şahsiyetler vardı. Bunların kimisi akademisyen, ilahiyatçıydı, kimisi siyasetçiydi vs. Bunların şu anda baktığımız zaman önemli bir bölümünün ortadan kaybolduğunu görüyoruz. Kimisi köşeye çekildi, kabuğuna çekildi. Kimisi birtakım yerlere geldi, birtakım iktidarlara sahip oldu ve etkisini yitirdi. Ve eski kimliğini bıraktı, eski entelektüel, aydın vs., ilahiyatçı kimliğini bıraktı. Milletvekili, bakan ya da partili ya da bürokrat kimliğini benimsedi. Kimisi de yeni tabirle “trolleşti”.

Prof. Hayrettin Karaman örneği

Eski duruşuyla şimdiki duruşu arasında çok büyük fark olan nice dünün İslamcısı var. Bunları izleyenler, benim gibi gazeteci olarak dışarıdan izleyenler ya da içeriden onları zamanında belki de hayranlıkla, gıptayla izleyenler de bunun tanığıdır. Bu konuda en acı örneklerden birisinin Prof. Hayrettin Karaman olduğunu biliyoruz. Prof. Hayrettin Karaman, daha önce birtakım yayınlarda da değinmiştim, Türkiye’de bir dönem İslam, fıkıh konusunda en önde gelen kişilerden birisiydi. Bir ağırlığı vardı. Kendisine rakip olanlar, kendisine hasmane tutumu olanların da kabul ettiği bir önemi, ağırlığı vardı. Ama mesela Hayrettin Hoca da son dönemde AKP iktidarının icraatlarını, Erdoğan’ın ve AKP’nin icraatlarını savunma adına bu İslam fıkhını bayağı bir zorladı, gördük. Ve o geçmişteki kendisine atfedilen önemin çok uzağında bir yerlere geldi. Ne zamandır onun sesi pek duyulmuyor ya da yazıp çizdikleri artık çok fazla ilgi çekmiyor.
Onun yerine birtakım yeni insanlar çıktı. Bunların bazıları geçmişte de az buçuk biliniyordu. Mesela en son yoğun bakım fetvasını veren Faruk Beşer Türkiye’de bir zamanlar fıkıh konusunda adı geçen kitapları olan birisiydi. O verdiği şeyin, ne derler, fetva, artık her neyse, yorum, böyle bir yorumu yapması şaşırtıcı olan birisi değil açıkçası. Ama şaşırtıcı olan onun bugün bir şekilde sesinin bu kadar etkili olabilmesi, konumunun etkili olabilmesi — ki kendisinin zamanında Fethullahçılığa da bayağı yaklaşmış olduğunu, Fethullahçılığın çok güçlü olduğu dönemde onlarla da iyi geçinmeye çalışmış birisi olduğunu biliyoruz. Tabii 15 Temmuz Darbesi’nden hemen sonra “Hangimiz aldanmadık ki?” diye bir yazı yazarak bir tür özeleştiri verdi. Ama bu ne kadar ciddiye alınır ? O ayrı bir tartışma konusu.

Teşhir etmek iddiasındakilerin sayesinde popüler oluyorlar

Bu kişiler, Faruk Beşer dün de vardı ama birtakım isimler var ki açıkçası ben bu konularda zamanında 80’li 90’lı yıllarda çalışmış bir gazeteci olarak adını duymadığım yeni birtakım isimler var. Ve bunlar özellikle sosyal medyada hızlı bir şekilde çoğalıyorlar. Belli bir alıcıları var. Ama bence bunların yayılmasının en önemli nedeni, bu kişileri eleştirmek, bu kişileri teşhir etmek iddiasındakilerin onları çok fazla dolaşıma sokması. Açıkçası bu kişilerin söyledikleri, yapıp ettiklerini biz kimden öğreniyoruz? En azından benim gibi insanlar kimden öğreniyor? Onları “bakın ne demiş” diyenlerden öğreniyor. Böyle bir olay var. Bu olayın bir boyutu. Ama tabii artık internet çağında bunlar kaçınılmaz bir şey. Peki niye bunu yapıyorlar? Niye bu tür hikâyeler öne çıkıyor? Bu tür abeslikler, sakil yorumlar, fetvalar öne çıkıyor? Çünkü iktidar var. Kaybedecek çok şey var. Ama bir taraftan da yapılması gereken işler var. Yapılması gereken işler nedir? Bir şeyler konuşmak, bir şeyler üretmek, bir şeylere cevap vermek.
Şu anda Türkiye’nin meselelerini, değişik anketler yapılıyor, görüyoruz, biliyoruz. Zaten biliyoruz, yukarıdan aşağı sıralamaya kalksak herhalde dibin dibin dibine girmeyecek konularda insanların kalkıp birtakım fetvalar verdiklerini, büyük büyük laflar ettiklerini görüyoruz. Bu aslında kaybedecek şeyleri olanların konuyu gerçek konuların uzağına itme mecburiyetinden kaynaklanıyor. Bir nevi zamanında İstanbul’un fethi zamanında söylenen, hani içeridekilerin kalkıp meleklerin cinsiyetini tartışmasının çağdaş bir versiyonunu Türkiye’de yaşıyoruz. Bu konuların hiçbirisi kimsenin gündeminde değil. Türkiye’de herhalde “Asansöre kadın erkek birlikte girerse bu İslam’a uygun mudur değil midir?” diye soran insan sayısı herhalde çok çok azdır.
Bir başka örnek yoğun bakım: Yoğun bakımda çok yakını yatmış birisi olarak, değişik vesilelerle, Allah kimseyi oraya düşürmesin diyelim, oraya gitmiş bir kişi olarak hayatta hiç aklıma gelmeyecek bir şeyi profesör titrli bir insanın dile getirdiğini görmek aslında acı bir durum, çok acı bir durum. Trajik bir durum. Bunu bir ilericilik-gericilik bağlamında kesinlikle değerlendirmemek lazım. İlerilik gerilik meselesi değil. Bu gerçekten tek kelimeyle utanç verici bir durum. Ve burada kalkıp da insanların dinle nasıl bir ilişki içerisinde olduklarının bir yerden sonra bir anlamı olmuyor. Çünkü bu kültür hepimizin kültürü ve sonuçta bunlardan hepimiz bir şekilde rahatsız oluyoruz. Ama buradaki temel mesele, bu olayın bir politik anlamı var.

Artılar hızla eksiye dönüyor

Bu politik anlam da Türkiye’de İslamcılığın iktidara geldiği andan itibaren iflas etmeye başlaması, geçmişte var olan, muhalif dönemde var olan birtakım özelliklerin, artılarının hızla eksiye doğru dönüşmesi. Kendileri böyle bir irtifa kaybı yaşarken, aşağı doğru inerken iktidarda oldukları için ve birçok şeyi kontrol ettikleri için bütün Türkiye’yi de kendileriyle beraber aşağıya çekiyor olmaları. Sorun burada. Yoksa her koyun kendi bacağından asılır deyip herkesi kendi abeslikleriyle, saçma yorumlarıyla vs. ile baş başa bırakabilirdik. Ama böyle bir lüksümüz yok. Çünkü bu kişiler Türkiye’de egemen bir konumda duruyorlar. Yaptıkları yanlarına kâr kalıyor. Onların söylediklerinin onda birini iktidarın dışından bir yerden söyleyenlerin başına olmadık şeyler gelirken, bu kişilerin büyük bir kısmının yaptıkları yanlarına kâr kalıyor ya da çok sembolik birtakım müeyyidelerle karşı karşıya kalıyorlar.
Bu garip bir çözülme durumu. Bu İslamî hareketteki çözülme, İslamcılıktaki çözülmenin Türkiye’de tüm dini etkilediğini düşünüyorum — ki bunu da değişik vesilelerle söylemiştim. Türkiye’de gerçekten özellikle genç kuşaklarda dindar ailelerin çocuklarında çok ciddi bir sekülerleşme, dinden uzaklaşma, dinle mesafe koyma eğiliminin yaşandığı konusunda değişik araştırmalar, gözlemler var. Ve bu tür insanlar da bunu bir anlamda hızlandırıyorlar. Bu çok net. Ama bu kişiler kendi iflaslarıyla beraber bütün bir ülkenin iflasını da tetikliyorlar. Böyle bir olayla karşı karşıyayız.

Görmez’den sonra Diyanet

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bugün Türkiye’de görünür İslamîlik olarak ortaya çıkan, medyada, sosyal medyada ortaya çıkan figürlere baktığımız zaman bir uçtan bir uca seyrediyoruz. Bir uçta asansöre ya da yoğun bakıma kadar her yeri haremlik-selamlık ayırmaya çalışan bir çevre var, bir başka yerde de garip görüntülerle televizyonlarda sürekli yayın yapan, İslam’a referans veren, kadınlı erkekli cümbüş yapan, cümbür cemaat cümbüş yapanlar var. Hepsinin bir araya geldiği çok şizofrenik bir durumla karşı karşıyayız.
Bu aslında Türkiye’de İslamcılığın iflasını gösterdiği gibi Türkiye’de İslam’ın ve dindarlığın da çok ciddi bir krize doğru yuvarlandığını gösteriyor. Tekrar söylüyorum, bunlara eyvallah ama bu aynı zamanda Türkiye’de egemen hususlar olduğu için bütün bu çöküş aynı zamanda Türkiye’de genel bir çöküşü ve genel bir çölleşmeyi beraberinde getiriyor. Burada olabilecek olan iki husus var. Bir, içeriden, İslam’ın içerisinden birilerinin bunların önüne geçebilmesi, bu tür yozlaşmaların, bu tür abesliklerin önüne geçebilmesi — ki bu konuda herhangi bir işaret yok. En fazla devletten bekleyenler vardır ki bunun hiçbir anlamı yok. Devlet böyle bir şeyi yapamaz. Diyanet İşleri Başkanlığı vs., Mehmet Görmez’in de görevden ayrılmasının ardından iyice varla yok bir kurum hâline gelmiş durumda. İçeriden de kimsenin bunu yapabilecek ne bir cesareti, ne bir imkânı ne de bir enerjisi var. Bunun karşısında, bu hareketin dışında, bu dindar kesimin dışından birtakım çevrelerin bu olaya, bu gidişata müdahalesi de birçok başka yan etkilere yol açabileceği için biraz zor gözüküyor.
Sonuç olarak gerçekten çok kaba ve aşırı bir şekilde söyleyecek olursak: Binilmiş durumda bir alamete, ve gidiliyor kıyamete. Türkiye böyle garip bir durumda kültürel anlamda. Din, ahlak konularında da her yeri kuşatan çok ciddi bir çözülme yaşıyoruz. Bu kişiler de işte bu çözülmenin birinci derecede dışavurumları, kanıtları olarak karşımıza çıkıyor.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.