Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Eskişehir katliamı: Küçük muhbirler cehennemi olarak Türkiye

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler! Dün Eskişehir’den gelen bir katliam haberi, Osmangazi Üniversitesi’nde bir öğretim görevlisinin, birisi fakülte sekreteri olmak olmak üzere üçü öğretim görevlisi dört kişi katletmesi olayı. Yaralılar da var. Bu olay tam bir şok etkisi yarattı. Dünyada okul baskınlarını biliyoruz, yaşandı –özellikle ABD’de çok olan bir şey–, ama oralarda genellikle öğrencilerden kaynaklanan saldırılar oluyor. Burada, Türkiye’de, bu olayı ilk defa yaşıyoruz ve bunu bir öğretim görevlisi, araştırma görevlisi yapıyor — Volkan Bayar adında, Eğitim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olan bir kişi.

Katliamın zemini

Bu olay birçok açıdan düşündürücü, kaygı verici; aslında bize Türkiye’nin gelmiş olduğu noktayı göstermesi anlamında da çok aydınlatıcı; bize gösterdiği fotoğraf çok kasvetli bir fotoğraf, bir cehennemi gösteriyor. Türkiye’nin içine düştüğü durumu bize çok çarpıcı bir şekilde, Anadolu’nun ortasından ama nispeten gelişmiş bir şehirden Eskişehir’den bize bu fotoğrafı gösteriyor. Bu bir cehennem. Olaya baktığınız zaman saldırgan katil, üniversite çalışanlarının neredeyse yarısından fazlasını ihbar etmiş, bunların hayatını kaydırmış, bunlara çile çektirmiş, eziyet çektirmiş bir kişi ve suçlama noktası da FETÖ; yani sevmediği, hoşlanmadığı kişileri yalan yanlış bilgilerle ihbar ediyor ve açık açık haklarında, aleyhlerinde tanıklık yapan bir kişi. Ve belli bir aşamadan sonra onun bu yaklaşımı, bu tutumuna karşı üniversiteden sesler çıkınca, kendisi hakkında şikâyetler ve soruşturma başlayınca, buna tepki olarak bu katliamı yaptığını söylüyor ve pişman olmadığını söylüyor.
Yayının başlığına “Küçük muhbirler cehennemi” dedim. Küçük bir insan var karşımızda; ABD’de yüksek lisans yapmış olabilir; devletin imkânlarıyla, dolayısıyla MEB imkânlarıyla bir üniversitede öğretim görevlisi olabilir; ama bir küçük insan var: Başkalarına her türlü acıyı, çileyi, sorunu çektirmeyi kendisini bir hak olarak görüp; başkalarının kendisinden şikâyet etmesini kendisine bir saldırı olarak algılayıp ve bunu da silahla cezalandırmaya kalkan birisi var.
Ama bu bir zeminin üzerinden yükselen bir olay. Bu zemin nedir? Türkiye’de bir süredir, artık bir ideoloji, bir ütopya, bir vizyon sunamayan, kutuplaşma üzerinden giden bir devlet var. 15 Temmuz’da Fethullah Gülen’in tezgâhladığı aşikâr olan darbe girişimi, devleti yönetenlerin krizine bir anlamda derman oldu. FETÖ’yle mücadele adı altında –ki sadece FETÖ’yle mücadele değil, PKK’yla da var, DHKP-C’yle de var, ama esas olarak FETÖ’yle mücadele adı altında– bir tür toplumu mobilize etme hali yaşandı.

Kifayetsiz muhterisler

Ama mobilize etme hali darbecilere karşı bir bilinçlenme ve demokrasiye sahip çıkma değil; darbeci olduğu sanılan, darbeyle bir şekilde ilişkili olma ihtimali bulunan kişileri devlete ihbar etme ve o kişileri toplumda işlerinden etmek, özgürlüklerinden etmek, onları tamamen bir tecrit haline sokmak, o çok söylenen “sosyal anlamda ölü”, ceset halini, “yaşayan ölüler” haline dönüştürme faaliyeti, böyle bir olay yaşanıyor Türkiye’de bir süredir ve bunu yapan kişiler de tabii ne kadar devletin gözüne girerlerse o kadar kendilerine birtakım imkânlar sağlanıyor. Bunlar genellikle “kifayetsiz muhteris” olarak adlandırılan, hırsları çok ama yetenekleri sınırlı kişiler. Bir üniversitede kendi kapasitesiyle yükselme imkânı olmayan öğretim görevlileri. Onu FETÖ’yle bunu PKK’yla ihbar ederek ve bunları eleyerek, üniversitede ya da lisede ya da bir devlet dairesinde kendisine yol açabileceğini düşünen kişiler ve bu kişiler devlet tarafından teşvik ediliyor, cesaretlendiriliyor.
Muhbirlik bugün devletin en yüksek tepelerinden, Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, övülüyor. Muhbirlik maalesef bir milli spor haline gelmiş durumda. İnsanlar hiç tanımadıkları kişileri bile otobüste, toplu taşıma araçlarında başkalarının sosyal medya paylaşımlarına, mesajlaşmalarına bakıp onları ihbar eden insanlar görüyoruz. Ne oluyor sonunda? Mesela burada Volkan Bayar adındaki kişi hoşlanmadığı herkesi ihbar etmiş ve bunlar hakkında atıp tutmuş ve bu ihbarları devletin yargı organları değerlendirmek durumunda kalmış; çünkü diyelim ki savcısınız, sizin önünüze bir ihbar geliyor, adıyla sanıyla öğretim görevlisi tarafından. Ondan sonra ihbar edilen kişiye bakıyorsunuz, araştırıyorsunuz, gerekirse ifadesini alıyorsunuz. İhbarın hiç de asıllı olmadığını düşünüyorsunuz, belki de ikna oluyorsunuz; ama ne olur ne olmaz diyerek o soruşturmayı açıyorsunuz, o kişiyi tutukluyorsunuz, o kişinin işinden atılmasına zemin hazırlıyorsunuz. Böyle bir süreç yaşıyor Türkiye. Yani ihbar edenin, muhbirin önünün açık; ihbar edilenin önünün sonuna kadar kapalı olduğu, adalet mekanizmasına güvenin diplerde olduğu bir süreç yaşanıyor ve ama belli bir yerde bu sürdürülebilir bir süreç değil. Nitekim Volkan Bayar olayında olduğu gibi, muhbirin o mutlu günleri bir yerde sona erdiğinde, neye uğradığını şaşırmış olan muhbir birdenbire bir caniye dönüşüyor. Yani o muhbirin caniye dönüşmesiyle arasında zaten çok ince bir çizgi varmış, o çizgi maalesef Eskişehir’de aşılmış.

Anadolu’da yaşanan dram ve trajediler

Şimdi dönüp bakıldığında, Eskişehir olayına bakıldığında; orada çıkan tanıklıklar, geçmişe yönelik baktığımız zaman görülen, mahkemede verdiği ifade, mahkeme başkanının kendisine söylediği, zamanında hakkında diğer öğretim üyelerinin yazdıkları şikâyet dilekçeleri vs.ye baktığımızda, bugünden baktığımızda, kimin haklı kimin haksız olduğunu görmek çok net bir şekilde görmek mümkün. Ama Türkiye öyle bir cehenneme dönüştü ki, buralarda insanlar yapılanın yanlış olduğunu sezse bile, anlasa bile, buna ikna olsa bile, yanlıştan dönmeye cesaret edemiyor — böyle bir hale döndük. Bu muhbirlerin başka versiyonu –biliyorsunuz– itirafçılardır. Bu itirafçılar da bir zamanlar, özellikle 15 Temmuz’un hemen arkasından çok popülerlerdi. Önüne geleni ihbar ediyorlardı, ihbarları bittikten sonra, itirafları bittikten sonra, artık akıl yürütmeye başladılar. Mesela Hüseyin Gülerce, ne alâkası varsa Cumhuriyet Gazetesi Davası’na tanıklık etmeye kalktı, ya da kendisini eleştiren benim gibi insanları da FETÖ’cü olarak damgalamaya kalktı vs..
Pekâlâ bunların bir dönem işlevsel olduklarını, Türkiye’de birtakım şeyleri değiştirdiklerini görüyoruz; ama Türkiye gibi büyük bir ülke, farklı görüşlerden, farklı etnik gruplardan, farklı inanışlardan insanların yaşadığı bu kadar önemli coğrafyadaki bir ülkeyi siz ihbarlarla, muhbirlerle yönetemezsiniz; yönetmeye kalktığınız zaman sürekli karşınıza facialar çıkar. Sayıca güçlü olduğunu düşünen, sırtını devlete yasladığını düşünen ve resmî ideolojinin o aşamadaki haliyle uyumlu olduğunu düşünen, ona göre hareket eden kişilerin bir tür despotizmine ve başkalarının hayatını cehenneme çevirmesine tanık olursunuz.
Eskişehir’de yaşadığımız bu ve şu anda biliyoruz, duyuyoruz bunu, her şeye rağmen, her türlü engele rağmen, yaşanan dramları trajedileri dile getirmeye çalışan birtakım insan hakları aktivistleri var, duyarlı insanlar var. Özellikle Anadolu’dan çok acı öyküler geliyor bu FETÖ bağlamında. Güneydoğu’dan çok acı öyküler geliyor, büyükşehirlerden çok acı öyküler geliyor PKK bağlamında. Ve devletin bu konulardaki şahin pozisyonlarından cesaret alan birtakım kifayetsiz muhterisler bu kozları oynayarak kendi önlerini açmaya kalkıyorlar; ama çok yetenekli olmadıkları için önleri açılsa bile yol alamıyorlar, ama bu arada birçok insanın haksız yere önlerini kapatıyorlar, onların hayatlarını karartıyorlar ve Eskişehir’de olduğu gibi bizzat hayatlarına son vermeye kadar gidiyorlar.

Bu bir cehennem

Bu sürdürülebilir bir şey değil; tekrar söyleyeyim, ülkeyi yönetenlerin, toplumu kutuplaştırıcı, birbirine düşürücü, birbirini ispiyonlayıcı tutumlara teşvik etmekten vazgeçmesi gereki — yeni Eskişehirler yaşamak istemiyorsak. Ancak şu var: Bu tür olaylarda genellikle bir taraftan dersler çıkartanlar olur, ama bir taraftan da bunları kendilerine örnek alanlar olur, dünyada bu tür örnekler çok oldu. Bu tür musibetler bir yanıyla nasihat boyutu olmakla beraber, bir yanıyla diğer musibetleri peşinden getirebilir, böyle bir tehlikeyi de özellikle vurgulamak lazım. Şimdi, Eskişehir’de dört kişi öldü; pişman olmadığını söyleyen pişkin bir katil var.
Katil –daha önceki davranışlardan biliyoruz–, vatana hizmet ettiği iddiasında olan bir katil ve bu katili suçlayanlar var, eleştirenler var; ama şunu biliyoruz ki burada herkes birbirini FETÖ’cülükle suçluyor. Katil öldürdüklerini, ihbar ettiklerini, öldürülenlerin yakınları ya da ihbar ettikleri onu FETÖ’cü olarak suçluyor; ama anladığım kadarıyla burada kelimenin gerçek anlamıyla FETÖ’cü olan hiç kimse yok, varsa bile istisna olduğunu tahmin ediyorum, isimleri bilmiyorum, şahısları bilmiyorum, ancak bu FETÖ argümanının –ki bu pekâlâ PKK ya da DHKP-C olabilir, bölücü olabilir, şu olabilir, bu olabilir– herkesin kendi her kurumunda yaşanabilecek olan kişisel tartışmaların, çekişmelerin, iktidar savaşlarının enstrümanı olabildiğini görüyoruz ve adil olması gereken devlet ve yargı bunlara müdahale etmek yerine, tam tersine bunları teşvik ediyor. Böyle bir noktadayız ve bu bir cehennem.

Türkiye bunları hak etmiyor

Bu cehennemden nasıl çıkacağız açıkçası bilmiyorum. Eskişehir olayının bir ders alma boyutu olur; ancak şu âna kadar yapılan açıklamalarda görüyoruz: Genellikle olayın üstü kapatılmak isteniyor. Kapatılmaktan kastım, katilin katilliği zaten ortada, ama bu olayı hazırlayan zeminin gerçek anlamıyla görülmesi ve bununla yüzleşilmesi istenmiyor ve zaten ülkede var olan medya atmosferi de böyle bir özgür tartışmayı üstlenmeye hiçbir zaman niyetli değil, bunu magazinleştirerek yol alacağa benziyor. Ölenler maalesef öldükleriyle kalacağa benziyorlar ve o katili de muhtemelen önümüzdeki süreçte takım elbise, kravatıyla aslında kendisinin ne kadar vatanını seven birisi olduğunu anlatırken mahkeme salonlarında göreceğe benziyoruz.
Evet, çok acı bir olay yaşadık, çok büyük bir facia yaşadık, bir katliam yaşadık. Türkiye aslında bunları hak etmeyen bir ülke; ama Türkiye bu tür kâbusları, bu tür katliamları daha fazla yaşamaya, yenilerini yaşamaya elverişli bir toplumsal-kültürel-siyasi zemine sahip maalesef. Umarım bir an önce Türkiye buradan döner diyelim.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.