Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Temel Karamollaoğlu ile söyleşi: 24 Haziran ve Saadet Partisi

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer, Sahra Atila & Büşra Cebeci

Merhaba, iyi günler. Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu’yla bir aradayız. Temel Bey merhaba.

Temel Karamollaoğlu: Merhaba efendim.

Sizi 24 Haziran öncesi stüdyoda ağırlamak istedik, ama çok yoğundunuz. Nasip bugüneymiş.

Karamollaoğlu: Evet.

Nasılsınız?

Karamollaoğlu: Ben de çok istemiştim, fakat o yoğunlukta hakikaten fırsat olamadı. Çok da üzüldüm, size karşı çok da mahcup oldum aslında.

Estağfurullah. Peki ne oldu 24 Haziran’da? Doğrudan, yekten sorayım. Başarısız oldunuz.

Karamollaoğlu: Efendim, 24 Haziran’da biz beklediğimiz neticeyi bulamadık. Beklediğimiz neticeye yakın bir rakam bile ortaya çıkmadı, bunu gördük. Bunun tabii sebepleri üzerinde mutlaka birtakım çalışmaların yapılmasına ihtiyaç var. Hızla bu çalışmaları da yapmaya başladık. Türkiye’nin hemen 81 vilayetini arkadaşlarımız, genel idare kurulu üyelerimiz ziyaret ettiler. Bütün il, ilçe teşkilatlarıyla bir mülâkat yaptılar. Sonra bildiğiniz gibi Ankara’da adaylarımızı, il, ilçe başkanlarımızı, genel idare kolları üyelerimizi, hanım kolları, gençler, onları topladık. Onlarla da ayrıca bir değerlendirme ve tabii aynı zamanda bir motivasyon toplantısı yaptık. Şimdi bundan sonra başkanlık divanında bu raporları değerlendireceğiz. Bunun arkasından da bu karar neden böyle çıktı, biz ne yapmalıyız, hakikaten memleketimizin içinde bulunduğu süreç umut verici mi değil mi? Eğer umut verici değilse nerelerde aksaklıklar var ve bunlar nasıl giderilir? Bunların üzerinde ciddi bir çalışma yapacağız ve tekrar çalışmaya başlayacağız.

Peki, Temel Bey siz şahsen –şimdi kurullarınızı, bütün partilileri seferber ettiniz, değerlendirme alıyorsunuz ama–, siz yılların siyasetçisisiniz. Sizin aklınıza neler geliyor? Bunların tabii hepsini söylemek istemeyebilirsiniz, ama bir tür özeleştiri bağlamında… Mesela siz de adaydınız; cumhurbaşkanı adayı olarak… Aynı zamanda partiniz de Millet İttifakı içerisinde seçime girdi. Sizce en temel sorunlar, hatalarınız nelerdi?

Karamollaoğlu: Şimdi ben bu noktaya bakarken tabii hata olarak gördüğümüz hususlar olabilir. Biz herhangi bir kararı vermeden önce istişare yapar, bir karar verir isek, burada ben hata aramaktan çok, bu kararın neye, neden sebep olduğunun üzerinde durmayı tercih ederim. Yani hata dediğimiz zaman, adeta bilerek bir konuda bir yanlışlık yaptık, bunu nasıl düzeltiriz yaklaşımı olabilir. Yani hata deyince, “Hâşâ, biz hatasız insanlarız” manasında söylemiyorum. Ama mesela şunu gördük: Biz toplumun çok büyük bir kesimine ulaştık. Meselelerimiz tasvip gördü, onaylandı. Ve özellikle de bizi hiç dinlemeyen kesimler bize kulak vermeye başladı — ki bunların içinde gençlik bir numara olarak gösterilebilir, toplum kesimleri olarak ele alırsak. Tabii sivil toplum örgütleri, kuruluşlar, STK’lar, bütün bunlar da ayrıca ele alınması icap eden konular. İşte biz bu mesajı verirken temelde bizim doğduğumuz Milli Görüş tabanı bir tereddütün içinde kaldı — bizim kanaatimize göre. Bu tereddüt onları farklı bir karar vermeye iteledi, büyük bir kesimi. Çünkü alternatif olarak öcüler yüceltiliyor ve mesela “CHP artık bu Türkiye’ye bir defa daha gelirse, çok büyük zararlar verebilir, bugüne kadarki kazanımlarımız elimizden çıkar” endişesi doğdu bu kesimde. Ve bu kesimin kahir ekseriyeti oy vermekten imtina etti, yanlışları görmelerine rağmen. Tabii bu kesimi de ikiye ayırmak lazım. Bir, yanlışları gören, görmesine rağmen “Kazanımlarımız var, bunları kaybetmemeliyiz” diyen, bundan dolayı destek veren bir grup. Bir de “Hayır, her şey iyi gidiyor, biz sadece kazanımlarımıza bakarız, başörtüsü problemimiz çözüldü, yeni imam-hatip okulları açılıyor, her yerde camiler inşa ediliyor, devletimizin üst kademelerinde başörtülüler görev alıyor, namaz kılan insanlarımız var,” şeklinde yaklaştılar. Şimdi belli bir kesim ise, düne kadar bizi görmeyen, düne kadar bizi dinlemeyen, özellikle sosyal-demokrat diyeceğim kesimde milliyetçi duygulara sahip, bu ülkenin kalkınması, güçlenmesi icap eder diyen kesimde ise yahu ne kadar da doğru şeyler söyleniyor kanaati hâkim oldu. Ancak seçim sathı mailine girildiğinin son on gününde, birdenbire –biraz da bunu hükümet başarıyla yürütüyor, algı operasyonunu– öyle bir algı operasyonu sağlandı ki, “Tayyip Bey mi seçilecek, İnce mi? Tercihini buna göre yap”. Tercih buna göre yapıldığında da maalesef bizim istediğimiz netice doğmadı. Tabii bu tercihi yaparken biz bildiğiniz gibi temel iki kıstasın üzerinde durduk. Bu bir seçim ittifakıydı. Birinci konu yüzde 10 barajını aşmaktı. İkinci husus ise kuvvetler ayrılığı prensibinin Meclis’te yeniden düzgün bir şekilde uygulanır hâle getirilmesiydi. Biz şunu açıkça söyleyelim: Her ikisinde de istediğimiz neticeyi alamadık. Ben şahsen Meclis’te yüzde 10 barajını hakikaten aşabileceğimize inanıyordum. Ama bir, bize temelde destek vermesini ümit ettiğimiz kesim, demin söylediğim endişeyle…

Burada sözünüzü bir kesmek istiyorum. Sizin partinizden bazı arkadaşlarınızla konuştuğum zaman bana şöyle bir şey söylediler: Muharrem İnce’nin son üç büyük mitingi, Ankara, İstanbul ve İzmir mitinglerinin, size potansiyel olarak oy vermeyi düşünen kesimlerde bir kaygıya yol açıp onları AK Parti’ye ve Erdoğan’a yönelttiği yolunda. Bu sizin de paylaştığınız bir görüş mü?

Karamollaoğlu: Doğru, ben de aynı kanaatteyim. Zaten Sayın İnce aslında kendisi yönünden çok başarılı, çok canlı bir kampanya yürüttü. Son üç gün ise, biraz önce de ifade ettiğiniz gibi, Ankara, İzmir, İstanbul, bu kampanyaların büyükşehirlerde ne kadar başarılı olduğunun işaretini verdi. İşte bu zaten otomatikman farklı düşünen kesimleri kendi mecralarına ister istemez sürüklemiş gözüküyor. Yani AK Parti’nin içinde olmasına rağmen, bize mütemayil olan seçmen, “Yahu, ne olur ne olmaz” dedi, oraya yapıştı. Burada sosyal-demokratlardan olup da bize temayülü olan seçmen de yine gitti, Sayın İnce’ye ve diğer partilere oy verdiler.

Şu anda sizin iki milletvekiliniz mi var Meclis’te?

Karamollaoğlu: Şu anda iki milletvekilimiz var, evet.

Onlar da CHP listelerinden…

Karamollaoğlu: Kontenjanından girmişlerdi. O zaman biz bu ittifakı yaptığımız zaman CHP kontenjanında arkadaşlarımızın bir kısmına bir imkân tanıdılar. Üç çıkacaktı, son anda yurtdışı oyları gelince İstanbul’da birini kaybettik. İkiye düşmüş oldu.

Peki siz dün Külliye’deydiniz, töreni de izlediniz. Türkiye dünden itibaren yepyeni bir döneme, yepyeni bir sisteme girdi. Daha önce sizinle yaptığımız yayınlardan da biliyorum, sizin yaptığınız açıklamalardan da biliyorum, siz prensip olarak başkanlık sistemine karşı olmadığınızı, ama güçler ayrılığının da olması gerektiğini vurguluyorsunuz.

Karamollaoğlu: Doğru.

Dünkü görüntü, açıklanan bakanlar ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Genelkurmay Başkanı değişti vs… ilk günler çok hızlı başladı. Sizin kaygılarınızı haklı çıkartan bir süreç mi başlıyor? Yoksa bu aslında iyi de olabilir mi? Bir umudunuz var mı yeni sistemden?

Karamollaoğlu: Şimdi, gerek Meclis’teki yemin törenine gerekse de Beştepe’deki Başkanlık Külliyesi Sarayı (herkes kendine göre bir isim veriyor) oraya katılmam, yani Cumhurbaşkanı biz bugün tasvip etmemiş olsak bile bir sistemde seçildi, yüzde 52 oy almış oldu, şu anda Cumhurbaşkanı. Kendisi artık Cumhurbaşkanı değil, Başkan olarak anılmak istiyor. E biz tasvip etmezsek bile seçim sistemini, kurulu sistemi Sayın Cumhurbaşkanı bu ülkenin başkanıdır ve kendisinin ifadelerinden, dün Meclis’te yaptığı yemini, onun arkasından da Külliye’de bu konuyu ilk  defa gündeme getirirken bir bakıma hem teşekkür hem de dua mahiyetinde bir konuşma yaptı. Ben o konuşmanın içinde söylediklerinin hiçbirisine itiraz etmem, ancak iş benim itirazım veya tasvibimle neticeye varmıyor. Esas olan icraattır. Aslında herkes bir sistem değişikliği diyor. Doğru, bir sistem değişti; ama biz geçmişle bugüne bakarsak, aslında yaklaşık son beş senedir değişmiş olan bir sisteme meşruiyet kılıfı giydirilmiş oldu. Yoksa sistem aynı sistem. Çünkü sistem bir kişinin üzerine inşa edilmiş bulunuyor. Kararı bir kişi veriyor, ondan sonra da diğer kurumlar o kararın etrafında, o kararı uygulamak için, o kararın ne kadar makul olduğunu anlatmak için bir halka oluşturuyor. Şimdi bu meşruiyet kazandı; çünkü artık bundan sonra hiçbir bakanın, bakanlar kurulunun, kurumun etkisi ve yetkisi yok, doğrudan doğruya yetki Cumhurbaşkanı’nda. Anayasa ile bu yetki verildi, bu yetki bundan sonra farklı bir şekilde kullanılabilir mi? İnşallah, böyle ümit ediyoruz; ama bugüne kadarki tutum değişmezse endişelerim devam eder. Bundan dolayıdır ki ben her ne kadar bu toplantılara iştirak ettiysem, bize devletin başından (artık hükümet demeyeceğiz, çünkü hükümet yok, Başkan var) bir davet geldiği için ben o davete icabet ettim. Bu, eğer yapılacak yanlışlık olursa bunları tasvip manasına kesinlikle gelmez. Bu, bizim bundan sonraki uyarılarımızın ve tenkitlerimizin olmayacağı manasına da gelmez. Bugünkü bakanlar kurulu listesi bizi tatmin etti mi? Yani bakan, şekil bir noktaya kadar önemlidir. Bizim bu şekildeki şahıslarla ilgili şu anda dört kişiyi tanıyoruz, başkalarını tanımıyorum ben. Adalet Bakanı’nı tanıyorum, Milli Savunma Bakanı’nı tanıyorum — gerçi hepimiz tanıyoruz bir bakıma. Bilmem öbür taraftan İçişleri Bakanı’nı ve bir de Maliye ve Hazineden Sorumlu Bakanı tanıyoruz. Şimdi bu dördünün dışında kimseyi tanımıyorum. Bu hükümetin hangi icraatları yapacağı önemli. Yoksa hükümet şekli verimliliği artırmak için önem taşıyabilir. Karar alma mekanizmasında, yani dışarının tabiriyle “check and balance” derler, yani kontrol etme ve dengeleme politikası için önemli bir şekil. Şimdi o zaten ortadan kalktı; bir defa kontrol ve dengeleme diye bir şey yok, çünkü kararı tek kişi verecek. Yani bir Maliye Bakanı’nın, bir İçişleri Bakanı’nın, Savunma Bakanı’nın herhangi bir karar verme yetkisi yok, kararlar her zaman tek isimden çıkacak. Onun için yapılacak icraat önemli. Biz bugüne kadar Sayın Erdoğan’ın icraatlarında bir değişiklik olacağı konusunda hiçbir işaret almadık şahsen. Sadece mekanizma değişti. Mekanizma, dediğim gibi eğer siz denetleme, kontrol ve müşahede mekanizmasını oluşturduysanız önemli. O oluşmadıysa aslında biraz daha endişe verici.

Onu biliyorsunuz MHP, Devlet Bahçeli onu söyledi; bir anlamda “Biz yapacağız” dedi biliyorsunuz…

Karamollaoğlu: Tamam da şöyle: Yani Sayın Bahçeli tek başına bu meseleyi elbette yapabilir, ancak burada muhalefetin bir bütün olarak, yani Meclis’te muhalefet dediğim şöyle: Şu anda Cumhurbaşkanı’nın başkanı olduğu Ak Parti’nin dışındaki partiler bir konuda ittifak ettikleri zaman elbette etkili kararlar alabilirler; ama hükümet icraatlarını bütünüyle engelleyemezler. Yeni bir kanun mu çıkacak? Ona “Evet” veya “Hayır” diyebilir, tadilat yapabilirler. Bütçe üzerinde etkili olabilirler, ama bunun dışında Meclis’in bir denetleme yapma imkânı ve yetkisi yok ki. Milletvekilleri bakanlardan sadece soru sorar onlar da yazılı olarak cevap verirler. Bakanı Meclis’e çağırmak, ona soru sormak, hesap sormak, böyle bir imkân yok artık. Cumhurbaşkanı da Meclis’ten tamamen kopuk; çünkü Meclis’in bir başkanı olacak, Meclis’i o yönetecek. Cumhurbaşkanı’nın herhangi bir müdahalesi olmayacak; ancak Meclis’in de Cumhurbaşkanı’na bir müdahalesi olmayacak. Cumhurbaşkanlığı’nın talep ettiği bazı kanunlar ve bütçe dışında. Onun için biz icraatlara bakacağız; ekonomi bundan sonra düzelir mi, eğitim bundan sonra düzelir mi? Tabii şunu düzeltiyorum, demin dış politikayla ilgili bakan da değişmedi elbette: Sayın Çavuşoğlu. Orada herhangi bir değişiklik olur mu? Şimdi bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanı hemen ifade etti, önce Azerbaycan’a, arkasından Kıbrıs’a, daha sonra da NATO Zirvesi’ne katılacak. Mesela bu noktada biz Kıbrıs’a gitmesini, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ziyaretini önemsiyoruz; ancak orada şu hususa vurgu yapma ihtiyacını duyuyoruz: Son zamanlarda Avrupa Birliği’nin baskısı ile Kıbrıs’ın terk edilme endişesi doğdu. Daha doğrusu vardı, güçlendi. Şimdi ümit ediyorum ki Kıbrıs’a Sayın Cumhurbaşkanı’nın yapacağı bu ziyaret Kıbrıs’la ilgili tutumunun bir işaretidir. Yani “Hayır, biz Kıbrıs’tan kesinlikle vazgeçmeyiz” derse, bizde de memnuniyet doğurur bu hususta.

Peki Temel Bey, her ne kadar seçim ittifakı dediyseniz de, sizin özellikle Kemal Kılıçdaroğlu ile bu süreçte bayağı güçlü ilişkileriniz oldu. Önümüzdeki dönemde Saadet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin birlikte hareket etmesi gibi bir durum olabilir mi? Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Karamollaoğlu: Şimdi ben bunu geçmişte de söyledim, yani Cumhuriyet Halk Partisi kendisi bir programa sahip, o program istikametinde çalışıyor, gayret gösteriyor. Bizim partimizin de bir programı var, biz de o istikamette gayret gösteriyoruz. Bizim çeşitli konularda farklılıklarımız var, bazı konularda özellikle de ifade ettiğimiz gibi kuvvetler ayrılığı noktasında mutlaka Türkiye’nin bir değişikliğe gitmesine ihtiyaç var kanaatindeyiz. Bunu onlar da hissediyor. Ancak mesela onlar tekrar parlamenter sisteme dönelim diyorlar. Biz de diyoruz ki parlamenter sisteme dönülebileceği gibi başkanlık sistemi de devam edebilir, ancak kuvvetler ayrılığı prensibini ortaya koyduktan, bunu fiilen gerçekleştirdikten sonra. Bundan sonra bizim sadece Cumhuriyet Halk Partisi’yle değil bütün partilerle, AK Parti’yle de irtibatımız olacak. Ümit ediyorum ki Milliyetçi Hareketçi Partisi’yle de, İYİ Parti’yle de irtibatımız olacak; hatta HDP ile de. Parlamento’da bulunan bütün partilerle bir irtibat kurulacak, merhabalaşacak (…) Ben bunu söylediğim zaman biliyorum birileri çıkacak, “Bak, gördün mü? HDP ile selamlaşacağız diyor” diye. Ne yapalım, küfür mü edelim karşılaştığımız zaman?  

Tam bunu söylediğiniz seçim sürecinde partinize ve size yönelik çok büyük bir karalama kampanyası yapıldı ve hâlâ sürüyor. Mesela bugünkü yayınımızın tanıtımında bile görüyoruz ki, sosyal medyada insanlar partinize ve size yönelik… siyasî iktidar destekçileri diyelim… bunlar sizi biraz fazla şaşırtmış anladığım kadarıyla ve üzmüş. Yanılıyor muyum?

Karamollaoğlu: Şöyle: Beni şaşırttı ve üzdü. Yalnız şöyle ifade edeyim: “Sizin yaptığımızı aynen AK Parti yapsın, en başta alkışlarım” diyenler var ya. Bize bu şekilde hakaret edenlerin büyük bir kısmında ben şahsiyet görmüyorum. Sadece infial duygusunu birilerinin kışkırtmasıyla gündeme getiriyorlar o kadar. Ama aynısını, bizim yaptıklarımızı, söylediklerimizi AK Parti yapsın, söylesin, bize hakaret edenler onların kulu, kölesi olurlar hemen. Geçmişte oldular, Türkiye’de bir barış süreci başladı mı? Barış süreci hüsranla bitti. Devletin en üst kademesi İmralı’yla temasa geçti ve onlarla temas kurulmasına izin verdi mi? Verdi. Biz bu noktayı yapmak değil, böyle bir şeye izin verilebilir demiş olsaydık, bizi vatan hainliği ile itham ederlerdi. Onun için ben hissiyatla hareket eden –bazılarını da tanıyorum– bu insanlara hakkımı helal etmem. Çünkü ben inançlı insana aynısıyla cevap veremem, inançsız da olsa veremem. Onların seviyesine düşemem, ama ben Müslümanım, bundan dolayı da eğer onlarda Allah korkusu varsa hakkımı helal etmem. Bu ciddi bir mesele, hafife alınacak bir mesele değil. Ortaya fikir söylüyorsunuz ;yahut bakın öyle önemli bir iş ki, bir ülke –büyükler öyle buyurmuş– küfürle yönetilebilir demiş, küfürle, ama zulümle beka asla. Zulüm baki olmaz, küfür inkârdır. Peygamber efendimiz (SAV) Mekke-i Mükerreme’de kendisine bağlı olan insanlara karşı zulüm artınca, bunların Habeşistan’a hicret etmelerini tavsiye etti. Neden orayı tavsiye etti? Orada adil bir hükümdar var diye. Adalet mülkün temeli. Bu insanları, bize karşı bu tavrı sergileyenleri Allah rızası için düşünmeye, tefekküre davet ediyorum. Hesabını veremeyeceğiniz bir tavrın içine girmeyin diyorum. İnanıyorum ki neticede bu da tahakkuk edecek, ama ne olursa olsun üzülüyorum. Ancak başlarına bir taş düşünce kendileri bunu farkına varır, ama o zaman da iş işten geçmiş olur diye endişemi dile getiriyorum.

Son olarak Temel bey, şunu sormadan edemeyeceğim: Biliyorum ki siz genel başkanlığa çok da hevesli değildiniz, biraz… nasıl diyeyim? Kaba tabirle, “üzerinize kalmıştı”. Şimdi bir seçim başarısızlığı var; bu daha önce de sorulmuş olabilir, ama ben yine de sorayım: Bırakmayı düşünüyor musunuz? Ya da parti içerisinde yönetimi ve genel başkanlığı değiştirme, yenileme gibi bir düşünce var mı? Yoksa siz devam mı edeceksiniz?

Karamollaoğlu: Şimdi buna bir ifade kullanacaktım, ama o ifadeyi kullanmayayım. Bunu ben çok sevindirici bulduğum için söylemiyorum, ama arkadaşlarımızla bir araya geldiğimiz zaman –şu anda belki bir iki kişi çıkmıştır, neticeleri alacağım ama– sanki yüzde 99’un üzerinde bir ittifak var benim bu görevi devam ettirmem konusunda. Bu benim için yorucu bir şey, görüyorum. Ama böyle bir görevi de ben bu talepler karşısında “Bırakırım, başarısız olduk” diyemiyorum. Bizim politikalarımız başarısız olduğu kanaatinde değilim, ancak ne etkili oldu? Cumhuriyet Halk Partisi ile bir seçim ittifakını o kadar yozlaştırdılar ki, olağanın dışına çıkardılar ve bizi hakikaten neredeyse küfürle itham edecek kadar ileri gittiler. Bunları söyleyecek kadar ileri gittiler. Benim bunlara söyleyeceğim bir söz var: Ben hakkımı size helal etmem. Biz bu ittifakı, seçim sonrası Meclis’te çoğunluğu elde edersek bu sistemi denetlenebilir bir hale getirmek, kuvvetler ayrılığını tesis etmek için bu birlikteliği sağlamıştık dedim. Bundan sonra da bizim her siyasî partiyle bir temasımız olur. Bu memleket bizim. Bu memleket hepimizin. Bundan dolayı da ben bizim söylemlerimizin her konuda hâlâ tasvip gördüğüne şahit oluyorum. Bugüne kadar bize oy vermeyenler bile –bakın bu çok önemli bir şey–, bize oy vermeyenler bile gelip tebrik ediyor, teşekkür ediyor. Ben de büyük bir kısmına soruyorum, “Peki seçimde ne yaptınız?” diye. “Yahu sorma, biz yine eski sistemimizde devam ettik, öyle oy verdik” diyorlar. Çok azı farklı söylüyor. Zaten ortada. Ama ben bir tohum ekildiğini… Bir dalga bekliyorduk bildiğiniz gibi, bunu ben sık dile getirdim. Neden? Toplumda bizim fikirlerimizin ülkenin içinde bulunduğu problemleri çözeceğine dair kuvvetli bir inanç doğmuştu. Bunun sandıkta bizim lehimize tezahür edeceğini düşünüyorduk. Ama ne yazık ki öyle olmadı. Fakat bir tohum ekildi. İnsanlar düşünmeye başladı. Bundan sonra bu hükümetin politikalarına bakanlar, bizim söylemlerimizin doğru olduğunu da görürlerse, öyle zannediyorum ki en azından gelecek seçimlerde farklı bir manzara ortaya çıkar. Mahalli seçimler, ilk yapılacak mahalli seçimlerde bunun inşallah ilk göstergesini verir. Şunu ifade edeyim yalnız: Eğer bugünkü hükümet, politikalarında başta ekonomi olmak üzere çok ciddi değişiklikler yapmazsa kaybetmeye mahkûmdur. Hükümetin kaybetmesi o kadar önemli değil. Hükümet gider, başka birisi gelir. Ancak millet kaybeder. İşsizliği çözemezseniz millet kaybeder. Eğer siz üretime dönük yatırımlarla ülkeyi şaha kaldırmazsanız millet kaybeder. Dış ticaret açığını ciddi yatırımlarla düzeltmezseniz millet kaybeder. Enflasyon böyle gider. Enflasyon da dolardaki yükseliş de bir neticedir, sebep değildir. Herkes bunu sebep zannediyor. Hayır. Doların yükselişi ve enflasyon yanlış ekonomi politikalarının bir neticesidir. Onun için bunlarda bir değişiklik görecek miyiz, görmeyecek miyiz? Bunu da elbirliğiyle takip edeceğiz. Üzerimize düşen vazifeyi ifa edeceğiz. Yeri geldiği zaman hükümeti uyaracağız. Eğer bizim atabileceğimiz herhangi bir adım varsa Meclis’te de bu adımın atılabilmesi için elimizden gelen gayreti göstereceğiz. Evet, bizim milletvekillerimizin adedi az, iki milletvekilimiz var.

Evet, sonunda bağlantıda bir sorun oldu; ama Temel Bey’le bayağı her şeyi konuştuk. İki milletvekilimiz var, sayımız az ama dedi ve orada durduk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu’yla genel merkezden Skype üzerinden yaptığımız yayını burada noktalıyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.