Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer
Merhaba, iyi günler. Transatlantik’le yine karşınızdayız. Bu hafta yine Ömer Taşpınar’la baş başa bir Transatlantik yapacağız, Gönül Tol’un rahatsızlığı nedeniyle. Ömer merhaba.
Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen, iyi yayınlar.
Öncelikle Gönül’e geçmiş olsun dileklerimizi iletmeni söyleyelim. Ağırlıkla İdlib konuşalım diyorum. Çünkü bayağı bir şey bekleniyor, büyük bir hareketlilik var. Hem küresel hem bölgesel güçler birtakım hazırlıklar içerisinde. Belli ki Şam, Esad rejimi, muhaliflerin elindeki bu son yeri de almakta bayağı kararlı. Rusya ve İran’ın da desteğinin olduğu varsayılıyor. Ama Trump’tan açıklama geldi, AB endişeli vs.. Nasıl bir olay yaşanıyor şu anda senin gördüğün kadarıyla?
Taşpınar: Valla beklenen gelişme gerçekleşecek. Yani eninde sonunda Şam’da rejimin, Beşar Esad rejiminin Suriye’de son kale olarak görülen İdlib’i de alacağı ve Suriye genelinde daha sağlam bir şekilde rejimin otoritesini kuracağı üç aşağı beş yukarı bundan bir yıl önce belliydi. Amerika gerçekten artık Suriye’de ana oyunculardan biri bile değil diyebiliriz. Zira Trump bundan aylar önce Suriye’den çıkmak istediğini belirterek, bir bakıma Amerika’nın Suriye’deki varlığını sadece ve sadece Kürtlerle işbirliği ve IŞİD’le sınırlandırdı. Bu arada Amerika’nın en büyük korkusu kimyasal silahların kullanılacak olması. Bu konuda Trump harekete geçebilir. O nedenle Trump’ın mesajlarında ve Washington’daki havada şunu söyleyebiliriz: İdlib konusunda gerçekten büyük bir darbe bekleniyor. Ve İdlib’den muhtemelen Türkiye’ye on binlerce, belki de yüz binlerce mültecinin gelmesi mümkün. Fakat bu Amerika’nın çok da umurunda değil, AB’nin umurunda. Amerika’nın umurunda olan, bir trajedi yaşanırsa bunun kimyasal silahlarla yaşanmayacak olması. Bir bakıma konvansiyonel bir şekilde hava saldırılarıyla olursa, buna dünya alıştı. Fakat Trump’ın alışamadığı bir şey –ki alışmaması da bence önemli– kimyasal silah kullanılması. Burada da Rusya ilginç bir oyun oynuyor. Rusya da kendisi bir dezenformasyon kampanyasıyla, rejimle beraber, “Eğer kimyasal silah kullanılırsa bunu HTŞ gibi, Tahrir Şam gibi oradaki radikal cihadcı örgütler kendileri halka karşı kullanacaklar, Amerika’yı kışkırtmak için” şeklinde açıklamalar yapıyorlar. Benim görebildiğim kadarıyla son derece kirli bir döneme giriliyor şu anda Suriye’de savaşın son aşamasında.
Ömer, şimdi orada baktığımız zaman İdlib’de bir halk var –yani siviller var–, bir de bir yığın örgüt var, öyle değil mi? Pek IŞİD yok anladığım kadarıyla, ama daha çok Nusra’nın devamı olan, El Kaide ile bağlantılı gruplar vs. var. Şimdi burada nasıl bir operasyon söz konusu? Bunların hepsinin yok edilmesi falan gibi bir şey olmayacak. Bunların gidebilecekleri yer neresi? Yani sivilleri anladık: Türkiye’ye kaçacaklar.
Taşpınar: Şimdi gerek Hizbullah olsun, gerek Hamas olsun, bu tür durumlarda sivil halkın arasına karışıyor bu örgütler. Cihadcı dediğimiz gruplar, özellikle El Kaide’ye yakın Tahrir Şam gibi gruplar, mümkün olduğu kadar kendileri bir cephe savaşına girmektense bir şekilde sivil halk zayiat görüyor diyerek, yaklaşık iki buçuk üç milyon nüfusu olan İdlib bölgesinde sivillerin arasına karışacaklar. Dolayısıyla Türkiye’nin korkusu, dünyanın korkusu… zaten nüfusu bir milyon civarındaydı buranın, yaklaşık bir buçuk iki milyon insan Suriye’nin diğer yerlerinden buraya aktarıldı; yani Guta’dan, güneyden ne kadar direnişçi kalmışsa İdlib’e getirildi, dolayısıyla buranın nüfusu şişti: Üç milyon civarında bir nüfus var, 60 bin civarında da militan var deniyor. Bunlara Rusya, İran, hatta ABD bile bu militanların çoğuna terörist gözüyle bakıyor. Özellikle Türkiye bile son cuma günü yaptığı açıklamayla HTŞ’yi, Tahrir Şam’ı bir terör örgütü olarak resmen ilan etti. Şimdi Türkiye’nin eli burada zayıf. Çünkü Türkiye kendisi terörle mücadele ediyor başlığı altında; yani Kürtlerle, PYD ile, YPG ile kendisi terörle mücadele ediyor başlığı altında, bu şablonla Afrin’e girdi. Türkiye’nin bütün Suriye operasyonları terörle mücadele çerçevesinde yapıldı. Burada Rusya da, İran da, rejim de, “Biz de terörle mücadele ediyoruz, bunlar terörist” diyor. Türkiye’nin elinde çok fazla koz bulunmuyor. Her ne kadar “Teröristlerle halkı ayıralım, bunların bir kısmı militan bir kısmı terörist” dese de, bunlar birbirine karışmış durumda. Ayrıca aynı tezler Kürtler için de kullanılabilir; yani PYD’nin terörist olduğu yönündeki tezlerle ortaya çıktığında, Türkiye’nin karşısına bir sürü ülke, “HTŞ veya oradaki cihadcı gruplar PYD’den çok daha fazla terörist” diyebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin, önümüzdeki iki gün içinde Tahran’da Putin ve Ruhani’yle yapacağı görüşmede Erdoğan’ın eli çok güçlü değil. Burada İran ve Rusya “Terörizmle mücadele ediyoruz” dediğinde, Türkiye bunlara dur diyebilecek konumda değil maalesef.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Peki “Avrupa da bundan çok endişeli” dedin — ki anlaşılır bir şey. Çünkü mültecilikle doğrudan alâkalı bir şey. Avrupa’nın elinde herhangi bir koz var mı? Buraya müdahale edebilme imkânı var mı? Alman Dışişleri Bakanı –biliyorsun– Türkiye’ye geliyor. Temaslar yoğunlaşıyor. Avrupa bir şey yapabilir mi?
Taşpınar: Askerî olarak Suriye’de oynayabileceği bir kartı yok. Almanya’nın finansal olarak Türkiye’de oynayabileceği bir kart var. Türkiye’ye diyebilir ki: “Sınırı sağlam tut, biz sana yardım edelim, içeri girecek mültecileri kesinlikle Avrupa’ya doğru yöneltme”. Türkiye’nin kafasındaki planı tahmin ediyorum: Suriye içinde belirli yerlere bunları yerleştirme. O konularda Almanya finansal yardım yapabilir. Bir bakıma Türkiye’nin yalnız olmadığını gösterebilir bu. Askerî açıdan AB’de etkili olabilecek iki ülke var benim görebildiğim kadarıyla, bunlar Fransa ve İngiltere. Fransa ve İngiltere zaten IŞİD-karşıtı koalisyonun ana ortaklarından. Amerika’ya destek veriyorlar. Fransa da zannediyorum şu aşamada rahatsız durumda. Fakat bunların hiçbiri Amerika kadar etkili olamaz. Amerika’nın da ne kadar etkili olduğunu gördük. Ortada gerçekten şu anda Batı’nın fazla bir kozu yok. Kozlar daha çok İran, Rusya ve tabii ki rejimin elinde. O nedenle AB de sınırlı bir aktör konumunda.
Burada konuyu değiştirelim. Sen söyledin, hiç aklımda yoktu aslında, seninle önceden konuşmadık bunu; ama bugün bir haber yaptık AFP’den: Macron’un popülaritesi bir önceki cumhurbaşkanı Hollande’ın da gerisine düşmüş. Biliyorsun Macron yeni bir merkez siyasî figür olarak ortaya çıkmıştı. Ve Batı’da yeni bir trendin başlatıcısı olarak çıkmıştı. Kısa bir süre içerisinde popülaritesi bayağı bir düşmüş; yüzde 30’lara, 30-35 civarında bir şey. Bu ne anlama geliyor Ömer? Avrupa siyasetinde, Batı siyasetinde böyle bir saman alevi gibi mi olacak? Yoksa bir yandan da biliyorsun İsveç’te seçimler var ve aşırı sağın bayağı ciddi, yüzde 20’leri geçen bir oy alması bekleniyor.
Taşpınar: Şimdi Macron tabii ki Merkel’le beraber bu düzenin, “establishment” dediğimiz düzenin elemanları bunlar. Yani bir şekilde ana taşlar Merkel ve Macron. Zaten AB’de ana taşlar Fransa ve Almanya üzerine kurulu. Dolayısıyla Macron’un seçim zaferi önemliydi; özellikle Marine Le Pen’e karşı bir zafer elde etmesi önemliydi. Marine Le Pen’in sınırlı kalması, 50’nin altında kalması önemliydi; fakat Macron aynı zamanda birazcık da beklentileri yükselten bir isimdi. Yeni bir siyasetçi, çok tecrübeli değil, büyük vaatlerle geldi ve Fransa’da geleneksel olarak hep büyük vaatlerle gelen siyasetçiler bir süre sonra hayal kırıklığı yaratırlar. Fransa’nın ana sorunu işsizlik ve işsizlik konusunda Macron’un tavırları sendikaları rahatsız etti. Yapısal reformlar getirmek istiyor Macron ve bu nedenle Fransa’da şu anda tüketici güven endeksi olsun, sendikalar olsun, basın olsun, Macron’a karşı bir tavır almış durumdalar. Muhalefet de güçleniyor, fakat muhalefette de bütün herkesi kapsayacak bir isim yok. Dolayısıyla bence Macron konusunda inişli çıkışlı bir döneme giriyor Fransa. Ana konular hep ekonomik. Her ne kadar tabii ki mülteci meselesi, dış politika önemli olsa da, tekrar ediyorum: Fransa’nın Almanya’dan farkı, çok ciddi bir işsizlik sorununun olması. %12’lere varan işsizlik sorunu var –ki gençler arasında bu oran %25’lere ulaşıyor– ve Fransa’daki Müslüman nüfus –ki Avrupa’nın en yüksek Müslüman nüfusuna sahiptir Fransa, sen de bunu biliyorsun bunu, 6-7 milyon arası tahmin ediliyor– orada da genç Müslümanların işsizlik oranı %40’lar civarında. Bütün bunlar çok ciddi sosyal, ekonomik baskılar yaratıyor Macron’un üzerinde; o nedenle bu açıdan görmek gerekiyor. Tabii aşırı sağın, radikallerin ve popülistlerin güçlenebileceğini; yine Marine Le Pen’in veya bu sefer soldan yine geçen sefer olduğu gibi daha popülist bir yapının da Macron’u zorlayabileceğini söylemek mümkün.
Ömer, Türkiye’nin ekonomik meselesine gelelim: Cumhurbaşkanı uçakta gazetecilere tekrardan enflasyonun tek haneye düşeceğini söyledi, zaten büyük ölçüde de bu döviz krizini halletmekte olduklarını da söylemişti; ama oralardan herhalde böyle gözükmüyor, değil mi?
Taşpınar: Kesinlikle böyle gözükmüyor. Bir kere Türkiye’de hükümetin ve Başkan’ın inandırıcılık sorunu var. Merkez Bankası’nın kesinlikle faizleri yükseltmesi gerekiyor ve yeni bir bütçeyle, bir bakıma Arjantin’in yaptığı gibi –ki Arjantin bütün bunları yapıyor olmasına rağmen, faizleri artırıp sıkı para politikası izleyip, mali açıdan da yeni son derece teminat sıkan politika izliyor olmasına rağmen Arjantin’de para birimi çok daha ciddi olarak erozyona uğradı– Türkiye’nin üzerinde gözler şu anda; özellikle acaba Türkiye’deki kriz, başka yerlere yansır mı? Arjantin, Türkiye, mesela Endonezya’ya ulaşır mı bu kriz? Onunla beraber Brezilya, Güney Afrika gibi, BRICS dediğimiz diğer ülkelere ulaşabilir mi? Bu konularda Wall Street Journal’da olsun, Financial Times’ta olsun, Türkiye’yi endişeyle izleyen makaleler çıkıyor. Tabii Türkiye’nin meselesi aslında şu: İlginç bir şekilde, para politikasında hiçbir bekleneni yapmıyor olmasına rağmen Türkiye dibe vurmuyor. Yani enflasyonda ve kendi kurunda, para biriminde ciddi bir erozyona uğramasına rağmen, bir Arjantin kadar kötü durumda değil. Bunda da temel neden sorunun aslında özel sektör borcu olması; kamu borcu değil. Arjantin’de benim görebildiğim kadarıyla ciddi bir de kamu borcu var. Türkiye dolayısıyla aslında bir iki adım atabilse, mesela faizleri artırsa ciddi bir şekilde –ki enflasyonla mücadelede ciddi olduğunu ancak faizleri artırırsa gösterebilir, ki bu bildiğimiz gibi Recep Tayyip Erdoğan’ın ekonomi görüşünün, ekonomiye bakışının bütünüyle tersinde, çünkü o faizleri bir şekilde düşürerek enflasyonla mücadele etmeyi hayal eden bir lider– ama aksi yönde Türkiye bir adım atabilse, Merkez Bankası bağımsızlığını gösterebilecek bir iki adım atsa, bütçe konusunda da bir iki adım atsa, Türkiye’de aslında kriz reel sektöre henüz ciddi bir şekilde yansımadı gibi, yansımaya başladı fakat bir dibe vuruş yok. O nedenle Türkiye’nin önünde dağılan bir fırsat penceresi var, bunu kullanamadığı takdirde bana göre gidişat Türkiye’de enflasyonun kontrol altına alınması yönünde değil — %20 civarında şu anda, %25-30’a doğru gidiyor enflasyon.
Son olarak Türk-Amerikan ilişkilerine kısaca bir değinelim. Biliyorsun İdlib konusunda Pompeo’yla Çavuşoğlu’nun bir görüşmesi oldu ve bir anlamda İdlib konusu Ankara’yla Washington’u birazcık yaklaştırdı diyebiliriz — yani ortak kaygı anlamında. Orada tabii Amerika Dışişleri’nden yapılan açıklamada Rahip Brunson meselesinin tekrar gündeme getirildi; Pompeo tarafından dile getirildi. Eskisi kadar konuşulmuyor, ama herhalde Trump birkaç kere bu konuyu vurguladı; ama ardından yeni yaptırımlar şu bu gelmedi. Bu buzdolabına mı kaldırıldı? Ne diyorsun?
Taşpınar: Buzdolabına kaldırılmaktan çok kompartmanlaştırıldı gibi geliyor bana. Yani Türkiye’de devam eden bir sürü kulvarda ilişkiler var. Kulvarlardan bir tanesi, senin de bahsettiğin Suriye — ki Washington Suriye özel temsilcisi olarak Türkiye’nin yakından tanıdığı eski büyükelçi James Jeffery’yi atadı. Jefferey zannediyorum Türkiye’deydi bu arada ve Türkiye’de çok önemli görüşmeler yaptı. Pompeo’yla devam eden Menbiç üzerine kurulu başka diyaloglar da var ve şu anda tabii ki ana meselelerden bir tanesi de Türkiye’nin Rahip Brunson meselesindeki zararı bir şekilde ileriye doğru atması. Türkiye bu konuda bir adım atacak fakat bunun gündemden düşmesi gerekiyor, Amerika da bunun farkında. Ne kadar çok Brunson meselesini gündeme getirirlerse o kadar Türkiye’nin bu konuda adım atması zorlaşır. Zannediyorum yavaş yavaş bunun farkına varıyorlar. Türkiye’de düşük devirli bir ilişki izleyerek ana konularda, elzem konularda –Irak gibi Suriye gibi konularda– devam ederek görüşmelere, İran gibi gerekirse, ama Brunson konusunu biraz daha erteleme yönünde bir adım atıyorlar ki Türkiye bu konuda bir sürpriz yapabilsin. O sürprizi de Türkiye ancak diğer konularda, Menbiç gibi konularda, mesela Halkbank gibi konularda veya İdlib gibi konularda “Amerika’yla ortaklaşa görüşmelere devam ediyoruz”, “bu konuyu da hallediyoruz” deme lüksüne o zaman sahip olur. Yoksa çok fazla bastırırsa Trump yönetimi, bu konuda Türkiye’nin pes etmeyeceğini anlamış durumdalar.
Evet, Ömer istersen burada noktayı koyalım, haftaya tekrar buluşmak üzere diyelim. Çok teşekkürler. Evet, Ömer Taşpınar’a çok teşekkür ediyoruz, izleyicilerimize de teşekkürler. İyi günler.