Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Vali Nasr: Trump’ın azami baskı stratejisi başarısız olmaya mahkûm

Johns Hopkins School of Advanced International Studies’de dekan olan Vali R. Nasr’ın 3 Ekim 2018’de The Atlantic’te çıkan yazısını Okan Yücel çevirdi.

Vali Nasr

Geçen hafta ABD’de, Başkan Donald Trump kendi yönetiminin Kuzey Kore meselesinde ilerleme kaydettiğini, aynı başarıyı İran meselesinde de tekrarlayacaklarını iddia etti. Kuzey Kore meselesindeki ilerlemelerine övgüler düzen ve İran’ı da küçümseyen bir yaklaşımla şu açıklamalarda bulundu: “Dünya liderlerinin İran hakkında ne düşündüklerinin bir önemi yok. İran benimle görüşmek için geri gelecek ve iyi bir antlaşma gerçekleştirecekler.” Açıkça görülüyor ki Trump ekonomik yaptırımlar, diplomatik yalnızlaştırma ve hatta savaş tehditleri gibi azami baskı politikalarının, İran ve Kuzey Kore ile gerçekleştirilecek tarihî antlaşmalar ile sonlanacağına inanıyor. Kuzey Kore’deki gelişmeler Trump’a bu doğrultuda bir umut verse bile bu uzun vadede kazanan bir strateji olmayacak.
Açıkça artan bir şekilde görülüyor ki Trump, kendi ulusal güvenlik ekibinin vizyonu ile uyum içinde olmayan bu azami baskı stratejisi ile sonuç almayı umuyor. Esas amaç Kuzey Kore ve İran’ı diplomasi masasına getirmek. Kendi ekibindekiler ise sanki esas hedef bu ülkeleri teslim olmaya zorlamakmış gibi konuşuyorlar. Pyongyang da Tahran da bunun farkındalar.
Aslında Kuzey Kore Dışişleri Bakanı Ri Yong Ho geçen hafa ABD’de yaptığı açıklamada nükleersizleşmeye yönelik ABD’den somut bir imtiyaz gelmedikçe adım atmayacaklarını belirtti. Baskı, Kim Jong Un’u ABD ile birlikte hareket etmesi için ikna etmiş olabilir ama tek başına baskı Trump’ın hayalindeki gibi bir antlaşmayı elde etmesini sağlamayacak. Trump’ın agresif konuşmalarına rağmen yönetimi, Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın “Libya sonucu” (Libya outcome) olarak adlandırdığı sonucu kovalıyor olabilir (Burada bahsedilen olay, 2003 yılında Kaddafi’nin, ülkesinin nükleer silahlanmasına son verdiği anlaşma).
Kuzey Kore ve İran, Trump ile görüşmemenin maliyetinin çok büyük olacağını varsayıyor olabilirler ki bu da Trump ile görüşecekleri anlamına geliyor. Ancak teslim olmaya direnmek esas öncelikleri. Bu da demek oluyor ki azami baskı stratejisinin rehberliği zaman içinde değerini kaybedecek. Trump’ın ulusal güvenlik ekibinin bu amaçla hareket etmesi İran ve Kuzey Kore’nin de direncinin artmasına yol açabilir. Trump ve ekibinin, bu politikanın işe yarayacağını düşünmesi, İran ve Kuzey Kore’nin tercih ettikleri bir durum olur.

Karışık stratejiler

Kuzey Kore’nin isteği bu sürecin adım adım yürütülmesi. Yani ABD barış deklarasyonundan kaynaklanan imtiyazları tanıdıkça -Kore yarımadası üzerindeki ekonomik yaptırımların kaldırılması- Kuzey Kore nükleer silahlanmadan taviz verecek. Bunun yerine Trump’ın ulusal güvenlik ekibi ise herhangi bir adım atılması için Kuzey Kore’nin tamamen nükleerden arındırılmasını şart koşuyor. İran için de akıldaki planın bu olduğu anlaşılıyor.
Gerçekle yüzleştiğimiz zaman, Pyongyang da Tahran da Washington’ın baskısına direnmede bir çıkar görüyor olabilirler. Kim Jong Un zirvelere katılma konusunda istekli ancak koşulsuz olarak da nükleer ve füze programlarından vazgeçmeye sıcak bakmıyor. İran ise Kuzey Kore kadar uzun müzakereler yürütmekte kendisi adına herhangi bir yarar göremiyor. Trump ile görüşmek, 2015 yılında imzalanan ve mayıs ayında ABD’nin çekildiği nükleer anlaşmayı mahvedebilir. Trump ise İran’ın kendisini takip etmesini isterken İran ile kendi hazırladığı bir anlaşmanın imzalanmasından yana. Washington, İran üzerindeki ekonomik baskıyı artırırken anlaşmanın diğer taraflarının da İran ile iş yapması aleyhinde uyarılar gönderiyor.
İran henüz kendi içinde anlaşmanın ekonomik avantajlarından faydalanmaya başlamış değil, ancak ABD ile görüşmelere başlasa dahi bu anlaşmadan vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Eğer İran anlaşmadan cayarsa, zar zor kazandığı nükleer güç üretme hakkından feragat etmiş olacak. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Trump ile görüşmeden önce ABD’nin bu anlaşmaya yeniden katılmasını istemesinin sebebi de muhtemelen buydu. Ruhani şöyle düşünüyor: Eğer Trump yönetimi ABD’yi yeniden anlaşmaya dâhil ederse, Libya modelini amaç edinen bir yaklaşımda bulunamaz ve 2015 yılındaki anlaşmanın hâlihazırda var olan koşulları altında yeniden görüşmeye başlar.

ABD İran’a karşı destek bulamadı

Elbette, yalnızca İran ve Kuzey Kore azami baskının ağır yüküyle cebelleşmiyor. Bu neredeyse bütün uluslararası toplumun maruz kaldığı bir durum ve uluslararası camia bu baskıya direnip onun içeri doğru patlamasını sağlayacak gibi. Eğer geçen hafta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi özel toplantısında ABD’nin İran’a yönelik uygulamak istediği yalnızlaştırma politikasına destek bulamamasını bir işaret olarak göreceksek, azami baskı politikasının neredeyse hiçbir karşılığı yok. Başlarda bu strateji Çin ve Güney Kore tarafından desteklense de, Kuzey Kore’nin katıldığı Singapur zirvesinden sonra bu destek de söndü. ABD aynı zamanda İran ile iş yapılmasının kolaylaştırılmasını engellemek için Avrupalı müttefiklerini de tehdit ediyor. İran’ın güneydoğusunda bulunan ve Afganistan ile Orta Asya’ya geçiş kapısı olarak kullanılan Çabahar limanı Hindistan’a Çin’in bölgesel nüfuzunu dengeleme şansı sunuyordu, ancak Hindistan’ın buradaki yatırımları zorla geri çektirildi. Bu arada ABD’nin uyguladığı yaptırımlar; Avrupa, Çin ve Rusya’yı bu yaptırımları atlatacak yeni yollar keşfetmeye itiyor.
Bütün bunlar şu anlama geliyor: ABD’nin kontrolsüz “azami baskı” uygulama politikası, ABD’nin ciddi anlamda baskı uygulayamayacağı bir dünya yaratacak gibi görünüyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.