Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (10): Anadolu Kültür gözaltıları ne gösteriyor?

“5 Soru 10 Cevap” programında Kemal Can, geçtiğimiz hafta, içlerinde akademisyenlerin de bulunduğu çok sayıda kişinin gözaltına alındığı Anadolü Kültür Derneği operasyonunun ne anlama geldiğini yorumladı.

Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer

 

Merhaba, iyi haftalar. Bu haftaki 5 Soru 10 Cevap konumuzu aslında geçen haftanın kapanış gündeminden aldık. Cuma günü, Anadolu Kültür yönetici ve çalışanlarının ağırlıklı olduğu bir gözaltı dalgası oldu. Onun üzerinden hem sonuçları hem nedeni hem başlayan tartışmaları konuşmak üzere geçen haftanın kapanış gündemini bu haftanın gündemi olarak ele alıyoruz.

 

Soru 1- Anadolu Kültür gözaltıları ne anlama geliyor?

 

Yaşanan şeyi özetlemek gerekirse, Anadolu Kültür’ün kurucusu Osman Kavala bir yıldır iddianamesi bile hazırlanmadan, açık bir suçlama yöneltilmeden, hatta kendisinin tutuklama kararını sürdüren, devam ettiren, talep veren savcının bile karşısına çıkartılıp ifade vermemiş iken, bu soruşturma ile bağlı olduğu iddiasıyla bir kısım akademisyen, sivil toplum aktivisti ve hak savunucusu insanlar gözaltına alındılar. Bu ne ilk örnekti, sanıyoruz ki son örnek de olmayacak. Savcılığın bir bilgi notu olarak basına dağıttığı gerekçeler vardı. O gerekçelerde de, aslında kısmen iktidara yakın basın yayın organlarında Osman Kavala soruşturması sürecine ilişkin yapılan bazı haberlerde işaretlerini gördüğümüz suçlamalar yer aldı: Gezi eylemlerini finanse etmek, organize etmek, kolaylaştırıcı faaliyetlerde bulunmak ve uluslararası çevreler nezdinde kamuoyu oluşturmaya çalışmak gibi, her biri aslında yapılmışsa bile hak olan birtakım eylemler, fikirler, pozisyonlar, suç gibi tarif ediliyor. Gözaltına alınanlardan çoğu serbest bırakıldı. Kimi ilk 24 saat içerisinde, kimi 48 saate varan ifadelerinin ardından tek bir kişi Yiğit Aksakoğlu oldu.

 

Şimdi bu olay pek çok tartışmayı çağırıyor. Ama bu olayın, pek çok benzer olayla birlikte gösterdiği en temel tablo, Türkiye’de yargı alanı başta olmak üzere hemen her alanda belirsizliğin, öngörülemezliğin ve yazılı kurallara ve bilinen normların hiçbirine uymayan bir keyfi uygulama düzeninin bir yönetme biçimine dönüşmüş olduğu gerçeği. Bu, ekonomiden dış politikaya, siyasetten hukuk alanına kadar her alanda bir yönetme tekniği olarak devrede. Sürecin değişik parametrelerle etkilenmesinden, hızlı değişimler ya da koşullardaki bir değişimlere tanık olmuyoruz. Aslında bu belirsizlik hali, bir yönetme biçimi olarak çok yerleşik hale geldi. Şimdi çok tartışılan ve konuşulan, “nasıl bir rejim ile karşı karşıyayız” meselesinde de, önemli bir kavram haline gelen öngörülemezlik ve belirsizliğin, bir iktidar biçimine dönüştüğünün en tipik örneklerinden biriydi Cuma günü yaşananlar.

 

Soru 2 – Bu vaka üzerine neden bu kadar çok senaryo üretildi?

 

Türkiye’de pek çok olayda bunun yaşıyoruz. Bir şey gerçekleşiyor, birisi tutuklanıyor ya da tersi, birisi serbest bırakılıyor; bir yasa teklifi hazırlanıyor, bir yasa teklifi geri çekiliyor; ve her türlü böyle gelişmede birbirinin tam zıttı senaryolar devreye giriyor. Bunlarda çok temel bir takım argümanlar var. Yaygın kalıp bir sertleşmeci kanat var, bir yumuşamacı kanat var iktidar bloğunda düşüncesi. Bazı olaylar birinin diğerine karşı yaptığı hamle ya da komplo olduğu iddia ediliyor. Bazen her ikisi birden aynı anda iddia edilebiliyor. Bu olayda da, gizli el yine devrede mi; aslında tam Osman Kavala’nın serbest bırakılması ile ilgili bir hava oluşmaya başlarken, bir yumuşama işareti, seçime doğru böyle bir hamle yapılacakken, AKP iktidarı içinden ya da onun yakınında olan ama başka bir çizgiyi zorlayan çevreler böyle bir şeye hamle ettiler ve ön tıkadılar. Ya da tersi, yine aynı vakayı baz alarak, bir basit gündem oluşturarak, diğer gözaltıları bırakarak, bu işi biraz sulandırıp, yumuşatıp, tamamlamak gibi bir hamle senaryosu da konuşuluyor. Bunun Avrupa’ya ve işte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde öncelikli gündem maddesi olarak Osman Kavala’nın tutukluluğunun konu ediliyor olmasına bir cevap ya da mesaj olduğu da söyleniyor. İç kamuoyuna, hak savunucularına, sivil topluma ve bütün siyasi aktörlere mesaj olduğu da söyleniyor.

 

Şimdi bu kadar çok senaryonun, aynı anda birlikte olmasının imkansız olduğu senaryoların konuşuluyor olmasının pek çok gerekçesi olabilir tabii ama çok temel iki tane açıklaması var. Birincisi; çok dengesiz, çok bileşenli ve sürekli tamamlanmayan bir güç çatışması içerisinde olan bir iktidar denklemi ile karşı karşıyayız. İkincisi de sürekli bu belirsizlik halini bir avantaja dönüştüren büyük bir yalanın, bir gündem kurma operasyonunun karşısındayız. Her ikisi de bu durumu açıklayabilir. Belki bunların hangisinin doğru olduğu ile ilgili fikir verebilecek en önemli şey de: pek çok olayda farklı senaryoların gündeme gelmesi ve değerlendirilmesine rağmen aslında bir süreklilik arz eden belirsizlik ve öngörülemezliğin hep daim olmasını da bir anahtar olarak kenara not etmek lazım.

 

Soru 3 – Erdoğan’ın “özgürlükleri genişlettik” sözü nasıl değerlendirilmeli?

 

Bu bütün gözaltılar henüz serbest bırakılmamışken, bu hafta sonu Erdoğan daha önce de yaptığı gibi; Türkiye’de özgürlüklerin daralmadığı, kendi iktidarları döneminde özgürlük alanlarının genişletildiği iddiasını tekrarladı. Türkiye’de ciddi baskıların, tutuklama veya gözaltılar ya da başka hak ihlalleriyle ortaya çıkan tartışmaların civarında Erdoğan’ın “biz özgürlükleri genişlettik, biz hakları artırdık” söyleminin anlamı nedir? Aslında özgürlük bahsini, özgürlük ya da hak bahsini Erdoğan’ın açtığı her durumda bir yumuşama, demokrasi, veya hak ve özgürlük alanındaki bir açıklamadan çok onu belirleme gücüne vurgunun hep baskın olduğunu görüyoruz. Burada “hak sahibi kimdir, kime hakkı verilir, kimin özgürlüğünü mesele ediyoruz ya da kimin haklarını mesele ettik ve onların cevabını verdik?” meselesini öne koyan, bu genel olarak çok genel bir hak ve özgürlük alanını konuşuyormuş gibi yapıp, oradaki özneleri çok net biçimde çizen hak ve özgürlük alanın da sınırlarını “ben çizerim” diyen bir tarzı görüyoruz.

 

Bu tür açıklamaların hemen sonrasında, mesela bir kıyafet yasaklarının kaldırılması, öğrenimin önündeki engellerin kaldırılması, fikir özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması cümlelerinin örneklemesinde hep belirli fikirlerin, belirli hakların, belirli kesimlerin özgürlüklerinden bahsedildiğini işaretlerini alıyoruz. Dolayısıyla aslında Erdoğan’ın “özgürlükleri genişlettik” derken söylediği şey; “özgürlüklerin hakların ne olduğunu biz belirleriz ve bize bu hakkı teslim eden herkesin de önüne açarız, hayatını rahatlatırız ya da bizden olanın”. Dolayısıyla, aslında en büyük hak ve özgürlük kısıtlaması halinin kendisini yani hak ve hakkın ne olduğunu ve özgürlüğün alanını tarif etme gücünü sürekli tekrar ederek bu tür açıklamalar tuhaf bir ironi oluşturuyor. Muhalefette bu tür şeyler gülümsemeyle algılanıyor ya da alay konusu oluyor ama aslında meselenin özü, bunu tekrardan söylemesi sadece bu tuhaflık ve çelişki hali değil; maksatlı.

 

Soru 4- Türkiye’de ve dünyada bu hak sahipliğini kim belirliyor?

 

Türkiye’de yaşadığımız hak sorununun, özgürlük ve baskı meselesinin benzer versiyonlarını dünyadaki çeşitli ülkelerde görüyoruz ve genel olarak hepsinde de çok kabalaştırarak, fazla özgürlükten şikayet eden, hak etmemiş birilerine verilmiş fazla haklardan bahseden, işte azınlıklara göçmenlere, farklı cinsel yönelimleri olan kesimlere, kadınlara yerlilere, yabancılara verilen fazla haktan bahsedenler var. Sürekli düşmanlaştırıcı bir dil eşliğinde hakların içeriğini ve hak sahiplerinin kimliğini tartışma konusu yapan bir zemin oluşturuluyor.

 

Bunun hak ihlalleri ya da baskılardan daha büyük bir tehlike içerdiğini görmek zorundayız. Bu aslında hak fikrinin ve özgürlük fikrinin ve dolayısıyla hak ve özgürlüklerle demokrasinin ve siyasetin ilişkisini ilga eden, ortadan kaldıran, yok eden, bozan çok daha tehlikeli kavramsal, yapısal bir bozulmayı işaret ediyor. Bu yeni otoriterleşme dalgasının çok önemli parçalarından biri bu. Dolayısıyla tehlikesi ve yaratacağı sonuçlar da çok daha yıkıcı.

 

Soru 5 – Anadolu Kültür gözaltıları ve sonrası bize bir yön gösteriyor mu?

 

Vakalar üzerinden işaret okumaya çalışmanın bir anlamı var mı diye sorarak bitirelim. Açıkçası bu hukuksuzlaşma, kurumsuzlaşma, siyasetsizleşme vb. bütün kamusal ortak refleksleri, toplumsal dinamikleri bozan, belirli manipülasyonlara açık ve kullanışlı hale getiren, dünyayı da saran bir dalganın içinde olduğumuz çok açık. Dolayısıyla, tekil örneklerde bazı özel niyetler, özel taktikler devreye giriyor olabilir ama genellikle bu olayların seyrinden genel bir eğilim çıkartmak veya böyle okumaya çalışmak bizi bir yere götürmüyor. Ne gözaltı hamlesini yapılmasından ne de gözaltına alınanların serbest bırakılmasından bir iktidar niyeti çıkartmak çok mümkün görünmüyor. Tartışılan senaryoların hangisi doğruysa, her durumda bir zorlukla karşı karşıya olunduğunu görünüyor. Eğer çok sert bir iktidar içi kapışma, güç mücadelesi söz konusu ve bu yüzden birtakım çok temel haklara dönük saldırılar ya da ihlaller mümkün olabiliyorsa bu belirsizlik ve kapalılık ve devamlılık hali ciddi tehlikeleri de barındırır. Yok, tersi ise bu tür adımlarla toplumsal reaksiyon ya da dış tepki kontrolü ya da ölçümü yapılarak politikalar belirleniyorsa bu da asla ne kadar siyasetin kendi dinamiklerinden koptuğu bir lütuf ve keyfilik düzeni içerisine girdiği ve burada belirsizlik ve öngörülemezliğin ne kadar kalıcılaştığını gösteriyor. Dolayısıyla bütün bunlara yan yana baktığımızda tek tek vakalara göre pozisyon geliştirmek, taktik geliştirmek çok anlamlı değil.

 

Hak meselesinde, özgürlükler meselesinde, kanunla korunacak olan bazı hakların ve özgürlüklerin artık kanunla veya yasal normlarla korunamaz olmasının önündeki engelleri tartışma zeminine taşıyan bir siyasi perspektifle karşılanması ve eğer bir muhalefet dil oluşacaksa böyle konuşulması gerekiyor. Ama bu tür tekil vakaların çoğunda bazı işte milletvekillerinin özel olarak meselelerle ilgilendiği davalara geldiği, işte bazı artık giderek zorlaşmış protesto eylemlerine destek vermeye çalıştığını görürüz. Ama genel olarak bu hak meselelerinin ve hak ihlallerinin ve açık hukuksuzlukların siyasi bir mesele haline getirilmesinde ciddi zorluklar yaşandığını görüyoruz. Siyasi bir mesele haline dönüşen hali, geçici bir durum olarak algılamaktan vazgeçilmezse çok daha ağır bir durumla karşı karşıya kalınacak. O da haklarını ihlal edilmesi ya da hukuksuzlukla her an karşılaşabilme riskinin ötesinde, o hukuk dediğimiz şeyin, hak dediğimiz şeyin kendisini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabiliriz.

 

Şimdilik bu kadar. Tekrar iyi haftalar.

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.