Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Kaşıkçı cinayeti, Suudi Veliaht Prensi’nin geleceği, Washington’un Ortadoğu politikası & AİHM’nin Demirtaş kararı

Transatlantik’te CIA’nin Cemal Kaşıkçı cinayeti değerlendirmesi, Trump’ın Suudi Arabistan açıklaması ve Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın geleceği, Washington-Tahran gerginliği gibi konular ele alındı.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

 

Transatlantik: Cemal Kaşıkçı cinayeti, Suudi veliaht prensin geleceği,

 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Transatlantik ile karşınızdayız; yine Washington’da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile. Ağırlıkla Kaşıkçı cinayetini ve bundan hareketle Ortadoğu’yu ve ABD’nin Ortadoğu politikalarını ve bunların Türkiye ile ilgisini konuşacağız. Gönül merhaba, hemen şunu sormak istiyorum: Önce Washington Post ardından New York Times CIA’in Kaşıkçı cinayeti değerlendirmesini haber yaptılar. Orada CIA’in, bu konuda azmettiren kişinin Veliaht-Prens Muhammed Bin Salman olduğu sonucuna vardığını, zaten ondan habersiz o ülkede hiçbir şeyin yapılamayacağı sonucuna vardıklarını söyledi. Sonuçta, bu artık bir kanıt olmasa bile, Muhammed Bin Salman’ın bu cinayeti azmettirmiş olduğu konusunda sanki bir görüş birliği oluştu. Ne dersin?

 

Gönül Tol: Aslında emin değilim. Beyaz Saray’dan bir yazılı açıklama oldu biliyorsun dün. Şimdi şöyle bir anlayış var. Birebir Muhammed Bİn Salman’ı cinayete bağlayan bir verinin hâlâ olmadığı söyleniyor. CIA’in onun bazı konuşmalarını ele geçirdiğinden bahsediliyor. Ve buna dayanarak Muhammed bin Salman’ın azmettiren olduğu kanaatine vardığı söyleniyor. Fakat Trump’a aslında bir açık kapı bırakıyor bu argüman. Nitekim, Beyaz Saray’ın yayınladığı açıklamada şunu söylüyor özet olarak — tabii bu arada korkunç bir açıklama idi: İran ile başlıyor açıklama; bir gazetecinin öldürülmesi meselesinde İran’a saldırarak başlıyor açıklama. Diyor ki: “Dünya çok tehlikeli bir hale geldi, İran bölgenin güvenliğini tehdit ediyor, Yemen’de Suudi Arabistan’a karşı savaş başlattı, Hizbullah aracılığıyla bölgenin güvenliğini tehdit eden politikalara devam ediyor.” Yani bir paragraf İran’a ayrılmış durumda. Onun ardından da şunu söylüyor: “Suudi Arabistan bizim çok için önemli bir müttefik. Ben ilk ziyaretimi S. Arabistan’a yaptığımda 450 milyar dolarlık yatırım sözü aldım. Bunun 110 milyar doları silah endüstrisinde olmak üzere çok ciddi yatırımları olacak.” Yani “Ben böyle bir müttefiki feda edemem” diyor. Bölgede İran’ın zararlı faaliyetlerine karşı duracak İsrail konusunda bize yardım edecek yegâne aktör Suudi Arabistan’dır. O nedenle –Kaşıkçı’nın öldürülmesi bir trajedi ama– Kongre’nin dayattığı silah ambargosunu gündemime almayacağım” mesajını veriyor. Bu çok büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

 

Ömer, sana sormak istiyorum. Trump’ın açıklaması çok büyük tepki çekti. Amerikan değerlerine aykırı olarak tanımlandı. Artık Trump’tan umudunu kesenler Kongre’ye yöneldi. Kongre bu konuda bir şeyler yapabilir mi? Trump’a rağmen Suudi Arabistan’a ve Muhammed Bin Salman’a yönelik herhangi bir karar alabilir mi, yaptırımı hayata geçirebilir mi, böyle bir imkân var mı?

 

Ömer Taşpınar: Ruşen, biliyorsun Kongre’de aritmetik denge değişti. Demokratlar şu anda çoğunluğu ele geçirdi. Bu demek ki Senato’da olmasa bile en azından Temsilciler Meclisi’nde istihbarat, silah satımı ve savunma komiteleri ciddi adımlar atabilir Suudi Arabistan konusunda. Zaten Trump’ın istihbarat komitesi ile başı belaya girebilir. Zira istihbarat komitesi yakında CIA Başkanı’nı görüşmek için Temsilciler Meclisi’ne çağıracak. Muhtemelen basına kapalı olacak bu. Orada CIA’in bu sonuca nasıl vardığı tartışılacak. Bunun daha ciddi gündeme gelmesini Temsilciler Meclisi sağlayacaktır. Aynı zamanda Temsilciler Meclisi bütçe meselelerinde, silah satımı konusunda, yatırımlar konusunda son derece güçlü. Beyaz Saray’ı bir şekilde dengeleyebilir. Muhammed Bin Salman’ın Amerika’ya girmemesini sağlayabilir. Bu da S. Arabistan açısından zorlayıcı bir adım olarak kabul edilebilir.

 

Gönül, kaldığımız yerden devam edelim. Trump’ın M. Bin Salman’ı koruyacağını söylüyorsun. Bir kere neden böyle bir ısrar var? Yerine başka birisinin gelme imkânı yok mu? Trump’ın tercihinin gerekçesi İran’dan mı ibaret?

 

Gönül Tol: Amerika Ortadoğu siyasetini İran’ı çevrelemeye indirgemiş durumda; aynı zamanda radikal İslamî hareketlerle mücadele ve İsrail’in güvenliği. Bu üç noktada da Suudi, Arabistan’ın çok önemli rol oynadığını düşünüyor. Cumhuriyetçilerden çok farklı olmayan insanlar bile diyor ki: “Tamam, anlıyoruz S. Arabistan önemli bir ülke, fakat Suudi Arabistan M. Bin Salman’dan ibaret değil. Yani aslında Türkiye’nin yaptığını yapabiliriz. Türkiye ne yaptı? Kral’ı ayrı tuttu. Biz S. Arabistan’ı önemsiyoruz, fakat mesele M. Salman” mesajı vermeye çalıştı. “Biz de benzer bir çizgi tutturabiliriz” diye söyleniyor. “Çünkü M. Bin Salman’ın yaptıkları bizim bölgede gerçekleştirmeye çalıştığımız şeylerin altını oyan şeyler.” Yani Yemen’de çok sınırlı bir İran varlığı varken, Bin Salman’ın Yemen savaşı ile İran oradaki varlığını artırdı. Hariri’nin kaçırılmasından sonra Suudi karşıtı blok Lübnan’da güç kazandı. Dolayısıyla Bin Salman’ın yaptıklarının İran’ın elini güçlendirdiğini söyleyen kesimler var. Beyaz Saray’dan gelen açıklamaya rağmen mesele hâlâ kapanmış değil. Burada da Rusya senaryosunu görebiliriz. Ne olmuştu Rusya konusunda? Trump mümkün olduğunca Rusya’yı angaje etmeye çalışmıştı. Rusya’ya yaptırımlara karşı çıkmıştı. Fakat en nihayetinde yeni bir yaptırım paketi açıklandı Rusya’ya karşı. Çünkü Kongre çok bastırdı. Bu açıklamadan sonra Kongre muhtemelen Muhammed Bin Salman konusunda kuvvetli bir şekilde bastırmaya devam edecek. İkinci soruna gelince; Muhammed Bin Salman ne durumda Suudi Arabistan’da? Güç kaybetti mi? Ya da babası ne yapacak? Biliyorsun Prens Ahmet vardı. Muhammed Bin Salman’ın yükselişine karşı çıkmış önemli isimlerden bir tanesi idi. Londra’ya gitti, Salman’ın politikalarını eleştirmeye devam etti. Kaşıkçı olayından sonra ülkeye geri döndü. Pek çok insan şunu söylüyordu; Muhammed Bin Salman’ın yerini Prens Ahmed alabilir. Olabilir mi? Olabilir bir taraftan. Çünkü prensler, Muhammed Bin Salman’ın çok düşman kazandığını söylüyorlar. Suudi Arabistan’da istişareye dayalı bir sistem var. Önde gelen prenslerin oluruyla kral seçilir. Kral öldükten sonra yapılacak seçim sırasında Muhammed bin Salman desteklenmeyebilir mesajı geliyor. O zamana kadar Kral’dan Muhammed Bin Salman’ı harcamasını beklemek doğru değil. Tam tersine, gördük, mesela Kaşıkçı olayından sonra kameralar karşısında daha fazla birlikte görünüyorlar.

 

İlginç bir şey daha oluyor. Kral Salman ve Bin Salman’ın geliştirdiği bir siyaset var. Suudi Arabistan’ın o geleneksel güç odaklarını ortadan kaldırmışlardı. Yani rejimin meşruiyetinin dayandığı güç odaklarını ortadan kaldırmışlardı. Mesela dinî kurumlarının, güçlü iş adamlarının halkla birebir ilişki kurdukları tımar sistemine benzer prenslerin nüfuz alanları var; bunların altı oyulmuştu. Bu Kaşıkçı olayından sonra yeniden o geleneksel güç odaklarını angaje etmeye çalışıldığını görüyoruz.

 

ABD’nin bölgedeki tek müttefiki S. Arabistan değil. Orada BAE, Kuveyt, Bahreyn gibi ülkeler de var. Güçleri Suudi Arabistan ile kıyaslanmasa bile belli bir ağırlıkları da var. Bunların pozisyonu ne olur?

 

Ömer Taşpınar: Benim görebildiğim kadarıyla her ne kadar M. Bin Salman’dan hoşlanmasalar da, onun S. Arabistan için bir sorun haline geldiğini görseler de, bu Körfez İşbirliği Örgütü içindeki dengelere baktığımızda, hiçbirinin gücü S. Arabistan’ın iç dinamiklerini belirlemeye yetmez. Kral Salman kardeşi Ahmed’i göreve getirmeye karar verirse muhtemelen desteklerler. Fakat Kral oğlunu görevde tutmaya karar verirse de Muhammed bin Salman’ın yetkilerinin azaltılması için lobi yaparlar. BAE dahil olmak üzere ellerinde Suudi Arabistan’ın geleceğini belirleme gücü yok. Kral da bu hafta Meclis’te bir konuşma yaptı. Oğlunun arkasında olduğunu gösterdi. Kaşıkçı olayından bahsetmedi bile. Bana göre BAE Yemen’deki gelişmelerden son derece şikâyetçi. Amerika’nın desteğinin azalıyor olmasından şikâyetçi ve endişeli. Fakat elinden fazla bir şey gelmiyor.

 

Trump’ın açıklaması İran ile başlıyor İran’la bitiyor. Trump İran’a karşı çok sert şeyler yapacağını söylüyor, ama şu âna kadar yaptırımları gördük. Yakın zamanda ABD’nin İran’a karşı çok sert hamlelerini beklemek söz konusu mu? Yoksa bu, orta ve uzun vadeye yayılmış bir stratejiyle mi olur?

 

Ömer Taşpınar: Bence orta ve uzun vadeye yayılmış bir strateji. Her şeyden önce uluslararası toplumu arkasına alamamış bir strateji. AB içinde kesinlikle Trump’ın uyguladığı stratejiye direnç var. Çin ve Rusya’nın da Hindistan’ın da Türkiye’nin de muaf tutulduğu bir strateji. Bunun başarılı olacağı gözükmüyor. Fakat bir Kuzey Kore modeli geliştirdi kafasında. Kuzey Kore’de çok başarılı olduğunu düşünüyor nedense. Zira orada da bir başarı yok. Trump kendi söylediğine inanan bir başkan. Bunu bir başarılı model olarak sundu. Kuzey Kore’ye önce nota gösterdi, son derece sert girdi, masaya geldi. O nedenle Trump, “Ben İranlı liderle görüşmeye de hazırım” tweet’leri atıyor. Beklenmedik bir gelişme yaşanabilir. Eğer ekonomik durum çok ciddi kötüleşme içerisine girerse İran kendisi böyle bir adım atabilir. Fakat ondan da hiç emin değilim. Zira İran’da şu anda ABD ile iyi geçinmek isteyen bir toplum varken, İran’daki toplumsal dinamikler de ABD aleyhtarlığına doğru gidiyor gibi. Dolayısıyla İran’da hem toplumda hem de devlette her zaman var olan tepki devam edecektir. Trump ile masaya oturacak bir lider göremiyorum.

 

Peki Gönül, bu konuda sen ne demek istersin? Washington’ın İran politikasında neleri bekleyip neleri beklememek gerekir?

 

Gönül Tol: Sen de sordun; daha radikal bir tutum içersine girer mi ABD? Zaten bu yaptırımlar son derece radikal bir karardı. Onun ötesinde ne radikal karar alabilir? Bir askerî müdahale olabilir. Onun olacağını düşünmüyorum. İran da ABD’yi provoke etmemek için uğraşacaktır. “Trump’ı mümkün olduğunca bekleyelim, Avrupa ile iyi niyet içerisinde kurduğumuz angajmanı devam ettirelim, biz yükümlülüklerimizi yerine getirelim, Trump’ın resimden çıkmasını bekleyelim” diye. O nedenle İran çok provoke etmemeye çalışacaktır. Bu devam ettiği sürece de ABD tarafından askerî müdahale beklenmez. Körfez ülkeleri mümkün olduğunca Trump üzerinde bu konuda baskıyı artırmaya devam ediyor. Geçenlerde ABD’de Körfez ülkelerinin bir brifing verdiğini duydum. “İran Afganistan’da da Hizbullah modelini geliştirmeye çalışıyor. Yani Hizbullah üzerinden varlığını Afganistan’da artırmaya çalışıyor, onun için dikkat edelim. Askerî yaptırımlar önemlidir” mesajı veriyor. Fakat ben oraya gideceğini düşünmüyorum. ABD’nin elinde de çok fazla kullanabileceği bir araç yok. Askerî müdahale ve ekonomik yardımlar arasında başka bir enstrüman yok ABD’nin elinde. Mesela Suriye’de ne yapabilir? Orada fiziksel varlığı dışında bütünüyle Rusya’ya bakıyor. Rusya’dan İran’ı çıkarmasını istiyor. Çünkü ne askerî ne diplomatik olarak ABD’nin İran’ı Suriye’den çıkarma kapasitesi yok. O nedenle Rusya’ya hep, siz bunu yapın diyor. Rusya da ben bunu yapamam diyor. Benzer şekilde Irak’ta… Dolayısıyla ABD’nin İran ile ilişkilerinde kullanabileceği enstrümanlar kısıtlı. O nedenle bu görevi Suudi Arabistan’a devretmiş durumda. Kısacası bugünkü mevcut yaptırımlar dışında ABD’nin İran’a karşı daha radikal adımlar atmasını beklemiyorum.

 

Ömer, son olarak sana AİHM’in Demirtaş kararını sormak istiyorum. 18. Madde Türkiye karşısında ilk defa uygulanıyor, o şaşırtıcı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu bizi bağlamaz, gerekli cevapları vereceğiz” demesi var. Muhtemelen yerel seçimlere kadar tahliyesini gerçekleştirmeme konusunda bir şey yapacak. AİHM bu kararı çok aceleye getirmedi, değil mi? Bu karar Türkiye ile AB ilişkilerinde çok daha büyük yarılmalara yol açabilir mi? AB Konseyi’nden bile çıkabileceği yönünde spekülasyonlar yapılıyor. Sen böyle bir şeyi düşünüyor musun?

 

Ömer Taşpınar: Bu spekülasyonlar uzun süredir yapılıyor. Fakat konjonktür olarak baktığımızda, son dönemde sanki bir iyileşme olması bekleniyordu. Normalleşme beklentisi vardı. Fakat geçen hafta gelen tutuklama furyası bir bakıma bunun boş olduğunu gösterdi. Erdoğan’ın tepkisi aslında tribünlere oynama tepkisi. Türkiye AB ile köprüleri atmak istemiyor. AİHM’in kararları Türkiye’de hukukî süreç sona erdiğinde bağlayıcı. Erdoğan teknik olarak da yanlış söylüyor. Siyaseten tribünlere oynuyor. Konsey’le ilişkilerin kopma noktasına geleceğini düşünmüyorum. Ortada temyize gidecek bir süreç var. Türkiye bazı kanıtları çıkartarak bu sürecin üstüne gidebilir. Bir de bir netlik kazandırması gerekiyor Türkiye’nin cezanın ne olacağı konusunda. O nedenle bunu bir pazarlık süreci olarak öngörmek mümkün. Kürt meselesinde de zor bir döneme pranga atılıyor. Zira Türkiye şu anda Fırat’ın doğusunda askerî operasyon yapma tehdidi içerisinde. ABD ile bu konuda ciddi bir gerginlik var. ABD’nin düşüncesi de Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna girmemesi yönünde bazı adımların atılması yönünde. Murat Karayılan gibi liderlerin başına ödül koyulması gibi… Washington’ın istediği şey, uzun dönemde Türkiye’nin bir şekilde tekrar Kürt meselesinde eski günlere diyelim, dönebilmesi. Ya HDP’yi ya da Öcalan’ı bir şekilde barış sürecinde masaya alması tekrar. Bunlardan çok uzak bir dönemdeyiz şu anda. Fakat Türk siyaseti her an değişebilen bir siyaset. MHP ile AK Parti arasındaki ilişkilerin yıpranması, Erdoğan’ın milliyetçilikten uzaklaşma olasılığı her zaman olabilecek bir gelişme. Bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

 

Bugün biliyorsun ittifak için bir araya geldiler ve muhtemelen seçime de ittifak halinde gidecekler. Senin de demin bahsettiğin, Avrupa’ya “Ey Avrupa!” çıkışları seçim döneminin en parlak argümanı olarak gündeme gelecek.

 

Ömer Taşpınar: Ekonomideki gelişmeler kötü gittikçe Erdoğan’ın milliyetçi söylemi artabilir. Onu kolay kolay bırakmayacaktır. Fakat seçimlerden sonra daha yeni bir döneme de girebilir Türkiye. Zira ekonomide daha ciddi bir kriz gelirse –ki gelmesi muhtemel, zaten zor geçeceği herkes tarafından kabul ediliyor–, Türkiye eğer IMF kapısına dayanırsa, burada tabii Batı ile ilişkiler gündeme gelecektir. Kürt meselesi de Batı ile ilişkilerde bir turnusol kâğıdı. Kürt meselesinde çok sert askerî adımlar atan Türkiye’nin ne ABD ne de AB ile iyi ilişkiler içinde olması beklenemez.

 

Gönül, Demirtaş konusunda senin ekleyecekleri de alalım ve Transatlantik’i sonlandıralım. Ne diyorsun? Şaşırtıcı olmadı, değil mi?

 

Gönül Tol: Yok, hiç şaşırtıcı değil. Erdoğan’ın milliyetçi söylemini güçlendirmeye ihtiyaç duyduğu bir dönemde, gerçekçi bir söylemle, büyükşehirleri MHP olmadan AK Parti’nin alması zor görünüyor. Böyle bir ortamda Erdoğan’ın yaptığı, milliyetçi söyleme sarılmak. Fırat’ın doğusuna operasyon geliyor söylemlerinin altında da iç siyasetteki milliyetçi söylemi güçlendirme isteği yatıyor. Böyle bir konjonktürde, hem de seçimler öncesinde, tabii ki Avrupa’ya “Kusura bakmayın” demeyecek. Bu söylemi tutturmaya ve Demirtaş’ı içeride tutmaya devam edecek.

 

Evet, burada noktayı koyalım. Gönül Tol’a ve Ömer Taşpınar’a çok teşekkürler. Haftaya buluşmak üzere.

 

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.