Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Fethullah Gülen örgütünü dağıtır mı?

Prof. Ahmet Kuru’nun Cemaat Hala Neden Varlığını Sürdürüyor? başlıklı yazısıyla Abdullah Antepli’nin bundan hareketle kaleme aldığı Hatası ile savabı ile bu iş buraya kadarmış dostlar yazılarından hareketle yapılmış bir değerlendirme.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Aslında Salı günü yapmayı düşündüğüm bir yayındı bu; ama
o gün peş peşe yaşanan başka siyasî gelişmeler nedeniyle ertelemiştim. Nasip bugüneymiş. Fethullah Gülen örgütünü dağıtır mı? Bu soru temelsiz bir soru değil; çünkü Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan siyasetbilimci Ahmet Kuru –ki kendisi de bu yapı içerisinden yetişmiş yıllarca içinde yer almış ama daha sonra ayrılan birisi– onun başka arkadaşları ile beraber çıkarttığı Kıtalararası adlı internet sitesinden bahsetmiştim daha önce ve burada bu yapıya yönelik olarak çok ciddi eleştirilerin dile getirildiğini aktarmıştım. Yine orada çıkan bir yazısında, “Cemaat hâlâ neden varlığını sürdürüyor?” diye bir soru sordu ve çok önemli bir yazı kaleme aldı. Ardından bu yazıya destek veren başkaları da oldu. Adlarıyla destek veren başkaları da oldu. Ve tabii ki bunlar Pensilvanya’daki Gülen’e sadâkatlerini muhafaza eden; o yapılanmaya, bu şebekeye sadâkatlerini muhafaza eden kişiler tarafından susturulmaya, etkisizleştirmeye çalışıldı.

Kuru’nun saptamaları

Ahmet Kuru, yazısında, varlığını neden sürdürmemesi gerektiği konusunda dört tane madde sıralıyor. Birisi, artık bu yapının –kendisi cemaat diye bahsediyor; bir zamanlar Türkiye’de de daha çok cemaat diye konuşulurdu–, bu yapının nefret objesi haline geldiği ve Türkiye’de birbirinden farklı kesimlerin hepsinin bu yapıdan, cemaatten korktuğunu vurguluyor — ki bu herhalde doğru bir tespit, nefret objesi haline gelmesi. Yine ikincisi, yurtdışındaki bütün örgütlenmelerine rağmen, küresel bir hareket olmasına rağmen, bu yapının Türkiyeli ve Türkçe, Türkiye ve Türkçe temelli bir yapı olduğunu söylüyor ve yurtdışındakilerin bulundukları topluma entegrasyonda çok ciddi sorunlar yaşadıklarını söylüyor. Özellikle de bu örgütün abilerinin, yönetici kesimlerinin bunları bu konuda engellediklerinden bahsediyor. Bir diğer önemli husus, son cezaevi isyanı hazırlık planı iddiasından da hareketle, hâlâ bu yapı içerisinde devleti ele geçirmek isteyen grup ya da grupların olduğunu ve bu grupların varlığının bu tür düşüncelere uzak olan kesimleri, bu yapı ile ilişkili kesimleri çok zor durumda bıraktığını söylüyor. 15 Temmuz darbe girişiminde de bu böyle olmuştu. Daha önceki dönemde de bu böyle olmuştu. Bu yapının, Fethullahçıların devlet içerisindeki örgütlenmesinin gündemiyle, devlet dışındaki, kültür-medya alanlarındaki, eğitim alanlarındaki örgütlenmelerinin arasında çok ciddi gündem ve perspektif farklılıkları vardı. Ve bu devlet içerisindeki sivil olmayan kanadın uygulamalarının, attığı adımların, düzenlediği komploların dışarıdaki kişileri, yani devlet dışında toplum içerisinde faaliyet yürüten Fethullahçıları çok zor durumda bıraktığını daha önce yaşamıştık. Bu durumun hâlâ sürdüğünü söylüyor — ki biliyoruz, hâlâ devlet içerisinde, askeriye içerisinde, kısmen polis içerisinde operasyonlar sürüyor ve hâlâ Fethullahçıların operasyon yapma gücü olduğu söyleniyor. Bu iddia ciddi bir şekilde dile getiriliyor.

Örgüt kendisini lağvederse

Son olarak bu yapının, cemaat bağının hayatlarında yeni bir sayfa açmak isteyen insanlar için yük olduğunu söylüyor — ki bu da bir başka gerçek. Bir şekilde Fethullahçılıkla ilişkisi olmuş, ama daha sonra şu ya da bu nedenle, özellikle de 15 Temmuz darbe girişimi yüzünden bu yapıyla aralarına belli bir mesafe koymak isteyen kişiler, yapı varlığını sürdürdüğü için bunu tam olarak gerçekleştiremiyorlar. Devlet ile Fethullahçılık ve Pensilvanya arasında sıkışıp kaldıklarında, tercihleri ya devlete yani itirafçı olmak, tam anlamıyla devlete tâbi olmak, ya da örgüte, Pensilvanya’ya tâbi olmak dışında bir seçenek olmuyor. Halbuki örgütün kendisini lağvetmesi durumunda, kendi başlarına, kendi hayatlarını yeniden kurma imkânları olabileceğini söylüyor.
Bu açıdan değişik tarihlerde Türkiye’de özellikle radikal soldaki birtakım örgütlerin de buna benzer hikâyeler yaşadıklarını biliyorum. Genellikle küçük gruplarda söz konusu oldu bu. Bazı küçük gruplar kendi kendilerine yok oldular, ama bazıları belli bir aşamada lider kadrosu tarafından lağvedildi ve herkesin başının çaresine bakması istendi. Çok sık olan bir olay değil, az olan bir olay. 80’li yılların ortalarında ve 90’lı yılların başlarında böyle bir iki tane grubu hatırlıyorum — sol grup olarak.
Ama şunu da söylemek lazım: Birçok grubun, radikal solda birçok grubun yapması gereken bir şeydi kendini lağvetmeleri; ama hâlâ varlıklarını sürdürmek istedikleri için, sayıları iyice azalsa da, etkileri iyice azalsa da, sırf adını yürütmek için bir şekilde varlığını sürdüren yapılar var. Hiçbir etkileri kalmamış ve dolayısıyla o az sayıdaki insanın hayatını iyice karartan yapılar söz konusu. Solda da, başka hareketlerde de var; ama Türkiye’de özellikle radikal solda var. Fethullahçılığın öyküsü de biraz böyle. Ve bunun dağılmamasının da en önemli nedenlerinden birisi, zaten bazı kişilerin –ki Fethullah Gülen bunun en başında geliyor– bu yapı olmadan, bu örgüt olmadan hayatlarının hiçbir anlamının kalmayacağı, örgüt olmadan sudan çıkmış balığa dönüşecekleri hususu. Onların hayat tarzı bu olmuş ve bunun lağvedilmesi durumunda aslında kendilerinin intiharı anlamına geleceğini düşünüyorlar. Çok sayıda kişi buradan besleniyor, buradan geçiniyor. Buradaki yetkili pozisyonu sayesinde, örgütteki yetkili pozisyonu sayesinde kendine iyi kötü konforlu bir hayat kurabiliyor. Bu yapının dağılması durumunda o kişilerin yapabilecekleri çok fazla bir şey olmayabilir. Ancak Ahmet Kuru’nun yazısında da bahsettiği gibi, çok sayıda eğitimli, iyi eğitimli kişiler var. Ve bunların önemli bir kısmı da yurtdışında yaşıyor. Ve bu kişiler bağımsız hareket etme şansından uzaklar.
Ama örgüt kendini lağvederse, bu bireyler, Ahmet Kuru’nun yazısından alıntılıyorum: “Bağımsızlık kazanacak, yeni bir hayata başlamak için adım atacak”. Özellikle ülkedekilere söylüyor bunu; dışarıdakiler için de, yurtdışında yaşayanların da bulundukları toplumlara entegre olmasının kolaylaşacağını söylüyor. Ama gerek Türkiye içerisindeki gerek Türkiye dışındaki kişiler, örgüt varlığını sürdürdüğü için buradan tam anlamıyla bir kopuşa, değişik nedenlerle kopuşa cesaret edemedikleri için, kopmanın tek alternatifinin, koptuktan sonraki tek alternatifin devlete tâbi olmak olması nedeniyle zorlanıyorlar. Halbuki örgüt ortadan kalkarsa bunlar pekâlâ kendilerine bir hayat kurma imkânına ulaşabilirler. Kuracaklar diye bir zorunluluk yok.

Örgüt kendini neden lağvetmiyor?

Örgüt kendini lağvetmemek için neden direniyor peki? Demin söylediğim şekilde, hayat tarzı olarak bunu yaşamış olmaları — bu benim görüşüm. Ahmet Kuru’ya göre üç tane husus var. Birisi, bunların kendilerini “seçilmiş” kişiler olarak görmesi, yani kendilerine ulvi bir misyon biçmeleri — ki bu Fethullah Gülen’in kendisinde hep var. Yani bir şekilde kendilerine önemli bir misyon biçiyorlar. Bir diğer husus: Stratejik muğlaklık. Bu muğlaklık meselesi bu yapı ile ilgili en çok karşımıza çıkan olay. En çok sorulan soru şudur: “Ne yapmak istiyor Fethullah Gülen?” Bu soruya cevap vermek, çok hızlı bir şekilde cevap vermek kolay değil. Devleti ele geçirmek istiyor cevabı yetmiyor. “Çünkü ele geçirdikten sonra ne yapacak?” vs. gibi yeni soruları doğuruyor cevaplar. Bu muğlaklık aslında Fethullah Gülen’in en büyük avantajlarından birisi oldu. Bu muğlaklıkla hep insanları daha kolay ikna edebildi. Daha kolay açılımlar yapabildi. İşte bu muğlaklık hâlâ aynı şekilde varlığını sürdürüyor. Son olarak da tabii devletin gösterdiği yoğun tepki nedeniyle de örgüt bir şekilde kendini bir direnme noktasında tutmaya çalışıyor; ama ne derece başardığı ayrı bir husus. Bu yazı çıktıktan sonra tabii ki dar bir çevrede konuşulmuşa benziyor, ama yurtdışında özellikle konuşulduğu ve yazıda da bahsedilen eğitimli kesimler arasında çok çok konuşulduğu söyleniyor ve tepkiler de ona göre geliyor.
Bir tane ilginç bir tepki geldi. Abdullah Antepli diye, bu Fethullahçılığı bilenlerin az buçuk bildiği bir isim, “Hatası ve sevabı ile bu iş buraya kadarmış dostlar” diye bir yazı yazdı. Bu yazının özelliği de Ahmet Kuru gibi tam anlamıyla kopmuş ve Fethullah Gülen’i de çok sert bir şekilde eleştirebilen birisi değil, daha hâlâ içeriden birisiymiş gibi yazılmış bir yazı ve Gülen’e karşı bir saygıyı da barındıran bir yazı. Ama buna rağmen o da artık, “Zil çaldı, herkes evine” deme ihtiyacını hissediyor. Bu aslında çok iyi bir öneri. Eğer kendini lağvetme –gerçek anlamda tabii, yalandan değil–, kendine lağvetme noktasına gidilirse, belli bir normalleşme, insanların hayatlarında normalleşme ve toplumsal ilişkilerde de belli bir normalleşme pekâlâ söz konusu olabilir. Ve her türlü şeye bahane edilen “FETÖ tehdidi” devletin elinde bir argüman olmaktan çıkar. Yurtdışında yaşayan insanların da entegrasyonunu kolaylaştırır.
Çünkü 15 Temmuz’dan itibaren aslında bütün bu Fethullahçılara bulundukları ülkelerde daha farklı bakılmaya başlandı ve bir örgüt varlığı, bir örgütsel faaliyet olarak onların eğitim gibi faaliyetleri örgütsel faaliyet olarak görülmeye başlandı. Örgütün yok olduğunun, ortadan kalktığının anlaşılması durumunda, insanlar kendilerine yeni hayatlar kurabilirler ve belli bir normalleşme yaşanabilir. Bu normalleşmeye Türkiye’nin ihtiyacı var. Bu normalleşme şu ya da bu şekilde bu harekete dahil olmuş, ama yaşananlardan sonra bir rahatsızlık yaşayan, belli bir eleştirel bakışa sahip olan, ama belli bir eşiği aşmakta zorlanan kişilerin önünü açabilir. Ama Fethullah Gülen, benim bildiğim Fethullah Gülen buna yanaşmayacaktır. Bu tartışmaların tabii ki bir diğer boyutu da hep şu: Gülen’in ölümünden sonra ne olacağının tartışması.
Aslında normal şartlarda, Ahmet Kuru’nun yazısında dile getirdiği örgütün kendini lağvetmesi durumunun Gülen’in ölümünden sonra otomatik olarak gerçekleşmesi beklenir; ama belli ki şimdiden birileri bu örgütsel yapıyı, küresel şebekeyi olabildiğince muhafaza edip Gülen sonrasında daha güçlü konumlarda kendilerine bir iktidar sağlamayı hesaplıyorlar diyebiliriz. Bu yapı dışındaki bazı güçlerin de bu yapıya ne anlam atfettiği de önemli. Özellikle başka ülkelerin kurumlarının, istihbarat kurumlarının ya da değişik kurumlarının bu yapıya ne derece değer biçtiğiyle ilgili de bir olay bu. Eğer hâlâ kullanışlı bir şebeke olarak görüyorlarsa, varlığını sürdürmesini isteyeceklerdir. Bu anlamda da değişik yerlerin Fethullahçılığa ve özellikle Fethullah Gülen sonrası Fethullahçılığa yönelik birtakım yatırımlar yapmakta olduğunu varsayabiliriz. Bir şey bildiğimden söylemiyorum; ama akıl yürütme olarak söylüyorum. Sonuç olarak, 1970’li yılların başından itibaren varlığını sürdüren ve Türkiye’de çok etkili olmuş, dünya çapında yayılmış ve Türkiye’ye çok büyük kötülükleri dokunmuş bu yapının ortadan kalkması, kendi kendini feshetmesi, lağvetmesi, şu anda önerilebilecek en rasyonel –rasyonel değil aslında, Fethullah Gülen bunu kabul etmeyecektir ama– en mâkûl çözüm diyelim, en kestirme çözüm.
Aksi takdirde, bu iş uzadıkça –ki uzayacağa benziyor normal şartlarda–, bunun faturası herkes için çok ağır olacak. Özellikle de, hasbelkader, şu ya da bu şekilde bu örgüte dahil olmuş, kenarından köşesinden bulaşmış insanların hayatları daha fazla kararacak ve daha uzun süre sadece onların değil, onların çocuklarının, belki de torunlarının üzerinde Damokles kılıcı gibi bu örgütün varlığı sallanacak gibi gözüküyor.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.