Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (14): Tek sorumluluk iktidarda kalmak!

Kemal Can bugün “5 Soru 10 Cevap”ta Ankara’daki tren kazasının iktidarın sorumluluk algısı üzerinden ne söylediği, sarı yelekliler eylemlerinin Türkiye’ye için anlamı, Recep Tayyip Erdoğan’ın HDP belediyeleri hakkındaki yorumları, iktidarın vatandaş-devlet ilişkisini nasıl tarif ettiği ve sorumsuzluk, tehdit ve belirsizliğin oluşturduğu yeni siyaset mimarisi üzerinde durdu.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba iyi haftalar. 

Geçtiğimiz hafta birbirinden farklı gibi görünen ama aslında bir bütünü tamamlayan vakalar yaşandı. Onlar üzerinden bir genel resme bakmak yararlı olur diye düşündük.

Soru 1 –  Tren kazası vesilesiyle iktidarın siyasi sorumsuzluk algısının bize ne gösteriyor ?

Bir kere bu yeni değil. Bence miladı 2004’teki hızlandırılmış tren faciasına kadar giden ama genel olarak Türkiye’deki çok oturmamış anlayıştan dolayı bir takım kazalar ve önemli ihmallerle ortaya çıkan tablolarda siyasi sorumluluğu üstlenen iktidarlar çok görünen bir şey değil. Ama artık bugün gelinen noktada Türkiye’de siyasi iktidarın  yaşanan hiçbir şeyle ilgili sorumluluk almadığı, bedel ödemediği hatta bu sorumsuzluğun giderek bir idari sorumsuzluk halinde daha aşağıya doğru da yansıdığını izliyoruz. 

Bir mutlak iktidar algısı var. Bu iktidar algısı, iktidarı sağlayana kadar kamuoyuyla ilişki kuran,  iktidarı sağladıktan sonra da kamuoyu ile, medyayla ya da diğer siyasi aktörlerle denetim ve sorumluluk ilişkisini tamamen kesen ve hiçbir şeyden sorumlu olmayan bir pozisyona çekiliyor ve bunu kabul ettiriyor. Daha da önemlisi, şu anda yaşadığımız bunun alenileşmiş, neredeyse doğal bir durum haline gelmiş olması.  Hükümet üyeleri de siyasi sorumluluğu olmayan atanmışlar olduğu için, onlardan başlayarak bütün idari pozisyonlara yayılan sorumsuzluk halinin kurumsallaştığını görüyoruz. Ankara’daki tren kazası bu anlamda çok çarpıcı bir resim verdi.

Soru 2- Sarı yelekliler olayının Türkiye’de tekrarlanma ihtimaline karşı iktidar çevrelerinin çok yüksek tehditler ortaya koymaları bize ne gösteriyor? 

Bilindiği gibi Devlet Bahçeli bu konuda yüksek perdeden bir çıkış yapmış ve sarı yelek benzeri eyleme niyet edenlerin çok ağır bedeller ödeyeceğini söylemişti. Erdoğan bunu bir adım daha ileriye götürdü. Kılıçdaroğlu’nu işaret ederek ‘böyle bir şeye kalkışırsan 15 Temmuz’da olduğu gibi kaçacak fırsatı bulamazsın’ gibi bir söz söyledi. Kaçacak fırsatı bulamamış Kılıçdaroğlu’nun başına ne geleceğini  hayal gücünüze bırakmakla birlikte, bu yaklaşımın sadece sokak eylemliliği ile ilgili uyarı yapma sınırında olmadığını herkesin çok net anladığını düşünüyorum. 

İktidarı eleştirmeni,  iktidarının uygulama hatalarını bile gündem yapmanın bir biçimde bozgunculuk, yıkıcılık ya da kendi başına suç olarak tarif edildiği bir zeminde yaşıyoruz. Artık protesto etmek değil bunu aklında bile geçirmek tehlike bir hal alıyor. Geçmişe dönük de bu tür girişimleri cezalandırma -Gezi soruşturması gibi- girişimleri oluyor. Bu da sorumsuzluk halinin bir tür tehditle tahkim edilmesi diyebiliriz. Bu artık çok bariz bir iktidar hakkı gibi konumlandırılıyor. Sanki iktidarın kendisine yönelen eleştirileri büyük bir sertlikle ve “gereğini yaparak” karşılaması sanki bir doğal hak haline geliyor. 

Soru 3 – Erdoğan bir konuşmasında ‘Biz CHP’li belediyelerin bile altyapı sorunlarını çözdük hatta HDP’lilerin su sorunu vardı onu bile çözdük dedi. Bu ne anlama geliyor? 

Bunu  söyleyenin ülkenin Cumhurbaşkanı olması yürütmenin en başındaki kişinin hizmet ve icraat dağıtımı, kaynakların kullanımı konusunda nasıl bir irade aklına sahip olduğunu gösteriyor. HDP’li belediyenin su sorununu çözmenin bir lütuf ya da takdir edilmesi gereken bir davranış olarak işaret edilmesi, açıkçası bu hizmet diye altı çizilen ve siyasetin tek hakla ilişki biçimi olarak tarif edilen şeyin de aslında nasıl yanlış tanımlandığını gösteren bir durum. 

Aslında, imkan dağıtma, imkanları paylaştırma, sorunları çözme ya da çözme  iradesinin bir tür lütufa, bazı durumlarda da şantaja dönüşebildiğinin, bunun da meşru durum gibi ortaya konabildiğinin itirafı ile karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Yani bunu filen pek çok iktidarın daha önce de yaptığını biliyoruz. Bunlar hep bilinen hadiseler. Ama bunun açıkça ve hiç de şaşırtıcı olmayan bir gerçeklik olarak ifade edilmesi ve alenileşmesi önemli. Bu anlamda bu resmi tamamlayan unsurlardan biri olduğu için bunu da belirtmek istedim.

Soru 4 – İktidar ya da şu andaki yeni rejim, vatandaş devlet ilişkisini nasıl tarif ediyor ve ne talep ediyor? 

Aslında çok temel bir yaklaşım meselesi: Ülkenin nüfusunun bir kısmını oluşturan, hizmete layık olan ama buna karşılık iktidara bir tür özdeşlik bağı ile bağlı bir halk tarifi var. “Halk bizim arkamızda biz halk için her şeyi yaparız “ gibi tarif edilen bütün ülkeyi içine almayan bir halk tarifi. Bu halktan bu iktidarı ne pahasına olursa olsun koruması sorumluluğu bekleniyor. 

Bunun dışında kalan herkesten de itaat bekleniyor. İktidarın devlet vatandaş ilişkisindeki algısı bu. Başlığımızda da olduğu gibi, kendisi açısından tek sorumluluk olarak iktidarda kalmayı, geriye kalan herkese de onu iktidarda tutmayı görev yapan bir yaklaşım, kabul ettirilen bir yaklaşım. Çok temel bir algı değişimini ifade ediyor hem siyaset hem de yönetim erkinin demokratik sorumlulukları ve denetime bakış açısında. 

Soru 5 – Hiç bir şeyden sorumlu olmayan, sadece kendi iktidarının devamından sorumlu ve bütün öncelikleri buna göre belirleyen, herkesten de buna uymasını, aksi takdirde de ciddi cezalarla yüz yüze gelebileceklerini söyleyen bir iktidar nasıl böyle bir politik desteği başarıyor? 

Başkanlık sistemi anayasa değişikliğinin üzerinden 20 aydan daha fazla geçti. Bu sisteme göre cumhurbaşkanlığı seçiminin üzerinden de 6 ay geçti. Oradaki büyük vaat; güçlü Türkiye, bütün engellerinden kurtularak atılım yapacak bir Türkiye idi. Buna evet diyenlerin bile bu vaadin ne kadar gerçekleştirebildiğine pozitif cevap vermesi zor. Bu vaadin altındaki güçlü Türkiye denen şeyin, güçlü iktidar olduğu ve bu güçlü iktidarın -denetimi ve sorumululuğu engelleri diye düşünürsek- engellerinden kurtularak kendi gücü ile ilgili siyaset tasarımı inşa ettiğini ve daha önemlisi bunu kabul ettirmeye başladığını görüyoruz. Bunu kendi destekçileri ile arasındaki çıkar-aidiyet ilişkisini değiştirerek yapıyor. Neler yapıldığından bağımsız olarak, hangi kaynaktan gelindiğine göre bir kimlik ilişkisi inşa ediliyor.  Temel çıkarlar, basit anlamının dışında başka bir korunaklı aidiyetle tarif ediliyor. 

Aslında bütün destekçileri için büyük bir hapishane inşasını mümkün kılıyor. Bütün dünyada ve Türkiye’de yaşanan şey, kendisini desteklemeyenlere karşı çok otoriter yöntemler uygulayan iktidarların aynı ölçüde hatta bazen daha fazla destekçileri üzerinde baskı oluşturduğu, bu baskıyı mümkün kılacak bir belirsizlik ve bir tereddüt alanı yarattığı bir gerçek. Bu bir anlamda sorunlarını da avantaja çevirebilmenin imkanını yaratıyor. Tıpkı kriz konjonktüründe gördüğümüz gibi. Şu anda tren kazası ile ilgili sorumluluk almayan hükümetin,  ekonomik krizin de bütün aşamalarında herhangi bir sorumluluk üstlenmediği ve daha önemlisi herhangi bir siyasi bedel de ödemediğini görüyoruz. Bu, başka vesilelerle başka konular etrafında da tekrar tekrar konuştuğumuz, siyasi alanının bozulması veya  kapanmasıyla doğrudan ilgili. Bugün ele aldığımız üç vakanın bütünlediği resim de, bize bunu gösteriyor. 

Şimdilik bu kadar tekrar iyi haftalar.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.