Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP döneminde dindarlık: Neler, neden değişiyor?

Konda’nın araştırmasına göre son 10 yılda kendisini “dindar muhafazakâr” olarak tanımlayanların sayısında azalma var. Kökleri İslami harekette olan AKP’nin iktidarı döneminde dine yönelik ilgi ve bağlılığın azalmasının nedenleri neler?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. En son Konda’nın yaptığı “10 yılda değişenler, yaşam tarzında değişiklikler” araştırmasının sonuçları da gösteriyor ki, Türkiye’de kendini dindar, muhafazakâr olarak tanımlayanların oranı düşüyor son 10 yıl içerisinde. Çok büyük bir düşüşün söz konusu olduğunu sanmıyorum. Zaten rakamlar da çok olağanüstü bir düşüş göstermiyor; ama yine de Türkiye gibi muhafazakârlığı ile, dindarlığı ile bilinen bir ülke için anlamlı rakamlar bunlar.

Ve buradan hareketle şunu tartışmak çok elzem: Kendisi İslâmî hareketten gelen, ülkeyi tek başına yöneten ve dini de sürekli olarak bir argüman olarak, motif olarak kullanan bir iktidar döneminde, insanların dine olan bağlılığı, dindarlıkları, dindar pratikleri ve dinle ilgili diğer hususlarda bir gerileme nasıl olur? Bu gerçekten önemli bir soru.

Ters tepki

Dünyanın değişik dönemlerinde dini araç olarak kullanıp, dini bir motif olarak kullanıp iktidara gelen ya da iktidarlarını din üzerinden meşrulaştırmaya çalışan yönetimler döneminde aslında buna benzer durumlar çok sıklıkla yaşandı. İran’da özellikle son yıllarda bunun çok daha belirgin olduğu söyleniyor, görüyoruz, duyuyoruz. Ama sadece İslâm dini ile alâkası yok bunun; dünyanın dört bir yanında birçok dinde, dinin siyasî iktidarlar tarafından kullanılması durumunda, bunun toplumda bir ters tepki yaratma ihtimali hayli yüksek ve Türkiye’de de bir anlamda bu oluyor. Ama bunu sadece böyle tanımlamak, bu basitlikte açıklamak doğru olmayacaktır.

Biraz daha derinlere gidip baktığımızda, Türkiye’de AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılı sonundan –şu anda 2019, 17 yıl olmuş– 17 yılda din adına neler oldu, neler yaşandı, ne tür gelişmeler, değişiklikler yaşandı ve bu toplumsal hayata nasıl yansıdı diye bakarsak eğer, aslında çok büyük bir gerileme var. Baktığımız zaman, dinî hayatın örgütlenmesi bağlamında baktığımız zaman, çok ciddi bir gerileme var.

Erdoğan-Gülen savaşının sonuçları

Bu gerilemenin en önemli nedenlerinden birisi, dinî hayatı toplumsal alanda taşıyan örgütlü yapıların –ki bunlara kabaca cemaatler diyoruz, İslâmî gruplar ve cemaatlerin–, AKP döneminde etkilerinin azaldığını görüyoruz. Dönem dönem etkileri artmıştır — ki bu anlamda Fethullahçılık iktidarla işbirliği yaptığı dönemde zirvedeydi. Türkiye’de çok hâkim bir yapı haline gelmişti; sadece toplumsal hayatta değil aynı zamanda siyasî hayatta da hâkim bir yapı haline gelmişti. Ama daha sonra AKP ile yolların ayrılması ve bir savaşa girmeleri ile beraber, devlet eliyle Erdoğan yönetimi tarafından tasfiye edildi bu. Ve ondan beri, Fethullahçıların tasfiyesinin yarattığı boşluk doldurulamadı, doldurulamayacak.

Herhangi bir cemaatin bunu doldurabilmesi ya da bir araya gelmeleri halinde ya da toplamlarının bunu doldurabilmesi mümkün gözükmüyor. Zaten siyasî iktidar da, Erdoğan da Fethullahçılık deneyiminden dolayı ağzı yandığı için bu konuda diğer cemaatlerin benzer bir şey yapmasını çok da fazla arzulamıyor. Bunun yerine kendisi birtakım, devlet eliyle birtakım yapılar oluşturmaya çalışıyor. Bazı vakıflar aracılığıyla ülkede öğrencilere yönelik barınma imkânları, yurtlar sağlanıyor; çünkü biliyoruz ki cemaatlerin en önemli faaliyet alanlarından birisi bu. İkincisi, ülkenin her yerine üniversiteler açmak, sayılarını artırmak ve üniversiteye gitmelerini sağlamak; dolayısıyla da bu cemaat üniversitelerinin yerine bunları koymak, hatta daha da ileri gidip yurtdışındaki Fethullahçı okulların yerine yine devlet eliyle birtakım okullar açmak.

Erdoğan yönetimi Türkiye’de cemaatlerin etkisini sınırlamak, tamamen kendi denetimi altına almak ve onların şu âna kadar yaptığı toplumsal faaliyetleri devletin imkânları ile kendisi üstlenmek gibi bir şeye soyundu. Bunda başarılı da olamıyor. Bunda başarılı olamadığı için de yakın bir zamana kadar toplumsal alanda dinî yapıların yaptığı faaliyetlerde çok ciddi bir gerileme var.

15 Temmuz’un neden olduğu kırılma

Ama bunun ötesinde gerilemenin ötesinde, Fethullahçılık olayının yaşattığı, özellikle 15 Temmuz’dan sonra yaşattığı çok büyük bir kırılma var. Artık dinî yapıların topluma, dindarlar da dahil toplumun farklı kesimlerine gidip onlardan destek, ilgi, katkı bulabilmesi, gençlerin katılımını bulabilmesi eskisi kadar kolay olmuyor. Yani toplumsal örgütlü dinî yapılar Türkiye’de artık Fethullahçılık deneyiminden sonra eskisi kadar etkili olamıyorlar. Bundan sonra da olabileceklerini açıkçası sanmıyorum. Bu çok ciddi bir olay olarak karşımızda duruyor.

Bir diğer olay Diyanet İşleri Başkanlığı. Diyanet İşleri Başkanlığı da çok ilginç bir serüven izledi. AKP döneminde Ali Bardakoğlu ile başlayıp Mehmet Görmez’le devam eden ve şimdi –inanın şu anda da aklıma gelmedi, çünkü Diyanet İşleri Başkanı çok silik bir isim–, onunla devam eden bir Diyanet İşleri Başkanlığı var. Ali Bardakoğlu’nun üslûbu daha farklıydı. Mehmet Görmez biraz daha öne çıkan bir isim olmuştu ve bence bu yüzden de Diyanet’i kaybetti. Şimdi ise Diyanet İşleri Başkanlığı aslında olmayan bir yapı. Arada sırada, ihtiyaç duyduğu zaman fetvalar vererek, ama esas olarak camileri ve devletin dinî organizasyonunu kontrol eden bir yapı olma hüviyetini koruyor.

Ve iktidarla iyi geçinen, iktidara yakın duran, yakın durduğunu bildiğimiz birtakım dinî cemaatlerin de –özellikle Nakşıbendî olanların– Diyanet İşleri’ne karşı bir ilgilerinin olduğunu biliyoruz. Orada daha etkili olmak, orada kendi hâkimiyetlerini kurmak istediklerini biliyoruz. Hükümet ya da Erdoğan buna izin verir mi, ne dereceye kadar izin verir belli değil. Ama bu cemaatlerin, bazı cemaatlerin bu çıkışları, özellikle fetva bağlamındaki çıkışlarının Diyanet’i çok tedirgin ettiği de ortada ve onlarla bir tür yarışa girmek durumundalar ve bu da Diyanet’i daha da etkisizleştiriyor. Arada sırada yaptıkları açıklamalar Diyanet’in gerçekten çağın dışında bir kurum imajına sahip olmasına yol açıyor. Diyanet şu anda Türkiye’de toplumun, dindarların ihtiyaçlarına cevap verebilmenin hayli gerisinde bir kurum.

Genç kitlelerdeki kopuş

Ötesine baktığımız zaman, burada bence temel sorun, dinin birtakım siyasetçiler, özellikle iktidar ve birtakım örgütlü yapılar, yani bu cemaatler tarafından ve bazı şahıslar tarafından araçsallaştırılması, enstrüman haline getirilmesinin çok ciddi bir kopuşa, özellikle genç kitlelerde çok ciddi bir kopuşa ve sorgulamaya yol açtığını düşünüyorum ve gözlüyorum.

O da şöyle söylenebilir: Aslında birçok insan dini, dindarlığı bir amaç olarak görüyor ve bu dünyadan ziyade öbür dünyaya yönelik bir tür yatırım olarak görüyor. Ama şu anda, özellikle son yıllarda AKP iktidarı ile beraber dindar olan insanların bu dünyadaki kazanımlarını sürekli artırmaya çalışmaları ve ellerindekini kaybetmemek için neredeyse her şeyi mubah görüyor olmalarından dolayı çok ciddi bir sorgulama yaşanıyor. Şu anda Türkiye’de dindarlar siyasetin merkezine taşınmanın, mutluluğunu yaşamanın çok ötesine geçtiler ve şu anda artık siyasetin merkezine taşınmanın imkânlarını, avantajlarını daha da artırmak ve bunu başkalarıyla paylaşmamak gibi bir ısrara kapılmış durumdalar. Ve bu da dini bu dünyaya özgü bir olay olarak görmeyen kesimlerde, görmek istemeyen kesimlerde çok ciddi kırılmalara yol açıyor.

Kimileri iyice kabuğuna çekilip kendi dinini kendi başına yaşama yoluna giderken, kimilerinin de dinden uzaklaştıklarını görüyoruz, duyuyoruz. İşte, daha önce burada da defalarca ele aldığımız, deizme yönelik ilgi, hatta deizmin de ötesinde insanlarda ateizme yönelik, gençlerde ateizme yönelik ilginin, başka dinlere yönelik ya da birtakım spiritüel hareketlere yönelik ilgilerin bununla bir muhakkak bağı var. Çünkü şu anda dinle özdeşleşmiş kişi ve kurumların faaliyetleri insanların, özellikle gençlerin dine atfettiği mükemmellikle uyuşmuyor.

Muhalefet ve iktidardaki İslamcıların farkı

Tabii burada İslâmcılığın bir muhalefet hareketi olmasındaki câzibesi ile iktidara geldikten sonra temel amacının iktidarını korumaya evrilmesinin yarattığı ayrımı görmek gerekiyor. Birçok insan İslâmcılığın ve İslâmî yapıların dışlanmış olmasının, sistem dışına itilmiş olmasının, eziliyor olmasının, önlerine birtakım yasaklar çekiliyor olmasının etkisiyle bu yapılara, bu akımlara ilgi duydu. Ama daha sonra bu yapılar merkeze taşındıktan ve iktidarı kontrol ettikten sonra, kendilerinden olmayanlara geçmişte diğer iktidarların kendilerine yaptıklarına benzer, hatta daha sert birtakım yaptırımlar, engeller çıkartmaya başlamasıyla beraber de çok ciddi bir kırılmanın yaşandığını düşünüyorum, gözlüyorum. Yani şu anda AKP iktidarının özellikle son 5 yıldaki uygulamalarına bakan birisinin, Türkiye’de AKP’nin öncülü olan partiler döneminde dile getirilen argümanları, itirazları hatırladığı zaman bir hayal kırıklığına uğramaması mümkün değil.

En temel husus, sürekli altını çize çize vurguladığım husus, adalet kavramından –ki o adalet kavramını partinin adının başına koyacak kadar önem veren bir hareketti–, adalet kavramından bu kadar uzaklaşılmış bir ülke ve adaletten bu kadar yoksun olmanın birinci derece sorumlusunun da kendilerini dindar hatta İslâmcı olarak gösteren kişiler olması. Dolayısıyla burada çok ciddi bir ikili durum var. Samimi olmama hali var. Bazı insanlar bunu bir şekilde meşrulaştırmaya çalışıyor olabilir; ama artık iş, Türkiye’de yaşananları, yapılanları meşrulaştırabilme imkânının, hele dinî argümanlarla meşrulaştırma imkânının iyice azaldığını gösteriyor bize. 

İktidar trenine binenlerden duyulan rahatsızlık

Tabii bir diğer husus –bu hususu da birçok yorumumda özellikle vurguladım, ama çok önemli olduğunu düşünüyorum, ısrarla vurgulamakta yarar var– şu anda var olan iktidarı savunan, en cansipârâne savunan ve bu iktidar zamanında öne çıkartılan birtakım kişilerin aslında dinle, İslâmcılık bir yana dinle imanla çok da fazla ilgisi olmayan kişiler olmaları. Ve insanlar –dindarlar diyelim–, kimler tarafından savunulduğuna baktıkları zaman burada da bir anlam verememe ya da rahatsız olma hali var. Bunun da dindarların iktidara bakışına, iktidara bakışından sonra aslında dine bakışlarında da ciddi sorgulamaları beraberinde getirdiğini düşünüyorum.

Şu âna kadar yaşananlar ve bundan sonra yaşanacak olanların, AKP iktidarının, Erdoğan iktidarının özellikle son yıllardaki uygulamaları ile Türkiye’de dindarlığı çok ciddi bir şekilde aşındırdığını, İslâm’a yönelik ilgiyi aşındırdığını, kafaları çok ciddi bir şekilde karıştırdığını ve en önemlisi de cemaat denen yapıların ya da örgütlü İslâmî yapıların etkisini iyice azalttığını düşünüyorum. Ve baktığımız zaman bunun etkilerinin orta ve uzun vadede çok daha ciddi olacağı kanısındayım. Şu anda yetişen kuşakların ilerdeki dönemde dine, imana ya da dini pratiklere ilgisinin ne olacağı konusunda çok ciddi soru işaretleri var. 

İletişim teknolojilerindeki gelişme ve din

Tabii bir diğer husus da küreselleşme. Artık gençler, özellikle aileler tarafından, dindar ailenin çocuklarının, gençlerinin aileler tarafından kontrol edilebilme imkânı kalmamış durumda diyebiliriz. Özellikle teknolojilerin gelişmesi, iletişim teknolojileri, sosyal medya gibi olaylarla birlikte çok şey değişti. Çok iyi hatırlıyorum, 1980’li yıllarda İslâmcı bir arkadaşımla sohbet ederken, çocukları vardı ve o sırada Türkiye’de birkaç kanallı TRT vardı. Özel televizyonlar da yoktu daha — öyle bir tarihte, ya da yeni yeni çıkmaya başlamışlardı. Kendisine şunu sordum: Evde hangi kanalı nasıl izliyorsunuz? Çünkü özellikle televizyon o tarihlerde dindar aileler için, çocuklarının eğitimi için, çocukların yanlışa sapmamaları için çok korktukları bir aletti. Bana şunu dediğini hatırlıyorum — o tarihte hangi kanaldı hatırlamıyorum, ama TRT’nin bir belgesel kanalı vardı: “Beni en çok kurtaran o belgesel kanal, kumandayı ben alıyorum ve baktım doğru dürüst kanallarda bakılabilecek, çocukların bakabileceği şey yok, hemen belgesel kanalına geçiyorum” diye bir iptidâî çözüm bulmuştu o tarihlerde. Ama o tarihlerde de biliyoruz ki çocuklar, televizyon ve başka imkânlarla dünyanın değişik yerlerinden değişik fikirlere, değişik akımlara, şuna buna ilgi gösterebiliyorlardı.

Şu anda bir anne baba, baba ya da anne ya da kardeş kendi çocuklarının ya da kardeşlerinin enformasyon ağlarını kontrol edebilme imkânına kesinlikle sahip değiller. Bir cep telefonu olan –ki artık herkes de var, öyle söyleyebiliriz, çok küçük yaştan itibaren çocuklarda da var–, bir cep telefonuyla her yere istedikleri zaman ulaşabilen kuşaklar söz konusu. Ve bu kuşakları artık zapturapt altına alabilmek aileler için mümkün değil. Bu olayın çok daha etkili olduğunu düşünüyorum. Kimi durumlarda tabii bu sosyal medya imkânları bazı çocukları dünyanın dört bir tarafında çok aşırı radikal –IŞİD gibi, El Kaide gibi– yapılara da sürükleyebiliyor; ama buradaki enformasyonlar, buradan izledikleri, gördükleri, okudukları, birçoğunun dinle olan ilişkilerinin gevşemesinde de çok etkili olabiliyor. 

Dolayısıyla artık Türkiye’de önümüzdeki dönemde dinin, dindarlığın birçok şeyi belirleyebildiği, damga bastığı, siyaseti belirleyici bir öğe olduğu bir döneme tanık olacağımızı açıkçası sanmıyorum. Hem yaşanan teknolojik gelişmeler hem de din adına hareket edenlerin yapıp ettikleriyle beraber, din, etkisini adım adım bayağı bir kaybetmekte bence. Bunun sonucunda ortaya ne çıkar? Deizm, ateizm ya da bazı yerlerde olduğu gibi –özellikle Latin Amerika’da çok olduğunu biliyorum, Brezilya’da–, birçok inanışın karması birtakım düşünce, inanç sistemleri çıkabilir. Türkiye’de de önümüzdeki yıllarda bunların daha sık yaşanacağı kanısındayım.

Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.