Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Erdoğan-Putin görüşmesi, Senatör Graham’ın Ankara temasları & McGurk’ün açıklamaları

Ruşen Çakır bu hafta Transatlantik’te Ömer Taşpınar ile Erdoğan-Putin görüşmesini ve Suriye’den hareketle Türk-Amerikan ilişkilerinin farklı boyutlarını ele aldı

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Yeni bir Transatlantik ile karşınızdayız. Gönül Tol bu hafta yok. Ömer Taşpınar ile beraber yapacağız. Ömer, merhaba.

Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen.

Adımız “transatlantik”, ama yaklaştık, arada okyanus kalmadı. Bir müddet İtalya’da olacaksınız değil mi?

İtalya’nın Bologna şehrinde.

Ömer, şu anda Rusya’da süren bir görüşme var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile görüşmesi. Rusya’dan yapılan açıklamada öngörülenden daha uzun sürdüğü de belirtildi. Çok kritik bir görüşme olacağı söyleniyor. Halbuki iki lider sık sık değişik vesilelerle bir araya gelmişti. Bunu kritik yapan ne sence?

Bu görüşme kritik bir görüşme gerçekten. Türkiye’nin Suriye politikasında Amerika’nın verdiği karar nedeniyle dönüm noktasındayız. Özellikle herkesin kendine göre yorumladığı bir bölge kurulması gerekecek. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye kendisi 20 kilometrelik bir koridor kurma niyetinde; fakat herkes bu bölgeden kendine göre anlam çıkarıyor. Benim tahmin ettiğim Putin ile Erdoğan arasındaki görüşmede Putin Türkiye’nin Suriye’ye yeni bir askerî güçle girmesini ve böyle bir koridor kurmasını Suriye’nin egemenlik haklarının ihlâli olarak görecek. Kanımca Putin Türkiye’nin gerek Afrin’de olsun gerek İdlib’de olsun çok başarılı olmadığını düşünüyor ve zaman içinde buralardan, özellikle Afrin’den çıkması gerektiğini düşünüyor. Yani Putin Erdoğan’ın artık Şam ile konuşması gerektiğini anlatacak ve bu konuda ikna etmeye çalışacak Erdoğan’ı. Yani Şam ile, Esad yönetimiyle Türkiye’nin barışması gerektiğini; Amerika bölgeden çekildikten sonra orada Kürtlerin de Şam ile oturup bir şekilde anlaşması gerektiğini ve Şam’ın Suriye’nin toprak egemenliğini tekrar kurması gerektiğini söyleyecek.

Peki, iki soru soracağım: Türkiye artık Şam ile bu ilişkiyi kurmalı mı? Hatta daha önceden mi kurmalıydı? İkincisi, Erdoğan bunu kabul edebilir mı? Bu tekli ya da dayatma bir anlamda.

Şimdi, Türkiye’nin aslında kafasında kurmak istediği senaryo ve plan Şam ile görüşmeden bir şekilde Amerika’yı arkasına alarak burada bir koridor oluşturmak ve koridorun kesinlikle PYD’den arındırılması. Fakat bu gerçekçi gözükmüyor. Türkiye’nin böyle bir adım atması, Rusya, Suriye ve BM’ye rağmen, Amerika’nın zaten çekildiği durumda ne askerî ne siyasî bakımdan gerçekçi gelmiyor bana. Türkiye eninde sonunda Şam ile masaya oturacak. Özellikle Kürtlerin zaten Şam ile masaya oturması gibi bir durum söz konusu. Kürtler de belirli pazarlıklar yapıyorlar Şam ile. Türkiye’nin de bence zaten istihbarat seviyesinde diyaloğu devam ediyordu. Fakat bunun siyasî bir diyaloğa getirilmesi konusunda belirli şartları olacaktı Beşar Esad’ın. Şunu unutmayalım: Sonuçta Esad bu savaşı kazandı. İran ve Rusya sayesinde kazandı; ama İdlib ve IŞİD’in kontrolündeki küçük bir sınırlı bölge hariç. Beşar Esad toprak egemenliğini tekrar oluşturdu. Türkiye’nin masaya gelmesi durumunda Esad İdlib’den Türkiye’nin çekilmesini, İdlib’deki muhalif güçlerin silah bırakmasını ve Türkiye’nin de Afrin’den çıkmasını isteyecek. Bunun karşılığında da Türkiye Kürtlere herhangi bir otonomi, federatif yapı verilmemesini isteyecek. Bu tür bir anlaşma önümüzdeki aylarda doğabilir. Fakat tabii bu, Türkiye’nin şu anda kabul etmeyeceği bir şey; zamanla kabul edecek bunu.

Peki Ömer, ABD’nin Suriye’deki pozisyonu… Kafalar karıştı; hızla çıkmaktan adım adım çıkmaya vs. Bolton’ın Türkiye ziyareti bir nevi fiyaskoyla sonuçlandı. Ardından Amerikan Senatosu’nun önemli isimlerinden cumhuriyetçi Graham geldi. Bolton’ın görüşemediği Cumhurbaşkanı ile görüştü; hatta daha üst düzey temaslar yaptı. Biliyoruz ki Graham Trump’a çok yakın bir isim. Ne diyorsun? Graham ziyaretinin anlamı Bolton ziyaretinden daha mı önemli?

Aslında değil. Çünkü Bolton Beyaz Saray ve Trump için konuşan birisi. Graham ise sonuçta Senato içinde gücü olan biri ve Trump’ın resmî danışmanı bile değil. Tek özelliği Trump’a olan yakınlığı ve Trump üzerinde etkisi olması. Kendisine bu tür bir randevunun verilmesi de Türkiye’ye sık sık gelip Erdoğan ile sık sık görüşebilen biri olmasından. Kendisine bu tür bir randevunun verilmesi etkili bir senatör olmasından ve Türkiye’nin Senato’yu, Amerikan Kongresi’ni ciddiye almasından kaynaklanıyor. Graham’ın da verdiği mesajlar genellikle Türkiye’nin hoşuna gidebilecek mesajlar. YPG’nin silahlandırılmasının aslında yanlış olduğu, Türkiye’nin terörizmle mücadele hassasiyetinin ciddiye alınması gerektiği yönündeki açıklamaları Bolton’a göre daha diplomatik açıklamalardı. Graham diplomasi işini ve siyaseti Bolton gibi Ulusal Güvenlik Danışmanı’ndan çok daha iyi yapıyor. Fakat nihayetinde Graham ile bir anlaşmaya varılsa bile Graham’ın bir gücü yok.  İş gene Trump ile yapılan görüşmelerde bitiyor. Zaten 20 millik koridor fikri Trump’ın ortaya attığı fikirdi. Hâlâ o konuda tam netleşmemiş bir tartışma yaşanıyor Amerika’da. Bu tartışma da herkesin bir yöne çekebileceği bir tartışma. Koridordan herkes istediğini anlıyor; fakat Graham’ın mesajları Türkiye’nin hoşuna gidebilecek mesajlar. Etkisi olmayacaktır diye düşünüyorum.

Bir diğer mesajcı McGurk biliyorsun. Uzun bir süre IŞİD’e karşı mücadelenin uluslararası koordinatörlüğünü yaptı ve Ankara’nın hiç sevmediği bir diplomattı. Onu Suriye’de PYD-YPG’nin güçlenmesinde ve ABD ile bir nevi stratejik müttefik olmasında imzacı olarak gördüler. Erkenden görevini bıraktı. Bir düşünce kuruluşunda çalışıyor ve yazılar yazıp röportajlar veriyor. Bu yazı ve röportajlarda ciddi bir şekilde Ankara’yı da eleştiriyor, değil mi?

Kesinlikle. McGurk aslında Türkiye’de biraz haksızca da eleştirilen bir isim. Çünkü sonuçta Obama’nın Suriye politikasını McGurk oluşturmadı; başta Obama olmak üzere onun ulusal güvenlik danışmanı Susan Rice ve kendisi oluşturdu. Bu isimler politikayı belirledi. McGurk diplomasiden yetişme, bölgeyi iyi bilen bir diplomat. Amerikan askerleri ile de uyum içinde çalışıyordu. Temelde Amerika’nın Kürtlerle ortaklığını şöyle değerlendirmek gerekiyor: Mecburiyetten gelmiş bir ortaklık bu. IŞİD’e karşı sahada en etkili gücün Kürt güçleri olduğunu düşündüler. Arap muhalif güçler ve özellikle IŞİD’e El Kaide’ye yakın güçlerin, Selefi güçlerin IŞİD ile herhangi bir sorunları fazla yoktu. Kürtlerin IŞİD ile ciddi meseleleri vardı. ABD o nedenle Kürtlere dayandı burada. Dolayısıyla McGurk’ü suçlamak hata. McGurk hemen o hafta istifa etti. Zira McGurk’ün verdiği bütün mesajlar Amerika’nın Kürtlerle ilişkisinin devam edeceği ve bir şekilde IŞİD’in henüz bitmediği yönünde idi. Şunu anlaması gerekiyor Türkiye’deki kamuoyunun: Amerika’daki tartışma Kürtlerin özgürlüğü tartışması değil; Amerika’daki tartışma IŞİD ile başlıyor IŞİD ile bitiyor — bir de İran boyutu var. Ama Amerika’nın gözündeki asıl mesele; IŞİD ile kim mücadele edecek? McGurk yazısında da şunu açıkça söylüyor; IŞİD ile mücadele konusunda Türkiye’ye fazla güvenmeyin. Yani Türkiye’nin tehdit algılamasında her zaman PYD, Kürt oluşumlar ve genelde PKK üzerinden giden Kürt milliyetçiliği her zaman için IŞİD’den çok daha tehdit olacaktır diyor. Dolayısıyla Türkiye’nin askerî gücü ve siyasî iradesi IŞİD ile mücadele etme konusunda bize bir stratejik ortaklık sağlamaz diyor. Washington Post’taki yazısında bunu açıkça söylüyor ve Trump yönetimini çok sert bir şekilde eleştiriyor.  Bana göre etkili bir isim. Çünkü Amerika’daki bütün uzmanlar şu anda Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı dahil olmak üzere Trump’ın hata yaptığını düşünüyor. Bu kadar çabuk Suriye’den çıkarak, henüz IŞİD yok edilmemişken, Kürtler orada ciddi bir mücadele verirken böylesine apar topar çıkmanın hiçbir anlamı olmadığını düşünüyorlar. O yüzden ciddiye alınması gereken bir isim. Zira sadece McGurk’e tekabül etmiyor, Amerika’daki think tank’ler, bürokrasi, basın ve hatta Kongre’deki önemli isimlerin dahi, onların düşünme biçimini yansıtan bir bakış açısı var McGurk’ün.

Ömer, son olarak orada süren shutdown var — hükümetin yürümemesi, maaşların ödenmemesi falan. Biteceğe de benzemiyor. Bu gerçekten orada kamu sektörünü çok ciddi bir şekilde etkileyen bir olay mı? Nasıl yürüyor işler?

Etkilememesine imkân yok. Amerika bürokrasisinin yüzde yirmisi maaş alamıyor şu anda. Bu insanların yüzde yirmisi işlerine gitmiyorlar, maaş alamıyorlar. Yüzde yirmisinin bürokrasinin özellikle İçişleri Bakanlığı sınır güvenliği gibi konularda çok kritik görevlerde.Şu anda Kongre ve Beyaz Saray arasındaki kutuplaşma nedeniyle maaşını alamayanlar var. Amerikan devleti de bir nevi tüm dünyaya rezil olmuş, paralize olmuş durumda. Bu Amerikan tarihinde en uzun devam eden kapanışlardan bir tanesi.

Teknik olarak baktığımız zaman Amerikan devletinin parası yok değil herhalde. Para var da vermiyor, değil mi?

Şimdi bu bütünüyle bütçe anlaşmazlığı üzerinden kuruluyor. Para tabii ki var. ABD sonuçta dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Bütçesi de var. Fakat Kongre ile Beyaz Saray arasında sınır güvenliği konusunda bir bütçe anlaşmazlığı var. Trump 5 milyar dolardan fazla parayı sınıra duvar yapılması için istiyor. Demokratlar da Temsilciler Meclisi’nde çoğunlukta. “Hayır, biz bu parayı vermeyeceğiz. Sınır güvenliğini duvar dışında metodlarla sağlayabiliriz” diyorlar. Trump tabanına güveniyor — tabanı da artık dağılan bir taban, ama halkın yüzde 35’i, 40’ı Trump’ın haklı olduğunu düşünüyor, yüzde 55-60’ı ise Trump’ın haksız olduğunu düşünüyor. Fakat Trump bütünüyle tabanına oynayarak ve 2020 seçimlerinde sınır güvenliğini ana konulardan birisi haline getirerek bu hükümeti kapatma konusunun kendisine siyasî bir getirisi olduğunu düşünüyor. Entelektüeller, sol kesim ve bürokrasi tabii ki çok eleştiriyor Trump’ı; ama Trump’a oy verenler zaten bürokratlar, sol kesim ve entelektüeller değil. Trump’ın tabanı sonuçta Washington’daki dinamiklerden çok hoşlanmayan, orayı bataklık olarak gören ve bu bataklığın kurutulması gerektiğini, bu devletin küçültülmesi gerektiğini, devletin asıl işinin askerî ve polisiye işler olduğunu, dolayısıyla güvenlik işleri dışında zaten devletin çok fazla bir meşruiyeti olmadığını düşünenler — anti-devlet bir söylemi var Trump’ın. Dolayısıyla Trump kendisine karşı bir derin devletten bahseder hep. Onun gözünde bürokrasi, Kongre, basın, kendisini alaşağı etmek isteyen kurumlar. Onlara karşı tabanına dayanarak bu hükümeti kapatma işini devam ettiriyor. Amerikan demokrasisi bundan son derece negatif şekilde etkileniyor diyebiliriz. Dediğim gibi bütün dünyanın gözünde işlemeyen bir sistem haline geldi. Amerika’nın dış politikadaki inandırıcılığının dışında iç politikada da bir kaos ve felç durumu yaşanıyor. Sonuçta bu, yürümeyen bir sistem imajı yaratıyor.

Evet, biz de Transatlantik’te gerçekten Amerikan tarihinin en eksantrik dönemlerine adım adım tanık oluyoruz. Bakalım daha neler göreceğiz. Bakalım Trump bize daha neler gösterecek diyelim. Burada noktayı koyalım Ömer. Transatlantik’i burada noktalıyoruz. Ömer Taşpınar’a çok teşekkürler. İzleyicilerimize de izledikleri için teşekkür ediyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.