Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Herkesin derdi HDP ile

Erdoğan ve Bahçeli, 31 Mart yerel seçim kampanyalarını HDP karşıtlığı ve CHP ile İyi Parti’yi HDP ile işbirliğiyle suçlama üzerine bina edeceğe benziyorlar. Bu stratejinin sonuçları ne olur?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Biliyorum, burada yaptığım yayınlarda ne zaman HDP’den ve Kürt sorunundan bahsedecek olsam, bazı izleyiciler çok kızıyor, gereksiz buluyor, abarttığımı düşünüyor. Aslında bu konunun konuşulmasını istemiyor. İç içe geçmiş bu konular; HDP’den bahsedilmesini ve Kürt sorunundan bahsedilmesi istemiyorlar. Hadi ben diyelim ki vazgeçtim, ama ülkedeki siyasî aktörler bundan hiçbir şekilde vazgeçmiyor, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan. Cumhurbaşkanı Erdoğan Kürt sorununu örtülü bir şekilde, ama görünürde HDP’yi bir siyasî enstrüman olarak kullanmakta çok kararlı, çok ısrarcı. 31 Mart yerel seçimlerinde de en çok kullanacağı hususlardan birisinin bu olduğu gözüküyor. Eskiden çok yapmazdı. Daha çok dolaylı olarak yapardı; ama artık çok daha açık ve net bir şekilde HDP eşittir PKK, o da eşittir PYD diye giden bir zincirden bahsediyor. HDP’yi doğrudan PKK ile eşitlemek; seçim boyunca ve muhtemelen bundan sonra da Erdoğan’ın yeni stratejisi bu olacak. Bu bir yanıyla şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı değil; çünkü Erdoğan’ın aslında uzun bir süreden beri ideolojik, politik olarak söyleyebileceği pek bir şey kalmadı. Ve söylemini kendi iktidarının bekası üzerine, var kalması üzerine inşa ettiği için, genellikle refleksler veriyor, reaktif davranıyor ya da bu tür olayları başka alanlarda sertleştirmeye çalışıyor. HDP’nin PKK ile eşit olduğunu söyleyen bir Cumhurbaşkanı — ki bu Cumhurbaşkanı bir süredir, uzun bir süredir her istediğini yargıya yaptırabilen bir Cumhurbaşkanı. HDP PKK ile eşitse niye bir siyasî parti olarak varlığını sürdürüyor sorusu zaten tek başına Erdoğan’ın bu çıkışının ne kadarda spekülatif ve tamamen politik olduğunu bize gösteriyor. Ama sadece Erdoğan değil, aslında uzun bir süredir Türkiye’nin gündeminde HDP var. Aslında Kürt sorunu var. Ama yokmuş gibi yaptıkları için de olay çok sağlıklı bir şekilde tartışılma imkânına sahip olmuyor. Mesela bugün Meral Akşener’in yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı’na da sahip çıktığı, değişik bir açıdan sahip çıktığı konuşmada, hep bir milliyetçi söylem var. Kürt sorunu konusundaki şahin politikalara verilen destek ve hatta teşvik var — Suriye bağlamında da olsa. Bu neden kaynaklanıyor? Çünkü Erdoğan ve Bahçeli bir süredir 31 Mart bağlamında İYİ Parti ile CHP arasındaki ittifakın aslında bir başka ortağının da HDP, dolayısıyla PKK olduğunu iddia ediyorlar. Bunu yalanlamak yerine, İYİ Parti bunun etkisinde kalıyor. Aynı dili konuştukları için umursamazlık edemiyor ve buna karşılık da kendisinin aslında bu konularda onlardan daha sert, daha şahin olduğunu söylemeye kalkabiliyor. Iğdır’la ilgili Meral Akşener’in yaptığı bir değerlendirme vardı, hatırlanacaktır. Burada HDP’nin kazanmaması için, AKP ya da MHP’nin kazanması için aday göstermeyi düşünmediklerini belirtmişti. Bu da bir başka olayın uzantısı. Aslında baktığımız zaman Türkiye’de siyasî partilerin ezici çoğunluğu HDP karşıtlığında birleşiyor. Bunu en son çok alâkasız bir şekilde, aslında çok fazla kimsenin de bilmediği, adı var ama etkisi ne kadar olduğu belli olmayan TKP de katıldı. TKP adını vermeden HDP’yi de diğer partiler ile beraber halkın karşıtı bir pozisyonda tanımladı, sosyal medya üzerinden yaptığı birtakım açıklamalarda. Bunu da vurgulamak lâzım. Bir tek geride CHP kalıyor. CHP’nin durumu ilginç. Gerçekten, son birkaç seçimdir, aslında referandumdan beri yürüyen bir süreç bu. Kılıçdaroğlu HDP ile ilişkileri sıcak, ama tamamen örtülü bir şekilde tutmaya çalışıyor. Bu çok acı bir durum aslında. Bir taraftan realist bir strateji olarak görülebilir. Ama bir taraftan da Türkiye gerçeklerini bize gösterdiği için, Türkiye gerçeklerinin ne kadar demokrasiden uzak olduğunu bize gösterdiği için de acı bir durum. Bu son seçimlerde, 31 Mart seçimlerinde HDP mâlûm büyükşehirlerde aday göstermeme eğiliminde. İstanbul’da kesinlikle göstermeyecekleri anlaşılıyor. Adana ve Mersin’de göstermeyecekleri anlaşılıyor. Ama İzmir’de CHP’ye destek vereceklerini zaten açıkladılar. Ankara biraz muallakta. Ankara konusunda çok açık mesajlar vermiyorlar. Çünkü Mansur Yavaş çok açık destek verebilecekleri bir aday olarak gözükmüyor. Bu aslında çok kritik bir stratejik tercihti. Özellikle HDP seçmeninin, HDP oylarının belli bir yoğunlukta olduğu batının büyük yerlerinde, ki Ege’de, Akdeniz’de ve Marmara’da böyle yerler var; HDP aday göstermeyebilir; tamamında olmayabilir çünkü Aydın meselesi var. Aydın’da CHP’nin adayına açık bir şekilde karşı durduklarını biliyoruz. Aydın’da ne yapacakları an itibariyle belli değil. Mesela bir aday da çıkartabilirler ya da aday göstermeyip açıkça kendi tabanlarına, seçmenlerine CHP adayını işaret de etmeyebilirler. Gaziantep’te İYİ Parti’nin adayına yani CHP-İYİ Parti ittifakının İYİ Parti’den gösterdiği adaya karşı eski kendi milletvekilleri, şimdi DSP’den aday olan Celal Doğan’ı belki destekleyebilirler gibi. Ama sonuç olarak baktığımızda büyükşehirlerde HDP, CHP adayları lehine seçimlere katılmayacak gözüküyor. Ve bu da tabii ki Cumhur İttifakı’nı, başta Erdoğan’ı ve ardından Devlet Bahçeli’yi daha da fazla hiddetlendiriyor. Şöyle bir husus var: HDP’nin kendi adaylarını çıkartmasını ve iyi kötü bir propaganda yapmasını, alabildiği kadar oy alıp İstanbul ve Ankara’da hatta kısmen de İzmir’de CHP’nin işini zorlaştırmasını herhalde tercih ederlerdi. Ama bu aday çıkarmama hususu, pozisyonu nedeniyle CHP’nin şansının kendilerine karşı güçleneceğini düşünüyorlar ve buna ayrıca kızgınlar. Bu nasıl gerçekleşti? Bunun detaylarını biz bilmiyoruz. Birtakım görüşmeler olmuş olsa gerek. Nasıl olduğunu bilmiyoruz. Bu temasların örtülü olduğu görülüyor, anlaşılıyor. Ama bu ne kadar örtülü olursa olsun, devletin –ki devlet deyince artık Erdoğan anlamak lâzım–, bütün bunlardan haberdar olduğunu düşünmemiz için elimizde çok neden var. Türkiye artık her şeyin çok sıkı şekilde denetlendiği bir ülke. Belki hep böyleydi; ama şimdi artık çok daha fazla ve yoğun bir şekilde böyle bir ülke. Dolayısıyla bundan bir rahatsızlık var. Ancak bunu kırmak için kullandıkları yöntem, Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin kullandığı yöntem: CHP ile HDP arasındaki var olduğu sezilen anlaşmayı alenileştirmek. Alenileştirerek ne yapmak istiyorlar? Tabii ki bir, İYİ Parti tabanından gidebilecek, İYİ Parti seçmeninden gidebilecek oyları kesmek. Ama bir diğer husus da tabii ki CHP’nin kendi tabanında var olan milliyetçi, HDP-karşıtı tepkileri de harekete geçirmek. Böyle bir dertleri olduğu anlaşılıyor. Bunda ne derece başarılı olurlar? Bu bir tartışma konusu. Ama onların izlediği bu politika HDP’yi tamamen şeytanîleştirme politikası, HDP’yi her türlü kötülüğün, melanetin sorumlusu olarak gösterme politikasının, bu politikanın faturasının Türkiye için çok ağır olduğu kanısındayım. Bu bir süredir izlenen, Haziran seçimlerinden beri izlenen, Erdoğan’ın izlediği, dilini tamamen milliyetçilik diline dönüştürmesi ve HDP-karşıtlığını her şeyin önüne koyması ve dolayısıyla Kürt sorununun çözümü noktasından alabildiğine uzaklaşmasının Türkiye’ye çok ağır bedelleri olduğu ve olacağı kanısındayım. Şu âna kadar oldu, bundan sonra çok daha ağır bedelleri olacaktır. HDP bir realite. Bu realite ile beraber herkes yaşamayı kabul etmek zorunda. “HDP ayrı Kürtler ayrı” gibi argümanların çok fazla etkili olmadığı bugüne kadar çoktan ortaya çıktı. Zaten şunu da görüyoruz: Adalet ve Kalkınma Partisi Güneydoğu’da HDP’nin güçlü olduğu yerlerde çok güçlü adaylar çıkaramadı — birkaç istisna dışında. Hatta belki çıkartmak için de uğraşmadı. Çünkü oraya şöyle bir yaklaşım var: “Ya bize oy verirler ya da bir zaman içerisinde biz zaten buraya kayyum atayarak buraları tekrar kendimiz yönetiriz” gibi bir anlayış var. Bu da tabii ki Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının yerel demokrasiye bakışını da bize gösteriyor. HDP ile derdi olanların içerisinde, tabii ki CHP’nin içerisindeki bir grup da var. Bu grup kimi zaman parti yönetiminde de etkili olabiliyor; ama esas olarak tabanında yer etmiş çevreler var. Bu çevrelerden zaman zaman çok öfkelenip CHP’yi terk edenler oldu değişik zamanlarda. Ve bunların hemen hemen hepsi de aslında ortadan kayboldu. Yani kaba bir deyim ile hikâye oldu. CHP’nin böyle bir sorunu var. CHP Kürt sorunu konusunda daha açık, net pozisyonlar almaktan kaçınırken, kendi tabanındaki kayıplardan endişe ediyor. Ama şu âna kadar yaşadıklarımız aslında bu tür pozisyon alanların sadece keskin olduklarını, seslerinin bir aşamaya kadar yüksek çıktığını, ama sürdürülebilir bir politikaya sahip olmadıklarını bize gösterdi. Aslında korkacak çok da fazla bir şey olmadığını bize gösterdi. Ama CHP hâlâ bu konuda ürkek, korkak demesek bile ürkek davranmaya devam ediyor. Ve burada da ayarı Erdoğan veriyor. Yani Türkiye’nin HDP’yi ele alma biçimini, HDP ile kurulacak ilişkiyi, Kürt sorunu ile ilgili alınacak pozisyonlarının belirleyeni Erdoğan. Hâkim güç Erdoğan. Bu da tabii Türkiye’de Türk milliyetçiliğinin Kürt sorunundaki inkâr çizgisinin çok güçlü olduğu ön kabulünden hareketle yapılıyor. Ve son dönemde genel olarak baktığımızda da hayatın her alanında bunun böyle olduğunu, buna doğru dönüştüğünü, Kürt sorunu konusunda, HDP konusunda ve benzer konularda, diyelim ki çözüm süreçlerindeki üslûpla ya da o üslûba yakın bir üslûpla konuşabilenlerin sayısının yok denecek kadar azaldığını –HDP’lileri kenara koyarsak tabii–, dışarıdan olanlara baktığımız zaman yok denecek kadar azaldığını görüyoruz. Tamamen bir hâkim olma hali var. Ama bu hâkim olma halinin Türkiye’de hiçbir sorunu çözme perspektifi yok. Bu hâkim olma hali aslında Türkiye’nin önünü tıkama hali. Bunun aşılabilmesi durumunda özellikle muhalefetten birtakım hareketlerin, HDP dışındaki hareketlerin Kürt sorunu konusunda Erdoğan’ın çizdiği bu statükoyu, yeniden inşa ettiği bu milliyetçi statükoyu, yok sayıcı statükoyu kırmasa halinde, bunun dışında yeni bir perspektif geliştirebilmesi halinde, Türkiye’de çok şeyler değişebilir. Ama işte sırf bunları dediğim için de birileri yine bana öfkelenecektir. Yok saymak, bu olay çözülmüş sayma, bu olayı, Kürt sorununu sadece bir terörle, şiddetle eşitlemek vs.. Türkiye bunu bir ara aşar gibi olmuştu. Hatta aşmıştı da. Ama nedense, ne olduysa tekrar eskiye döndü. Sil baştan eskiye döndü ve toplumun önemli bir kesimi ve özellikle toplum adına konuştuğunu varsaydığımız farklı kesimlerden kişiler de bu furyaya katıldılar. Şunu Türkiye’nin bence aşması gerekiyor. Devlet aç dediği zaman açılan, kapa dediği zaman kapanan düşünceler hâkimse bir ülkeye, o ülkenin geleceği hiç de parlak olmuyor. Türkiye’de keşke Kürt sorununun barışçıl çözümünü devlet daha startı vermeden toplum, kendi içerisinde, sivil toplumun sözcüleri önceleri geliştirebilselerdi — ya da devlet bu olaydan, belli bir aşamaya geldikten sonra tam bir sonuç elde edilecekken… Şu ya da bu nedenle –kim haklı kim haksız tartışmasını bir kenara bırakalım– bitecek gibi olmayan bir tartışma çünkü. Vazgeçtiği anda bu kişiler, bu kurumlar vazgeçmeseydi, Türkiye bambaşka bir yerde olurdu. Toptan başına dönmüş durumdayız ve hatta baştan daha geriye, başlanılan noktadan daha geriye doğru gider haldeyiz. Bu noktada HDP’nin de üzerine çok ciddi görevler düşüyor. Ve bu 31 Mart seçimleri sürecinde gördüğümüz kadarıyla HDP aslında hiç de fena idare etmiyor. İçerisinden ve dışarısından farklı farklı tazyikler olduğu anlaşılıyor. Bu çizilen perspektiflerde henüz bütün iller ve ilçelerde hangi pozisyonu alacağı tam netleşmedi HDP’nin. Ama birtakım şeyleri ana hatlarıyla görebiliyoruz. İçeriden ve dışarıdan çok ciddi eleştirilere, saldırılara mâruz kaldığını da görüyoruz. Aslında çok net bir politika olduğu da söylenemez. Yani hâlâ birçok şey çok flu. Ama şu haliyle gördüğümüz kadarıyla, en azından benim gördüğüm kadarıyla, çok kişi buna katılmayacaktır; gördüğüm kadarıyla HDP bir şeyleri kışkırtan, çelişkilerin üstüne üstüne giden bir politika izlemekten genellikle kaçınıyor, imtina ediyor. Daha sakin bir şekilde bu seçimleri, yerel seçimleri götürmek istiyor. Bu anlamda başarılı; şu âna kadarki izlediği politikanın kısmen başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Zaten Erdoğan’ın da öfkesi ve Bahçeli’nin öfkesi büyük ölçüde bence bu nedenle. Yani önüne çıkarttıkları bütün engellere rağmen, o kadar içeri atılan insanlara rağmen, bir yığın imkânsızlığa rağmen, başlarında sürekli sallanan yargının kılıcına rağmen, HDP bütün imkânsızlıklara rağmen kendi ayakları üzerinde duran bir parti olma konusunda bayağı başarılı oldu. Bu da birçok kişiyi kızdırıyor. Bunu görmek mümkün. Bunu ne derece sürdürebilir? Onu da önümüzdeki dönemde göreceğiz. Evet, herkesin derdi HDP. HDP için bu aslında büyük bir fırsat. HDP bu fırsatı pozitif anlamda değerlendirirse, tüm Türkiye’nin hayrına bir şekilde değerlendirebilirse –ki çok zor olduğunu kabul etmek lâzım–, bu aslında Tüm Türkiye’nin hayrına bir gelişme olur. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.