Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Trump’ın Ulusa Sesleniş konuşması, Ankara-Şam temasları & ABD’nin İran’a karşı Irak’taki askeri varlığı

Bu hafta Transatlantik’te Ruşen Çakır, Gönül Tol ile ABD Başkanı Donald Trump’ın ertelenen Ulusa Sesleniş konuşmasının öne çıkan yönlerini; Trump’ın İran’ı dengelemek için Irak’taki askeri varlığın artırılacağı açıklamasını ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şam ile alt düzeyde temaslardan söz etmesini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi haftalar. Yeni bir Transatlantik ile karşınızdayız. Bu hafta Ömer Taşpınar yok. İki haftadır aramızda olamayan Gönül Tol var. Gönül merhaba, özledik seni.

Gönül Tol: Merhaba Ruşen, teşekkürler.

Hemen girelim konuya. “Ulusa Sesleniş” ile başlayalım. Biz öyle çeviriyoruz Trump’ın konuşmasını. Bu başkanlar için çok önemli bir konuşma. Ertelenmişti ve nihayet yaptı. Bizde sabaha karşı yaptı. Ne diyorsun? Şaşırtıcı, değişik birtakım hususlar var mı? Yoksa normal, sıradan bir konuşma mıydı?

Aslında şaşırtıcı birkaç unsur vardı Ruşen; fakat onlara değinmeden Trump’ın bu konuşmasını nasıl bir siyasî konjonktürde yaptığını söylemek istiyorum. Trump’ın başkanlığı çok zor bir dönemden geçiyor. Senin de biraz evvel söylediğin gibi, ertelenmişti ve bu konuşma zannediyorum Amerikan tarihinde sadece bir kez ertelenmişti. Olağanüstü şartlar altında ertelenmişti. Bu konuşmanın daha önce ertelenmiş olması da aslında ülkenin içerisinde bulunduğu o bölünmüş siyasî iklimi ve Trump için zor şartları yansıtması bakımından çok önemli. Dediğim gibi Trump yönetimi çok zor bir dönemden geçiyor. Mesela yapılan kamuoyu araştırmalarına baktığınızda, Trump’ın Amerikan başkanı olarak bugüne kadar yaptığı icraatları destekleyenlerin oranı çok çok düşük, yüzde 30’larda. 2020’de asla Trump’ı desteklemem diyenlerin oranı yüzde 58. Bunlar tabii çok endişe verici rakamlar. Aynı zamanda kendi partisi içinde de Trump’ın politikalarına çok ciddi bir memnuniyetsizlik var. Meksika sınırına örülmesi planlanan duvardan Suriye meselesine kadar, önemli konularda Cumhuriyetçi Parti Trump’ı desteklemiyor. Kendi tabanında da, güçlü olduğu yerler nerelerdi? Beyaz Evanjelistler, kırsal kesimde eğitimsiz kesimde çok kuvvetli idi; son zamanlarda, özellikle 35 gün süren federal hükümetin kapatılması ile gelen bir memnuniyetsizlik var Trump’ın kendi tabanında. Bu beyaz Evanjelistler tabanında da Trump kan kaybetmeye başladı. Federal hükümetin kapatılması da tabii bu trendi güçlendirdi. Bir taraftan da Rusya soruşturması var. Yasal olarak başı dertte. Şimdi bu konuşmayı böyle bir konjonktürde yaptı.

Amerikan medyasında gördüğüm birtakım yorumlarda, “Trump bütün bir ulusa seslenmek yerine kendi tabanına seslendi” diyorlar. Katılıyor musun?

Kesinlikle katılıyorum. Hatta geçmişteki Amerikan başkanlarına baktığımızda, Amerikan başkanlarının benzer negatif konuşmalarına baktığımızda, bütünüyle farklı bir strateji izlediler. Mesela Bill Clinton, Obama, George W. Bush… Bunlar “Ulusa Sesleniş” konuşmalarını negatif ortamda yaptılar. Bill Clinton mesela, 94’te ara seçimleri kaybetmiş başkan olarak yaptı. Toparlamak için aslında kapsayıcı, kucaklayıcı konuşmalar yaptılar. Bunun ne kadar amacına eriştiği tartışılır; fakat genel olarak stratejileri, tabanı, halkı daha fazla bölmek yerine birleştirmeye yönelikti. Trump’dan da bunu bekleyenler oldu. O kadar bölünmüş bir toplum, siyaset var ve üstelik çok ciddi kayıplar verdi Trump. Temsilciler Meclisi’nde ara seçimlerde Cumhuriyetçiler kaybetti; Meksika sınırına duvar örme meselesinde Trump geri adım atmak zorunda kaldı. Hükümet kapatılmıştı, yeniden açmak zorunda kaldı. Dolayısıyla Demokratlara tavizler vermek zorunda kaldı. Yapması beklenen şey neydi? Bir parça o yenilgiyi açıklaması ve sonra bütünleştirici birleştirici açıklama yapması, çokça ekonomiden bahsetmesiydi. Bunların bir kısmı oldu. Ekonomiyi en büyük başarısı olarak görüyor. Kısmen doğru bu. Fakat aslında Obama’nın son döneminde başlamıştı ekonomik düzelme. Ekonomiden çok bahsetti ve çok alkış da aldı. Mesela şaşırtıcı anlardan bir tanesi şuydu: Beyaz giyinmiş, çoğunluğu Demokrat olan kadın temsilciler bir arada oturdular; içerisinde Cumhuriyetçiler de vardı. Trump şunu söylediğinde; “Benim yönetimimle birlikte kadınlar işgücüne çok büyük bir oranda katıldılar. Bugün kadınların geldiği nokta benim sayemde” dediğinde, hepsi kalkıp alkışladı. Bu herkesi şaşırtan bir durumdu. Yani Demokrat kadınlar da alkışladılar. Ekonomiye çok çok vurgu yaptı; fakat onun dışında aslında geleneksel olarak tutunduğu, ülkeyi bölen politikalardan ve söylemden taviz vermedi. Konuşmasının önemli bir kısmını duvara ayırdı. Geri adım atmayacağının sinyallerini verdi. Her ne kadar olağanüstü hal ilan etmesi gerekiyordu, onu ilan etmediyse de; “Ben bu konuda kararlıyım, yapılmasını istiyorum” dedi ve hatta Demokratları tehdit bile etti. Geleneksel konularda, ulusal güvenlik mevzuunda çok da Demokratlara yanaşır bir tutum izlemedi. Mesela kendi tabanına kürtaj meselesinde verdiği mesajlar; geç dönem kürtajın yasaklanması yolunda adımlar atacağını söyledi. Bu tamamen kendi Evanjelist tabanına yönelik bir söylemdi. Altyapıyı geliştireceğini söyledi. Fakat onun dışında o düşmanca tavrını sürdürdü. Zaten konuşma o düşmanca tavırla başladı. Her ne kadar “Bugün yapacağım konuşma Cumhuriyetçi ya da Demokrat bir ajandaya sahip değil, tüm Amerikan halkının önceliklerine hitap edecek bir konuşma” demiş olsa da, bütünüyle kendi tabanına seslendi.

Orada Suriye’den çekilme kararını da vurguladı. Ama bu konuşmadan birkaç gün önce yaptığı başka bir mülâkatta Irak’tan bahsetti ve İran’ı kontrol etmek için Irak’taki üslerini terk etmeyeceklerini söyledi. Hatta Suriye’deki bazı güçleri oraya kaydırması söz konusu. Öte yandan şunu da biliyoruz ki Irak’ta özellikle Şii partiler Amerika’nın ülkedeki askerî varlığını sonlandırmaya yönelik birtakım girişimlere de niyetleniyorlar. Burada Trump’ın yine aklına geleni söylemesi mi söz konusu? Yoksa çok daha derin çalışılmış bir manevra mı var?

Suriye’den çekileceğini açıklamasının ardından, Trump üzerinde çok büyük bir baskı var. Hatta yakın bir zamanda Senato’da bir karar alındı — Trump’ın Suriye kararını geri çevirmek için. Trump bu kararı verdikten sonra çok baskı var; hem kendi partisinden hem Demokratlardan, hem de Pentagon gibi savunma bürokrasisinden — geri çevrilmesi yönünde. Trump bu baskı karşısında şu mesajı vermeye çalışıyor: “Hayır, aslında bütünüyle de çekilmiyoruz”. Dedi ki: “Bizim Irak’ta muhteşem bir üssümüz var. Dünya kadar para harcadık. Biz İran’ın gücünü dengelemek açısından buradaki üssü kullanacağız” dedi. Bu şok yarattı; sadece Irak’ta değil Trump’ın kendi çevresinde, danışmanları arasında, hem de Pentagon’da. Hiç beklenmeyen bir şeydi bu. Birincisi İran’ın zararlı faaliyetlerini kontrol etmek için Irak’taki 5200 askeri kullanma fikri tuhaf. Çünkü bunu yapmak için istihbarat kurumları var, casus uyduları var, CIA’in sahada ajanları var. Bunlar üzerinden kontrol edilir, Irak’taki askerler üzerinden yapılması tuhaf geldi. İkinci problemli nokta: Bir üsten bahsediyor, fakat Amerika’ya resmî olarak verilmiş bir üs yok. Amerika’nın şu anda yaptığı oradaki bütün askerî faaliyetler dahil… Şimdi, 2014’te Irak hükümeti geri çağırdı IŞİD ile mücadele kapsamında. Fakat o kapsamda 5200 asker var. Bütün Amerikan askerî faaliyetlerinin doğası çerçevelenmiş durumda ve Irak hükümetinin iznine tâbi. IŞİD ile mücadele kapsamında hukukî olarak tanımlanmış durumda. “İran’ı da buradan çözeriz” demesi çok problemli. Irak hükümeti ile varılan anlaşmaya aykırı. İran’ı hedef alması problemli. Bir de haftalardır Amerikan tarafı Irak hükümetiyle sessiz sedasız görüşmeler yürütüyor. Suriye’den çekilen o özel kuvvetlerin Irak’ta konuşlandırılması için Irak’tan izin almaya çalışıyor Amerikan tarafı. Böyle bir izin alınmış değil. Halen müzakereler sürüyor. Bu durumda Trump’ın böyle açıklama yapmış olması, süreci baltaladığı gibi Amerika askerî varlığı Irak’ta biraz daha kalabilir diyen üç beş siyasetçinin de elini zayıflatan bir durum. Amerika’ya yakın isimler çok negatif; Trump’ı eleştiren açıklama yapmak zorunda kaldılar. Bu insanlar çok zor durumda kaldılar. Son noktada şunu da söylemek istiyorum: Irak’ta 2003’ten bu yana baktığımızda gelen bütün Irak başbakanları Amerika ve İran arasında bir denge tutturmaya çalıştı. Bir taraftan Amerika ile yakın ilişkiler kurdular, bir taraftan da İran ile yakın ilişkiler kurdular. Mümkün olduğunca İran ve Amerika’nın arasındaki gerilimin parçası olmamaya uğraştı Irak siyasetçileri. Bugünkü konjonktürde zaten Amerika’nın İran’a yaptırım kararı Iraklı siyasetçileri zor durumda bırakıyor. Mesela elektriği İran’dan alıyor Irak. Hatırlayalım o Basra’daki protestolar. Böyle bir durumda iki kere muafiyet aldı Irak. İkinci muafiyet dönemi Mart ayında bitiyor. Yeni Irak başbakanının bir çözüm yolu bulması gerekiyor. Nereden alacak bu elektriği? Dolayısıyla çok hassas bir dengede yürüyor İrak siyaseti. İran konusu patlamaya hazır bir bomba. Bir tarafta yükselen bir milliyetçilik var halkta; “Amerika gitsin, Türkiye de kalmasın, İran da işimize karışmasın” diyenler var; ama bir taraftan da İran’ın Irak’ta sadece askerî olarak değil kültürel olarak da oynadığı rolün farkında olanlar var. İran’la ilişkileri gözeten bir toplum kesimi var. Amerika’ya da güvenilmiyor. 2011’de yapılan bir araştırmaya göre Irak halkının büyük bir çoğunluğu Amerika’nın 2011’de Irak’tan çekilmesini erken buluyor. Yani, “Çok erken çekildi, bu yüzden IŞİD ortaya çıktı” diyor. Dolayısıyla Amerika’ya karşı da bir anti-Amerikanizm var. O nedenle de Amerika artık gitsin diyenler var. Trump’ın yaptığı bu açıklamalar…

Onların ekmeğine yağ sürdü, diyelim…

Kesinlikle; işin kötüsü bunun toplumsal bir karşılığı da var. O nedenle Trump’ın yaptığı sadece Iraklı siyasetçileri öfkelendirmedi; aynı zamanda Washington’da Irak ile ilişkileri gözetmeye çalışan, o hassas dengeleri kurmaya çalışan ve müzakereler yürüten kesimleri de çok öfkelendirdi ve çok şaşırttı.

Gönül, istersen Irak’tan Suriye’ye geçelim. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir şekilde Ankara ile Şam arasında alt düzeyde de olsa ilişkilerin sürdüğünü söyledi. Bunların şu ya da bu nedenle telaffuzunun bir anlamı var mı? Daha köklü, daha üst düzey görüşmeler için bir tür zemin hazırlamaya çalışıyor Ankara diyebilir miyiz?

Olabilir Ruşen. Çünkü dediğin gibi, zaten biz bunu biliyorduk ve çok da doğal. Rejimle görüşmelerin sürmesi… reel politikada bu çok doğaldır. Etmelidir de bence. Fakat bunun Erdoğan tarafından söylenmiş olması önemli. Belki zamanlaması da önemli. Muhtemelen YPG ve Türkiye’nin Suriye’deki askerî varlığı çerçevesinde müzakereler yürütülüyor. Kürt meselesi bağlamında Türkiye’nin dinamik siyaseti çerçevesinde; işte, seçimler yaklaşıyor; bu konu önemli, hem de Suriye’de olanlara baktığımızda Kürt meselesi bugüne kadar ötelendi, herkes kendi çıkarına uygun kullandı vs.; fakat bugün gelinen noktada neredeyse Esad’ın savaşı kazandığından bahsediliyor; artık Kürtlerin statüsü meselesi daha çok konuşulur hale geldi. Bir de Amerika’nın çekilmesi durumu söz konusu. Bu da söz konusu olduğu için Kürtler de artık kendilerine opsiyon yaratmaya çalışıyorlar. Moskova ile görüşüyorlar. Moskova’ya 11 maddelik plan ile gittikleri konuşuluyor. Bunun içinde Kürt güçlerin Suriye ordusuna dahil edilmesi var. Kürtler bir arayış içerisinde. Hem Amerika ile görüşüyorlar, diğer taraftan da Moskova ile görüşüyorlar. Kürtlerin geleceği, otonom bölgenin geleceği tartışılıyor. Kürtlerin şöyle bir planla gittiği anlaşılıyor: “Bizim kontrolümüz altındaki bölgelerde bizim askerî gücümüz Suriye ordusuna entegre olabilir; fakat siyasi bir çözüme mutabık kalmamız gerekiyor. Merkeziyetçilikten uzak bir yapıda anlaşmamız gerekiyor.” Aslında tam Kürt meselesinin ciddi ciddi tartışmaya açıldığı dönem. O çerçevede de Putin Türkiye’ye Esad’ı işaret ediyor. Adana Anlaşması’na göre Türkiye Suriye’nin içerisine 5 kilometre kadar girebilir. Fakat anlaşmanın önemli tarafı ve Putin’in de referans verdiği şey, Suriye devletinin görevi aslında PKK ile mücadele. Putin basın toplantısı sırasında Adana mutabakatına işaret ederken aslında bunu söyledi. “Bu rejimin meselesidir” diyerek, Kürt meselesini kullanarak, “Bak, sen eninde sonunda Esad ile masaya oturup ilişkileri normalleştirmek zorundasın” dedi bence.

Bütün bu söylediklerini dinlerken, aklıma bizim birkaç yıl önce çevirdiğimiz bir yazı geldi. Fransız Ortadoğu uzmanı Alain Gresh var, sol çizgidedir bilirsin. O Moskova’da bir toplantıya katılmıştı ve izlenimlerini yazmıştı. Başlığı şuydu: “Ortadoğu’nun başkenti Moskova”. Bizim Haldun Bayrı çevirmişti. Biliyorsun şu anda Taliban ile süren müzakereler var. Bölgedeki her yerde Moskova’nın sözü, duruşu var. Genellikle aldığı pozisyonlarda kazançlı çıkıyor gibi. Birtakım şeyler kaybediyordur herhalde; ama böyle ilginç bir şey var. Bunu ayrıca Ömer ile beraber olacağınız bir yayında masaya yatıralım derim. Bölgede Rusya’nın daha genel olarak Irak’ta, İran’da, aynı zamanda İsrail ile Körfez ile ilişkileri; Asya’da, daha Uzakdoğu’daki fonksiyonu mesela. Bu başlı başına ilginç. Evet, burada Transatlantik’i noktalayalım Gönül. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İyi günler. Gönül Tol’a çok teşekkürler. İzleyicilerimize de çok teşekkür ediyoruz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.