Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile “5 Soru 10 Cevap” (25): Yeni parti girişimleri

Kemal Can bu hafta “5 Soru 10 Cevap”ta yeni parti girişimlerini değerlendirdi.

Sağda yeni parti girişimlerine ilişkin kulisler, haberler neden arttı?

Türkiye’deki sağ blokta bir siyasi boşluk veya temsil krizi var mı?

AKP’nin sorunu başlangıç hedeflerinden uzaklaşılması mı?

Yeni Parti için ismi geçen isimler siyasi destek toplayabilir mi?

Yeni partiler, kutuplaştırma tıkanmasını ve siyasi alanı açabilir mi?

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba iyi haftalar.

Bu hafta da 5 Soru 10 Cevap’ta yeni parti girişimleri konusunu konuşacağız.

Bu stüdyoya Ruşen Çakır Murat Yetkin ile bu konuyu bir kaç kez ele aldı. Bu konuda haber ve yorumlar sıklaştı. Ben de bu konuya değinmek istedim. Çünkü yazdığım bahsettiğim konularla çeşitli açılardan bağlıları var ve genel olarak Türkiye’deki sağın politik biçimlenişiyle ilişkileniyor, biraz o cepheye bakalım istiyorum.

Sağda yeni parti girişimlerine ilişkin kulisler, haberler neden arttı?

İşin iki cephesi var. Bir taraftan muhalefette çok uzun bir süredir iktidar seçmenindeki oy kilitlenmesini açacak aktör beklentisi var. İYİ Parti, Saadet Partisi buna beklenen karşılıkları vermediği için hep bir beklenti var. Muhalefet, iktidar ittifakını geriletecek, oy çözülmesi yaratacak bir gelişmeyi hep bekliyor. Muhalefet cephesinin bu tür haberlere yüksek ilgisi var. İktidar cephesi açısından da, bu tür haberler, uygun biçimde kullanabilirse tehdit olarak göstererek oy konsolidasyonunu sağlamak için uygun bir malzeme haline geliyor. En azından bu söylentilerin yayılmasını engellemedikleri hatta biraz teşvik ettikleri zamanlar da oluyor. Dolayısıyla, iki cepheden ilginin de, pozitif beklentinin de yüksek olduğu yeni parti girişimlerinin reytingi yüksek. Ama yeni oluşum mevzusundaki ilgi çok da yeni değil. Neredeyse 90’ların ortasından itibaren öncelikle merkez sağ partilerden başlayan siyasi merkezin çöküşüyle birlikte çok sık sağda yeni oluşum haberleri çıktı. Bazı travmatik gelişmelerin sonrasında -28 Şubat gibi- tekrar ısıtıldı bu sağda yeni oluşum meselesi. ANAP’ın erimeye başlayıp DYP’nin o boşluğu doldurmayı başaramayıp 90’ların ortasında krizin bir parçası haline gelmesiyle merkezde bir kitlesel sağ parti beklentisi hep geçerli oldu. Çünkü, bütün dünyada daha sonra da gördüğümüz gibi, önce merkez sağ partiler daha sonra merkez sol partiler ciddi biçimde toplumsal-siyasal desteklerini kaybettiler. Bunun da bir aktör sorunu olarak algılanması önümüze çok geldi.

Yeni bir aktörle bozulanın düzeltilebileceği, yenilenebileceği fikri sürekli dolaşımda tutuldu. Aslında, AKP de bu arayışın sonuç vermiş versiyonu. Çünkü AKP milli görüşün devamı olmayacağı yeni bir merkez parti olduğu şeklinde -muhafazakar demokrat bir merkez parti- bir tezle yola çıkmıştı.  Ama bu tezin karşılık bulmasının ne kadar merkez iddiaları ile ilgili olduğu, ne kadar kimlik krizi içindeki sağ seçmenin rövanşist arzularını tetiklediğini süreç içerisinde gördük. Aslında o toplumsal tabanın yeni bir merkez parti arayışından başka bir iktidar arayışının daha belirleyici olduğunu, o kadroların da iktidar perspektifinin öne aldığını gördük. Bugün iktidar partisi dışındaki kesimlerde iktidar bloğu bu tür girişimlerle biraz zayıflar mı, o blok görüntüsü bozulur mu ilgisi var. İktidar cephesinde de çok üstüne basmadan bir ihanet olasılığı yada cumhur ittifakını zayıflatarak çeşitli kurmaca iktidar stratejilerinin gündeme gelebileceğini, bu tür çevrelerin böyle şeyleri ısıttığı iması var. Şimdilik aleni değil ama alttan alta kullanmaya çalıştıkları bu. 24 Haziran’daki Abdullah Gül’ün adaylığı meselesi kadar yüksek bir cepheden karşı çıkış görülmüyor iktidar cephesinde.  

Türkiye’deki sağ blokta bir siyasi boşluk veya temsil krizi var mı?

Türkiye’deki 60 anayasası sonrasında oluşan siyasi denge sağın parçalı temsili üzerine biçimlendi. Özellikle 60ların sonunda sağın temel akımlarının farklı farklı partiler halinde siyasete dahil olmasıyla bir denge oluştu. Türkiye’nin belki doğal siyasal toplumsal zeminine en yakın temsil çeşitliliğinin olduğu dönem yaşandı 70’lerde. Sonra bu 12 Eylül ile birlikte yeni bir hukuki ve siyasi mimarinin eşliğinde zorlanarak değiştirildi. 90’ların ortasında başka pek çok nedenle birlikte merkez büyük bir krize girdi. Öncelikle merkez sağ ve bununla paralel olarak da merkez sol partiler güç ve etki kaybettiler. Bu şu anda yaşadığımız tabloda sağ bloğun temsil krizine bakarsak: AKP’nin konsolide ettiği, yüzde 50’ler barajında tutabildiği yaklaşık on yıllık bir konsolidasyondan bahsediyoruz. Bunun dışında kalan sağ seçmen de var. Kimi İyi Parti de ya da Saadet Partisinde, bir kısmı da CHP’ye oy veriyor. Bu bir temsil krizinden çok, bir rahatsızlık ya da doğru temsil tartışmasıyla ilişkili. Yani sağ blok içerisinde kendisini yeterince temsil edilmediğini düşünen çok tanımlı siyasi hatlar ya da çok tanımlanmış tabanlardan bahsedemeyiz. Bu tür bir eksikliği hisseden, kendine mecra arayan bir ihtiyaçtan bahsedemeyiz. Dolayısıyla, bir ters dinamiğin işleyip işlemeyeceği tartışılıyor daha çok. Böyle bir aktör çıkarsa şu anda kendini göstermemiş ihtiyaç birden belirginleşebilir mi? Aslında bütün tartışma bu.

Yine bu stüdyoda Tansu Tosun’un söylediği bir şey vardı, bu iktidarın yönetememe krizi süreç içerisinde önce temsil krizine daha sonra da meşruiyet krizine dönüşebilir tezi. Bu mümkün ama şu anda henüz sağda bir temsiliyet krizi aşamasına gelindiği kanaatinde değilim. Şu anda daha çok aktörlerle böyle bir krize taban üretilebilir mi tartışılıyor. 24 Haziran’da da görüldüğü gibi çeşitli ölçülerde rahatsızlığı görülen sağ seçmen, bir temsil krizi, bir politik tavır değişikliği aşamasına geldiğini gösteren işaretler henüz vermiyor. Çok önemli bir başka mesele var. İktidarı kişisel olarak temsil eden Erdoğan muhalefet için belirleyici bir aktördü ve bütün muhalefet bir tür Erdoğan karşıtlığı üzerinden biçimleniyordu. Sağda yeni bir oluşumun ortaya çıkabilmesi, doğrudan sağ içerisinde Erdoğan’ı mesele eden bir politik hareketliliğin var olmasıyla mümkün ama bunun işaretlerini de görmüyoruz. Neredeyse Erdoğan ile hiç ilgilenmeyen bir yeni oluşumun AKP’nin hatta Erdoğan’ın da dahil olduğu başlangıç ayarlarına dönmesi tezi kullanılıyor. Ama Erdoğan’ı kendi içinde mesele etmeyen bir temsil arayışının bir karşılık üretmesi çok zor. Bir de söylem açısından Türkiye’nin sağında şu anda bir boşluk yok. Allaha şükür herkes bol miktarda sağcılık yapıyor, kendisini sağda tanımlamayanlar dahil olmak üzere.

Sorun AKP’nin başlangıç hedeflerinden uzaklaşması mı?

AKP iktidarını yaratan toplumsal siyasal vasatın tüm dünyada gördüğümüz siyasi trend ile buluşması bir sapma, arıza ya da bir liderin yoldan çıkması değil, tam tersine zorunlu bir dönüşüm süreci aslında. Çünkü iddia edildiği gibi AKP’yi taşıyan temel dinamik bir pozitif sosyolojinin ürünü değildi. Bir iktidar arzusunun ve çok güçlü bir rövanşist güdünün etkisi. İmkan ve zemin bulduğunda, o çoğulculuk, pragmatik gerekçelerle ortaya konulan hedeflerin değil de iktidarda kalma hedefinin çok öncelikli olduğu daha başlangıç aşamasından ortadaydı. Ayrıca uygulanan iktisadi program ve genel olarak dünyada süren trende eklemlenme biçimi, zorunlu bir otoriterleşmeyi tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi getirdi. Türkiye’nin özel koşullarından dolayı bunu daha sert yaşamış olabiliriz ama bütün dünyada ekonomik ve siyasi tercihler genişleme ve yumuşama ya da liberalleşme getirmeyip otoriterleşme getirdi.

Bu biraz zorunlu bir süreçti. Buna paralel olarak kendi seçmeni açısından hem temsil hem iktisadi bağımlılık süreci de üretebildi AKP. İki yönü var bunun. Bir endişe üzerine kurulu daha amorf ve aslında daha belirsiz temsil alanı, buna karşılık gündelik hayatın büyük ölçüde ele geçirilmesiyle insanların kendi iradelerini ve seçimlerini geriye almaya, büyük kalabalıklar içinde güven aramaya zorlandıkları bir siyasi vasat yarattı. Bir ayar bozulması, bir sapmadan değil, zorunlu bir süreçten bahsetmemiz gerekir. Başlangıç ayarları da bozuktu, o ayarlarla gelinecek yer de burasıydı. Dolayısıyla, başlangıç ayarlarına döndürülmüş bir AKP ile siyasi tıkanıklığa çözüm üretmek pek mümkün görünmüyor.

Yeni parti için ismi geçen isimler siyasi desek toplayabilir mi?

Geçen isimler Gül, Babacan, Davutoğlu filan. AKP’nin başlangıcında etkili görevler almış, sorumluluklar üstlenmiş isimler. Bu isimlerin kritik dönemeçlerin hiçbirinde belirleyici, dikkat çekici bir itiraz dile getirdikleri, adım attıklarına tanık olmadık. Şu andaki pozisyonları da, bir çözülme oluşursa seçenek olma durumu için kullanılabilir bir alan yaratmak. Açıkçası bunun yeni iddiasını taşıması neredeyse imkansız. Çünkü kıyaslarsak, AKP’nin doğduğu dönemde Erdoğan çok net biçimde ihanet cesareti göstererek bu hamleyi yapmıştı. Yani doğrudan milli görüşün efsane liderini karşısına alarak, ona karşı hareket olarak bunu geliştirmişti. Yani sadece rahatsızlık üzerinden yenilik kurulacaksa, Erdoğan’ı mesele eden ve doğrudan onu tasfiye etmek, değiştirmek iddiasıyla ortaya çıkmadıkça bir destek sağlaması kolay değil.

Söz konusu adayların ne kitleler seviyesinde ne kadro seviyesinde güveni verdiğini de söyleyemeyiz. Yani Erdoğan’ın karşısına çıkacak girişimde arkasına geçilecek insanlara güvenmeyi isterler hem seçmenler hem kadrolar. Açıkçası bunu verdiklerini söyleyemeyiz, beklemeyi seçen insanlar. Ama Türkiye’de beklemeyi seçerek siyasi sonuç almanın örnekleri de yok değil. Bu da bir seçenek. Ama bu  zaten oluşan bir dinamiğin adres araması ile mümkün. O dinamiğin henüz oluşup oluşmadığını da bilmiyoruz. 31 Mart itibariyle bunun güçlü bir şekilde seçmenden gelmesi durumunda tekrar tartışma başka bir seviyeye gelebilir. O işareti de seçmenin verip vermeyeceği belirsiz. O yüzden yeni pati iddiasıyla ortaya çıkan isimlerin bir süreç harekete geçebilecek ne performansları ne de niyetlerini henüz görmüyoruz.

Yeni partiler kutuplaştırma tıkanmasını ve siyasi alanı açabilir mi?

Sorunun bir aktör ya da aktör çeşitliliği sorunu olmadığını düşündüğüm için bu soruya vereceğim cevap hayır. Çünkü, ancak siyasi zemin derinleştirildiğinde, içerik kazandığında bu kutuplaştırma tablosu değişebilir. Sorun aktörlerin temsil krizini yanlış yönetmesiyle değil temsil alanlarının bloklaşmasıyla ilgili. Bunu kırmanın yolu, siyasetin tekrar içerik ve derinlik kazanması. Bir de yeni olanın yeni bir şey söylemesiyle çok ilgili. Şu anda mahcup bir rahatsızlık hem seçmen hem de kadrolar düzeyinde mevcut. İktidarın yaptıklarının doğru olmadığı, çok da içe sinmediği konusundaki mahcup rahatsızlık henüz yeni bir siyasi dinamiği çalıştıracak büyüklükte değil. Zaten aslında rahatsızlık kendi başına politik bir dinamik de değil. Rahatsızlığın talep ettiği ve yürümeyi istediği bir hedefin oluşması lazım. Siyasetin parametrelerin değişmesi, derinlik ve içerik kazanması ile mümkün. Bu konuda mevcut tablonun bir yeni dinamik ateşleyeceğini söylemek zor.

Bu sorunun bir başka cevabı da var: Seçim sonuçlarında zaten görülen erimenin devam ettiği, iktidar bloğunda bir çözülmenin işaretlerinin daha da arttığı durumda, ihtimal olarak yeni adreslerin ortada olması hızlandırıcı etkiler yaratabilir. Özellikle kadro düzeyinde. Belki seçmeni de bir vadede etkileyebilir. Şu an süreç eğer bildiğimiz gibi işleyecekse -bir yerel seçim ve ondan sonra da 4 yıl daha bir seçim olmadığı tabloda- çok büyük bir oy hareketi görülmediği taktirde hızlı bir siyasi sonuç vermesi zor. Çünkü önüne koyabileceği yakın bir hedef yok. Mesela, 24 Haziran’dan önce Gül bir çıkış yapsaydı, hemen yakın bir hedefte gücünün ölçülebileceği bir şey gösterebilirdi. İnsanlar da o hedefe yakın bir vadede pozisyon alma ihtiyacı duyabilirlerdi. Şimdi belirsiz bir gelecek için 31 Mart’ta insanların bu seçenekleri oylayacağı varsayımı çok gerçekçi olmamakla birlikte tamamen de ihtimal dışı bırakılamaz. Çünkü seçmen yerel seçimleri bazen daha açık siyasi mesajlar açısından daha elverişli bulunuyor. Seçmen “başka olasılıkları arayabilirim” mesajı vermek için 31 Mart’ı kullanamaz mı? Kullanabilir. Türkiye’de daha önce de oldu. 94 seçimleri tam da böyleydi. Bu ihtimal, bu seçim için de elbette geçerli. Ama aktörlerin ve yeni iddiasının bir tür cesareti de bu konuda hızlandırıcı ya da yavaşlatıcı etki yaratabiliyor.

Şimdilik bu kadar. Muhtemelen bu konuları önümüzdeki günlerde de konuşma ihtiyacımız olacak.

Tekrar iyi haftalar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.