Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Beka ve ezan: Erdoğan’ın kutuplaştırma stratejisi geri mi tepiyor?

31 Mart seçim kampanyasını “beka sorunu” üzerine inşa eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, kutuplaştırma stratejisine bağlı olarak 8 Mart gecesi kadın göstericilerin ezanı ıslıkladığı iddiasına sahip çıktı. Ama bu stratejinin bu sefer etkili olacağı hayli şüpheli.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birçok seçimde, son seçimlerin çoğunda uyguladığı bir strateji var. Bunu değişik vesilelerle dile getirdik. Zaten genelde kabul görmüş bir şey. Kutuplaşmayı tırmandırarak kendi tabanında bir konsolidasyon, bir kenetlenme sağlamaya çalışmak. Yani Türkiye’deki kutuplaşmanın, zaten var olan ve olmasında kendisinin de çok büyük katkıları bulunan kutuplaşmayı daha da derinleştirip kendisine yakın çevrelere bir alarm vermek; yani bu seçimi, önündeki seçimi kendisinin kaybetmesi durumunda kendisine yakın kesimlerin de çok zor durumda kalacağını göstermeye çalışıyor.

Bunun öncelikle iki yolu var. Bir, kendi tabanına gelecekteki muhtemel kâbusları, kıyametleri anlatmak. Bir diğeri de karşı tarafı, karşı kutbu kışkırtıp onları agresif kılmak, onların tepki vermesine yol açmak, onların vereceği tepkilerin de kendi tabanını kendisinin, yani Erdoğan’ın etrafında kenetlenmeye teşvik edeceği. Bu büyük ölçüde gerçekleşti. Tabii en çarpıcısı 2015 Kasım seçimlerindeydi. Haziran’da yaşanan büyük yenilginin ardından, AKP’nin yaşadığı yenilginin ardından ülkede tırmanan –tırmandırılan diyelim– şiddet eylemleri, terör eylemleri, birçok cepheden birden çatışma ortamı ile beraber, Erdoğan kısa bir süre içerisinde yine tek başına iktidarı partisine sağlamıştı. Bunun ardından da böyle geçti. 24 Haziran seçimleri de bir ölçüde, büyük ölçüde böyleydi.

Şimdiki seçimlerse normal olarak 24 Haziran seçimleriyle siyasî olarak kıyaslanmayacak derecede geri bir konumda olmasına rağmen en sert siyasî söylemin, Erdoğan’ın en sert siyasî söylemlerinin olduğu seçimler olarak kayda geçiyor. Beka söylemi var, mâlum. Bu seçimlerin sonucunda ülkenin devleti ve milleti ile bekasının tehdit altına girebileceği söylemi var. Ne alâkası varsa; İstanbul’u, Ankara’yı, İzmir’i, Antalya’yı iktidar partisinin alamaması durumunda Türkiye’nin parçalanacağı, devletin parçalanacağı, ülkenin dağılacağı yolunda bir hava yaratmaya çalışıyor. Ve gördüğüm kadarıyla bunda pek başarılı olamadı. Bunda pek başarılı olamadı çünkü beka kavramını, bu alarmı destekleyecek bir siyasî ortam yok, bölgesel ortam yok.

İlginç bir şekilde 31 Mart seçimleri bölgenin en sakin olduğu bir dönemde geçiyor. Suriye’de ve Irak’ta özellikle IŞİD’in beli büyük ölçüde kırılmış olduğu için çatışmalar yok denecek kadar azalmış durumda. Böyle bir ortamda bir beka sorunu… PKK saldırıları büyük ölçüde dinmiş durumda. Böyle bir ortamda beka sorunu dendiği zaman, bundan bahsedildiği zaman, insanlar –ki Türkiye’de insanlar gözleriyle düşünmeye çok alışıktır–, böyle bir şeyi açık bir şekilde göremiyorlar.

Ve beka meselesi çok da fazla isabet kaydetmedi, çok da başarılı bir kampanya olmadı. Nitekim bugün Binali Yıldırım’ın Kemal Öztürk’e verdiği söyleşiye bakıyoruz Yeni Şafak‘ta. Binali Yıldırım da bu olaydan rahatsız. Şöyle diyor: “Devlet başkanı seçmiyoruz, şehri yönetecek kişiyi seçiyoruz. İstanbul’da genel siyasetin, kutuplaşma siyasetinin gölgesinde kalırsak yazık olur” diyor. “Beka dediğiniz şey bayrak, toprak, millet, devlettir. Bu kavramlar, üzerinde tartışma yapılacak şeyler değildir. Bu beka tartışmasının yerelde gündemde olmaması lazım, gönlüm razı değil buna” diyor. Ama tabii burada şöyle bir husus var: Bunu esas olarak kendi lideri Erdoğan ve onun ortağı Bahçeli yapıyor. İsim vermiyor. Sanki muhalefet yapıyormuş gibi bir hava var.

Ama muhalefet tam tersine, bu topa diyelim ki girmiyor, girmemeye özen gösteriyor. Zaten girmediği için de büyük ölçüde Erdoğan’ın bu beka stratejisi yürümüyor. Yani ne olması gerekirdi, beklenirdi? O bekayı gündeme getirdikçe karşı tarafın “Asıl siz ülkenin bekasını tehlikeye atıyorsunuz” diyerek cevap vermesi ve bu polemik ortamında Türkiye’nin gerçek gündeminin göz ardı edilmesi… böyle bir hesap vardı. Bu hesap muhalefetin buna aynı şekilde cevap vermemesi ile büyük ölçüde tutmuyor. Böyle bir gerçek var. Nedir ülkenin gerçek sorunu? Ülkenin gerçek sorunu ekonomi; ülkenin gerçek sorunu yaşanan küçülme. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün “2018’in son çeyreğinde eksi büyüdük” demiş. Yani küçüldük. Türkiye’nin resesyona girmiş olması, enflasyon, hayat pahalılığı ve önünü görememesi, bunun nasıl çözüleceği yolunda da, ekonomik sorunların nasıl çözüleceği yolunda da bir işaretin olmaması.

Dolayısıyla Erdoğan bu hayatî sorunların, bu gerçek sorunların konuşulmasını istemediği için, bu gerçek sorunlar nedeniyle kendisine oy vermekten vazgeçebilecek kitleleri yine kendisinin etrafında tutabilmek için, kutuplaşmayı yani ekonominin yerini siyasetin almasını, sert siyasetin almasını, kimlik siyaseti üzerinden bu işin gitmesini istiyor, arzuluyor. Beka stratejisine de bunun için sarıldı. Bu yürümedi gördüğüm kadarıyla — ki Binali Yıldırım’ın bu sözleri de bunun yürümediğinin bir tür itirafı olarak görülebilir.

Bunun ardından bir de ezan geldi. 8 Mart gecesi polis saldırısının ardından yaşananların bir kısmının video olarak servis edilmesi ile beraber yaratılan bir ortam var. Bir gerçek yaratma iddiası var ki bu post-truth, hakikat-sonrası çağında çok karşılaştığımız bir durum. Sadece Türkiye’de olan bir durum değil. Dünyanın her yerinde olan bir durum. Öyle bir yerden, öyle bir zaman dilimi içerisinde bir video yayınlanıyor ki, sanki oradaki kadınlar, yüzlerce kadın, ezan okundu diye ıslık çalmaya başlıyorlar. Halbuki bunun böyle olmadığını olay yerinde olanlar, doğrudan gözlemciler, polisin kendisi de, hatta o videoyu çeken ve servis edenler de çok iyi biliyorlar. Nitekim feministler bu konuda çok net açıklamalar da yaptılar. Oradaki ıslıklar başından itibaren polisin saldırgan tavrına karşı, çok uzun zamandır süren ve devam eden ıslıklar. Bunun ezanla falan ilgisi yok. Ama ezanın feministler tarafından protesto edildiği –ki bu, “feministler” diye de tam dile getirilmiyor; HDP ve CHP’nin ve hatta Saadet Partisi’nin desteklediği diyorlar–; çünkü orada 8 Mart yürüyüşüne katılanların içerisinde hatırı sayılır bir şekilde başörtülü kadın da var.

Bunun da yarattığı ayrı bir rahatsızlık var zaten iktidar cenahında. Muhafazakâr kesimde öteden beri olan, yaşanan feminizm, feminist eğilim, feministleşme eğiliminden çok ciddi bir şekilde rahatsızlar. Ve bunun özellikle kendi iktidarları döneminde alabildiğine gelişmiş olmasından ayrıca rahatsızlar. Dolayısıyla bu ezan, ezana karşı, “Ezanı protesto ettiler” yalanının bir diğer boyutu da aslında muhafazakâr camia içerisinde kadınlarda, özellikle genç kadınlarda yaşanan kadın haklarına sahip çıkma, hatta açık bir şekilde feminizmi sahiplenme, savunma eğilimini de bir açıdan yıldırmak istiyorlar. Olayın bu boyutu da var. Ama esas boyutu tabii ki bu seçimde, işlerin çok da parlak gitmediği hissedilen bu seçimde yeni bir kutuplaştırma argümanı olarak bu “Ezanı protesto ettiler” yalanı üzerinden siyaset yapılmak isteniyor.

Ama buna da tepkilerin kendi içlerinden geldiğini görüyoruz. İlk günden itibaren değişik kişiler, iktidarı desteklediğini bildiğimiz, farklı farklı konumdaki kişiler, yazarlar, çizerler bunun böyle olmadığını, bir yanlış anlaşılma ve çarpıtma olduğunu kendi ifadeleriyle dile getirmek zorunda kaldılar, dile getirdiler. Bugün çok ilginç bir tanesiyle karşılaştım. Daha öncekileri üç aşağı beş yukarı herkes biliyor. Çok dikkat çekmemiş olabilir. Bugün AKP İstanbul eski milletvekili Metin Külünk’ün bir uzun –hani ne deniyor ya, zincir– tweet zinciri ile karşılaştım. Galiba 30 parça, 29-30 parçalık. Ve Metin Külünk genellikle olaylara böyle bakar, dünyaya komplolar üzerinden bakar birçok konuda. Ve Türkiye’ye karşı oynanan oyunlardan bahseder ve bu olayı da o kapsamda değerlendiriyor. Ve şöyle diyor: “Ezana karşı protesto haberleri zihin harbi operasyonu parçasıdır.” Zihin harbinden kastettiği, özellikle ABD’nin düzenlediği bir psikolojik savaş stratejisi. “Bunun bir parçasıdır” diyor. “Protesto gerçek dahi olsa”, bu önemli. Belli ki kendisi de protesto olduğunu düşünmüyor. “Gerçek dahi olsa sokaklara çıkarak intikam yeminleri ile kaos oluşturarak ülkeye, ezana sahip çıkılmaz. Olsa olsa ancak ABD’nin amaçlarına hizmet edilir. Burada kastettiği, 8 Mart’ın bir gün sonrasında kalabalık bir grubun Beyoğlu’nda sokaklarda ezana sahip çıkma iddiasıyla sergiledikleri saldırgan gösteri. Buna doğrudan cevap veriyor, bunu eleştiriyor. Bundan belli ki çok tedirgin olmuş. O kendisinin “zihin harbi” dediği olayın devamı olarak görüyor bunu. Ve sonrasında “Bu vatan 82 milyonun, farklılıklarımız zenginliğimizdir” diyor.

Bu farklılıklarımız zenginliğimizdir, hep birlikte serinkanlı olalım çağrılarının Erdoğan’a çok yakın olduğu bilinen kişiler tarafından da dile getiriliyor olması, bu Erdoğan’ın uyguladığı kutuplaştırma siyasetinin tehlikelerinin kendi yakınındaki kişiler tarafından da görülüyor olduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Kutuplaştırmayı yaparken, kendi tabanını kendi etrafında kaynaştırmak isterken, kenetlemek isterken kendi yakınındaki bazı insanlar da her ne kadar Erdoğan’ın adını vermeseler de –çünkü bu ezan meselesini dile getiren, ki bugün yine değişik İstanbul’daki mitingler de bunu söyledi, Erdoğan–; Erdoğan demeseler de bu ezan üzerinden, ezan protestosu iddiası –ki iddianın doğru olmadığı artık ayan beyan ortada– bunun üzerinden siyaset yapılmasının tehlikelerine insanlar cevap veriyor. Yani kutuplaşmanın tırmandırılmasının tehlikeleri kendi etrafındaki insanlar tarafından da sezilir ve dile getirilir oldu. Dolayısıyla bu anlamda bir geri tepme var.

Bir diğer geri tepme de, çok ilginç, bunu bugün Burak Özpek’in bir sosyal medya paylaşımında gördüm. Kendisi de yanılmıyorsam yarın ana haberimize konuk olacak. Orada da bu görüşlerini açmasını isteyeceğiz. Şöyle söylüyor kendisi bir siyasetbilimci olarak: Erdoğan bu kutuplaştırma politikasıyla kendi tabanını konsolide etmek isterken karşı kutbu konsolide ediyor. Yani burada kastettiği ne? Hatırlayalım. 24 Haziran’dan sonra muhalefetin yaşadığı büyük fiyaskonun ardından çok ciddi bir şekilde, özellikle sandık başlarının terk edilmesi, Muharrem İnce’nin gece ortadan kaybolması gibi nedenlerle birçok insan, kendini muhalefette tanımlayan birçok insan bir daha sandığa gitmeme gibi açıklamalarda bulunmuştu, beyanlarda bulunmuştu. Muhalefetin içerisinde tam bir hayal kırıklığı, yılgınlık, hiçbir şeyin sandıkta değişemeyeceği, hele bu siyasetçilerle bunun mümkün olmadığı duygusu yeşeriyordu. Ve şimdi Erdoğan bu kutuplaştırıcı siyaseti ile karşı taraftaki bu ölü toprağını bir ölçüde silkeliyor. Onların sandığa gideceği yoksa da gitmelerine vesile olacak belki.

Özpek’in dile getirdiği bir diğer nokta ise şu, o da çok önemli: Muhalefet siyasetçilerinin, adaylarının kendilerinden olmayan, AKP tabanından olan kesimlere seslenme iddiası. Özellikle bunu Ekrem İmamoğlu’nda görüyoruz. Mansur Yavaş’ta haydi haydi görüyoruz. Adana’da, İzmir’de, her yerde görüyoruz. Bu iddianın da işini kolaylaştırdığını söylüyor. Çünkü muhalefet adayları Erdoğan sayesinde… O tabii daha kısa şeyler yazmıştı ama ben tevil ediyorum. Eğer yanlış söylüyorsam yarınki yayında düzeltir beni; ama benim anladığım bu ve katıldığım bir şey. Nasıl olsa kendi tabanını Erdoğan bu çıkışlarıyla, sert çıkışlarıyla konsolide ettiği için onlar kendi tabanından olmayan kişilere, normalde AKP’ye oy vermeleri beklenen kesimlere ulaşmaya daha fazla zaman, enerji ve imkân ayırabiliyorlar. Dolayısıyla Erdoğan’ın bu stratejisi böyle bir imkânı da beraberinde getirmiş oluyor. Tabii bu 31 Mart seçimlerinde sandıktan çıkacak sonuçlar bize gerçekten bu stratejinin bu sefer işe yarayıp yaramadığını daha net bir şekilde gösterecek. Ama şu haliyle, geldiği kadarıyla, benim gördüğüm, benim kişisel gözlemim bu stratejinin bu sefer yürümediği, yürüyemediği; çünkü bu stratejide artık dibe doğru gidilmiş olduğu yolunda. Ama ortada bir başka husus var. Onu geçen bir yayında, “Erdoğan’ın yeni bir Muharrem İnce’ye ihtiyacı var” diye dile getirmiştim. Bu noktada Erdoğan’ın Meral Akşener’e yönelik saldırıları ve Meral Akşener’in ona verdiği, Meral Akşener’in ve İYİ Partililerin ona verdiği cevap hususu var. Bu ayrı bir tartışma konusu, Erdoğan’ın Akşener’e yönelik izlediği taktiğin ya da stratejinin, artık ne derseniz, işe yarayıp yaramadığı meselesi. Onu da ileriki bir yayında el almayı düşünüyorum.

Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.