Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yeni Zelanda terör saldırılarını yanlış anlamak

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yeni Zelanda terör saldırılarının görüntülerini miting meydanlarında yayınlaması akıl alır gibi değil ama şaşırtıcı da değil.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler, iyi haftalar. 

Cuma günü Yeni Zelanda’nın ChristChurch kentinde yaşanan terör saldırısının ardından, bugüne gelindiğinde, bunun yapanların yanına kâr kalma ihtimalinin hayli yüksek olduğu ortaya çıkıyor. Gerçekten, Brenton Tarrant adında Avustralyalı 28 yaşında bir kişi, bir ırkçı, bir faşist saldırgan söz konusu. Ama bu bir kişinin yaptığı, gerçekten dünyayı daha da karıştırmaya, dengeleri daha da sarsmaya ve düşmanlıkları çelişkileri daha da artırmaya hizmet etti. Herhalde amacı da buydu ve bu anlamıyla baktığımız zaman büyük ölçüde amacına ulaşmış gibi gözüküyor. Ama şunu özellikle vurgulamak lâzım: Yeni Zelanda, başta başbakanları Jacinda Ardern olmak üzere, ilk günden itibaren gerçekten çok iyi bir sınav veriyorlar. Ardern hakkında dünyanın hemen hemen her yerinde olumlu değerlendirmeler var. Zaten genç yaşta siyasete girip hızla tırmanan bu kadın, başbakanken çocuk sahibi olması ve çocuk izni alması gibi detaylarla da dünyanın ilgisini çekmişti. 

Yeni Zelanda, mâlum, dünyanın uzak bir köşesinde kendi halinde müreffeh bir şekilde yaşayan bir ülke olarak biliniyordu. Zaten terör saldırısı için buranın seçilmesi de –ne kadar huzurlu olursa olsun– dünyanın her köşesinin aslında teröre açık olduğunu göstermeyi hedefliyordu ve bu da oldu. Yeni Zelanda bunu yapmaya çalışırken, dünyanın değişik yerlerinde bu terör saldırısına sivil toplumlar olarak baktığımız zaman, genellikle olumlu insanî tepkiler olduğunu görüyoruz. Ancak dünyayı yönetenler açısından baktığımız zaman aynı şeyi söylemek mümkün değil. Amerikan Başkanı Trump, bu konuda yaptığı açıklamalarda, attığı tweet’lerde kalbinin kurbanların yanında olduğunu söyledi; ama kısa bir süre sonra tekrar mülteciler karşıtı söylemini çok sert bir şekilde sürdürdü. Trump’ın çok fazla bu olayı dert edindiğini açıkçası sanmıyorum ve onun dışında dünyanın önemli yerlerinden çok ciddi tepkiler gelmedi — tabii istisnalar var. Özellikle Alman Başbakanı Şansölye Merkel’in bu konuda gerçekten örnek bir tavır aldığını yine söylemek lâzım. Zaten onun bugüne kadar mülteciler konusundaki tavrı –genel anlamıyla tavrı– nedeniyle seçimlerde siyasî anlamda başarısızlığa uğradığını biliyoruz; ancak çok da fazla bu duruşundan taviz vermediği de vurgulamak lâzım. 

Geçen cuma günü burada Yeni Zelanda terör saldırılarını anlamak üzerine yaptığım yayında özellikle saldırganın canlı kaydettiği saldırı görüntülerini izlemeyi reddettiğimi vurgulamıştım. Bir gazeteci olarak izlemek gerekirdi; ama üç aşağı beş yukarı neler görebileceğimi de tahmin ediyorum, belki tahminimin çok ötesinde bir zalimlik bir dehşet de olabilir, ama bunu reddettim ve bunun doğru olmadığını söyledim. Daha önceki IŞİD’in infaz görüntülerinin, videolarının da aynı şekilde izlenmesi ve yayılmasının yanlış olduğunu düşünüyordum. Bu konuda özellikle sosyal medyada, bu yayınlar konusunda aramızda değişik dönemlerde tartışmalar da çıkmıştı. Bu sefer de bu konuda çok netim; bir kere birincisi: Bu kişi eğer bunu kayıt ediyorsa –IŞİD örneğinde olduğu gibi; IŞİD saldırılarını kendisi kaydedip kendisi yaydı ve siz onun yaydığı videoları paylaşarak IŞİD’i teşhir falan etmiyorsunuz aslında IŞİD’in propagandasını alet oluyorsunuz–, burada da Brenton Tarrant denen faşistin canlı kaydettiği bu görüntüleri yayarak aslında o neyi hedefliyorsa o hedefine yardımcı oluyorsunuz demektir. Onun aleyhine bir şey olsaydı herhalde kaydetmezdi, yaymazdı ve dünya da şu anda bu görüntüleri yok etmek için bu kadar çaba sarf etmezdi. 

Ama bakıyoruz Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP Genel Başkanı Erdoğan, Tekirdağ mitinginden başlayarak bu görüntüleri yerel seçim kampanyasında kullanıyor. Gerçekten bu akıl alır gibi bir şey değil, kabul edilmesi mümkün bir şey değil. Bunu yaparak bir şeyleri teşhir ettiğini sanıyorsa ya da ona bu aklı verenler kendisini böyle ikna ettilerse, çok büyük bir gaflet içerisindeler. Bunu yaparak siz en fazla bu kişinin terörünü yaygınlaştırılmış olursunuz. Belki o anda o terör dehşet görüntülerinden ürken birtakım insanlar sizi kendilerine daha yakın görebilirler; ama bu görüntülerin travmatik etkileri hemen olmasa bile zamanla ortaya çıkar. Bu görüntülerin yayılması sonuç olarak saldırıya uğrayanları ve bu görüntülerin kendisi camilere saldırı olduğu için de özellikle Müslümanları, dindarları birbirine daha fazla kenetleme gibi bir fonksiyon taşıyacağını hiç sanmıyorum. Bu, Müslümanların, Yeni Zelanda’nın iki camiindeki kendi halindeki insanların nasıl bir katliama maruz kaldıklarını gösteren travmatik bir olay ve bu iyi bir şey değil, ne İslam için ne Müslümanlar için iyi bir şey değil. Ama Türkiye’de siyasî ve yerel seçim kampanyasında bu bir malzeme olarak kullanılabiliyor; gerçekten çok akıl alır gibi değil, kabul edilmesi mümkün değil. Buna baktığımız zaman da zaten bu olayın anlaşılmamış olduğunu, yanlış anlaşıldığını görüyorum. Şimdi, adamın birisi bir saldırı yapıyor; bu adam Hıristiyan, aşırı Hıristiyan olabilir ya da değildir, İslam düşmanı olduğu kesin; ama sadece İslam düşmanı değil, her tür Üçüncü Dünyalı, Güney’den gelen, dünyanın güneyinden gelen insanlara düşman, kadın çocuk ayırt etmeden hepsini öldürebilecek kadar gözü dönmüş birisi. Bunun gibi başka insanlar da var Batı toplumunda; bunu da biliyoruz, bunlar ellerinden geldiği kadar özellikle sosyal medyada ve kara internet denen yeraltı sosyal şebekelerinde örgütleniyorlar, maddi imkânları da var, silahlanıyorlar, saldırılar düzenlemeyi düşünüyorlar ve düzenliyorlar. Tamam, hepsi doğru; bu saldırgan birileri adına konuştuğunu varsayabilir, birileri adına kendi manifestosunu ilan edebilir, ama siz bunun o iddiasını veri olarak, doğru olarak kabul ederseniz ve hasım olarak, karşınıza düşman olarak ya da mücadele edilmesi gereken kişi olarak bu faşisti ve onun gibi insanları değil de onun içerisinden geldiği toplumları ve medeniyeti kendinize düşman belirlerseniz –ki bu yapılıyor maalesef– o zaman kaybedersiniz. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu Tarrant’ın manifestosundan hareketle ettiği bir söz var: “Dedeleriniz geldi, kimi ayaklarının üzerinde, kimi tabutla geri döndü. Aynı niyette gelecekseniz, bekleriz. Sizi de dedeleriniz gibi uğurlayacağız”. Burada Çanakkale’ye, I. Dünya Savaşı’na, Kurtuluş Savaşı’na göndermeler var — tam da Çanakkale’nin yıldönümündeyiz bugün. Bu da şu günün dünyasında –ki o günün dünyasında da öyleydi– bugünün söylenecek bir şey değil. Tarrant gibi bir faşistin saldırılarından hareketle bunu Hıristiyan dünyasına, hattaJudéo-Chrétien denen Hıristiyan-Yahudi dünyasına olduğu gibi teşmil etmek, gerçekten bu saldırganın yapmak istediğine yardımcı olmak, ona katkıda bulunmak anlamına gelir. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi MKYK Mustafa Yeneroğlu’nun sosyal medyadaki paylaşımını vurgulamak istiyorum — olumlu bir örnek olarak. Mâlum, bu saldırının ardından iktidara yakın gazeteler değişik değişik tanımlamalar yaptılar; mesela bunlardan birisi “Haçlı terörü”ydü. İktidara belli bir mesafesi olmakla beraber Karar gazetesi de aynı tanımı kullandı ve bu bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Yeneroğlu’nun söylediklerini aktarmak istiyorum: “Nasıl ki ‘cihadcı terör’ ifadesini İslami çağrışımlar içermesi nedeniyle reddediyorsam, Hıristiyanların tümünü genelleme biçimde ele alan çağrışımları nedeniyle ‘Haçlı terörü’ manşetini de tasvip etmiyorum. Yaşanan bir ırkçı faşistin katliamıdır”. Şimdi “Haçlı terörü” dediğiniz zaman tabii ki doğrudan “Hıristiyan terörü” demiş olmuyorsunuz; ama göndermeniz Hıristiyanlığa oluyor. Dolayısıyla Yeneroğlu’nun bu çıkışının doğru olduğunu ve Yeni Şafak’a diyecek bir lafım yok ama Karar gazetesindeki arkadaşlara –ki bu tartışma yapıldı, biraz da sert geçti sosyal medyada, tanık oldum, buradan ben de katılmış olayım– bence de bu tespit doğru değil. Nasıl yıllardır bir “İslamî terör”, “İslamcı terör” gibi saf tanımlamaları kullanmamaya gayret ediyorsak ve kullananları uyarmaya çalışıyorsak, burada da çok ciddi bir şekilde dikkatli olmak gerekiyor. Ama insanların buna çok kolay kapılabildiklerini görüyoruz. 

Bunun değişik nedenleri var. Birinci nedeni tabii ki şu: Yıllardır Batı’da, Batı devletlerinin, Batı yönetimlerinin ve Batı medyasının İslam dünyasından kaynaklı birtakım hareketleri nedeniyle İslam’la terörizmi eşleştirmeye çalışması ve bunun da beraberinde bir İslam düşmanlığının ortaya çıkması var. Bunun nedeni olarak yaşadığımız El-Kaide, IŞİD ve benzeri birtakım yapıların değişik yerlerdeki terör faaliyetlerini kullanıyorlar. Burada tabii ki Müslümanlar bayağı bir zorlanıyorlar bu konuda mücadele etmeye; çünkü önlerinde çok zor bir şey var; bir tarafta çok güçlü bir Batı medyası ve Batı sistemi İslam’la terörü eşleştirmeye çalışıyor. Bir taraftan da bundan çok da fazla rahatsız olmayan birtakım yeraltı örgütleri var ve bu örgütler de İslam dünyasının içerisinden çıkıyor. Ama kendi halinde, mâkul bir hayat sürmek isteyen ve diğer medeniyetlerle bir arada yaşamak isteyen Müslümanların bu konuda elleri kolları gerçekten bağlı durumda, çok etkili olamıyorlar. Şimdi böyle bir durumda bu saldırıyla beraber bazıları işlerin kolaylaştığını düşünüyor olabilir; ama eğer siz Hristiyanlıkla terörizmi eşleştirici birtakım adımlar atarsanız, bu, dolayısıyla karşı taraftaki birtakım çevrelerin –ki sizden daha güçlü oldukları muhakkak– İslam’la terörü eşleştirme çabalarını da bir anlamda meşrulaştırmış olursunuz, böyle garip bir ikilemle karşı karşıyayız. 

Burada yapılması gereken herhalde Yeni Zelanda Başbakanı’nın yaptığı; bir arada yaşamayı, tüm kültürlerin, tüm medeniyetlerin, tüm inançların ve inançsızlıkların bir arada yaşayabileceğini vurgulayabilmek ve bu anlamda karşı tarafın acısını paylaşmak, onlara empatik ve sempatik yaklaşmak ve saldırganlara karşı da en sert bir şekilde, en acımasız bir şekilde pozisyon alabilmek, bunu yapabilmek. Ama şu âna kadar Türkiye’de ve İslam dünyasının birçok yerinde ve dünyanın tamamında bu konuda çok net duruşları görmek mümkün olmadı. Aslında Türkiye’nin bu konuda sicili hiç de parlak değil; gerek ülkemizde, gerek ülkemizin yakınında yaşanan değişik terör saldırılarına karşı buralarda gösterilen tepkiler ya da gösterilmeyen tepkiler ya da tepkisizlik, hatta birçok saldırıyı meşrulaştırma, mâkul gösterme hali ya da birtakım komplo teorileriyle bu saldırıların gerçek anlamının içini boşaltma çabaları, Türkiye’de bayağı bir birikmiş bir sicil. Ve bu anlamıyla zaten Yeni Zelanda gibi bir katliamın ardından Türkiye’de çok etkili sağduyulu bir duruşun çıkmasını beklemek çok da gerçekçi olmayacaktı. Ancak şunu söyleyebilirim; Yeni Zelanda Başbakanı Ardern’in duruşuna yönelik, Türkiye’de sivil toplumun, kamuoyunun gösterdiği ilgi, ona gösterdiği bağlılık ve gösterdiği destek, Yeni Zelanda Başbakanı’nın şahsından yürüyen bir hal var. Bu bence çok önemli. Türkiye artık gerçekten bu tür siyasetçiler istiyor, bu tür siyasetçilerin olması konusunda da maalesef çok fazla umutlu değil. Bu saldırının önümüzdeki yerel seçimlerin malzemesi olarak kullanılmasına, yadırgatıcı diyeceğim, ama yadırganacak bir durum yok, hatta çok da şaşırmış değilim, açıkçası. 

Bu arada son bir not düşeyim: Ekrem İmamoğlu’nun öldürülenler için Yasin okuması. Bu konuda da çok kişi değişik şeyler söyledi. Ama açıkçası o saldırının görüntülerinin sergilendiği bir Türkiye’de, yani olayın saldırganın gözünden aktarıldığı bir Türkiye’de, kurbanlara yönelik olarak bir dinî ibadet yapmanın en azından daha kabul edilebilir bir şey olduğunu söylemek lâzım. Normalde beklenen, aslında İslamcı ya da İslamî iddialı iktidarın bu saldırıya karşı tepkisini gerçekten manevi bir iklimde yürütebilmesiydi. Onu da yapmak CHP’nin İstanbul adayına düştü. Bu da Türkiye’nin ne kadar garip bir ülke olduğunu bize bir kere daha gösteriyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.