Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan’ın Ayasofya hakkında söylediklerinin anlamı

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir süre önce bir tv yayınında Ayasofya’nın yeniden cami olması talebini “daha camiler dolmadan anlamı yok” şeklinde cevaplamıştı. Dün ise bir başka tv yayınında Ayasofya’nın pekala müze statüsünden çıkarılıp ibadete açılabileceğini söyledi. Kısa süre içindeki bu söylem değişikliği ne anlama geliyor?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı Erdoğan dün katıldığı bir televizyon yayınında –ki kendisi sürekli kanallarda konuşuyor, mitingler yapıyor, günde iki-üç miting yapıyor– Ayasofya’yla ilgili bir soruyu cevaplarken ilginç bir şey söyledi; Ayasofya’nın pekâlâ cami olarak faaliyete açılabileceğini, ibadete açılabileceğini söyledi. “Ama turistler nasıl Sultanahmet Camii’ni geziyorlarsa burayı da yine pekâla gezebilirler. Hatta ücret dahi vermezler” dedi. Ardından, sunuculara –bir kadın bir erkek– “İşte yarının manşetleri de çıktı” anlamında bir şeyler söyledi; ama bugünün gazetelerine baktığımız zaman bu Ayasofya meselesini manşet olarak görmedik; çünkü manşetlerde dünkü Yenikapı mitingi vardı, hemen hemen bütün gazetelerde acayip şatafatlı bir şekilde. Hepsinde 1 milyon 600 bin rakamı vardı ve onlar öne çıkarılmıştı. Benim gördüğüm kadarıyla iktidar yanlısı gazetelerden sadece bir tanesinde, altlarda Ayasofya meselesine değinildiğini gördüm. İki seçenek var. Galiba ilk seçenek şu: Yenikapı mitingini büyütme ihtiyacı nedeniyle Ayasofya geride kaldı ya da bir şekilde bunu büyütmek istemediler. Olabilir; ama bakalım yarın gazetelerin –neyi kastettiğimi anlıyorsunuz– birinci sayfalarında pekâlâ Ayasofya’yı görebiliriz; o zaman gerçekten Erdoğan bu manşet olsun istemiş anlamına gelir. Kendisi de söyledi, biliyoruz, artık gazetelerin, televizyonların büyük bir kısmının Ankara’ya ve Külliye’ye ve Erdoğan’a endeksli çalıştığı ortada. Onun istediği manşetler, onun istediği açılar –gazetecilik tabiriyle– birinci sayfalara ve bütününe, haber bültenlerine, tartışma programlarına hâkim oluyor. 

Şimdi burada ilginç olan husus şu: Yine bir başka televizyon programında, yine Ayasofya sorulduğu zaman bambaşka bir cevap vermişti; yine bir Sultan Camii örneği vardı, ama bu terstendi. “Daha Sultanahmet Camii dolmazken, yeni yaptığımız Çamlıca’daki cami varken, Ayasofya’nın cami olmasını istemenin çok da fazla anlamı yok” şeklinde, Ayasofya’nın cami olma fikrine sıcak bakmadığını belirten, ama bunu yaparken de yine dindarlığından taviz vermeyen bir siyasetçi cevabı vermişti. Kısa bir süre içerisinde böyle bir cami “yok”tan “Pekâlâ Ayasofya cami olarak açılabilir”e gelmesinin nedeni ne olabilir? İşte bu yayının en önemli sorusu benim için bu, başlığa da bunu çıkarttık. Bu, iktidar koalisyonunun, özellikle de AKP’nin yerel seçimde bir telaş halinde olması, çok ciddi bir şekilde tedirgin olmasıyla alâkalı bir şey. Beka üzerine kurulu, tehdit algıları üzerine kurulu, ülkeye yönelik tehditler üzerine kurulu, ama rakipleri tehdit etmeyle de gelişen bir seçim stratejisine tanık olduk; ama bu stratejinin çok da fazla etkili olmadığı konusunda çok ciddi gözlemler var, değerlendirmeler var ve ben de büyük ölçüde buna katılıyorum. Bugün Bekir Ağırdır’la burada yaptığımız yayında –iki saat önce yaptığımız yayında– da bu konuyu konuştuk, Bekir’in de gözlemleri bu yönde. Beka stratejisi üzerine, seçmeni korkutma üzerine, korkuları üzerine oynayarak giden kampanya çok başarılı olmamışa benziyor. Elinde çok fazla bir şey yok Erdoğan’ın ve dolayısıyla ilk akla gelen hususlardan birisi olan Ayasofya meselesini de seçime birkaç gün kala, bir hafta kala kullanma ihtiyacı hissediyor. Bu bir anlamda bence bir çaresizliğin işareti. 

Şimdi Ayasofya meselesi ne? Ayasofya meselesi aslında Türkiye’de İslamî hareketin yıllardan beri en temel davalarından birisi, Ayasofya’nın tekrar cami olarak ibadete açılması meselesi. İslamcıların ama zaman zaman da milliyetçilerin kullandığı bir argüman, Batı karşıtlığı üzerine en önemli argümanlardan birisi. Bir süre öncesine kadar Türkiye’de İslamî hareketin temel davaları öncelikle başörtüsü, sonra imam-hatip liseleriydi ve Ayasofya’ydı. Bunlar için mitingler yapılırdı, bunlar için sloganlar atılırdı. Başörtüsü ve imam-hatipler halloldu, geriye bir tek Ayasofya kaldı. Yani şu anda Türkiye’de İslamî iddialı yapıların bir dava olarak ve giderilmesi gereken bir mağduriyet olarak kullanabildikleri yegâne argüman –içeride– Ayasofya. Tabii ki dışarıda birtakım argümanlar var: Mescid-i Aksâ var, Kudüs var, Filistin meselesi var; ama bunlar o kadar cazip hususlar değil. Türkiye’de öncelikle muhafazakârların, ama bir ölçüde de milliyetçilerin bir beklentisi Ayasofya’nın cami olarak açılması. Ama burada şöyle bir sorun var: Bunun Batı dünyasında, Batı dünyasının ötesinde aslında Doğu’da da, Ortodoks dünyada da doğurabileceği tepkiler meselesi var ve aslında bu çok hassas bir konu. Ama bence bir diğer önemli konu –siyasî olarak bunun dışarıda doğuracağı tepkiler bir yana–, eğer Ayasofya cami olarak da açılırsa geriye hiçbir kullanılabilecek bir argüman, bir dava kalmayacak. Yani en son kalan husus Ayasofya ve zaten ne zaman Ayasofya iktidar çevrelerinden dile getiriliyorsa orada bir kriz görmek lâzım. Bir kriz var ki Ayasofya dillendiriliyor, yoksa Erdoğan’ın daha önceki televizyon yayınında söylediği gibi bir cami ihtiyacı olarak Ayasofya’ya bir ihtiyaç yok. Hemen yanı başındaki camilerin ibadet zamanlarında çok tıklım tıklım dolmadığı gerçeği ortada; ama Ayasofya’nın siyasî anlamı çok. Bu siyasî anlam riskli bir siyasî anlam ve bir yerden sonra da siz onu cami olarak açtığınız zaman da elinizdeki bir davayı kaybetmiş oluyorsunuz ve bir yerde de Batı ve Hıristiyan dünyasına –genel olarak Hıristiyan dünyasına– karşı bir kozunuzu da tüketmiş oluyorsunuz. Biliyorsunuz Ayasofya meselesi Batı’yla, Hıristiyan âlemiyle değişik şekillerde yaşanan krizlerde de çok sık kullanılan argümandı. Nasıl ABD ile ilişkilerde “İncirlik Üssü” argümanı varsa –İncirlik, Kürecik gibi üsler; ama öncelikle İncirlik–, “Kapatırız İncirlik’i” deniyorsa, “Açarız, Ayasofya’yı cami olarak açarız” iddiası ya da tehdidi hep gündemdeydi. 

Ayasofya bir gün pekâlâ cami olarak açılabilir; ama o andan itibaren hem içeride bir koz olarak Ayasofya konusu, hem de dışarıda bir kart olarak Ayasofya konusundan da mahrum kalacaktır Türkiye’deki sağ cenah. Ben bunun yapılacağını açıkçası sanmıyorum. Kâr-zarar hesabı yapıldığı zaman Ayasofya’nın cami olarak açılmasının getirisinin siyasî iktidara şu aşamada çok yüksek olacağını sanmıyorum. Ya da bugün yaşanan krizin, normalde içeride bir seçim kazanma telaşının, derdinin Ayasofya’yı açtırma, camiye dönüştürmeye yol açması çok olağanüstü bir durum olur. Bu ileride Batı ile yaşanması muhtemel, Hıristiyan dünyası ile yaşanması muhtemel krizlerdeki bir kartın şimdi içeride bir yerel seçim için tüketilmesi anlamına gelir. Bunun yapılacağını sanmıyorum; ama yine de bunun bir hafta içerisinde Erdoğan tarafından bir noktadan bambaşka bir noktaya taşınmış olmasının bize çok ciddi bir şeyi gösterdiği kanısındayım; o da bir hafta kala –ki dün akşam itibariyle bir hafta vardı, bugün itibarıyla 6 gün var– Erdoğan kendini rahat hissetmiyor. Aslında birçok hususta bunu görüyoruz; seçim kampanyalarında dile getirdikleri, mitinglerde dile getirdikleri, medyalar üzerinden yaydıkları çoğu fabrikasyon olan haberlerde bunu görüyoruz. Mansur Yavaş olayında bunu görüyoruz, birtakım belediye meclislerine adları geçen birtakım isimlerin neredeyse sırf Kürt oldukları için PKK’lı olarak yaftalanıp ilan edilmesinde bunu görüyoruz… Neredeyse bütün gazeteler ve televizyon kanallarının bunları yayınlanmasında ve PKK’yla işbirliği içerisinde olmakla suçlanan tek parti CHP değil; Saadet ve İYİ Parti’nin bile özellikle burada suçlamasında bunu görüyoruz ve bir panik hali var, bir telaş hali var ve bunların giderilmesi ihtiyacı var. 

Ama ortada şöyle bir soru var: İnsanlar şu ya da bu nedenle, kimi zaman ekonomik nedenle, kimi zaman yorgunluk nedeniyle, kimi zaman yaşanan kayırmacılıklardan, yolsuzluk iddialarından bunalmış olmak nedeniyle, şu ya da bu nedenle AKP’ye ve MHP’ye oy vermiş seçmenin bir bölümünün bu seçimde bu partilerin adaylarına oy vermeme ihtimali; rakip partiye vermese bile –ki bugün Bekir Ağırdır bunun altını özellikle çizdi– karşı kutba geçmeseler dahi sandığa gitmeme eylemini gidermek için bu tür yöntemler, rakibin gözünü korkutmak ya da Ayasofya’yı cami olarak açma vaadi gibi hususlar olayın akışını tersine çevirebilir mi? Açıkçası çok emin değilim; çünkü şu âna kadar izlenen kampanya bize iktidar ortaklarının bütünlüklü, insanların ileriye yönelik kaygılarını –ki büyük ölçüde ekonomik– gidermeye yönelik inandırıcı, ayakları yere basan, sakin, en önemlisi bir perspektif sunmaktan uzak olduklarını gösterdi. Bu saatten sonra geride kalan beş gün, altı gün içerisinde bunu çevirebilmenin mümkün olduğunu sanmıyorum. 

Yarın Ayasofya cami olarak açılsa dahi bu küskün seçmenin, oy vermemeyi düşünen seçmenin, “Ya işte Ayasofya’yı cami yapsalar artık, vereyim ben yine de oyumu” diyeceğini açıkçası çok sanmıyorum. Seçime beş gün kala açılacak olan ya da dört gün kala camiye dönüştürülecek olan bir Ayasofya’nın; camiye döndürülmesinin nedeninin de yerel seçimler olduğunun içeride ve dışarıda ilgili herkes tarafından görüleceğini de biliyoruz. Aslında böyle bir adım güç değil zaaf gösterisi olur. Erdoğan’ın böyle bir şeyi yapması halinde –ki sanmıyorum, tekrar vurguluyorum ama dile getirmiş olduğu için bu ihtimalin varlığını kabul edelim– bunun getirisinden çok götürüsü olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Zaten bu seçimde atılan birçok adımın getirisinden çok götürüsü olduğu konusunda neredeyse bir ortak görüş oluşmakta. Bugün yine Bekir Ağırdır ile yaptığımız yayında –ki daha önce özellikle siyasetbilimci Burak Özbek Ankara’dan Günebakış’ta bunu söylemişti– Erdoğan kendi tabanını konsolide etmek isterken, bunu sert bir dille yaparken, aslında muhalefetin tabanını, muhalefet seçmeni konsolide etti. Özellikle 24 Haziran’dan sonra oy vermeyi düşünmeyen kesimleri bu sefer de tekrar sandık başına Erdoğan karşıtı bir şekilde gitmeye teşvik etti. Dolayısıyla bir anlamda bindiği dalı kesmekle meşgul. Gördüğüm kadarıyla şu âna kadar iktidar ortakları seçim stratejisi anlamında çok verimli, yaşandığı söylenen negatif durumu tersine çevirebilecek adımlar atamadılar ve zaten 1 Nisan sonrası üzerine birtakım şeyler söylemeye başladılar; Mansur Yavaş başta olmak üzere birtakım isimlerin belediye başkanı ya da meclis üyesi olarak görev yapamayacaklarını şimdiden ilan etmeye kalkıştılar, bunu söylüyorlar. Bu da aslında birtakım yerlerde kaybedileceğinin bir nevi baştan kabul edilmesi şeklinde yorumlanıyor. Bu çıkışlar da, 1 Nisan’dan itibaren birtakım kişilere gözdağı verilmek istenmesi de, aslında iktidar ortaklarının aleyhine işliyor diye düşünüyorum. 

Toparlayacak olursam: Ayasofya’nın camiye dönüştürüleceğini sanmıyorum. Eğer böyle bir şey yaparsa Erdoğan, hele bu seçime birkaç gün kala yaparsa, çok büyük bir stratejik hata yapmış olur. Ama onun bir hafta içerisinde Ayasofya’nın statüsünü değiştirmemeden, “Pekâlâ değiştirebiliriz” noktasına gelmesi de bize işlerin onun için pek de parlak gitmediğini gösteriyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.