Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan-Kılıçdaroğlu yakınlaşması mümkün mü?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı “Türkiye İttifakı” ne derece gerçekçi? Çubuk saldırısının ardından yaptığı açıklama AKP liderinin CHP ile yakınlaşma konusunda çok da arzulu olmadığını mı gösteriyor?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Aslında tekrar iyi günler demem lâzım; çünkü bugün bu ikinci yayınım. Bir tatilden geldim, o arayı telâfi etmek için böyle günde iki yayınla başladık; bakalım nasıl gelişecek. Aslında Türkiye’de konuşacak çok husus var. 31 Mart yerel seçimleriyle beraber gerçekten yepyeni bir döneme girdik. Ve bu döneme girdiğimizin en bâriz işaretlerinden birisi de dün Kemal Kılıçdaroğlu’na Ankara’da yapılan saldırıydı. Önümüzde şimdi Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul’da AKP’nin itirazı hakkında vereceği karar var. Ondan sonra iyice şekillenecek yepyeni Türkiye’nin güzergâhı. 

Bu öğlen yaptığım yayında Abdülkadir Selvi’nin yazısına atıfta bulundum; ama yanlış bir atıfta bulundum. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na bir teklifi olduğunu söyledim. Tersine, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a bir teklif hazırladığı, Erdoğan’ın Türkiye İttifakı olarak tanımladığı ittifaka ya da yeni çağrıya cevaben bir hazırlık içerisinde olduğu anlaşılıyor. Peki bu mümkün olabilir mi? Bu yayının sorusu bu. 

Bu yayını yapmaya karar verdiğimde henüz Erdoğan’ın Çubuk saldırısı hakkında herhangi bir açıklaması olmamıştı. Daha sonra Twitter’dan yaptığı açıklamayı gördük. Çok kuru bir açıklama. Kınama cümlesi yok. Terörün her türüne karşı olma vurgusu var. Protestonun şiddete dönüşmesi ve bunun tasvip edilemeyeceği, asla tasvip edilemeyeceği vurgusu var. Ama mesela dün Abdullah Gül’ün ve Ahmet Davutoğlu’nun ayrı ayrı yaptıkları açıklamalardaki kınama vurgusu burada yok. Tabii ki tasvip etmiyor. Aslında bunu dün Devlet Bahçeli de söylemişti. “Tabii ki tasvip etmiyorum, ama…” diye devam etmişti. Erdoğan’ın açıklamasında “ama…” yok. Lâkin kınama ve Kılıçdaroğlu’na doğrudan “Geçmiş olsun” gibi bir şey yok. 

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da bir açıklama yaptı. Bu açıklamada da tasvip edilemeyeceği tabii ki vurgulanıyor. Ama açıklamanın büyük bir kısmı CHP’ye ve HDP’ye yönelik eleştiriler, neredeyse onları bir şekilde sorumlu tutma, Bahçeli kadar olmasa da Bahçeli’ye yakın bir duruş. Dolayısıyla buradan şunu görüyoruz: Şu anda Çubuk saldırısı ve arkasından gelişen olaylar bize gösteriyor ki iktidar koalisyonu içerisinde belirleyici güç iyice MHP olmaya başladı, Bahçeli olmaya başladı. 

Daha önce şunu özellikle vurguluyordum — başkaları da vurguluyordu tabii sadece ben değil: Bu koalisyonun ideolojisi ya da siyasetinde belirleyici olanın MHP olduğu, milliyetçilik olduğunu vurguluyorduk. Şimdi iş sadece teoride değil, pratikte de böyle olmaya başladı. Çubuk saldırısının ardından yapılan açıklamalar bunun MHP pratiğinin, MHP’nin tasvip ettiği bir pratiğin hükümet tarafından da benimsenmiş olduğunu gösteriyor. Benimsenmiş olan pratik tabii ki Kılıçdaroğlu’na saldırı değil. Ama Kılıçdaroğlu’na saldırıyı tasvip etmemekle beraber, saldırının olmasında devletten çok Kılıçdaroğlu’nu sorumlu gösterme. Yani “Niye gidiyorsun o kadar az oy aldığın yere?” demişti Bahçeli — ki kendisinin daha önce mesela Diyarbakır’a yaptığı ziyaretleri biliyoruz. Millet İttifakı’nın Çubuk’ta aldığı oyun çok çok aşağısında olmasına rağmen o zamanlar pekâlâ haklı bir şekilde Güneydoğu’ya gitmişti Bahçeli. Ama şimdi kendisi CHP’yi ve liderini böyle suçluyor. Süleyman Soylu da “Bize haber vermedi” diyerek sorumlu tutuyor bir şekilde. Yani ana muhalefet liderinin İçişleri Bakanı’nı özel olarak arayıp ya da polis teşkilatını arayıp, “Şuraya gidiyorum, böyle yapacağım, edeceğim” diye söylemesi gerekir mi? Açıkçası bunu konuşmak bile abes. 

Her neyse, sonuçta buradaki hususa baktığımız zaman, şu haliyle Cumhur İttifakı yoluna devam ediyor gözüküyor. Dolayısıyla Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasında bir yakınlaşma işareti göremedik. Pekâlâ bu tweet’leri atmak yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan bambaşka bir şey yaparak Kılıçdaroğlu’nu ziyaret edip geçmiş olsun dileyebilirdi. O zaman işin rengi başka olurdu. Bunu tercih etmedi. Belli ki bir süre düşündü ve sonuçta buna karar kıldı. Ama önünde bir seçenek var. Bence 31 Mart’tan sonra –aslında 31 Mart’ın hemen ardından yaptığım yayınlarda da bunu söylemiştim–, AKP’nin önünde, Erdoğan’ın önünde çok fazla olmamakla birlikte birtakım seçenekler var. Bu seçeneklerden ilk akla gelen, MHP ile ittifakını sürdürmesi — ki yaşanıyor. Ama 31 Mart sonuçları bize bu ittifakın verimli olmadığını gösterdi. 

Diğer seçenek, başka arayışlara yönelmesiydi ve bu başka arayışlarla yeni müttefikler bulmak söz konusu olabilir. MHP’nin yanına müttefik bulması biraz zor. Ama MHP’yi dışlayarak, MHP ile yollarını ayırarak bu yeni müttefikler söz konusu olabilir — İYİ Parti gibi. Ama esas olan herhalde CHP — ilk akla gelen. Çünkü ana muhalefet partisi bu seçimin de bir anlamda galibi olarak çıktı. Bir anlamda değil gerçekten galip olarak çıkmış bir CHP var. Ve bu CHP ile bir yakınlaşma pekâlâ mümkün, teorik olarak mümkün. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı” derken söylediği, esas olarak –burada tabii ki diğerlerini de katacaktır, HDP’yi dışlayacaktır– ama esas olarak CHP’dir. 

Peki bu nasıl bir ittifak olur? Olursa nasıl bir ittifak olur? Bu aslında 7 Haziran seçimlerinden sonra Ahmet Davutoğlu’nun kurmaya razı olduğu AKP-CHP koalisyonunun günümüzde yeniden gündeme gelmesi olabilir. Çok mümkün mü? Açıkçası sanmıyorum; ama şunu da çok iyi biliyorum ki Erdoğan 15 Temmuz’un ardından Yenikapı’da hayata geçirilen, “Yenikapı ruhu” diye sunulan türde bir ittifakı, daha doğrusu yan yana gelişi tercih edecektir. Orada ne oldu? HDP dışındaki liderler bir araya geldiler. Ve sonra onlardan Bahçeli ile Erdoğan birleşip, Kılıçdaroğlu’nu kaba deyimiyle “bir güzel pataklayıp”, dışlayıp, kendi yollarına devam ettiler. 

Aslında 15 Temmuz ittifakına, 15 Temmuz Yenikapı mitingine Kılıçdaroğlu’nun katılması Erdoğan için çok önemliydi. Ama sonra Kılıçdaroğlu ile yan yana durmamanın kendisi için daha iyi olacağını düşündü. Ve o yanında olan Kılıçdaroğlu’nu daha sonra kriminalize ederek, dışlayarak, Türkiye’deki birçok kötülüğün bir nevi hamisi olarak göstererek yoluna devam etti. Ve 31 Mart’ta yaşananlar bu politikanın doğru olmadığını bize gösterdi.

Sonuçta CHP ile AKP arasındaki ilişkinin önünde iki kaba model var. Birincisi Yenikapı ruhu olarak adlandırılan, aslında Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin figüran olduğu bir model. İkincisi de bir şekilde eşit paydaş oldukları, ortak oldukları yeni bir tür koalisyon. Böyle bir koalisyonu Erdoğan kabul etmeyecektir. Kabul etse bile böyle bir koalisyonun şu mevcut verili durumda hayata geçmesinin imkânı yok. Çünkü ülkede başkanlık sistemi var. Her şey Erdoğan’da düğümleniyor. Meclis’in fonksiyonu iyice azalmış durumda. Bakanların fonksiyonu var ama yok, adlarını bile bilmiyoruz çoğunun, hâlâ öğrenemedik. 

Böyle bir durumda CHP diyelim ki AKP ile bir ittifaka gitti; burada nasıl bir ittifak olacak? Burada neyi paylaşacaklar? Erdoğan CHP’ye iktidarın ne bölümlerini sunacak? Nasıl bir şey sunacak? Bu çok belirsiz. Şöyle bir senaryo belki söz konusu olabilir: Erdoğan CHP ile belli bir ittifaka gider ve buna bir şekilde HDP de destek olur, belki İYİ Parti de, belki Saadet Partisi de. Ve ülkede demokratikleşme, temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi, hukuk devleti gibi hususlarda tekrardan filmin başa sarılması ve tekrardan geri adımların ileri adımlara dönüştürülerek ilerlenmesi. Bu bana çok gerçekçi gelmiyor. Bunun vaadi verilebilir. Ama hayata geçileceğini sanmıyorum. 

Erdoğan’ın baskıcı politikalardan uzun bir süre vazgeçmek istemeyeceği kanısındayım. Kaldı ki Erdoğan değişik vesilelerle yaptığı açıklamalarda Türkiye’nin hukuk devleti olarak, temel hak ve özgürlükler olarak, artık aklınıza ne gelirse, demokrasi olarak, birçok ülkeden, Batı’dan da ileri olduğunu, basın özgürlüğü konusunda da –en son onu da söylediler– ileri olduğunda ısrar eden birisi. Ortada bir sorun görmeyen birisi. Halbuki sorunlar her geçen gün artıyor. Olağanüstü hal kalksa bile uygulamaları devam ediyor vs.. Böyle bir ittifak da teorik olarak mümkün. Ancak buna Erdoğan’ın yanaşacağını sanmıyorum. 

Bir de bunun hangi zeminde imzalanacağı, böyle bir mutabakata hangi zeminde varılacağı mümkün değil. Nasıl olacak? Yani Bakanlar Kurulu’na bir-iki tane –Bakanlar Kurulu da yok zaten, biliyorsunuz, ama– bir-iki tane CHP’li bakan atayıp, belki bir tane CHP’li cumhurbaşkanı yardımcısı atayıp vs., bunlar hiçbir şeyin teminatı olmayacaktır. Devlet içerisindeki kadrolaşma da mâlum, ortada. Peki o zaman ne oluyor? Aslında Erdoğan bir anlamda seçeneksiz kalmış durumda, bana öyle geliyor. 

Önündeki seçenek, ilk akla gelen ve halen fiiliyatta olan Bahçeli ile yola devam etme seçeneği, MHP ile devam etme seçeneği — ki o seçeneğin ne tür yerlere varabileceği dün Çubuk’ta görüldü. Bunun daha da derinleşme ihtimali var. Gerginliği tırmandırmadır bu. Ülkü Ocakları’nın daha sonra yaptığı açıklama da ortada, Bahçeli’nin yaptığı açıklamalar ortada. Ve bu durumdan pek de şikâyetçi olmadıkları belli oluyor. Bunun devamını arzuladıkları da belli oluyor. Böyle bir şeye Erdoğan’ın dahil olması durumunda –ki şu anda dahil–, bunu sürdürmesi durumunda, AKP’nin daha hızlı bir şekilde güç kaybedeceğini, bu gücün bir kısmının MHP’ye akmaya devam edeceğini, ama bir kısmının da artık AKP dışı arayışlara yöneleceğini iddia ediyorum, düşünüyorum. 

Nitekim bugün Ahmet Davutoğlu 15 sayfalık bir manifesto ile çıktı. Ve orada özellikle vurguladığı hususlardan biri MHP ile ittifakın kendilerine çok şey kaybettirdiğiydi. Bu AKP’nin küskünleri, yeni parti kurmaları söz konusu olan kesimlerin –Ahmet Davutoğlu bunlardan birisi, mâlum– sıklıkla vurgulayacakları bir husus olacak. Yani Cumhur İttifakı denen ittifakın yarasa yarasa MHP’nin işine yaradığı ve yarayacağı, AKP’nin işine yaramayacağı iddiasıyla birçok kişiyi, AKP tabanından ve kadrolarından birçok kişiyi ikna edebilecek durumda Davutoğlu ve başkaları. Böyle de bir durum var. 

Sonuçta gerçekten çıkışı olmayan bir yola girmiş durumda gözüküyor Erdoğan iktidarı. Bir müddet durumu idare etmeye çalışacaktır herhalde. Öncelikle tabii Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul kararını bekleyeceğiz. O birkaç gün içerisinde belli olur. Ama şöyle bir husus var: Şu haliyle Türkiye’nin özellikle ekonomik sorunlarını, ekonomik krizini nasıl aşacağız sorusu çok ciddi bir şekilde herkesin önünde, özellikle de ülkeyi yönetenlerin önünde duruyor. 

Bu ekonomik krizden çıkma konusuna Davutoğlu da 2-3 sayfa yer ayırmıştı manifestosunda; öncelikle diyor ki: “Bu bir ekonomik krizdir, adını koyalım”; ikinci olarak da “Bu esas olarak yönetim krizidir” diyor — ki haksız da sayılmaz, haksız değil. Ama bu doğrudan iktidarı suçlayan bir şey. Bu yönetim anlayışıyla bu ekonomik krizin çözülmesi mümkün değil. O zaman ne olacak? O zaman yeni bir yönetim anlayışı, yeni bir iktidar, başkalarını da bu sürece dahil etmek, ekonomik krizle mücadeleye dahil etmek gerekecek, yani o Erdoğan’ın söylediği “Türkiye İttifakı”yla. Ama burada işte hep dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz: “Yanıma gelin, ama hiçbirinizin bir yetkisi, iktidarı olmasın” duruşu sergiliyor Erdoğan. Buna kimsenin kolay kolay razı olacağı söylenemez. Olmayacaklardır.

Üstelik bir de şöyle bir gerçek var: Birisi düşerken ötekisi çıkıyor. Çıkan, yükselişte olan niye düşenin dayatmalarına razı olsun? Böyle bir şey olmayacak. Dolayısıyla Erdoğan’ın krizinin daha da derinleşmekte olduğunu, derinleştiğini ve MHP’nin, Bahçeli’nin bunu görüp, üstüne üstüne gidip kendi alanını daha da genişlettiğini, dolayısıyla MHP’nin alanı genişlediği ölçüde de AKP’nin alanının iyice daraldığını görüyoruz. Ve bu sürecin sonunda gerçek bir dağılma, çözülme AKP’yi bekliyor olabilir. Dolayısıyla Erdoğan’ın ne yapıp ne edip bir an önce bir şeyler yapması gerekecek iktidarını sürdürebilmesi için. Ve bunu yaparken de Bahçeli dışındaki ya da Bahçeli’ye ek olarak yeni müttefikler arayışına girmesi gerekiyor — artık daha fazla krizin üstünü örtme, zaman kazanma imkânı kaldığını açıkçası düşünmüyorum. 

Erdoğan ve Kılıçdaroğlu yakınlaşabilir mi? Aslında pekâlâ olabilir. Ama şu durumda bunun imkânını görmüyorum. Buradaki kastım aralarındaki o geçmiş değil. Çünkü benzer bir geçmiş Erdoğan’la Bahçeli arasında da vardı. Siyasette böyle şeyler olur. Hiçbir şey olmamış gibi ittifak kurabilirler. Pekâlâ bu olabilir; ama buradaki temel sorun Erdoğan’ın iktidarını paylaşmak istememesi ya da kendisiyle ittifak yapanlara az bir alan, sembolik bir alan, göstermelik birtakım alanlar sunmakla yetinmek istemesi. Dolayısıyla şu haliyle baktığımız zaman Erdoğan’ın krizinin çözümünün herhangi bir işareti gözükmüyor. 

Bu arada son bir not: Davutoğlu Davutoğlu dedim. Onun yaptığı açıklamayı artık, manifestoyu bu akşam evde çalışacağım. Notlarımla yarın saat sabah 11.30’da burada karşınızda olacağım. Ve “Ahmet Davutoğlu ne diyor, ne yapabilir?” diye bir yayınla Ahmet Davutoğlu’nu masaya yatıracağız. Bu gazetecilerin çok sevdiği bir kavramdır. Evet gerçekten onun kendisini değilse de 15 sayfalık –ki maaşallah Hoca hakikaten yazdı mı uzun yazar, konuştu mu da uzun konuşur– manifestosunu masaya yatıracağız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.